1. | Makale Özetleri Summaries of Articles Sayfalar 4 - 7 Makale Özeti | İngilizce Tam Metin |
2. | Türk Erişkinlerinde Ölüm ve Koroner Olaylar: TEKHARF Çalışması Kohortunun 5-yıllık Takibi Rates of Death and of Coronary Events in the Turkish Adult Survey: 5-year Follow-up of the Cohort Altan ONAT, Dursun DURSUNOĞLU, Göksel KAHRAMAN, Barış ÖKÇÜN, Kenan DÖNMEZ, İbrahim KELEŞ, Vedat SANSOYSayfalar 8 - 15 1990 yılında yürütülmüş TEKHARF taramasının ülkenin altı coğrafi bölgesinde oturan kohortunun üçte ikisini temsil eden 1644 erişkin (800 erkek ile 844 kadın) beş yıl sonunda fizik muayene ve EKG ile yeniden izlendi. Başlıca amaç toplam ve koroner kalp hastalığı (KKH) ölüm oranlarını ve yeni koroner olayları saptamaktı. Yeni koroner olay tanımına, ilk taramadan sonra geliştiği kanısına varılan fatal ve fatal olmayan miyokard infarktüsü, akut miyokard iskemisi ve yeni stabil angina ve/veya miyokard iskemisi girdi. Kırkı kadın olan toplam 96 ölüm, yılda bin erişkinde 8.9 oranını temsil etti ve beklenen sınırlar içindeydi. Bunlardan 19'u kadındı gelişen 41 KKH ölümü, bin erişkinde yılda 3.8 oranındaydı ve kadında biraz yüksek bulundu. Fatal olmayan yeni koroner olaylar, 19'u kadın, toplam 53 kişide tesbit edildi (yılda) 1000 erişkinde 4.9 oranında). Ölümcül olanlara eklenince, 28 kadın (yılda binde 5.2) ve 49 erkekte (yılda binde binde 9) yeni koroner olay gözlemlendi. Kadındaki oranlar hafif yüksek bulundu. Koroner ölümler Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölge halkında düşük, Doğu Anadolu ile Karadeniz bölgelerinde yüksekti. KKH'dan ölen ve koroner olaylı kişilerde, hipertansiyon en önemli risk etmeniydi. Sigara erkeklerde, obesite kadınlarda çok sık görülüp diğer cinsiyetine az rastlanan risk faktörleriydi. Sonuç olarak, geçen yıl taranan Marmara bölgesi halkı verileri de gözönünde tutulduğunda, Türk erişkinlerinde yılda 160 bin erkek ile 120 bin kadının öldüğü, koroner kökenli ölümün yaklaşık 66.000 erkek ile 61.000 kadında meydana geldiği söylenebilir. Bunlardan 70 bininin ölümcül koroner olay olduğu varsayılıp yılda 160 bin fatal olmayan yeni koroner olay da dahil edilince, halkımızda yaklaşık olarak yılda toplam 230 bin yeni koroner olayın gerçekleştiği tahmin edilebilir. |
3. | Konjenital İzole Apikal Ventrikül Septum Defektleri Congenital Isolated Apical Ventricular Septal Defects Semra ATALAY, Ayten İMAMOĞLU, Levent DİLEK, Nahide ALTUĞ, Halil GÜMÜŞSayfalar 16 - 18 Apikal trabeküler septumda yerleşen VSD'lerin tanısı güç olup, spontan kapanma oranı iyi bilinmemektedir. Ankara Üniversitesi, Pediatrik Kardiyoloji Bölümünde 1992-1995 yılları arasında, renkli Doppler ekokardiyografi ile 20 hastada ventrikler septumun apikal kısmında tek, küçük bir defekt saptandı. Olguların yaşları bir gün ile 13 yaş arasında idi. EKG ve telekardiyogramları normal olan tüm hastalar asemptomatikti. 12 hastada apeks veya apekse yakın bölgede kısa sistolik veya pansistolik üfürüm duyuldu. Tüm hastalarda dar ve küçük renkli jet akımı moderatör bandın distalinde, apikal bölgede görüldü. Bu defektleri görüntülemek zordur, ve spesifik transduser argulasyonları gerekmektedir. 3 ay 3.5 yıl arasında izlenen 15 olgunun beşinde (% 33.3) spontan kapanma gözlendi. Bilgilerimize göre, bu izole apikal müsküler VSD'li en geniş seridir. Tecrübemize göre, küçük apikal VSD'nin saptanmasında renkli Doppler görüntüleme çok hassas bir metoddur. Sonuç olarak apikal VSD'lerin spontan kapanma oranının az, fakat prognozlarının mükemmel olduğunu söyleyebiliriz. |
4. | Fallot Tetralojisinde Ventriküler Septal Defekt'ten Geçilerek Uygulanan Transvenöz Selektif Koroner Anjiyografi Tekniği Transvenous Selective Coronary Angiography via Ventricular Septal Defect in Tetralogy of Fallot İ.Levent SALTIK, Ayşe SARIOĞLU, Gülhis BATMAZ, Serap TEKİN, Servet ÖZTÜRKSayfalar 19 - 25 İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü Çocuk Kardiyoloji bölümünde geliştirilen transvenöz selektif koroner anjiyografi tekniğinin uygulanabilirliğini belirlemek amacıyla Nisan 1994 ile Temmuz 1995 tarihleri arasında 62 Fallot tetralojili hastaya transvenöz yolla ventriküler septal defekt'den geçilerek selektif koroner anjiyografi uygulandı. Hastaların yaşları 1 yaş ile 13 yaş (ort. 3.16 ± 2.17), ağırlıkları 6.7 kg ile 32 kg (ort. 12 ± 4.44) arasındaydı. Femoral vene yerleştirilen 5.2-7 F, 4 cm açılı "soft tip" sağ Judkins kateteri (JR4 kateteri kullanılarak sağ koroner orifise, 5.2-7 F JR4 veya 5.2-7 F mamalian arter (LIMA) kateteri kullanılarak sol koroner orifis veya kusp'a girilerek selektif koroner anjiyografi kayıtları alındı. Vakaların hepsinde sağ koroner arter, % 94.9'unda sol koroner arter net bir şekilde görüntülendi. Toplam kateterizasyon zamanı (Fallot tetralojisi tanısına yönelik kateterizasyon + selektif koroner anjiyografi) 11 ile 65 (ort. 34.4±14.8) dakika, skopi süresi 3 ile 29.2 (ort. 11.8 ± 6.2) dakikaydı. Sağ koroner arter kateterizasyonunda 6 F JR4, sol koroner arter kateterizasyonunda 7 F LIMA kateteri daha kullanışlı bulundu. 2 hastada sağ ventrikülden aortaya girerken geçici sağ dal bloğu, 7 hastada (% 11.3) koroner anjiyografi sırasında çok kısa süreli ST değişikliği, 3 4.8) hastada 10-15 atımlık bradikardi gözlendi. Çalışmanın sonunda bölümümüzde geliştirilen transvenöz selektif anjiyografi tekniğinin Fallot tetralojili çocuk ve infantlarda kolay uygulanabilen güvenli bir yöntem olduğu sonucuna varıldı. |
5. | İşitme Engeli Çocuklarda İdiopatik Uzun QT Sendromu Sıklığı Incidence of İdiopathic Long QT Syndrome in Children With Congenital Deafness Burhan ÖCAL, Ayten İMAMOĞLU, Semra ATALAY, Muharrem GÜLDALSayfalar 26 - 30 Uzun QT sendromu, QT intervalinde uzama, ventriküler takiaritmiye bağlı senkop ve ani ölümler ile karakterize bir hastalıktır. İlk defa Jervell ve Lange Nielsen hastalığın bir formunun sağırlık ile birlikteliğini tanımlamışlardır. Biz çalışmamızda; yaşları 6-19 arasında değişen, 112'si kız, 238'i erkek, toplam 350 işitme engelli çocukta uzun QT sendromu sıklığını araştırdık. Bu olgularda elektrokardiyografi çekilerek Bazzet formulüne göre düzeltilmiş QT (QTc) hesaplandı. QTc>440 msn.saptanan 8 olgu, kardiyak muayene, EKG kontrolü (3 kez), ekokardiyografi, Holter monitorizasyon ve egzersiz testi ile değerlendirildi. Ayrıca bu olguların aileleri; senkop, ani ölüm öyküsü, sağırlık ve QT intervalleri açısından incelendi. 14 ve 15 yaşlarındaki 2 kız olguda Schwartz tanı kriterlerine göre uzun QT sendromu saptandı. Bu olgulardan ilkine 2 major (QTc intervalinde uzama (483 msn.) ve senkop öyküsü) ve 1 minör bulgu (sağırlık), diğerine ise 2 major (QTc intervalinde uzama (613 msn.) ve ailede uzun LQTS'lu birey) ve 1 minör bulgu (sağırlık) ile tanı konuldu. Bu iki olgumuza profilaktik beta bloker tedavisi başlandı. Çalışma grubumuzda Uzun QT sendromu sıklığı % 0.57 olarak bulundu. Olgularımızın aile incelemesinde ise 4 bireyde daha asemptomatik QT uzaması olduğu belirlendi. Senkop ve konvulziyon tanımlayan, özellikle sağırlığı olan hastalarda Uzun QT sendromu düşünülmeli ve QTc intervali dikkatle değerlendirilmelidir. |
6. | Normal Çocuklarda Pulmoner Arter ve İnen Aorta Çapının Ekokardiyografi ile Değerlendirilmesi Echocardiographic Evaluation of Pulmonary Artery and Descending Aorta dimensions in Healthy Children Gülhis BATMAZ, Ayşe SARIOĞLU, İrfan Levent SALTIK, Gül S.SAYLAM, Ümit Bilge SAMANLISayfalar 31 - 35 Normal sağlıklı 226 çocukta, pulmoner arter (PA) çapları, inen aort genişliği ve McGoon oranı ekokardiyografik olarak araştırılmıştır. PA çapları suprasternal kesitten, inen aorta çapı subkostal kesitten ve 2 - boyutlu EKO ile ölçülmüştür. Bulunan PA çaplarının yaşla ve vücut yüzey alanıyla ilişkisi incelenmiştir. PA ve inen aorta çapının en iyi vücut yüzey alanı ile logaritmik bir ilişki gösterdiği belirlenmiştir. Özellikle siyanozlu konjenital kalp hastalıklarında, normalden sapma derecesini belirlemek için sunduğumuz normal PA çapları ve McGoon oranına ait nomogramların bir referans noktası teşkil etmesi amaçlanmıştır. |
7. | Atriyal Fibrilasyonun Akut Tedavisinde İntravenöz Diltiazem ve Verapamilin Etkinlik ve Güvenirliliği Efficacy and Safety of Intravenous Diltiazem vs. Verapamil in the Acute Treatment of Atrial Fibrillation Hakan TEZCAN, Metin OKUCU, Ali Serdar FAK, Ahmet OKTAYSayfalar 36 - 42 Bu çalışmada çift kör, randomize ve karşılaştırmalı olarak atriyal fibrilasyonun akut tedavisinde intravenöz diltiazem ve verapamilin etkinlik ve güvenliliği araştırıldı. Çalışmaya ventrikül hızı 120/dk'nın üzerinde ve sistolik kan basınçları 90 mmH'den yüksek olan, diltiazem grubu için 12, verapamil grubu için 12 olmak üzere toplam 24 hasta alındı. İntravenöz diltiazem 0.35 mg/kg (maksimum 25 mg), verapamil 0.15 mg/kg (maksimum 10 mg) dozlarda uygulandı. Hastaların bazal kan basıncı ve kalp hızları kaydedildikten sonra 2,7,12, 17,22 ve 30. dakikalarda ölçümler tekrarlandı. Terapötik cevap kriterleri olarak kalp hızında bazale göre % 20 azalmanın olması, kalp hızının 100/dk'nın altına inmesi veya sinüs ritmine dönüşün gözlenmesi kabul edildi. Buna göre diltiazem grubunda 12 hastanın 11'inde (% 92), verapamil grubunda ise 12 hastanın tamamında (% 100) terapötik cevap saptandı. Terapötik cevap alınması için geçen ortalama süre heriki grupta farklı bulunmadı (diltiazem ile 2.7±1 dk, verapamil ile 3.9±5 dk.) Her iki ilaç da kalp hızı, sistolik ve diyastolik kan basınçlarında anlamlı derecede düşmeye neden oldu, ana iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı. Ortalama azalma yüzdeleri; kalp hızında verapamil ile % 35, diltiazem ile % 24, sistolik kan basıncında sırasıyla % 24 ve % 11, diyastolik kan basıncında ise % 20 ve % 13 olarak bulundu. Verapamil grubunda biri ciddi olmak üzere toplam 4 hastada tedavi gerektiren semptomatik hipotansiyon gözlenirken diltiazem grubunda semptomatik hipotansiyon gözlenmedi. İki grup arasında semptomatik hipotansiyon görülme sıklığı anlamlı derecede farklı bulundu (p<0.05). Sonuç olarak atriyal fibrilasyonun akut tedavisinde intravenöz diltiazem ve verapamilin ventrikül hız kontrolünde benzer şekilde etkin oldukları gösterildi. Ayrıca verapamilin hipotansif yan etkisinin daha belirgin olması ve daha sık semptomatik hipotansiyona yol açması nedeniyle, intravenöz diltiazemin bu amaçl akullanım için daha güvenli bir ilaç olabileceği sonucuna varıldı. |
8. | 70 Yaşın Üzerinde Açık Kalp Ameliyatları: İki Yıllık Sonuçların Değerlendirilmesi Open Heart Surgery in Patients Older Than 70 Years: A Two-Years' Experience Ali KÖNER, Atıf AKÇEVİN, Vedat BAYER, Cihangir ERSOY, Halil TÜRKOĞLU, Tufan PAKER, Aydın AYTAÇSayfalar 43 - 46 Yaşlı hastalarda açık kalp ameliyatları, yaşamsal organ rezervlerindeki azalmayla ilişkili olarak daha yüksek riskler gerçekleştirilebilmektedir. Bu çalışmada, Amerikan Bristal Hastanesi Kalp Cerrahisi Departmanında Mayıs 1993 ve Mayıs 1995 tarihleri arasında ameliyat edilen 70 yaşın üzerindeki (ort. 73.4 yaş) 42 hastada elde edilen sonuçlar değerlendirilerek açık kalp cerrahisinin ileri yaşlardaki yeri tartışılmaktadır. Ameliyat edilen hastaların 33'ü erkek, 9'u ise kadındı 26 hasta (% 62) acil ya da yarı acil koşullarda ameliyata alındı. Aortokoroner bypass girişimleri, 9 tanesi kombine girişim olmak üzere toplam 38 olgu ile, en sık uygulanan ameliyat çeşiti idi. Bu hastaların % 87'sinde internal mammaria arter grefti kullanıldı. Erken mortalite tüm hastalar elde alındığında % 14.3 (6/42), izole koroner bypass girişimlerinde ise % 6.9 oldu. Toplam 20 hastada (% 48) bir ya da birden çok komplikasyon gözlendi, bunların çoğunluğunu kardiyak aritmiler oluşturmaktaydı. Geç dönemde kaybedilen hasta olmadı. 1 ile 25 ay arasında değişen (ort. 10 ay) geç dönem izleminde, hastaların % 89'u (32/36) New York Heart Association sınıflandırmasına göre I ve II. sınıflarda, geri kalanı ise III. sınıfta idi. Sonuç olarak, 70 yaş üzerinde açık kalp cerrahisinin, genç yaş grubuna oranla yüksek erken mortalite ve morbidite riski taşımakla birlikte, sağladığı başarılı uzun dönem sonuçları ile güçlü bir tedavi seçeneği olduğu izlenimi edinilmiştir. |
9. | Akut Myokard İnfarktüsünde Elektif Perkütan Transluminal Koroner Anjiyoplasti Elective Percutaneous Transluminal Coronary Angioplasty in Acute Myocardial Infarction Ender SERMİZ, Oktay SANCAKTAR, Selim YALÇINKAYA, Filiz ERSEL, Necmi DEĞERSayfalar 47 - 52 Akut myokard infarktüsü (AMİ) tanısı ile kabul edilen olgulardan, hastanede yattıkları süre içerisinde spontan olarak ya da taburcu öncesi submaksimal efor testi ile myokard iskemisi bulguları ortaya çıkan ve koroner anjiyografi (KA)'lerini takiben infarktüsten sorumlu arter (İSA) anatomilerinin uygun olduğu düşünülen 102 olguda, perkütan transluminal koroner anjiyoplasti (PTCA) girişimi gerçekleştirildi. Olguların 94 tanesinde (% 92) yeterli damar açıklığı sağlanarak başarılı olundu. 8 olguda (% 8) başarılı olunamadı. PTCA girişimi başarısız kalan hastalardan üçünde kılavuz tel ile lezyon yeri geçilemedi, birisinde ise balon ile yeterli açıklık sağlanamadı (% 4); işlem sırasında iki ölüm olayı gerçekleşti (% 2); iki olgu acil "bypass" cerrahisi (CABG)'ne verildi (% 2); reinfarktüs hiç görülmedi. Minör komplikasyon olarak; dördü majör olmak üzere 7 intimal diseksiyon (% 7), bir tane yan dal oklüzyonu gelişti (% 1). Ponksiyon yerinde hematom 7 hastada (% 7) saptandı. 6. ay kontrol KA'sı yapılan 62 olgunun 42'sinde, İSA'nın açıklığı devam etmekte idi. (% 68). Restenoz gelişen 20 hastanın 15 tanesinde başarılı replasti uygulandı (% 75). Bu olgulardan 3 tanesi ve yeterli dilatasyon sağlanamayan 5 olgu ile birlikte toplam 8 hasta (% 13), elektif koşullarda CABG'ye verildi. Sonuç olarak, AMİ'de literatürde sözü edilen primer, hemen, kurtarma ve ertelenmiş PTCA yaklaşımları gibi diğer stratejiler ile kıyaslandığında, yeterli damar açıklığını sağlamak ya da ortaya çıkabilecek komplikasyonlar açısından ele alındığında, spontan ya da provoke edilebilir iskemisi saptanan ve damar anatomisi uygun bulunan olgularda elektif olarak gerektiğinde yapılan PTCA girişimi daha başarılı bir şekilde sonuçlanabilmektedir. 6. ayda kontrol KA'lerinde olguların büyük bir yüzdesinde damar açıklığının devam ettiği görülmekte ve restenoz gelişen olgularda replasti işlemi yine önemli bir oranda başarı ile gerçekleştirilmektedir. |
10. | Ankilozan Spondilitte Kalp Tutulumu: Klinik, Ekokardiyografi ve Sinyal Ortalamalı Elektrokardiyografi Bulguları Cardiac Involvement in Ankylosing Spondylitis: Clinical, Echocardiographic and Signal-averaged ECG Findings Mehmet Emin KORKMAZ, Ramazan ÖZDEMİR, Haldun MÜDERRİSOĞLU, Eftal YÜCELSayfalar 53 - 56 Ankilozan spondilitte (AS) kalp tutulumu iyi bilinen bir komplikasyondur. En sık gözlenen lezyonlar aort yetmezliği ileri defektleri ve perikardittir. Öte yandan sol ventrikülün sistol ve diyastol fonksiyonları çok iyi tanımlanmamış, sinyal ortalamalı EKG ile geç potansiyel varlığı ise incelenmemiştir. Bu çalışmada klinik olarak kalp yakınması olmayan, AS'li hastalarda sol ventrikülün sistolik ve diyastolik fonksiyonlarını, sinyal ortalamalı EKG verileri ve diğer kalp tutulumların sıklıklarını araştırılmaktadır. Yirmi sekiz hasta (25 erkek, 3 kadın, ort. yaş 31.2 ± 5) ve 30 sağlıklı kontrol (25 erkek, 5 kadın, ort. yaş 34.4±11) fizik muayene, EKG, komple ekokardiyografi ve sinyal-ortalamalı EKG ile incelendi. Ortalama AS süresi 9 ± 2 yıldı. Ekokardiyografik incelemede AS'li hastalarda sol ventrikül sistol ve diyastol sonu hacimleri artmış, ejeksiyon fraksiyonu azalmış bulundu. On hastada (% 35.7) sol ventrikül relaksayonu bozulmuştu. 2 (% 7.1) hastada ise restriktif tipte dolma paterni izleniyordu. Orta derecede aort yetmezliği ve hafif mitral ve triküspit yetmezlikleri sırasıyla 1.2 ve 4 hastada vardı. Sinyal - ortalamalı EKG ile 3 hastada (% 10.7) geç potansiyel saptandı. Sol ventrikül fonksiyon bozukluğu ile hastalık şiddet ve süresi ve geç potansiyeller arasında korelasyon yoktu. Sonuç olarak AS'li hastalarda sol ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyon bozukluğu ve geç potansiyel sıklığının yüksek olduğu görüldü. Ancak, bu verilen klinik önemlerinin ileride yapılacak çalışmalarla netleştirilmeye ihtiyacı vardır. |
11. | Hiperinsülinemik - Öglisemik Klemp Tekniği İle Periferik İnsülin Rezistansı Saptanan Esansiyel Hipertansiflerde Ace İnhibitörünün Periferik Rezistans Üzerine Etkisi The Effects of ACE Inhibition on Glucose Tolerance and Insulin Sensitivity in Patients with Hypertension Mehmet Emin ERDEM, Yavuz ERYILMAZ, N. Temel YILMAZ, Kubilay KARŞIDAĞSayfalar 57 - 61 Bu çalışmda, esansiyel (E) hipertansiyonun etyopatogenezinde insülin direncinin olası rolü ve ACE İnhibitörlerinin insülin duyarlılığı üzerine olası metabolik etkileri araştırıldı. Bu amaçla çalışma 10 hipertansif, 6 normatansif, tümü nonobes, nondiabetik, OGTT ile normal glukoz toleranslı olduğu saptanan toplam 16 kişi üzerinde planlandı. Ancak hipertansif gruptan bir kişi doğal nedenlerle vefat ettiğinden hipertansif grup toplam 9 kişi olarak çalışmaya alındı. Hipertansif grupla, normotansif kontrol grubu arasında yaş, seks, vücut kitle indeksi ortalamaları yönünden anlamlı bir fark yoktu. İki grubun periferik insülin duyarlılığı, diğer alternatif yöntemlere karşı tartışmasız üstünlüğü olduğu kabul edilen "öglisemik - hiperinsülinemik klemp tekniği" ile saptandı. İnsülin duyarlılığının direkt göstergesi kabul edilen, ortalama metabolize edilen glukoz miktarı (M1), hipertansif grupta, normotansif kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük bulundu. Yani E. hipertansif hastalar insüline dirençliydi. Sadece E. hipertansif grupta 12 hafta süresince uzun etkili bir ACE inhibitörü uygulandı ve öglisemik - hiperinsülinemik klemp tekrarlandı. M değeri (M2), tedavi öncesi değere (M1) göre anlamlı derecede yüksek bulundu. Bu bulgular ışığında, E. hipertansiyon etyopatogenezinde insülin direncinin rolü olabileceği sonucuna varıldı. Çalışma sonucunda varılan diğer bir sonuç, E. hipertansiyon - insülin direnci ilişkisinin obesite ve bozulmuş glukoz toleransından bağımsız olduğudur. İnsülin direnci - E. hipertansiyon ilişkisinin, nedensel bir ilişki olması muhtemeldir. Bu çalışmadan varılan diğer önemli bir sonuç ise, ACE inhibitörlerinin insülin direncini azaltabileceği başka bir ifadeyle insülin duyarlılığını düzeltebileceklerdir. |
OLGU | |
12. | Olgu Bildirisi Dört Yaprakçıklı Aort Kapağı: İki Olgu Bildirimi Ve Literatür Taraması Quadricuspid Aortic Valve Diagnosed by Doppler Echocardiography: Report of Two Cases and Review of the Literature Metin OKUCU, Ali Serdar FAK, Hakan TEZCAN, Ahmet OKTAYSayfalar 62 - 63 Dört yaprakçıklı aort kapağı ender görülen doğumsal bir anomalidir. Tanı genellikle cerrahi veya daha sıklıkla otopsi sırasında konulur. Tek başına ekokardiyografinin de kesin tanı ve hasta takibinde yeterli olabileceği gösterilmiştir. Bu yazıda Doppler ekokardiyografi ile ortaya çıkarılan iki ek olgu ve ilgili literatür taraması sunulmaktadır. |
Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi