ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 26 (3)
Volume: 26  Issue: 3 - April 1998
1.Summaries of Articles

Pages 132 - 135
Abstract |Full Text PDF

2.Relation of Myocardial Perfusion Abnormalities to Increased QT Dispersion and Value of QT Dispersion in Identification of High-risk Patients With Coronary Artery Disease
Mehmet AKSOY, Ömer GÖKTEKİN, Metin GÜRSÜRER, Ayşe Emre PINARLI, İzzet ERDİNLER, Dursun ÜNAL, Turgut SİBER, Birsen ERSEK
Pages 136 - 141
Çalışmamızda, koroner arter hastalığında (KAH) QT disperziyonunda (QTd) artışa yol açan miyokard perfüzyon bozukluğunu ortaya koymak ve prognostik bilgi sağlayan sintigrafik yüksek risk parametreleri ile QTd arasındaki ilişkiyi araştırmak istedik. Egzersiz TI-201 sintigrafisi istenen ardışık 112 olgu (yaş ort. 52±9) çalışmaya dahil edildi. Miyokard canlılığını daha iyi değerlendirebilmek amacıyla gerekli hastalara TI-201 reinjeksiyonu yapıldı. SPECT görüntülerden 20 segmentli bir model meydana getirilerek segmentler normal, redistribüsyon defekti, canlı veya cansız sabit defekt şeklinde sınıflandırıldı. Segmentlerin türüne göre de vakalar normal grup (n=45), yalnız redistribüsyon defekti görülen iskemi grubu (n=28), yalnız cansız kalıcı defekt görülen nekroz grubu (n=22) ile redistribüsyon, canlı ve cansız sabit perfüzyon defekt birlikte görülen karışık grup (n=17) şeklinde dörde ayrıldı. Toplam 5 veya 5'den fazla segmentte perfüzyon defekti, artmış akciğer tutulumu ve sol ventrikül dilatasyonu görülmesi yüksek risk parametreleri olarak alındı. EKG'de en az 8 derivasyonda ölçülen maksimum ve minimum QT aralığı arasındaki farkın hesaplanması ile her olguda QTd belirlendi. Normal, iskemi, nekroz ve karışık grupların ortalama QTd sırasıyla 39±9, 62±20, 65±22 ve 67±19 msn bulundu. Normal olgular ile hasta gruplar arasında anlamlı fark görülürken (p<0.0001), hasta grupların kendi arasında anlamlı fark saptanmadı veya 5'den fazla segmentinde toplam perfüzyon defekti görülenlerin ortalama QTd 77±17 msn, 1-4 segmentinde görülenlerin 44±10 msn bulundu (p<0.0001). Ayrıca anormal segment sayısı ile QTd arasında iyi bir korelasyon tesbit edildi (r=0.65). Yine hastalar arasında artmış akciğer tutulumu ve sol ventrikül dilatasyonu görülenlerde görülmeyenlere göre daha yüksek QTd elde edildi (74±19 vs. 53±18, p<0.0003; 79±17 vs. 54±18, p<0.0001). Sonuç olarak, 1- artmış QTd'nun, miyokard iskemisine veya skar dokusuna bağlı olabileceği, 2- sintigrafik yüksek risk parametreleri ile ilişkili bulunan yüksek QTd değerlerinin KAH'da prognostik bilgi verebileceği kanısına varıldı.
This study sought to evaluate the relation of myocardial perfusion abnormalities to increased QT dispersion (QTd) and the relationship between QTd and scintigraphic high-risk parameters providing prognostic information in patients with coronary artery disease (CAD). 1ı2 consecutive patients (52±9 yrs) referred to exercise Tl-20 ı scintigraphy were studied, using reinjection protocol. SPECT images were divided into 20 segments; each segment was classified as normal, reversible defect, viable or nonviable fixed defect. Accordingly, cases were divided into 4 groups as normal subjects (n=45), patients with only reversible defects (n=28), patients with only nonviable fixed defects (n=22) and patients w ith reversible, viable and nonviable defects (n= ı7). Involvement of 5 or more segments, increased lung Tl-201 uptake and transient left ventricular dilatation were considered as scintigraphic high-risk parameters. QTd was defined as the difference between maximal and minimal QT intervals in at least 8 leads of the surface ECG. Mean QTd was 39±9 msec in normal subjects, 62±20 msec in patients with only reversible defects, 65±22 msec in patients with only nonviable fixed defects and 67± ı9 m see in the remaining patients. There was a significant difference between normal subjects and patient groups (p

3.Serum Transferrin Saturation and Ferritin Level as a Risk Factor in Coronary Artery Disease
Abdurrahman OĞUZHAN, Halil Lütfi KISACIK, Koray GÜRSEL, Kurtuluş ÖZDEMİR, Selime AYAZ, İsmet HİSAR, Ahmet AVCI, Siber GÖKSEL
Pages 142 - 144
Yakın zamanda yapılan epidemiyolojik çalışmalar demirin koroner arter hastalığı (KAH) için risk faktörü olabileceğini göstermiştir. Bu çalışmada serum ferritin seviyesi ve transferrin saturasyonu ile KAH arasındaki ilişki araştırıldı. Bu amaçla koroner anjiyografi yapılmak üzere kliniğimize yatırılan yaş ortalaması 56±4 olan 400 erkek çalışmaya alındı. Kontrol grubu n=149 (koroner anjiyografisi normal) vaka grubu n=251 (koroner anjiyografide KAH mevcut) olmak üzere iki grup oluşturuldu. Transferrin saturasyonu ?10 (düşük); 10<(normal ve yüksek) olarak gruplandırıldı. Serum ferritin seviyesi <200 ng/ml (normal) ve ?200ng/ml (yüksek) olarak iki gruba ayrıldı. Çok değişkenli lojistik regresyon analizi ile serum ferritin, seviyesi ve KAH arasında istatistiksel olarak anlamlı olmayan zayıf bir negatif ilişki saptandı (p=0.5). Düşük serum transferrin saturasyonun ile KAH'na karşı koruyucu olmadığı tesbit edildi (p=0.4). Gerek transferrin saturasyonu, gerekse ferritin için sadece serum LDL-kolesterol seviyesi yüksek olanlar modele alındığında sonuçlar istatistiksel anlam kazanmadı. Sonuçlarımız demir depoları ile KAH arasındaki ilişkiyi ileri süren hipotezi desteklememektedir.
Epidemiologic studies have shown that serum iron can be a risk factor for coronary artery disease (CAD). The relation of serum ferritin !eve! and transferrio saturation with CAD was investigatcd in this study. Four-hundred male patients (mean age 56±4) who were hospitalized for coronary angiography in our clinic were included in this study. Paı ients were divided into two groups: control group n=ı 49 (coronary angiography normal), case group n=25ı (CAD prescnt). Transferrio saturat ion was categorized as :5:10% and > 10%. Serum ferri tin !eve! was grouped as <200ng/ml and 2!200ng/ml. A nonsignificant weak negative relation (p=0.5) was idcntified between serum ferrit in level and CAD by multivariate logistic regression analysis. No significanı relation (P=0.4) was noted between serum transferrio saturation and CAD. The results did not gain statistical significance for both transferrio saturation and ferritin !eve! when patients with high LDL-choJesterol !eve! were included in the model. Thus, our results do not support the hypothesis on a relation between serum iron stoı·es and CAD.

4.Role of Dobutamine 99mTc-Tetrofosmin Myocardial Perfusion SPECT in the Detection of Coronary Artery Disease
Cumhur HEPER, Seher ÜNAL, Işık ADALET, Ercüment YILMAZ, Mehmet MERİÇ, Sema CANTEZ
Pages 145 - 150
Bu çalışmada Dobutamin 99mTc-Tetrofosmin miyokard perfüzyon SPECT'in koroner arter hastalığı (KAH) tanısındaki değeri araştırıldı. Çalışma materyalini İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı'na KAH ön tanısıyla yollanan 26 hasta oluşturdu. Dobutamin infüzyonu 5µg/kg/dk dozunda başlatıldı. Doz 3 dakikada bir artırılarak sırasıyla 10, 20, 30 ve maksimum 40µg/kg/dk dobutamin infüzyon hızına çıkıldı. Planlanan dobutamin perfüzyonunun tamamlanmasını takiben, 8-10 mCi 99mTc-tetrofosmin enjeksiyonu ile stres SPECT görüntüleri ve 3 saat sonra 14-22 mCi 99mTc-tetrofosmin enjekte edilerek rest görüntüleri bilgisayara kaydedildi. Dobutamin infüzyonu ile 10 µg infüzyon hızından itibaren kalp hızında (p<0.0001) ve sistolik kan basıncında (p<0.05) istatistiki anlamlı yükselme gözlenirken, diastolik kan basıncında infüzyon süresince anlamlı bir değişiklik saptanmadı. Dobutamin infüzyonu ile hastalarda ciddi komplikasyon görülmedi. Hastaların 16'sında koroner anjiografi ile KAH tanısı kondu. KAH belirlemede tetkinin duyarlılığı % 94, özgüllüğü % 90 bulundu. 26 hastada üç ana koronerin beslediği toplam 78 damar bölgesi değerlendirildiğinde (lezyon bazında) tetkikin duyarlılığı % 80, özgüllüğü % 94 bulundu. Koroner arterler ayrı ayrı değerlendirildiğinde ise duyarlılık ve özgüllük sırasıyla LAD'de 82, 100, RCA'da 100, 82, Cx'te ise 40 ve 100 bulundu. Sonuç olarak, Dobutamin 99mTC-Tetrofosmin SPECT'in KAH tanısında değeri yüksek, kolay uygulanabilir, yan etkileri az olan iyi bir miyokard perfüzyon görüntüleme yöntemi olduğu kanısına varıldı.
This study investigates the significance of dobutamine 99ınTc-tetrofosmin myocardial perfusion SPECT in the detection of coronary artery disease (CAD). Among those referred to the Nuclear medicine department of the Istanbul University , fstanbul Medical Faculty, 26 patients with CAD were incİuded in the study. Dobutamine infusion was init iated ata dose of 5 j.lg/kg/min and gradually increased to 1 O, 20, 30 and to a maximum dose of 40 j.lg/kg/min every 3 minutes. Following cessation of the planned dobuta mine perfusion, 8-1 O m Ci 99ınTc-tetrofosmin w as injected and stres SPECT images were obtained. After 3 hours, resting SPECT images were taken following 14-22 mCi 99mTc-tetrofosmin injection. With doses of and above 10 pg/kg/min dobutamine perfusion, increases in heart rate and systolic blood pressure were found to be statistically significant (p

5.Comparison of QRS Score, a New Exercise Index,and Conventional ST Segment Criterion in Detecting Coronary Artery Disease
Hakan TIKIZ, Uğur Kemal TEZCAN, Savaş AÇIKGÖZ, Ercan VAROL, Telat KELEŞ, Emine KÜTÜK, Siber GÖKSEL
Pages 151 - 157
Egzersiz Stres Testinde (EST) ortaya çıkan ST segment çökmesi miyokard iskemisi tanısında en sık kullanılan bulgu olmakla birlikte, düşük duyarlılık ve özgüllüğe sahip olması nedeniyle tanısal değeri sınırlıdır. EST'de kalp hızı artışı sonucu ortaya çıkan ST segment değişikliklerinin yanısıra Q, R ve S dalga değişikliklerinin de ortaya çıktığı, fakat bu değişikliklerin de tek başlarına iskemiyi göstermede yetersiz kaldığı yapılan birçok çalışmada gösterilmiştir. Buna karşın Q, R ve S dalga yüksekliklerinde egzersiz ile ortaya çıkan değişikliklerin bir bütün içerisinde ele alınmasının (QRS skoru) miyokard iskemisi tanısına yaklaşımda klasik ST segment kriterine göre duyarlılık ve özgüllüğü arttırdığı ileri sürülmüştür. Yaptığımız bu çalışmada, ileri sürülen bu yeni egzersiz indeksinin miyokard iskemisini göstermedeki yeri araştırılmış olup, indeksin duyarlılık ve özgüllüğü klasik ST segment kriteri ile karşılaştırılmıştır. Bu amaçla toplam 171 hasta çalışmaya alınmış ve hastalar 3 gruba ayrılmıştır. Grup 1: koroner arterleri normal olan bireyler (n=55), grup 2: tek damar hastalığı olanlar (n=73), grup 3: çok damar hastalığı olanlar (n=43). Tüm hastalara standart Bruce protokolünü içeren EST ve koroner anjiyografi uygulanmıştır. QRS skorlamasında 0 ve üzerindeki değerler normal olarak ele alındığında (cut-off değeri=0), tüm hastalar için QRS skorlamasının duyarlılığının ST segment kriterine oranla belirgin derecede yüksek olduğu (sırasıyla %79 ve %65, p<0.005), özgüllük ve (+) kestirim değerleri arasında ise anlamlı farklılık olmadığı gözlenmiştir. QRS skorlamasının tek damar hastalığını (grup 1) göstermedeki duyarlılığı % 77 olarak saptanmış olup, bu değerin duyarlılığı %56 olarak bulunan ST segment kriterine oranla anlamlı derecede yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.001). Buna karşın çok damar hastalığı olan 3. grupta ise QRS skorlama indeksi ile klasik ST segment kriterinin duyarlılık ve özgüllüğü arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı, bununla birlikte negatif QRS skorları ile olaya iştirak eden damar sayısı arasında paralellik bulunduğu (QRS skoru tek damar hastalığında -3.2±2.5, çok damar hastalığında -6.1±2.9, p<0.05) ve (-2) ve altındaki QRS skorlarının büyük ölçüde koroner arter hastalığı ile ilişkili olduğu gözlenmiştir.
Although ST segment depression, during exercise stress test (EST) is the most commonly used electrocardiographic (ECG) criterion for myocardial ischemia, its diagnostic value is limited because of low sensitivity and specificity. It was shown that not only ST depression, but also Q, R and S wave changes occur during EST, but these changes also have limited value in the diagnosis of myocardial ischemia when evaluated individually. However, it was hypothesized that incorporation of these individual changes with exercise, into a composite index (QRS score) might improve sensitivity and specificity. In this study, the diagnostic value of this new exercise index in detecting myocardial ischemia was investigated and its sensitivity and specificity was compared with the conventional ST segment criterion. For this purpose, ı 7 ı patients were enrolled in the study and divided into 3 groups as group 1: normal coronary artery group (n=55), group 2: patients with one-vessel disease (n=73), group 3: patients with multi-vessel disease (n=43). All patients underwent maximal EST with standard Bruce protocol and coronary angiography. Using a cut-off point of ~O as normal, QRS score had a higher sensitivity than ST segment criterion in all patients (79% and 65%, respectively, p<0.005), however, no difference existed in specificity and positive predictive value. In one-vessel disease group (group 2), QRS score had a sensitivity of 77%, whereas conventional ST segment criterion had a sensitivity of 56% (p

6.Radiofrequency Catheter Ablation Treatment of Atrioventricular Nodal Reentrant Tachycardia:Results in S3 Consecutive Patients
Uğur Kemal TEZCAN, Ahmet Duran DEMİR, Hakan TIKIZ, Ali ŞAŞMAZ, Yalçın SÖZÜTEK, Siber GÖKSEL
Pages 158 - 164
Atriyoventriküler nodal reentrant takikardi (AVNRT) tedavisinde radyofrekans kateter ablasyon tekniğinin etkinlik ve güvenilirliğini araştırmak üzere tipik AVNRT'li 53 ardışık hastada bu teknik uygulandı. Hastaların 52'sine ilk seçenek olarak yavaş yol ablasyonu, 1 hastaya ise ilk seçenek olarak hızlı yol ablasyonu uygulandı. Hızlı yol ablasyonu uygulanan tek hastada başarılı sonuç alındı. Yavaş yol ablasyonu uygulanan 52 hastanın 47'sinde (% 90) başarılı olundu. Başarısız olunan 5 hastanın 3'üne aynı seansda hızlı yol ablasyonu uygulandı, bunların birinde başarılı olundu, birinde atriyoventriküler (AV) tam blok gelişti, birinde ise başarısız olundu. Yavaş yol ablasyonu sonrasında atriyum-His süresinde (ablasyon öncesi 79 ± 19.2 msn, sonrası 72.9 ± 13.7 msn) ve hızlı yol efektif refrakter periyodunda (ablasyon öncesi 289.5 ± 51.3 msn, sonrası 271.7 ± 40.6 msn) istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik gözlenmezken, Wenckebach değerinde (ablasyon öncesi 294 ± 35.2 msn, sonrası 315.7 ± 78.9 msn, p=0.05) ve AV düğüm efektif refrakter peryodunda (ablasyon öncesi 217.6 ± 37.4 msn, sonrası 259.4 ± 52.4 msn, p=0.003) istatistiksel olarak anlamlı uzama saptandı. Retrograd iletim yavaş yol ablasyonu başarılı olan 47 hastanın 45'inde değişmedi, 2 hastada ise 1:1 ventriküloatriyal iletim siklus uzunluğunda uzama saptandı. İşlem sonrası komplikasyon olarak hiçbir hastada AV tam blok gelişmedi, 1 hastada derin ven trombozu, 1 hastada ise arteryel tromboz gelişti. Hastalar ortalama 11.2 ± 10.5 ay boyunca takip edildiler. Bu süre içnide yavaş yol ablasyonu uygulanan 2 hastada nüks gözlendi ve bu iki hastaya ikinci kez yavaş yol ablasyonu başarıyla uygulandı. Sonuç olarak AVNRT'nin radyofrekans kateter ablasyon tekniği ile tedavisinin, özellikle de yavaş yol ablasyon tekniğinin, etkili ve güvenilir olduğu kanısına varıldı.
The efficacy and safety of radiofrequency cathcter ablation to eliminate atrioventricular nodal reentrant tachycardia (A VNRT) was evaluated in 53 consecutive patients with typi cal A VNRT. Primarily, slow pathway ablation was performed in 52 patients, and fast pathway ablation in 1 patient. Success was achieved in the patient in whom fast pathway abıa tion was attempted. Slow pathway ablation was successful in 47 patients out of 52 (% 90). In 3 of the remaining 5 patients. fast pathway ablation was attempted after unsuccessful slow pathway ablation. Success was achieved in one of them, atrioventricular (AV) block occurred in one and ablation was unsuccessful in the third one. There was no statistically significant change in the atriaHis interval (79 ± 19.2 msec before and 77.9 ± 13.7 msec after ablation) or effective refractory period of the fast pathway (289.5 ± 51.3 msec before, 271.7 ± 40.6 msec after ablation) after selective ablation of the slow pathway. However AV Wenckebach rate (294± 35.2 msec before, 315.7 ± 78.9 msec after ablation, p=0.05) and AV nodal refractory period (217.6 ± 37.4 msec before, 259.4 ± 52.4 msec after ablation, p=0.003) increased after slow pathway ablation. Retrograde conduction remained intact in 45 of 47 patients after slow pathway ablation, while there was an increase in the maximum ı: ı ventricuıoatrial conduction rate in two patients. Over a mean follow-up period of ıı.2 ± ı 0.5 months, A VNRT recurred in two patients, who were successfully treated in a second sıow pathway ablation session. Conclusion: These data suggest that, radiofrequency catheter ablation, especialıy slow pathway ablation technique, is safe and highly effective for the treatment of A VNRT.

7.A Multicenter Study for Comparison of Direct (Primary) PTCA with Thrombolytic Therapy in Unheralded Acute Myocardial Infarction; Early and Late results: STIMULUS Study Group
Çetin SARIKAMIŞ, Tuğrul OKAY, Aydın AKSOY, Tahsin BOZAT, Can ÖZER, Mehmet METİN
Pages 165 - 170
Akut miyokard infarktüsü (AMİ) öncesi angina pektorisi olan olgularda trombolitik tedavi ile reperfüzyonun sağlanma olasılığı, daha önce yakınması olmayanlara göre daha yüksektir. Herhangi bir yakınması olmadan AMİ geçiren olgularda, direkt (primer) PTKA ile trombolitik tedavinin karşılatırıldığı alt grup çalışması bugüne kadar yapılmamıştır. Çok merkezli olarak yürütülen bu çalışmada koroner arter hastalığının ilk ortaya çıkış şekli AMİ olan ve ilk altı saat içinde müracaat eden 73 olgudan 38'ine direkt (primer) PTKA işlemi (Grup PTKA), 35'ine ise trombolitik tedavi (Grup TROM) uygulanmıştır. Trombolitik tedavi 2.4±1.1 saat içinde uygulanmaya başlanmış, PTKA ise 3.0±2.2 saat içinde yapılmıştır (p=AD). Trombolitik tedavi sonrası iki olgu, başarısız PTKA sonrası iki olgu kaybedilmiştir. Her iki grup hasta arasında yaş ortalaması (Grup PTKA 53±9 yıl, Grup TROM 50±8 yıl), cinsiyet, sigara içimi, ve hipertansiyon mevcudiyeti ve damar hastalığı sayısı açısından bir fark saptanmamıştır. Tüm olgulara AMİ'den ortalama 7±3 gün sonra yapılan koroner anjiyografide, TIMI III akım trombolitik ajan olarak dört olgu hariç (tPA), streptokinazın kullanıldığı Grup TROM'da olguların % 69.7'sinde saptanırken, Grup PTKA'da %88.9 oranında saptanmıştır (p<0.05). Keza sol ve ventrikül ejeksiyon fraksiyonu Grup PTKA'da anlamlı olarak daha yüksek (%62±9'a karşı %54±11, p<0.05), infarktüs ile ilgili arterdeki darlık ise anlamlı olarak daha az bulunmuştur (%37±28'e karşı %85±20 p<0.0001). Hastane içi dönemde trombolitik tedavi grubunda olguların % 75.8'ine, direkt PTKA grubunda ise % 16.7'sine tekrar girişim gereği olmuştur (p<0.0001). Olguların ortalama 17±6 aylık takiplerinde her iki grup arasında tekrarlayan infarktüs, koroner bypass operasyonu ve ölüm açısından bir fark saptanmamıştır. Sonuç olarak, akut miyokard infarktüsünün bir alt grubunu oluşturan koroner arter hastalığının ilk ortaya çıkış şekli miyokard infarktüsü olan olgularda çok merkezli olarak yürütülen direkt (primer) PTKA ile trombolitik tedavinin karşılaştırıldığı çalışmada, direkt PTKA yapılan olgularda daha yüksek oranda TIMI III akım sağlandığı, hastane içi kontrol anjiyografisinde infarktla ilgili arterde daha düşük oranda arta kalan darlık olduğu, hastane içi dönemde tekrardan girişim gereğinin PTKA yapılan olgularda daha seyrek olduğu saptanmıştır. Ortalama 17 ± 6 aylık takiplerde ise her iki grup arasında tekrarlayan infarktüs, ölüm, girişim gereği açısından anlamlı bir fark saptanmamıştır. Miyokard infarktüsünün bu alt grubunda direkt PTKA hekim ve yardımcı sağlık personeli açısından tecrübe düzeyi yeterli olan kliniklerde trombolitik tedaviye etkili bir seçenek olarak gözönünde bulundurulmalıdır.
The rate of reperfusion with thrombolytic therapy is higher in patients with acute myocardial infaretion (AMI) and previous angina pectoris than in patients with unheralded AMI. The effectiveness of primary PTCA and thrombolytic therapy have not been compared yet in patients with unheralded AMI. In this multicenter study, we prospectively compared these two strategies in patients with unheralded AMI presenting within 6 hours after the onset of chest pain. Patients with diabetes mellitus were excluded. Seventy-three patients were enrolled and thirty-eight patients underwent direct (primary) PTCA. Time to thrombolytic therapy and PTCA were 2.4± 1. 1 and 3.0±2.2 hours after onset of chest pain, respectively. Two patients in each group died during the hospital period. Baseline characteristics of both groups were not statistically different. Coronary angiography was performed 7±3 days after the infaretion in all patients. In the direct PTCA group, ra te of TIMI III flow (88.9% vs 69.7%; p<0.005) and left venıricular ejection fraction (63±9% vs 54±11% p<0.005) were higher. Rate of reintervention during the hospital period in the thrombolytic group was statistically higher (75.8% vs 16.7%, p

8.Preservation of Myocardial Metabolism in Acute Coronary Artery Occlusions with Retrograde Coronary Sinus Perfusion and L-Carnitine in Dogs
Binali MAVİTAŞ, Zafer İŞCAN, Birol YAMAK, Tulga ULUS, Zülfikar SARITAŞ, S. Fehmi KATIRCIOĞLU, Oğuz TAŞDEMİR
Pages 171 - 176
Nekroz, akut koroner oklüzyon sonrası gelişen miyokard iskemisinin kaçınılmaz sonucudur. Antegrad reperfüzyon zaman alıcı olacağından, dolaşımın retrograd yoldan sağlanması nekrozu azaltıp, kan akımını tekrar düzenleyerek enfarkt alanını küçültecektir. Biz yaptığımız çalışmada, basitleştirilmiş retroperfüzyon sistemine, piruvat dehidrogenazı aktive ederek glikozun aerobik kullanımını arttıran L-karnitini ekleyerek, retrograd yoldan L-karnitin infüzyonu yaptık. On adet sokak köpeği üzerinde yapılan çalışmada denekler, eşit olarak retroinfüzyonlu (R) karnitin ve kontrol gruplarına ayrıldılar. Bazal değerlerin alınmasından sonra, sol ön inen arter oklüzyonu yapıldı. Onbeşinci dakikada oklüzyon sonlandırılmadan, R-karnitin grubuna 0.15 mmol/kg dozunda karnitin retroinfüzyonu yapıldı. Kontrol grubuna retroinfüzyon veya medikal tedavi uygulanmadı. Hemodinamik ve biyokimyasal ölçümler 120. dakika sonuna kadar yapıldı. Sonuç olarak, R-karnitin grubunda kalp debisi (1375±50 ml/dk kontrol, 1625±75 ml/dk R-karnitin grubu, p<0.05), kalp indeksi (62.5±2.3 ml/kg/dk kontrol, 81.25±3.7 ml/kg/dk R-karnitin grubu, p<0.05), ortalama arteriyal basınç (71±6 mmHg kontrol, 89±5 mmHg R-karnitin grubu, p<0.05), ortalama pulmoner arter basıncı (33±6 mmHg kontrol, 25±4 mmHg R-karnitin grubu, p<0.05), miyokardiyal oksijen ekstraksiyonu (% 59±3 kontrol, % 50±2 R-karnitin grubu, p<0.05) ve miyokardiyal laktat ekstraksiyonu (-0.19±0.05 mmol/dk kontrol, -0.09±0.03 mmol/dk R-karnitin grubu, p<0.05) kontrol sonuçlarına göre, istatistiki olarak anlamlı farklar elde edildi. Çalışmamızda, retrograd perfüzyonla sağlanan kan akımına ek olarak, miyokardiyal metabolizmaya destek olarak uyguladığımız L-karnitin, iskemik miyokardiyal metabolizma üzerinde koruyucu etkilere sahip olup, klinik kullanıma sunulması için ileri çalışmalara gerek vardır.
Necrosis will be the eventual fate of myocardial ischemia which occurs after acute coronary occlusion. As antegrade reperfusion will be time consuming, a retrograde circulation will decreasc the intensity of necrosis and the infarered area will be reduced after the blood flow is rearranged. In our study, we performed retroinfusion of Lcarnıtıne, which activates the pyruvate dehydrogenase enzyme and by this way inercasing the aerobic utilisation of glucose, in our simplified retroperfusion system. There were ten mongrcl dogs, divided equally into carnitine and control groups. After taking the basa! values, the left anterior descending artery was occludcd. At the fiftccnth minute, in the carnitine group, 0.15 ının ol/kg of carnitine retroinfusion was perform ed . Thcn, hemodynamic and biochemical measuremcnts were made till the end of 120 minutes. The control group had no retroinfusion or medical therapy. The occlusion was ended in 60 minutes in both groups. In the carnitine group, there was stat istically significant difference for cardiac output ( 1375±50 ml/dk in control, 1625±75 ml/dk in carnitine group, p<0.05), cardiac index (62.5±2.3 ml/ kg/min in control, 81.25±3.7 ml/kg/min in carnitine group, p<0.05), m ean arteri al press u re (7 1 ±6 mmHg in control, 89±5 mmHg in carnitine, p<0.05). mcan pulmonary artery pressure (33±6 mmHg in control, 25±4 mmHg in carnitine, p<0.05), myocardial oxygen extraction (59±3 % in control, 50±2 % in carnitine, p<0.05) and myocardial lactate extraction ( -0.1 9±0.05 mmol/L in control, -0.09±0.03 mmoi/L in carnitine, p<0.05). Administration of L -carniıinc combined with simplified rctrograde coronary infusion has protective effects oh ischcınic myocardial metabolism and fu rther investigations are needed for the elinical trials.

EDITORYAL YORUM
9.Editorial Comment
M. Murat DEMİRTAŞ
Page 177
Abstract |Full Text PDF

10.Assessment of Relation of Personality Types With The Prevalence of Exercise-Induced Silent Ischemia and Myocardial Ischemic Burden by TI-201 Scintigraphy in Patients with Coronary Artery Disease
Mehmet AKSOY, Mahmut ÇAKMAK, Metin GÜRSÜRER, Nazmiye ÇAKMAK, Ayşe Emre PINARLI, Levent EDİŞ, Nesrin TOMRUK, Tezer ULUSOY, Birsen ERSEK
Pages 178 - 182
Tip A kişilikli koroner arter hastalığı (KAH) olan hastalar treadmill egzersiz testi gibi uygulamalar sırasında ortaya çıkan semptomlarını önemsememe, gelişen angina şikayetlerini yeterince bildirmeme eğilimindedirler. Çalışmamızda, tip A kişilikli KAH olan hastaların egzersiz esnasında tip B kişilikli KAH olan hastalara göre daha sık sessiz iskemiye, ayrıca daha ağır miyokard iskemisine maruz kalıp kalmadıkları egzersiz TI-201 sintigrafisi ile araştırıldı. Çalışmaya anjiyografik olarak daha önce KAH tanısı konmuş, pozitif treadmill egzersiz testine sahip 112 olgu dahil edildi. Tümüne SPECT yöntemiyle egzersiz TI-201 görüntüleme ve tip A kişiliğin belirlenmesi için SCL-90 testi uygulandı. Sintigrafik görüntülerden 20 segmentli bir model meydana getirilerek her bir hastada redistribüsyon ve sabit perfüzyon defekti görülen segment sayısı belirlendi. Kişilik testinde hastaların 78'inde tip A, 34'ünde tip B kişilik özelliği saptandı. Egzersiz esnasında tip A'ların 40'ında (%51) ve tip B'lerin 25'inde (%73) angina yakınması oldu. Tip A'ların daha fazla sayıda olguda sessiz iskemiye maruz kaldıkları görüldü (p<0.05). Ancak hastalar kişilik özelliğine ve egzersiz TI-201 sintigrafisi sonucuna göre tip A semptomatik iskemi, tip A sessiz iskemi, tip B semptomatik iskemi ve tip B sessiz iskemi şeklinde alt gruplara ayrıldığında miyokard iskemisi genişliğini gösteren redistribüsyon defekti sayısı sırasıyla 3.64±2.4, 3.42±2.2, 3.28±1.9 ve 3.46±2.6 bulundu ve aralarında anlamlı fark görülmedi. Sonuç olarak, KAH olan tip A'ların egzersiz sırasında tip B'lerden daha çok sessiz iskemi eğilimi gösterdikleri, ancak bu eğilimin daha ağır miyokard iskemisiyle birlikte olmadığı, dört alt grubun eş değer iskemik yüke sahip olduğu kanısına varıldı
Type A patients with coronary artery disease (CAD) tend to ignore symptoms or underreport angina during challenging tasks such as the treadmill exercise test. This study sought to evaluate whether type A patients with CAD might be more likely than type B patients to have silent ischemia during exercise and also greater ischemic burden by TI-201 scintigraphy. 112 patients with angiographically defined CAD and a positive treadınili exercise test were studied. All patients underwent exercise TI-201 SPECT imaging and a psychologica1 test (SCL-90) to asses type A personality. Scintigraphic images were divided into 20 segments and the number of redistribution and fixed defects were calculated in each patient. 78 patients were of type A and 34 patients were of type B according to psychological testing. 40 type A patients (51%) and 25 type B (73%) patients report ed typical angina during exercise. Type A patients were more likely to have silent ischemia than type B patients (p<0.05). However, when patients were classified as type A plus symptomatic ischemia, type A plus silent ischemia, type B plus symptomatic ischemia and type B plus silent ischemia into four subgroups, the number of redistribution defects as an indicator of myocardial ischemic burden were 3.64±2.4, 3.42±2.2, 3.28±1.9, 3.46±2.6, respectively. There were no significant differences among them. In conclusion, although type A patients were more likely to have silent ischemia than type B patients during exercise, there was no significant difference with regard to ischemic burden among CAD patients classified according to their personality types and presence of symptoms during exercise.

OLGU
11.Aorticopulmonary Window: A Report of Two Cases
F. Sedef TUNAOĞLU, Rana OLGUNTÜRK, M. Emin ÖZDOĞAN, Deniz OĞUZ, Nursel AKALIN, Burça AYDIN
Pages 183 - 186
Aortikopulmoner pencere (aortikopulmoner septum defekti) ender görülen konjenital kalp hastalıklarından biridir. Assendan aorta ile pulmoner arter arasında değişik düzeydeki ilişki ile karakterizedir. Patent duktus arteriozusa benzeyen fizyopatolojisi nedeniyle erken yaşta pulmoner vasküler hastalığa yol açmakta; tanı konulmasındaki gecikmeler cerrahi tedavi şansının yitirilmesine neden olmaktadır. Bu yazıda 10 yaşında iken aortikopulmoner pencere (APP) tanısı alan iki olgu sunulmaktadır. Olgulardan biri Eisenmenger sendromu tanısı alması nedeniyle tedavi şansını yitirmiş; diğer olgu ise ilerlemiş yaşına karşın pulmoner vasküler obstrüktif hastalık gelişmediği için cerrahi tedavi ile patolojisi düzeltilebilmiştir.
Aorticopulmonary window (APP) is an uncommon cardiac anomaly in which there is a communication between the ascending aorta and pulmonary trunc. Because of its large left-to-right shunt, it needs early diagnosis and surgical treatment to avoid irreversible pulmonary lesion. In this report, two cases with aorticopulmonary window were presented. One of them, APP type I, could not be operated because of the coexisting Eisenmenger syndrome. The other one having APP type 2 and a ventricular septal defect, underwent surgical correction.

12.Congestive Heart Failure and Complete Heart Block with Primary Lymphoma of the Heart
Gültekin F. HOBİKOĞLU, Önder PEKER, Tamer AKBULUT, Seden ÇELİK, Remzi TOSUN, Hikmet TEZEL, Tuna TEZEL
Pages 187 - 189
Primer kardiyak lenfoma çok nadir görülen ve genellikle postmortem tanı konulabilen kalp ve/veya perikard tutulumu ile sınırlı lenfomadır. Bu yazıda bir primer kardiyak lenfoma olgusu sunulmaktadır. Nefes darlığı, ayak bileklerinde şişme gibi kalp yetmezliği şikayetleri ile başvuran ve takibi sırasında AV tam blok gelişen 26 yaşındaki erkek hastada transtorasik ekokardiyografi (TTE) ile sağ atriyumda kitle tesbit edildi. Transözofajiyal ekokardiyografi (TEE) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ile sağ atriyumda kitle ve kalp duvarlarındaki kalınlık artışı gösterildi. Eksplorasyon ve miyokard biyopsisi sonucu "high grade" büyük hücreli lenfoblastik lenfoma tanısı konuldu. Yapılan araştırmalar sonucu primer odak olabilecek başka bir organ tutulumu bulunamadığı için primer kardiyak malign lenfoma olduğu kanısına varıldı.
Primary lymphoma of the heart is an extremely rare condition which is usually diagnosed postmortem. We report the case of a 26-year-old man who presented with congestive heart failure and complete heart block. Transthoracic echocardiography demonstrated right atrial mass and increased interventricular and posterior wall thickness. Transesophageal echocardiography and magnetic resonance imaging confirmed the right atrial mass and increased wall thickness. Operative myocardial biopsy revealed high-grade giant cell malignant lmyphoma. S ince further diagnostic studies failed to demonstrate extracardiac lymphoma involvement, diagnosis of primary lymphoma of the heart was considered.

13.History of Cardiology
Teoman ONAT
Page 190
Harvey studied medicine at Caius College, Cambridge and Padoa, Italy. He is famous with his book with detailed description of the movement of heart and circulation: "Exercitatio Anatomica De Motu Cordis Et Sanguinis In Animalibus" (1628). He also has cxperimentally proven that the valves of the veins exist to forward the directian of blood flow towards the heart and toprevent the backward flow, in contrast to the views of his teaeber Girolamo Fabricio. Seven stamps and 4 postal cancellations on Harvey and Fabricio are presented.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.