ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 50 (1)
Volume: 50  Issue: 1 - January 2022
FRONTMATTER
1.Front Matter

Pages I - III

EDITORIAL
2.EDITORIAL

Page IV

EDITORIAL COMMENT
3.Evaluation of demographic and clinical characteristics of female patients presenting with MINOCA
Merih Kutlu
doi: 10.5543/tkda.2022.21292  Pages 1 - 3
Abstract |Full Text PDF

ORIGINAL ARTICLE
4.Evaluation of demographic and clinical characteristics of female patients presenting with MINOCA and differences between male patients: A subgroup analysis of MINOCA-TR registry
Gülay Gök, Ali Çoner, Tufan Çınar, Salih Kılıç, Mustafa Yenerçağ, Ahmet Öz, Cenk Ekmekçi, Özlem Özlük, Mehdi Zoghi, Asım Oktay Ergene, Uğur Önsel Türk
doi: 10.5543/tkda.2022.86219  Pages 4 - 13
Amaç: Daha önceki kohortlarda kadın hastalarda MINOCA (Obstrüktif Olmayan Koroner Arterlerle Miyokard Enfarktüsü) erkeklere göre daha yüksek oranda olmasına rağmen, MINOCA ve MIOCA (Obstrüktif Koroner Arterli Miyokard Enfarktüsü) tanısı alan kadın hastalar arasındaki potansiyel demografik ve klinik farklılıklar bugüne kadar çalışılmamıştır. Bu çalışma, bu özellikleri araştırmayı ve kadın MINOCA ve MIOCA hastaları arasında karşılaştırmayı amaçladı.
Metotlar: Çalışma, Türk Popülasyonu (MINOCA-TR) Kayıtlarının subgrup analizidir. Kayıt, Türkiye'de Mart 2018 - Ekim 2018 tarihleri arasında yürütülen çok merkezli, gözlemsel bir kohort çalışmasıydı. Bu çalışmada 477 (%29,3) akut miyoart infarktüsü tanısı alan kadın hasta değerlendirildi.
Bulgular: Kadınlardan 49'u (%10.3) MINOCA (ortalama yaş: 58.9±12.9) ve 428'i (%89.7) MIOCA (ortalama yaş: 67.4±11.8) tanısı almıştı. MINOCA grubunda hipertansiyon, hiperlipidemi ve diabetes mellitus prevalansları MIOCA grubuna göre anlamlı olarak daha düşüktü. Ek olarak, MINOCA grubunda MIOCA grubuna kıyasla daha yüksek oranlarda yakın zamanlı grip öyküsü ve ST yükselmesiz miyokard enfarktüsü (NSTEMI) prezentasyonu vardı. MINOCA hastalarında cinsiyet açısından önemli klinik farklılıklar vardı. Erkek vakalarla karşılaştırıldığında, kadın hastalar daha yaşlıydı, daha yüksek sistolik kan basıncına ve daha düşük hemoglobin seviyelerine sahipti.
Sonuç: Çalışma, MIOCA kesin tanısı almış kadın hastalara göre, kadın MINOCA hastalarında geleneksel koroner arter hastalığı risk faktörünün daha düşük prevalansta olduğunu ortaya koymuştur.
Aim: Although the MINOCA (Myocardial Infarction with Non-obstructive Coronary Arteries) prevalence is higher in rate in female patients than male counterparts in previous cohorts, potential demographic and clinical differences between in female patients who are diagnosed as MINOCA vs MIOCA (Myocardial Infarction with obstructive Coronary Arteries) have not been studied until to date. The present study aimed to document these characteristics and to compare them between female MINOCA and MIOCA patients.
Methods: The study was a subgroup analysis of the MINOCA-TR study. The study was a multi-center, observational cohort study that was conducted in Turkey between March 2018 and October 2018. In this study, 477 (29.3%) female patients who have been diagnosed with acute myocardial infarction were evaluated.
Results: Among those women 49 (10.3%) of them were diagnosed as MINOCA (mean age: 58.9±12.9) and 428 (89.7%) of them had a final diagnosis of MIOCA (mean age: 67.4±11.8). The prevalences of hypertension, hyperlipidemia, and diabetes mellitus were significantly lower in the MINOCA group than in the MIOCA group. Additionally, the MINOCA group had higher rates of recent flu history and non-ST elevation myocardial infarction (NSTEMI) presentation compared with the MIOCA group. There were significant clinical differences in MINOCA patients in terms of gender. When compared to male cases, female patients were older, had higher systolic blood pressure and lower hemoglobin levels.
Conclusion: The study revealed that traditional coronary artery disease risk factors were in lower prevalence in female MINOCA patients compared to female patients who had final diagnosis of MIOCA.

5.A study on the association of IL-10 promoter polymorphisms with rheumatic heart disease in Turkish female patients
Ayşegül Başak Akadam Teker, Erhan Teker
doi: 10.5543/tkda.2022.77756  Pages 14 - 21
Amaç: Romatizmal kalp hastalığı (RKH), streptokok enfeksiyonlarını takiben gelişen enflamatuar bir hastalıktır. İnterlökin-10 (IL-10), sahip olduğu pleotropik etkiyle bağışıklık sisteminin yanıtlarının düzenlenmesinde rol oynar. Bununla birlikte, bozulmuş IL-10 ekspresyonu veya sinyali, akut bakteriyel enfeksiyonlar sırasında antijen klirensini bozabilir ve bu da kalıcı enflamasyon için uygun bir ortam yaratabilir. Çalışmamızın amacı, IL-10 (rs1800896, rs1800871, rs1800872) varyantlarının Türk toplumunda RKH duyarlılığı veya şiddeti arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir.
Yöntemler: Bu vaka-kontrol çalışmasında 390 kadın bireyden oluşan çalışma grubu (170RKH/220kontrol) IL-10 rs1800896, rs1800871, rs1800872 promotör gen varyantları TaqMan 5’ Allelik Ayrım Testi yöntemi kullanılarak incelenmiştir.
Bulgular: Çalışma grupları arasında rs1800896, rs1800871, rs1800872 genotipleri açısından istatistiksel olarak fark yoktu. Ancak, rs1800896 varyantı hem kombine kapak lezyonları olan grup ve tek kapak lezyonu olan grup karşılaştırıldığında (χ 2=7.532,p=0.023) hem de kombine kapak lezyonları olan grup ve kontrol grubu karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark yarattı (χ 2 =12.860, p=0.002).
Sonuç: Bulgularımız, Türk toplumundaki kadınlarda IL- 10 rs1800896, rs1800871, rs1800872 varyantlarının hastalığın patogenezi ile ilişkili olmadığı izlenimini vermiştir. Türk toplumunda IL-10 rs1800896, rs1800871, rs1800872 varyantları RKH için uygun bir genetik biobelirteç olarak önerilemez. Ancak, IL-10 rs1800896 varyantı kapak tutulumu açısından bir risk faktörü gibi gözükmektedir. Bu konuda mekanizmanın açıklığa kavuşturulması için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Objective: Rheumatic heart disease (RHD) is an inflammatory disease that develops following streptococcal infections. With the help of the pleiotropic effect, interleukin-10 (IL-10) has a role in regulating the responses of the immune system. However, impaired IL-10 expression or signal can impair antigen clearance during acute bacterial infections, creating a favorable environment for persistent inflammation. The aim of our study is to evaluate the relationship between variants' sensitivity of IL-10 (rs1800896, rs1800871, rs1800872) or severity of RHD in Turkish population.
Methods: In this case-control study, 390 female participants (170 RHD/220 control) were examined in terms of IL-10 rs1800896, rs1800871, rs1800872 using the TaqMan 5 'Allelic Discrimination Testing.
Results: It was found out that there was no statistically significant difference between study groups in terms of IL-10 rs1800896, rs1800871, rs1800872 genotypes. However, the rs1800896 variant made a statistically significant difference when both the group with combined valve lesions and the group with a single valve lesion were compared(χ 2=7.532,p=0.023), as well as the group with combined valve lesions and the control group(χ 2 =12.860, p=0.002).
Conclusion: The findings suggest that IL-10 rs1800896, rs1800871, rs1800872 variants are not associated with the pathogenesis of the disease in women in Turkish context. IL-10 rs1800896, rs1800871, rs1800872 variants Turkish population cannot be suggested as a suitable genetic marker for RHD. However, the IL-10 rs1800896 variant appears to be a risk factor for valve involvement. Further studies are needed to clarify the mechanism in this regard.

6.Association of polymorphisms in the sex hormone genes with the presence and severity of coronary artery disease
Neslihan Çoban, Aybike Sena Özuynuk, Aycan Fahri Erkan, Aysem Kaya, Berkay Ekici, Filiz Güçlü Geyik, Evin Ademoğlu, Günay Can, Nihan Erginel Ünaltuna
doi: 10.5543/tkda.2022.17203  Pages 22 - 33
Amaç: Koroner arter hastalığı (KAH) dünyada önemli bir halk sağlığı sorunudur. Hastalığın etiyolojisinin altında yatan klasik risk faktörleri tanımlanmış olsa da bu faktörleri etkileyen moleküler mekanizmalar tamamen aydınlatılamamıştır. Bu nedenle, hastalığın gelişimi ve tedavisinde rol oynayabilecek aday gen polimorfizmlerinin tanımlanması önem taşımaktadır. Bu bilgiler ışığında, bu çalışmada ateroskleroz ile ilişkili iki gen olan ESR1 ve CYP19A1 gen polimorfizmleri araştırılmıştır.

Yöntemler: 339 KAH ve KAH olmayan bireye ait periferik kan örneğinden DNA izolasyonu yapılmış ve çalışmaya katılan bireyler CYP19A1 rs10046 (C/T) ve ESR1 rs2175898 (A/G) polimorfizmleri için hibridizasyon probları kullanılarak genotiplenmiştir. Kan örnekleri koroner anjiyografiden önce alınarak biyokimyasal analizler yapılmıştır. Bunun yanında, çalışmaya katılan bireylerin koroner anjiyografi sonuçlarına
göre Gensini ve SYNTAX skorları belirlenmiştir.

Bulgular: ESR1 polimorfizmi G allel taşıyıcılığı erkeklerde KAH ile ilişkili bulunmuştur (p=0.036). Yaş, HDL-K, LDL-K düzeyleri ve sigara içme durumuna göre ayarlama yapılan lojistik regresyon analizinde, ESR1 G allel taşıyıcılığının erkeklerde KAH ile ilişkili olduğu gösterilmiştir (OR=2.12, [%95 GA 1.01–4.1] p=0.025). Yapılan lojistik regresyon analizlerinde, CYP19A1 rs10046 T allel taşıyıcısı bireylerde kompleks KAH riskinin 2.84 kat arttığı görülmüştür (p=0.016). Buna ek olarak, CYP19A1 rs10046 T alel taşıyıcılığı, SYNTAX ve Gensini skorları ile ilişkili bulunmuştur (p<0.05). ESR1 G allel taşıyıcılığı kadın hastalarda yüksek adiponektin düzeyi (p=0.005) ile ilişkili bulunurken CYP19A1 T alleli, HbA1c düzeyleri ile KAH hastalarında (p=0.004) ve erkek KAH hastalarında (p=0.018) ilişkili bulunmuştur.

Sonuç: CYP19A1 ve ESR1 polimorfizmleri KAH şiddeti ve KAH varlığı ile ilişkili bulunmuştur. Çalışılan gen polimorfizmlerin KAH gelişimindeki etkilerinin belirlenebilmesi için daha çok çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır.
Objective: Coronary artery disease (CAD) is an important public health problem worldwide. Therefore, it is important to identify the molecular mechanisms and the candidate gene polymorphisms involved in the development of CAD. In this study, we focused on 2 polymorphisms of the atherosclerosis-related genes, ESR1 and CYP19A1.

Methods: Unselected 339 individuals who underwent coronary angiography were divided into 2 groups: those with normal coronary arteries (≤30% stenosis) and those with critical disease (≥50% stenosis). Individuals were genotyped for CYP19A1 rs10046 C/T and ESR1 rs2175898 A/G polymorphisms using hybridization probes in real-time PCR. In addition, Gensini and SYNTAX scores were assessed.

Results: ESR1 polymorphism was significantly associated with CAD in men (p=0.036) via G allele carriage. Multiple logistic regression analyses showed that ESR1 rare allele carriage was associated with CAD presence (Odds ratio=2.12, 95% confidence interval 1.01–4.1, p=0.025), adjusted for age, HDL-C, LDL-C and smoking status in the male group. CYP19A1 rs10046 T allele carriers had a 2.84-fold increased risk for complex CAD in multiple logistic regression analysis (p=0.016). Furthermore, the univariate analysis of variance
indicated that T allele carriage of rs10046 polymorphism was associated with increased SYNTAX and Gensini scores (p<0.05). Female patients who were ESR1 G allele carriers with CAD had higher adiponectin levels (p=0.005), whereas HbA1c levels were associated with T allele of CYP19A1 in the CAD group (p=0.004) and male CAD group (p=0.018).

Conclusion: The CYP19A1 and ESR1 polymorphisms were associated with the presence and severity of CAD. These gene polymorphisms warrant further studies for the elucidation of their contribution to CAD development.

7.Val109Asp polymorphism in Intelectin 1 gene is associated with coronary artery disease severity in women
Filiz Güçlü Geyik, Aycan Fahri Erkan, Aybike Sena Özuynuk, Berkay Ekici, Neslihan Çoban
doi: 10.5543/tkda.2022.21003  Pages 34 - 45
Amaç: Intelektin-1, anti-enflamatuvar bir adipokindir ve Intelektin 1 (ITLN1) geni tarafından kodlanır. ITLN1 genindeki genetik değişimlerin, koroner arter hastalığı (KAH) ve KAH gelişimde rol oynayan risk faktörleri üzerine etkilerinin olduğu öngörülmektedir. Bu çalışmada, ITLN1 Val109Asp polimorfizminin hem erkeklerde hem de kadınlarda KAH’ın şiddeti ve serum lipit düzeyleri üzerine etkilerinin olup olmadığının araştırılması amaçlanmaktadır.
Yöntemler: Koroner anjiyografi (%43.5 kadın, ortalama yaş; 63.1±9.5 yaş) uygulanan 493 birey, belirlenen darlık düzeylerine göre kritik KAH olan (≥%70 darlık, n=202), kritik KAH olmayan (%31-69 darlık, n=90) ve KAH olmayan (kontrol grubu olarak) (%1-30 darlık, n=201) olarak gruplandırıldı. Anjiyografik ciddiyet ve aterosklerotik KAH yaygınlığı Gensini ve SYNTAX skorları kullanılarak değerlendirildi. Genotiplerinin belirlenmesi, Real-Time PCR LightCycler 480 cihazında LightSNiP assay kullanılarak yapıldı.
Bulgular: Seçilen Val109Asp polimorfizmi Val allel sıklığı, kritik KAH olan (n=34) ve KAH olmayan (n=46) kontrol gruplarında kadınlarda anlamlı derecede farklı bulunurken (p=0.033), erkek grupları (n=77 ve n=38) arasında anlamlı bir fark görülmedi. Val alleli taşıyıcısı olan kadınların, kritik KAH için 1.69 kat artmış riske sahip olduğu bulundu (p=0.033). Ek olarak, kritik KAH olan kadınlarda yaş, sigara tüketimi ve lipit düşürücü ilaç kullanımı için ayarlama yapıldığında, Val allel taşıyıcılığı daha yüksek darlık derecesi ile ilişkili bulundu (p=0.025). Ayrıca, bu polimorfizmin Val allelini taşıyıcısı olan kritik KAH sahip erkeklerde LDL-kolesterol (LDL-K) düzeyinde artış görüldü (p<0.05).
Sonuç: Bu sonuçlar, ITLN1 Val109Asp polimorfizmin Val allelinin, kritik KAH ve LDL-K seviyeleri ile ilişkisini göstermektedir. ITLN1 Val109Asp polimorfizminin KAH patogenezi üzerindeki etkisinin aydınlatılması için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Objective: Intelectin-1 is an anti-inflammatory adipokine encoded by the Intelectin 1 (ITLN1) gene. Genetic variations in the ITLN1 gene affect the risk of coronary artery disease (CAD) and related CAD risk factors. In this study, we aimed to investigate whether the ITLN1 gene Val109Asp polymorphism has an effect on the severity of CAD and serum lipid levels in both men and women.
Methods: A total of 493 subjects who underwent coronary angiography (43.5% women, mean age 63.1±9.5 years) were grouped as individuals with critical CAD (≥70% stenosis, n=202), non-critical CAD (31%-69% stenosis, n=90), and non-CAD (control group) (1%-30% stenosis, n=201). Genotyping was performed using LightSNiP assay in Real-Time PCR.
Results: The frequency of the Val allele was significantly different among all the patients with critical CAD (n=41) and non-CAD control (n=51) groups in women (p=0.033) but not in men (n=77 and n=38). Women with the Val allele had a 1.69-fold increased risk for critical CAD (p=0.033). In addition, the presence of Val allele was associated with higher coronary stenosis after adjustment for several confounders
only in women with critical CAD (p=0.025). Furthermore, carriers of the Val allele exhibited an increased low-density lipoprotein cholesterol (LDL-C) in men with critical CAD than in those with non-CAD (p<0.05).
Conclusion: These results suggest that the Val allele of the ITLN1 Val109Asp polymorphism is associated with critical CAD and high LDL-C levels in our study population. Further studies are required to elucidate the effect of Val109Asp polymorphism on CAD pathogenesis.

EDITORIAL COMMENT
8.Fat, Fit, or Myth?
Asiye Ayça Boyacı
doi: 10.5543/tkda.2022.21324  Pages 46 - 47
Abstract |Full Text PDF

ORIGINAL ARTICLE
9.Reversal of metabolic syndrome with weight loss decreases epicardial fat more than weight loss alone in women with obesity
Duygu Ersan Demirci, Deniz Demirci, Remziye Nur Eke
doi: 10.5543/tkda.2022.21063  Pages 48 - 56
Amaç: Çalışmanın amacı obez kadınlarda diyet ve egzersiz ile kilo vermenin ekokardiyografik olarak ölçülen epikardiyal yağ kalınlığı (EYK) üzerine olan etkisini ve EYK’daki değişimin metabolik sendrom (MetS) durumunda değişiklik olan ve olmayan hasta grupları arasında fark gösterip göstermediğini incelemek idi.
Yöntemler: Bir yıllık kilo verme programına dahil edilmesi planlanan yetmiş dört obez kadın hasta prospektif olarak çalışmaya dahil edildi. Antropometrik, laboratuvar, klinik ve ekokardiyografik parametreler başlangıçta ve programı tamamlayarak kilo vermeyi başaran yirmi sekiz olgu için 1 yıl sonunda tekrar değerlendirildi. 1 yılın sonunda hastalar MetS durumu değişen ve değişmeyenler olarak iki gruba ayrıldı.
Bulgular: Vücut kitle indeksi, 1 yıllık kilo verme programından sonra 37.17±5.94’ten 31.61±5.55 kg/m2’ye (p<0.001) önemli ölçüde azaldı. Kilo verme sonrası bazal ölçümlere kıyasla EYK değerinde anlamlı düzeyde azalma kaydedildi (0.51±0.15 cm’den 0.39±0.14 cm, p=0.001). EYK’daki azalma, MetS durumu kilo verme ile düzelen hasta grubunda, MetS durumu değişmeyen gruba göre anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla, 0.16±0.68 cm ve 0.09±0.07 cm, p=0.018). MetS durumunun değişmesi EYK değişikliği için bağımsız belirleyici olarak bulundu.
Sonuç: Obez kadınlarda uzun süreli, sürekli kilo kaybı ekokardiyografik olarak ölçülen EYK’nı önemli ölçüde azaltabilir ve EYK kilo verme müdahaleleri için metabolik profilin bir göstergesi olarak kullanılabilir.
Objective: In this study, we aimed to investigate the impact of weight loss with diet and exercise on echocardiographically measured epicardial fat thickness (EFT) in women with obesity and whether the change in EFT can be different between the groups whose metabolic syndrome (MetS) status has changed or remained the same with weight loss.
Methods: Seventy four women with obesity who were scheduled for a one-year weight reduction (WR) program were prospectively enrolled in the study. Anthropometric, laboratory, clinical, and echocardiographic parameters were assessed at baseline and after one year for twenty eight women who completed the program and had weight reduction. At the end of one year, all the participants were divided into two groups on the basis of whether their MetS status had changed or remained the same.
Results: Body mass index was significantly reduced from 37.17±5.94 to 31.61±5.55 kg/m2 (p<0.001) after the oneyear WR program. A significant reduction in EFT was noted after weight loss compared with baseline measurements
(0.51±0.15 cm to 0.39±0.14 cm, p=0.001). The decrease in EFT was significantly higher in the patient group with reversal of MetS than in the group whose MetS status did not change with weight loss (0.16±0.68 cm vs. 0.09±0.07 cm, p=0.018, respectively). Reversal of MetS was found to be an independent predictor of the change in EFT.
Conclusion: Long-term, sustained weight loss can significantly reduce echocardiographic EFT, and EFT can be used as an indicator of metabolic profile for WR interventions in women with obesity

10.Impact of metabolic syndrome and systemic inflammation on endothelial function in postmenopausal women
Hongju Zhang, Tao Sun, Yutong Cheng, Jing Zhang, HaiXia Zhang, Chayakrit Krittanawong, Edward El-Am, Roukoz Abou Karam, Su Wang, Qian Wang, Ning Ma
doi: 10.5543/tkda.2022.47443  Pages 57 - 65
Amaç: Metabolik sendromun (MetS) ve sistemik inflamasyonun endotelyal fonksiyon üzerindeki etkisine ilişkin veriler yetersizdir. Bu çalışmada, postmenopozal kadınlarda MetS ve sistemik inflamasyonun endotel fonksiyonu üzerindeki kombine etkilerini araştırmayı amaçladık.
Yöntemler: Şubat 2019 ile Temmuz 2020 arasında 423 postmenopozal kadın belirlendi. MetS, Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) kriterlerine göre teşhis edildi ve altta yatan inflamasyonun derecesini değerlendirmek için yüksek hassasiyetli C-reaksiyon proteini (hs-CRP) ölçüldü. Endotel fonksiyonunun ölçümü, bir kolda reaktif hipereminin neden olduğu vazodilatasyonu değerlendirerek ve karşı koldaki
değişiklikleri (reaktif hiperemi indeksi, RHI) ayarlayarak dijital arteriyel tonometri kullanılarak yapıldı.
Bulgular: MetS’li 156 ve MetS’siz 267 hasta vardı. MetS’i olmayan grupla karşılaştırıldığında, MetS’li hastalarda anlamlı olarak daha düşük doğal logaritmik RHI (0.66±0.29’a karşı 0.91±0.31; p<0.001), ancak daha yüksek hs-CRP seviyeleri (0.98 [0.31, 3.54]’e karşı 0.53 [0.20, 2.14]; p<0.001) vardı. Sıralı çok değişkenli analizde, hs-CRP’nin varlığı (ΔR2 =0.047, p=0.004) doğal logaritmik RHI üzerinde anlamlı ve bağımsız bir etkiye sahipti. Ayrıca, hs-CRP*MetS etkileşimi, tam olarak ayarlanmış modelde bile endotel disfonksiyonu ile sinerjistik olarak ilişkiliydi (β=-0.107, %95 CI [-0.161~-0.053], p=0.009).
Sonuç: MetS ve sistemik inflamasyon, postmenopozal kadınlarda endotel disfonksiyonu ile sinerjik olarak ilişkilidir. Bu koşulların her ikisine de sahip olan postmenopozal kadınlar, olumsuz kardiyovasküler olaylar açısından önemli ölçüde daha yüksek risk altında görünmektedir.
Objective: Data on the impact of metabolic syndrome (MetS) and systemic inflammation on endothelial function remains scarce. In this study, we aimed to investigate the combined effects of MetS and systemic inflammation on endothelial function in postmenopausal women.
Methods: We identified 423 postmenopausal women from February 2019 through July 2020. MetS was diagnosed according to the International Diabetes Federation (IDF) criteria, and high sensitivity C-reaction protein (hs-CRP) was measured to assess the degree of underlying inflammation. The measurement of endothelial function was using digital arterial tonometry by assessing reactive hyperemia-induced vasodilation in one arm and adjusting for changes in the contralateral arm (reactive hyperemia index, RHI).
Results: There were 156 patients with MetS and 267 without MetS. Compared to the group without MetS, patients with MetS had significantly lower natural logarithmic RHI (0.66±0.29 versus 0.91±0.31; p<0.001), but higher levels of hs-CRP (0.98 [0.31, 3.54] versus 0.53 [0.20, 2.14]; p<0.001). In sequential multivariable analysis, the presence of hs-CRP (ΔR2 =0.047, p=0.004) had a significant and independent influence on natural logarithmic RHI. Furthermore, the interaction of hs-CRP*MetS was synergistically associated with endothelial dysfunction even in the fully adjusted model (β=-0.107, 95% CI [-0.161~-0.053], p=0.009).
Conclusion: MetS and systemic inflammation are synergistically associated with endothelial dysfunction in postmenopausal women. Postmenopausal women with both these conditions appear to be at a significantly higher risk for adverse cardiovascular events.

CASE REPORT
11.Unexpected huge post-stenting coronary perforation during complex left main revascularization
Gianluca Rigatelli, Marco Zuin, Loris Roncon
doi: 10.5543/tkda.2022.21075  Pages 66 - 69
Sol ön inen koroner arterde sıkı sol ana ve uzun kalsifiye hastalığı olan 78 yaşında erkek hasta ameliyatı reddetti. Stent taktıktan sonra hasta büyük bir koroner arter rüptürü nedeniyle şok geçirdi. Heparin reversal olmadan kan reinfüzyonlu perikardiyal drenaj revaskülarizasyonun
tamamlanmasına olanak sağladı.
A 78-year-old man with a tight left main and a long calcified disease of the left anterior descending coronary artery refused surgery. After stenting, the patient went into a shock because of a large coronary artery ruptur. Pericardial drainage with blood reinfusion, without heparin reversal, allowed for completion of revascularization.

12.Percutaneous closure of an iatrogenic ventricular septal defect associated with transcatheter aortic valve implantation
Göktuğ Savaş, Selçuk Yazıcı, Özgür Kılıç, Sait Terzi
doi: 10.5543/tkda.2022.21093  Pages 70 - 78
81 yaşında erkek hasta nefes darlığı şikayeti ile başvurduğu hastanemize ileri aort darlığı tanısıyla yatırıldı. Transfemoral yolla, 29 mm Edwards Sapien XT kapakçığı başarıyla implante edildi. İşlemden sonra, ekokardiyografide membranöz septumda restriktif bir ventriküler septal defekt (VSD) görüldü. Hastanın semptomu olmadığı için konservatif takip kararı verildi. Ancak hasta 3 hafta sonra biventriküler yetersizlik düşündüren nefes darlığı ve periferik ödem şikâyetleriyle tekrar başvurdu. Kontrol ekokardiyografisinde 8 mm boyutunda membranöz VSD, orta derecede triküspit yetersizliği ile sağ kalp boşluklarında dilatasyon ve 60 mm Hg sistolik pulmoner arter basıncı görüldü. Önceden yerleştirilmiş biyoprotez aort kapağı fonksiyone idi. Hastaya perkütan VSD kapatma kararı verildi. Defekt 10 mm’lik bir VSD Occluder ile kapatıldı. İşlem sırasında ve sonrasında biyoprotetik aort kapağında herhangi bir işlev bozukluğu olmadı. Bir yıllık takipte hasta hala asemptomatikti.
An 81-year-old man who had dyspnea was admitted to our hospital with a diagnosis of severe aortic stenosis. A transcatheter aortic valve implantation was successfully performed with a 29 mm Edwards Sapien XT valve using a transfemoral access. After the procedure, the
echocardiography showed a restrictive ventricular septal defect (VSD) in the membranous septum. As the patient had no symptoms, it was decided to follow him up conservatively. However, he was readmitted within three weeks with symptoms suggestive of biventricular failure. A control echocardiography revealed a membranous VSD, 8 mm in size, right chambers dilatation with moderate tricuspid
regurgitation, and systolic pulmonary artery pressure of 60 mm Hg. The previously deployed aortic valve was normal in function. The decision to perform a percutaneous VSD closure was made. The defect was then closed with a 10 mm muscular VSD occluder. During and after the procedure, there was no dysfunction in the bioprosthetic aortic valve. At the one-year follow-up, the patient was still asymptomatic.

13.Modafinil-induced ventricular arrhythmia: A case report
Deniz Mutlu, Barkın Kültürsay, Ali Karagöz
doi: 10.5543/tkda.2022.21084  Pages 79 - 82
Modafinil, bir santral sinir sistemi stimülanı olup uyanıklık indüklenmesi amacıyla narkolepsi hastalarında ve çeşitli diğer durumlarda kullanılmaktadır. Fakat bu durum için en önemli endişe kaynağı bu ilacın özellikle öğrenciler arasında kognitif performansı arttırmak ve uyku ihtiyacını azaltmak için kötüye kullanımı olmaktadır. Bu vaka takdiminde, kardiyoloji polikliniğine çarpıntı sebebiyle başvuran ve sınav performansını arttırmak amacıyla 1 ay önce günde iki defa 100 mg modafinil tablet alan 23 yaşında kadın bir hasta sunulmaktadır. Hastanın elektrokardiyogram’ında (EKG) sinus ritmi ve sağ dal bloğu saptanmış olup herhangi bir yapısal kalp hastalığı veya metabolik patoloji saptanmamıştır. 24 saatlik ambulatuvar EKG’de 11 defa tekrarlayan en uzunu 8 atımlık 11 adet süreksiz ventriküler taşikardi atakları saptanmıştır. İlacın bırakılmasını takiben 2 hafta sonrasında hastada semptom olmadığı, kontrol EKG’sinde normal sinus ritmi ve sağ dal bloğunun gerilemiş olduğu saptanmıştır. Kontrol ambulatuvar EKG’de ventriküler aritmi gözlenmemiştir. Modafinil’in amfetamin türevlerine göre kardiyovasküler yan etkiler üzerinde daha güvenli olduğu düşünülmesine rağmen sağlıklı insanlarda da nadiren ciddi aritmik olaylara yol açabilmektedir. Bu sebeple, modafinil başlandıktan sonra hastalarda kardiyak semptomların araştırılmasını ve bu ilacın kötüye kullanımı konusunda sorgulanmalarını önermekteyiz.
Modafinil is a central nervous system stimulant that promotes wakefulness and is approved for the treatment of narcolepsy and several other conditions. However, there is a big concern about drug abuse, especially among students to enhance cognitive performance and to reduce the need for sleep. In this case report, we present a 23-yearold female admitted to the cardiology outpatient clinic owing to recurrent palpitations. She stated that she started modafinil 100 mg twice a day one month earlier to increase performance while studying for her exams. Her electrocardiogram (ECG) demonstrated sinus rhythm and a right bundle branch block (RBBB). No structural heart disease or
metabolic pathology was detected. A 24-hour ambulatory ECG record showed 11 attacks of non-sustained ventricular tachycardia (NSVT), the longest of which was eight beats. The drug was discontinued and two weeks later, the patient was symptom-free, and her control ECG showed normal sinus rhythm with no RBBB. A control ambulatory ECG was performed, and no ventricular tachycardia was observed. Modafinil, which is considered safer than amphetamine derivatives in terms of cardiovascular side effects, rarely causes serious arrhythmic events, even in healthy subjects. Thus, we suggest evaluating patients for cardiac symptoms after starting on modafinil, and they should be also interrogated regarding the abuse of this drug.

CASE IMAGE
14.Differences in fractional flow reserve derived from coronary computed tomography angiography according to coronary artery bifurcation angle
Toshimitsu Tsugu, Kaoru Tanaka
doi: 10.5543/tkda.2022.21104  Pages 83 - 84
Abstract |Full Text PDF | Video

15.A frequently overlooked cause of chest pain: Acute aortic intramural hematoma
Ibrahim Altun, Özcan Başaran, Oğuzhan Çelik, Ilknur Altun, Neşat Cullu
doi: 10.5543/tkda.2022.81317  Page 85
Abstract |Full Text PDF | Video

EDITORIAL COMMENT
16.COP26 and health: some progress, but too slow and not enough
Laurie Laybourn-langton, Richard Smith
doi: 10.5543/tkda.2022.EY1  Pages 86 - 88
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
17.Kardiyoloji yayınlarında gündem ve yorumlar
Ertan Ural
Page 89
Abstract |Full Text PDF

18.HAKEMLERİMİZE TEŞEKKÜRLER

Page E1
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.