ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 29 (2)
Volume: 29  Issue: 2 - February 2001
1.Summaries of Articles

Pages 68 - 71
Abstract |Full Text PDF

2.Distribution of Proinflammatory Markers and Their Interrelation with Other Cardiovascular Risk Parameters Among Turks
Altan ONAT, Burak ERER, Ali ÇETİNKAYA, Ömer BAŞAR, Köksal CEYHAN, Vedat SANSOY, Gülay HERGENÇ
Pages 72 - 79
TEKHARF kolıortunun 10. y ıl takibinde Türkiyenin iiç Batı bölgesinde, 524'ü erkek, 522'si kadın olmak iizere, 1046 kişilik bir grubunda, kan basmcı, kan yağ/arı , mıtropometrik özelliklerin yanısıra akut faz reaktanlarından Creaktif protein (CRP) ile fibrinojen ölçüldü ;fizik aktivite, sigara kullamnıı, gelir düzeyi gibi yaşam tarzı ile ilgili bilgiler tespit edildi. Kardiyovasküler sistemin ananınez, fizik muayenesine ve islirahat EKG'ımn Minnesota kodlamasına göre kesin veya şüph eli 96 koroner kalp hastası (KKH) belirlendi. Yaş ortalanıaları (51±13)farketnıeyen kadın ve erkeklerde kanda CRP geometrik ortalama (2.00 1 1.90 nıg/L) ve fibrinojen ortalama değerleri (3.40±1.16 1 3.15±1.17 giL) arasında anlamlı bir fark bulunmadı. CRP ve fibrinojen düzeyleri arasında ilişki anlanılıydı (p<0.0001 ). Kadınlarda CRP, sigara içimi hariç, ölçülen tüm risk paranıetreleri ile, bilhassa aterojen metabolik sendrom unsurları ile ilişkili bulundu. Erkeklerde ise CRP, santral obezite ölçüt/eri, apolipoprotein B, kan basıncı ve fibrinojen ile anlamlı, belllkalça, trigliserid, HDL-kolesterol arasında sınu·da anlamlı bulundu. Fibrinojen değerleri - yaş ve CRP'nin dışmda - fizik aktivite, apolipoprotein B, total ve LDL-kolesterol, sisto/ik kan basıncı ve bellkalça oram ile anlam lı korelasyon içindeydi. Mültivariye analizde CRP düzeyini belirleyen bağımsı z değişkenler olarak fibrinoien, bel çevresi, total kolesterol, yaş ve ters olarak fizik aktivite ortaya ç ı ktı. Fibrinojen düzeylerinin bağımsız belirteçleri ise yaş, bellkalça oram, CRP dilimleri, sigara ve (ters yönde) fizik aktivite idi. Sağlıklı bireylerle karşılaştırıldığında, koroner kalp hastalarında CRP (p
In a representative sample population of three Western regions of Turkey, comprising 1046 adults aged 30 or over, acute phase reactants blood fibrinogen and C-reactive protein (CRP) were measured as were b1ood pressure, anthropometric measures, p1asma 1ipids and lipoproteins; in addition, smoking status and physical activity grade were assessed. Coronary heart disease was diagnosed based on el inical findings and on Minnesota coding of resting electrocardiograms. Mean age of men and women was simi lar: 50.8 ± 12.6 and 51.2±13.1 years, respectively. No significant difference ex isted in the genders regarding the means of CRP (geometric, 1.9 and 2.0 mg/L) and of fibrinogen (3.1 5±1.17 and 3.40±1.16 g/L). The two inf lammatory markers were significa ntly correlated (r = 0.26) with each other. CRP concentrations were correlated with the components of the metabolic syndrome X and with all the other measured risk parameters except for smoking status. In men, CRP was correlated in particular with measures of (central) obesity, apolipoprotein B, blood pressure and fibrinogen. As independent deterıninants emerged for CRP values, age, f ibrinogen, waist c ircumference, total cholesterol, and (inversely) physical activity grade. Independent associations with fibrinogen levels were observed for age, waist-to-hip ratio, CRP quartiles, smoking status and (inversely) physical activity grade. When mean values in apparently healthy subjectsfor fibrinogen (3.4 g/L) and CRP (1.86 ıng/L) were compared with those in patients with CHD (3.7 g/L and 3.97 mg/L, respectively), CRP (p

3.Echocardiographic and Radionuclide Evaluation of Right Ventricular Ejection Fraction in Children With Pulmonary Hypertension
Gülendam KOÇAK, Semra ATALAY, Hasan Ercan TUTAR, Halil GÜMÜŞ, Ayten İMAMOĞLU
Pages 80 - 84
Son yıllarda pulmoner hiperıansiyonlu (PJ-IT) çocuklarda sağ ventrikül fonksiyonlarınm önemi üzerinde duru/maya başlanmıştır. Bu çalışmamn anıacı PHT'Iu çocuklarda sağ ventrikiil ejeksiyonfraksiyonımun (SVEF) ölçii/nıesi ve sonuçların kontrol grubu ile karşılaştırılmasıdır. SVEF ekokardiyografi (tek planda alan uzunluğu yöntemi) ve multigated radyonüklid anjiyografi (MUGA) yöntemleri ile ölçüldü. Hasta grubunu yaşları 0,3 ile 16 yıl arasmda değişen soldan sağa şant/i konjenital kalp hastalıklı 20 çocuk oluşturuyordu (4,0±5.1 ). Sonuçlar yaşları 0,4 ile 16 yıl arasında değişen 20 kontrolhastası ile karşılaştırıldı. 20 Hastada ekokardiyograftk yöntenıle ölçülen ortalama SVEF değeri 0,51±0,13, kontrol grubunda ise 0,56±0,08 bulundu (p>0,05). MUGAile elde edilen ortalama SVEF değeri hasta grubunda 0,40±0,16, kontrol grubunda ise 0,44±0,13 bulundu (p >0,05). SVEF her iki teknikle de hasta grubunda diişiik bulunmasma karşm, aradaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görüldü. Hasta grubunda ekokardiyografi ile elde edilen SVEF ile sisto/ik pulmoner arter basmcı arasmda istatistiksel olarak önenıli negatif yönde korelasyon olduğu görüldü (r= -0,47, p<0,05). Ekokardiyografi ve MUGA ile ölçiilen sağ ventrikül ejeksiyon fraksiyonunun hasta ve kontrol grubunda istatistiksel olarakfarklı olnıadığı,fakat buna rağmenher iki teknikle ejeksiyon fraksiyonunun hastalarda dalıa düşük olduğu gözlendi. Sisto/ik pulmoner arter basıncı ile SVEF arasında negatif korelasyon gösterilmesi, henüz belirgin olmasa da, sağ ventrikiilde sisto/ik fonksiyon/ann bozu/nıaya başladığını göstermektedir.
Attention is presently being focused on the importance of right ventricular function in children with pulınonary hypertension (PHT). The ai m of this study was to evaluate right ventricu lar ejection fraction (RVEF) in patients with PHT, and compare the results with the control group. To evaluate RVEF, "single plane area length method" was used for echocardiographic estimation, and ınu lti p le-gated equilibrium radionuclide angiography (MUGA) was used for radionuclide evaluation. The study group consisted of 20 children with PHT, aged four months to 16 years (mean 4,0±5,1). All had various types of congenital heart disease with left to right shunts. Results were compared to 20 normal children aged five months to 16 years (mean 4,1±4,2). Mean RVEF determined by echocardiography was 0,51±0,13 in the patient group and 0,56±0,08 in the control group. RVEF obtained by MUGA was 0,40±0,16 in the patient group, and 0,44±0,13 in the control group. No s ignificant difference existed between patients and the control group for RVEF deterınined by either echocardiography and MUGA (p>0,05). Although not stati stically signi ficant, RVEF was lower in the patient group than in the control group. There was a significant negative correlation between RVEF obtained by echocardiography and systolic pulmonary arterial pressure (r=-0,47; p<0,05). Thiese data suggest that a reduction in right ventricul ar systolic f unction commenced in patients with PHT.

4.The Relation Between ST Segment Elevation Shape and Low Dose Dobutamine Stress Echocardiography and Clinical Course in Early Period of Anterior Myocardial Infarction
A. Aziz KARADEDE, Ali Vahip TEMAMOĞULLARI, Özlem AYDINALP, M. Sıddık ÜLGEN, Sait ALAN, Kenan İLTÜMÜR, Nizamettin TOPRAK
Pages 85 - 92
Miyokard infarktiisünün erken döneminde ST yüksekliğinin boyutu ile miyokard hasarı arasında ilişki bulunmasına rağmen, ST yüksekliğinin şekli ile miyokard hasarı ve klinik so nuçları arasmdaki ilişki bilinmemektedir. Bu amaçla çalışmanııza ilk kez akut anteriyor miyokard in farktüsü ile ağrının ilk 6 saati içinde müracaat eden (n=62) hasta alındı. Trombolitik tedavi öncesinde alınan EKG'deki prekordiyal V3 derivasyonu referans alınarak, ST yüksekliğinin şekli, konkav (n=26), düz (n=24) ve konveks (n=12) olarak üç tipe ayrıldı. ST yüksekliğinin şekli ile, hem hastane içi seyir/eri, hem de 53 hastaya 6±2 günde yapılan düşük doz (5 ve 10 pgrlkgldk) dobutamin stres ekokardiyografi (DDSE) sonuçları arasındaki ilişki araştırıldı. infarktüs alamndaki bölgesel duvar hareket skor indeksi (DHS/) 16 segment modeline göre sol ön inen arterin beslediği 9 segnı elll üzerinden 1 'den (normal) 4'e (diskinetik) kadar değerlendirildi. Sol ön inen arter bölgesinde bazal DHSI ve bunların DDSE'ya cevapları konkav grupta daha iyiydi. Ayrıca konveks ve düz grupta infarktiis alanında ortalama akinetik veya diskinetik segment sayısı daha fa z laydı ve DDSE ile bu segmentlerde düzelme daha azdı [Konkav tip (grup A) 3.78±2 ve 2.17±2.1 p<0.01, düz tip (grup B) 5.15±2,7 ve 4.45±2.8 NS, konveks tip (grup C) 5.4±2.3 ve 4.8±2.1 NS, bazal ve DDSE]. Gmp A'daki hastaların sadece %13 (3123) DDSE ya cevap vermezken (p<0.05 grup B'ye ve p<0.01 grup C ye göre), grup B deki hastaların %35'i (7120), grup C'deki hastaların %60'ı (6110) DDSE'ya yamt vermediler. Mu/tip/ /ojistik regresyon analizinde, iyi sol ventrikül fonksiyonu (yani DHS/ <2 ) ile ST y üksekliğinin şekli arasında bazal durumda her hangi bir ilişki bulunmazken (p=0,06), DDSE sonrası bunlar arasmda bağımsız bir ilişki tespit edildi (p=0.01, OR 4.5, %95Cl 1.3-14.7). Konkav tipteki hastalarda hastanede ka ldıkları sürece ölüm olmazken düz veya konveks tip olanlardan 5'i öldü. Yine bu süre içinde aritmi sıklığı konkav olanlarda diğerlerin e göre daha azdı (p<0,05) ve efor kapasiteleri daha düşiiktü. Somıç olarak, hastaneye müracaat sırasında konkav tipte EKG'si olanlarda infarktüsle ilgili bölgede can lılık daha fazladır ve hastane içi mortalite daha düşüktür. Bu basit smıjlandmııa hasta mn tabw·cu olduğu sıradaki sol ventrikül fonksiyonlarını tahmin etmede yararlı olabilir.
Although a relat ion between magnitude of ST segment elevation and myocardial damage was shown in early period of acute myocardial infarction, such a relation among shape of the ST segment elevation, myocardial damage and elinical course remains obscure. Sixty-two patients with acute anterior MI, in the first six hours of their first heart attack were enrolled for the study. Based on the precordial V3 derİvation prior to thrombolytic treatment, the shape of the ST e levation was separated into three groups as concave (n=26), straight (n=24) or convex types (n=12). The relation between the shape of the elevation recorded on admission and both results of low dose (5 and 10 ı.ıg/kg/min) dobutamine stress echocardiography (LDSE) performed (n=53) in early period (the sixth day) of infaretion and elinical course were investigated. Wall Motion Score Index (WMSI) was evaluated based on a 16-segmented scoring system of which nine segments were supplied by left anterior descending artery (LAD) and points were given for each segment from one (normal) to four (dyskinetic). Basa! WMSI and response to LDSE were better in LAD region. Additionally both average akinetic segment number in infarct zone was higher and improvement in these segments were less in convex and straight groups (Concave 3,78±2 vs. 2, 17±2.1 p<0.01; straight 5,15±2.7vs. 4,45±2,8, NS; convex 5,4±2,3 vs. 4,8±2,1 NS; basa! vs. LDSE). Although only 13% (3/23) of the patients had no improvement in LDSE in Group A (p<0.05 v.s. group B and p

5.Coronary Sinus Endothelin-1 Levels in Patients with PTCA and Stent Implantation
Hakan BAHADIR, Mahmut ŞAHİN, Olcay SAĞKAN, Rıdvan UÇAR, Osman YEŞİLDAĞ
Pages 93 - 99
Endotel kaynaklt, mitojenik özelliklere saltip vazoaktif bir peptid olan Endotelin-i (ET-i) güniimiizde bilinen en güçlü vazokonstriktör maddedir. ET-J'in ateroskleroziste aktive olduğ u ve sürecin ilerlemesine katktda bulunduğu bilinmektedir. İn vitro çaltşmalarda, damar duvanna mekanik basmç ve geri/me gibi fiziksel faktörlerin ET-i salmmasma neden olduğu gösterilmiştir. Bu çal t şnıada , koroner anjiyoplasti (PTCA) ve stent işlenıinin koroner arter ET-1 salu11n11na etkisi araşllnln11Şitr. Bu amaçla elektif PTCA ve/veya stenl karan verilen, stabil anjina pektarisli 4i hasta, sadece PTCA yaptianlar (n=22) ve stent yerleştirilenler (n =19) olarak iki gruba aynldt. İşlemlerden hemen önce ve son balon şişirilmesinden i5 dakika sonra koroner sinüsten ET-1 ölçümleri için kan almdı. Gerek PTCA, gerekse stent grubunda işlem sonrast ETi 'de bazal değerlere göre anlanı!t m·uşlar saptandt. ( strastyla; i .64 ± 0. 15 - 3.28 ± 0.39 pg/ml, p < 0.0001 ve i.28 ± 0.13 -2.72 ± 0.24 pg/ml, p<0.001). Her iki grupla m·uşlar bazale göre yaklaştk 2 kat fazlaydt . Balon şişirme saytst ve sürelerinin, uygulanan basıncın yanmda girişim yapilan damar ve sayısmm işlem sonrası ET-i üzerine anlamlt etkisi bulunmadt. Konıplikasyon gelişen 7 hastada (ciddi spazm ve diseksiyon), ET-1 değerleri oldukça yüksekti (4.23 ± 0.87 ka rş t!t k i.43 ± 0.21 pg/ml ve bazale göre yaklaştk 3 kat artmıştt). Sonuç olarak, PTCA ve stent girişimi yapilan hastalarda kardiyak ET-1 saltmmt anlamlı olarak artmaktadır ve bu artiş kamplikasyon göriilen hastalarda çok yüksek düzeydedir.
Endothelin-1 (ET-1) isa vasoactive peptide originating from the endothelium and has mitogenic properties. It is the strongest vasoconstrictor substance, and i ts acti va tion by atherosclerosis contributes to the progression of this process. It was shown that some physical factors such as mechanical pressure and stretch to the vessel wall causes endothelin release. In this study, the effect of the PTCA and s te nt implantation on ET-I release in the coronary artery was investigated. For this purpose, 41 patients who had stable angina pectoris and were candidates for elective PTCA and stent implantation were divided into 2 groups: patients in whom only PTCA (group I, n=22) and patients in whom stent implantation was additionally (group II, n=19) performed. Just before the procedure and 15 minutes after the last balloon inflation, blood samples were taken from coronary sinus for ET-1 measurements. In both the PTCA and stent groups significant ET-I increases were detected after the procedure (1 .64 ± 0. 15 VS 3.28 ± 0.39 pg/ml, p < 0.0001; 1.28 ± 0. 13 vs 2.72 ± 0.24 pg/ml, p

6.Long-term Clinical and Angiographic Results of Stenting in Coronary Ostial Lesions
Erhan BABALIK, Tevfik GÜRMEN, Murat GÜLBARAN, Servet ÖZTÜRK
Pages 100 - 104
Koroner ostiyal tezyon/ann perkiitan balon anjiyop/asti işleminde başart orammn diişiik ve restenoz oran111111 yiiksek olduğu bilinmektedir. Bu tip tezyon/ara stent uygulama işleminde ise bazı teknik giiçliikler vardır ve bunun yan mda ostiyal stent uygulamalan so11rası klinik ve anjiyografik gidiş/e ilgili bilgiler kı slllıdır. Bu çalı şmada koroner ostiyal tezyon/anna stent yerleşt irifeli 56 hastanm işl em başarı ve kamplikasyon/an ile uzun dönem klinik ve anjiyografik sonuçlan m retrospektif olarak i11ce/edik. 56 hastadaki 57 lezyonun JO'u (%17,5) aorto-ostiyal, 47'si (%82,5) no11 aorto-ostiyal (dal ve yanda/) idi. Bir hastada stent imp/a11tasyonu işlemi başarısızlıkla sonuçlandı, buna göre işlem başansı %98,2 olarak hesaplandı. İşlem sonrası hastane içi izlem dö11eminde hiçbir hastada majör kardiyak olay gelişmedi. Bir hastada işlemden 9 giin sonra akl// ön duvar miyokard infarktiisii gelişti ve hemen trombolitik (!-PA) tedavi uygulandı. Bu hasta daha sonra elektif olarak koroner bypas operasyomma verildi. Kalan 55 hastanın 46'sına (%84) 6 ay sonra koroner anjiyografi yapıldı ve 19'ullda (%41 ,3) restenoz saptandı. Bunların da 10'una (%17,8) tekrar PTCA yapıldı, 5'i (%8,6) e/ekti} bypas operasyonuna verildi, 4'ii (%7.1) ise medikaltedaviyle takip edildi. Buna göre; stentleme işlemillden 6 ay sonra olaysız hayalla kalını o ram %71,4 olarak hesaplandı. Sonuç olarak; aorto-ostiya/ ve non aorro-ostiyal koroner tezyonlan içeren serimizele işlem başansı yiiksek, ancak aym zamanda restenoz ve hedef tezyana tekrar revaskii/arizasyo/ 1 ora11/an da yiiksektir. Literatı/re/e ko1111 ile ilgili yaym/anmış halen az sayıda çalışma vardı r. Ostiyal /ezyon/ arda farklı girişim tekniklerinin karşıtaş /Irmalı olarak test edildiği randamize çalışmalara gereksinim vardır.
Coronary ostial Jesions are considered unfavorable for percutaneous balloon angiop1asty because of low rate of success and high rate of restenosis. Some technical difficulties exist in stenting of this type of coronary lesions, and data about long-term elinical and angiographic follow up is limited after stenting of ostial coronary lesions. We analyzed the success and complication rates and long-term elinical and angiographic follow up results in 56 patients who underwent coronary stenting for 57 ostial lesions. Ten (17,5%) Iesions were aorto-ostial and 47 (82,5%) were non aorto-ostial (branch and side branch vessel) Jesions. The procedure was unsuccessful in one patient, thus the rate of success was 98,2%. No major cardiac event occurred during in hospital follow-up period. One patient had acute anterior myocardial infaretion 9 days after stenting and treated immediately with tissue-type plasminogen activator (t-PA), and later underwent eleeti ve coronary bypass surgery. Forty-six of the remaining 55(84%) patients had coronary angiography six months after the procedure. Nineteen (41,3%) patients had angiographic restenosis, and 10 (17 ,8%) had repeat PTCA for stent restenosis, 5 (8,6%) needed eleeti ve coronary artery bypass surgery and 4 (7,1 %) treated medically. Six months after stenting, freedom from any cardiac event was 71 ,4%. In conclusion, the procedural success rate is high and angiographic restenosis, target lesion revascularization rates are also high in coronary stenting in our patients with aorto-ostial and nonaorto- ostial Jesions. Since in the literature results of stenting in coronary ostial lesions, are scarce, we need large scale randomized trials comparing the results of different kinds of angioplasty devices in coronary ostial Jesions.

7.Catheter Ablation of Anteroseptal, Midseptal and Para-Hisian Accessory Pathways: How Risky?
Kâmil ADALET, Fehmi MERCANOĞLU, Alpay SEZER, Kerem ÖZER, Mehmet MERİÇ, Faruk ERZENGİN
Pages 105 - 110
AV düğüme ya km aksesuar yollarm radyofrekans kateter ablasyonu (RFA) AV tam bloka yol açabilir ve kalıcı pacemaker implantasyonu gerekebilir. Bu kamp/ikasyondan kaçmmak için muhtelif metodlar (juguler yaklaşım , güç ya da ısımn tedrici arıtmlması gibi) önerilmiştir. Bu çalışmada, fenıoral veya ve na ka va superior yaklaşımı ve tedrici ısı arttırımı metodu ile RFA yapılan anteroseptal (AS), midsepta/ (MS) veya Parahisian (PH) aksesuar yollu 36 hasta (Grup I: ll kadm, 25 erkek; ort. yaş. 30.1±11.7 yıl) ile diğer bölgelerde aksesuar yolları bulunan 215 hastadaki (Grup ll: 87 kadm, 128 erkek; ort. yaş. 37.3±13.9 yıl) abiasyon sonuçları karşılaştırıldı. Mu/tipi aksesuar yollu hastalar çalışma kapsamı dışında tutuldular. Her iki grubun yaş orta laması, cinsiyet dağılımı, semptom süresi, daha önce kullanılan ve etkisiz kalan antiOI ·itmik ilaçların sayısı farklı değildi. RFA süresi, flıwroskopi süresi, verilen akım sayısı ve ortalama ısı da benzerlik gösterdi. Grup /'deki başarı oranı (%94) ve Grup I/'deki başarı oram (%96) istatistiki olarakfarklı bulunmadı. Senkop ya da presenkop tanımlayan hastaların oram Grup /'de (%100), Grup I/'ye (%45) nispetle çok daha fazla idi (p<0.001 ). Grup /'de daha çok konıplikasyon gözlendi (sırası ile %11 ve %2.7, p<0.05). Parahisian aksesuar yollu bir hastada AV tanı blok (%2 .7) ve anteroseptal aksesuar yollu başka bir hastada geçici PR uzaması (% 2.7) gözlendi. Bu tür konıplikasyon Grup I/'de hiçbir hastada oluşmadı. Grup !'de hiçbir hastada nüks gelişmemesina karşın, Grup I/'deki 17 hastada (%8) nüks oluştu. Sonuç olarak, düşük, ancak kayda değer oranda AV tanı blok riski olduğu için, AS, MS veya PH aksesuar yolu bu/ ıman hastalarda ani ölüm riski yüksek olduğunda ya da ciddi semptomlar varsa RF A abiasyanun uygulanması gerektiği kanısma varıldı.
Radiofrequency catheter ablation (RFA) of accessory pathways (APs) near the atrioventricular (AV) node may lead to complete AV block and require the implantation of a permanent pacemaker. Various techniques (e.g. jugular approach, stepwise increase of power or temperature) have been proposed to avoid this complication. In this study, the results of RFA using the femoral or vena cava superior approach and s tepwise increase of temperature in 36 patients ( l 1 female, 25 mal e, mean age 30.1±1 1.7 years) with anteroseptal (AS), midseptal (MS), and para-Hisian (PH) APs (Group I) w ere compared to those of 2 15 patients (87 female, 128 male, mean age 37.3±13.9 years) with APs in other Iocations (Group Il). Patients with multiple APs were excluded from the study. There were no significant differences between Group I and Group II with respect to sex distribution, symptom duration , number of administered drugs, RFA duration, total procedure duration, fluoroscopy duration, number of energy deliveries and mean temperature. The success of the procedure were also similar (94% and 96%, respectively). Significantly more patients presented with syncope or presyncope in Group I compared to Group II (100% vs 45%, respectively, p

8.Enalapril and Losartan on the Level of Plasma Nirate in Untreated Essential Hypertensive Patients
Haksun EBİNÇ, Mustafa CEMRİ, Timur TİMURKAYNAK, Murat ÖZDEMİR, Gülzade DÖNMEZ, Fatma AYERDEN, Rıdvan YALÇIN, Bülent BOYACI, Atiye ÇENGEL
Pages 111 - 116
Bu çalışmada tedavi edilmemiş esansiyel hipertansiyonlu hastalarda bir ACE inhibitörü olan enalapril ile bir AT1 reseptör antagonisti olan losa rtanın plazma nitrik oksit düzeyine olan etkileri araştırıldı. Çalışmaya 19 kadırı , 9 erkek, toplam 28 hasta kabul edildi. Hasta/ann yaşlan 32 ile 66 (ortalama 46.9±8.8) arasmda değişmekteydi . Hastalar iki gruba aynldı/ar. Birinci gruba enalapri/20 mglg, 2. gruba losartan 50 mglg dozdan başlandı. Olgu/ann tedavi öncesi ve tedavi son rası 8. haftada plazma nitrat düzeyi ölçümleri yapıldı. Her iki ilaç ile klinik kan basmçlarında anlamlı düşme kaydedildi. Enalapril alan hastalarda tedavi öncesi plazma nitratı 13.20 ± 4.75 )~MIL iken tedavi sonrası 13.71 ± 5.71 fiMIL olarak bulundu. Losartan alan grupta ise tedavi öncesinde 14.09 ± 5.21 )IMIL oları plazma nitrat düzeyi değeri tedavi sonrasında 15.12 ± 8.77 pMIL olarak bulundu, buna karşın her iki grupta da tedavi öncesi ve sonrası fark anlamlt değildi (p>0.05 ). Sonuç olarak, hem enalapril, hem de losartan tedavisi ile istatistiksel yönden anlamlı derecede olmasa bile plazma nitrat düzeyinde artış sağlanabileceği düşünüldü. Bununla birlikte plazma nitrat diizeyine antilıipertansif tedavinin etkisini değerlendiren randomize, daha çok hasta sayılı çaltşmalar yapı lması gerektiği kanaatindeyiz.
This study was performed to evaluate the effects of enalapril, an angiotensin converting enzyme inhibitor and losartan an angiotensin II recepter antagonist on the !eve! of plasma nitrate in untreated essential hypertensive patients. The study was carried on 28 mild or moderate essential hypertensive patients (9 of them were men, mean age: 46±8 years). After the elinical and plasma nitrate !eve! assessment, patients were randemised to one of the 2 treatment protocols: enalapril 20 mg/d to group I, losartan 50 mg/d to group Il. After patients were given antihypertensive treatment for 8 weeks, elinical and plasma nitrate !eve! controls were performed again. Two treatment protocols were observed to decrease the elinical blood pressure meaningfully. With enalapril treatment, the !eve! of plasma nitrate increased from 13.20±4.75 ı.ıM/L to 13.71±5.71 ı.ıM/L (p>0.05). With losartan treatment, the !eve! of plasma nitrate rose from 14.09±5.21 ı.ıM/L to 15.12±8.77 ı.ıM/L (difference not significant). Thus both enalapril and losartan treatment were thought to increase the !eve! of plasma nitrate in untreated essential hypertensive patients. We believe that randomised studies with larger patient populations should be conducted to evaluate the effect of antihypertensive treatment on plasma nitrate level.

9.Perioperative Evaluation and Management of Patients With Cardiovascular Disease Undergoing Noncardiac Surgery
Murat ERSANLI
Pages 117 - 130
Kalp hastalarınıda kalp dışı cerrahi sıklıkla uygulanan bir girişinıdir. Gerek kalp hastalıklarımn, gerekse kalp dış1 cerrahi indikasyonrmun yaşlı popülasyonda daha fazla olduğu diişiinüldiiğünde; ve toplunıda yaşlanmanm giderek arffığ1 göz önünde tutulduğunda; ilerde daha da s1k karşllacağınıız bir prosedür olacaktir. Cerrahi travmailin kardiyo-vasküler sisteme direkt etkisi, operasyonun uzanıası, aciliyeti, süresi, önemli kananıalar, büyiik voliinı değişiklikleri, anestezi ve cerrahinin hemodinamik ve metabolik stresi, nörohornıonal ve lıenıostatik değişimler, viicılf ıs1s1 değişimi gibi sebeplerle, kardiyak bir hastada konıplikasyon oram artar. Cerrahi girişim ve perioperatif bakını özellikle takip eden hekim, anestezist, YBÜ hekimi ve cerrah iletişimi ile başanya ulaşır . Bu tiir hastalarda, konıplikasyon oranını, morbidite ve morraliteyi azaltmak için çok sayıda çalışma yaptlnıış ve biiyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu der/enıede kalp hastasmda kalp dışı cerrahi kılavuzu (ACCIAHA) ve takiben yapılan önemli çalışmalar esas alınmıştır.
Noncardiac surgery is a frequently used procedure in cardiac patients. As both the prevelance of cardiac patients and noncardiac surgery indications are higher in advanced age group, this will be a more frequently encountered problem in the near fu ture consisting that there will be more cardiac patients in te advanced age group. Unfavourable effects of surgery to cardiovascular system, prolonged operation time, i ts urgency, severe hemorrage and volume shifts, neurohormonal and hemostatic c hanges, changes of body temperature are the main factors of increased complication rate in a patient who undergoes a noncardiac surgery. Successful perioperative evaluation and treatment of cardiac patients undergoing noncardiac surgery requires careful teamwork and communication between patient, primary care physician, anesthesiologist, and surgeon. Several studies are carried-out in order to reduce the complications, morbidity and mortality in this group of patients and major advances are acheived w ith perioperative care. In this artiele, we rewied the guidelines and major studies about noncardiac surgery in cardiac patients.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.