ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 52 (4)
Volume: 52  Issue: 4 - June 2024
IN MEMORIAM
1.In Memoriam of Prof. Vedat Sansoy
Deniz Güzelsoy
Pages 225 - 226
Abstract |Full Text PDF

ORIGINAL ARTICLE
2.The Most Predictive Red Flags for Suspecting Cardiac Amyloidosis in Patients with Heart Failure with Preserved Ejection Fraction
Halit Emre Yalvaç, Selda Murat, İlknur Ak Sivrikoz, Hava Üsküdar Teke, Oğuz Çilingir, Ertuğrul Çolak, Yüksel Çavuşoğlu
PMID: 38829635  doi: 10.5543/tkda.2024.33046  Pages 227 - 236
Amaç: Kardiyak amiloidoz (KA), kalpte amiloid infiltrasyonu ile karakterize miyokardiyal bir hastalıktır. Transtiretin kardiyak amiloidozun (TTR-KA) en sık klinik başvuru şekli, korunmuş ejeksiyon fraksiyonlu kalp yetersizliğidir (KEFKY). Bu çalışmanın amacı, KEFKY hastalarında KA şüphesini arttıran kırmızı bayrakları (red flag) değerlendirmektir.

Yöntem: Çalışmaya; KEFKY tanılı hastalar prospektif olarak dahil edildi. Avrupa Kardiyoloji Derneği’nin kardiyak amiloidozun tanı ve tedavisi raporu temel alınarak; tüm hastalar TTR-KA’nın kardiyak ve ekstra-kardiyak kırmızı bayrak özellikleri açısından değerlendirildi. TTR-KA şüphesi olan 167 KEFKY hastasına teknesyum-99m pirofosfat (99mTc-PYP) sintigrafisi yapıldı. TTR-KA pozitif olan hastalar ile negatif olan hastalar kırmızı bayrak özellikleri açısından karşılaştırıldı.

Bulgular: Çalışmamızda 167 hastanın 19’una (%11,3) TTR-KA tanısı konuldu. TTR-KA tanısı konulan hastaların 17’si (%89,5) ≥ 65 yaş idi. Red flag sayısı 3 ve daha fazla olanlarda TTR-KA olma olasılığı daha fazla idi (P = 0,040). Red flagler içinde; düşük voltaj ve psödo infarkt paterni TTR-KA olan grupta TTR-KA olmayan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla görüldü (sırasıyla P < 0,001 ve P < 0,048). Sol ventrikül (SV) global longitudinal strain ise, TTR-KA grubunda, TTR-KA tanısı olmayanlara göre daha düşüktü (P < 0,001). Multivariate analiz sonuçları, red flagler içinden özellikle dört tanesinin KA’yı öngördüren güçlü ve bağımsız belirleyiciler olduğunu ortaya koydu; ileri yaş, psödoinfarkt paterni, LV duvar kalınlığı ile orantısız QRS voltajı ve düşük SV global longitudinal strain. Bu dört değişkenin odds ratio (OR) oranları ise sırasıyla 7.8, 6.8, 16.9 ve 1.2 idi.

Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları, yaklaşık her on KEFKY hastasından birinde TTR-KA etiyolojisinin bulunduğunu göstermektedir. Üç ve daha fazla red flag bulunması TTR-KA olasılığını arttırmaktadır. Ayrıca bu çalışma ileri yaş, psödo infarkt paterni, SV duvar kalınlığı ile orantısız QRS voltajı ve düşük SV global longitudinal strain’in TTR-KA’yı öngördüren en güçlü red flagler olduğunu ortaya koymaktadır.
Objective: Cardiac amyloidosis (CA) is a cardiomyopathy characterized by amyloid infiltration in the myocardium. Transthyretin cardiac amyloidosis (TTR-CA), commonly presenting as heart failure with preserved ejection fraction (HFpEF), was the focus of our study, which aimed to identify red flags that heighten suspicion of CA in HFpEF patients.

Methods: We prospectively included patients diagnosed with HFpEF. All patients were assessed for TTR-CA red flag features, cardiac and extra-cardiac, as outlined in the “Diagnosis and Treatment of Cardiac Amyloidosis: A Position Statement of the European Society of Cardiology.” Technetium-99m pyrophosphate (99mTc-PYP) cardiac scintigraphy was performed in 167 HFpEF patients suspected of having TTR-CA. Patients testing positive and negative for TTR-CA were compared based on these red flag features.

Results: Out of 167 HFpEF patients, 19 (11.3%) were diagnosed with TTR-CA. In the TTR-CA group, 17 (89.5%) patients were 65 years or older. The presence of three or more red flags differentiated the TTR-CA positive and negative groups (P = 0.040). Features such as low voltage and pseudo infarct patterns were more prevalent in the TTR-CA group (P < 0.001 and P < 0.048, respectively). Left ventricular global longitudinal strain (LV-GLS) was lower in the TTR-CA positive group (P < 0.001). Multivariate analysis identified four variables—older age, pseudo infarct pattern, low/decreased QRS voltage, and LV-GLS—as strong, independent predictors of TTR-CA, with significant odds ratios (ORs) of 7.8, 6.8, 16.9, and 1.2, respectively.

Conclusion: In this study, TTR-CA etiology occurs in approximately one in every ten HFpEF patients. The presence of three or more red flags increases the likelihood of TTR-CA. Older age, pseudo infarct pattern, low/decreased QRS voltage, and reduced LV-GLS are the most significant red flags indicating TTR-CA in HFpEF patients.

3.The Impact of Sodium-Glucose Cotransporter-2 Inhibitors on Atrial Electromechanical Conduction Time
Enes Çelik, Murat Kerkütlüoğlu, Murat Şahin, Ekrem Aksu, Akif Serhat Balcıoğlu
PMID: 38829634  doi: 10.5543/tkda.2024.27546  Pages 237 - 243
Amaç: Diyabetik hastalarda atrial fibrilasyon (AF) sıklığının normal popülasyona göre anlamlı derecede arttığı gösterilmiştir. Atriyal elektromekanik gecikme, atriyal fibrilasyonun önemli bir belirleyicisi olarak bilinir. Bu çalışmada tip 2 diyabetes mellituslu (DM) hastalarda görece yeni oral antidiabetik ilaçlar olan sodyum-glukoz kotransporter-2 (SGLT-2) inhibitörlerinin atriyal elektromekanik gecikme (EMG) zamanı üzerine etkilerini araştırılması amaçlanmaktadır.

Yöntem: Çalışmaya SGLT-2 inhibitörü başlanacak olan (%53,3 kadın, yaş ortalaması 60,07 ± 10,03 yıl) 30 tip 2 DM hastası alındı. Hastalar başlangıçta ve 6 ay sonra ekokardiyografi ile değerlendirildi. Temel ekokardiyografik bulguları ve doku Doppler ile atrial elektromekanik gecikme zamanları hesaplandı.

Bulgular: İntra-atrial EMG zamanlarında anlamlı azalma izlenmezken, inter- atrial EMG zamanlarında anlamlı kısalma izlendi,15,13 ± 5,87 ms olan interatriyal EMG sürelerinin kontrolde 13,20 ± 6,12 ms’e gerilediği (P = 0,029) bulundu. Lateral PA sürelerinde (58,73 ± 6,41 ms’den 54,37 ± 6,97 ms’e, P < 0,001), septal PA sürelerinde (50,90 ± 6,02 ms’den 48,23 ± 5,88 ms’e, P < 0,001) ve triküspit PA sürelerinde (43,60 ± 6,28 ms’den 41,30 ± 5,60 ms’ye, P = 0,003) istatistiksel olarak anlamlı kısalmalar gözlendi. E/e’değerlerinde 8,13 ± 4,0’den 6,50 ± 2,37’e anlamlı azalma görüldü (P = 0,003).

Sonuç: SGLT-2 inhibitörleri atriumun elektromekanik iletimi üzerinde iyileştirici etkilere sahip olabilir ve böylece SGLT-2 inhibitörleri, DM ilişkili atriumlardaki fonksiyonel bozukluk ve başta AF olmak üzere aritmilerden koruyabilir.
Objective: This study aims to explore the impact of sodium-glucose cotransporter-2 (SGLT-2) inhibitors, a newer class of oral antidiabetic drugs, on atrial electromechanical delay (EMD) in patients with type 2 diabetes mellitus (DM). This is particularly relevant given the significantly higher incidence of atrial fibrillation (AF) in diabetic patients compared to the general population. Atrial electromechanical delay is recognized as an important factor influencing the development of atrial fibrillation.

Methods: This study included 30 type 2 DM patients (53.3% female, mean age 60.07 ± 10.03 years), initiating treatment with SGLT-2 inhibitors. The patients were assessed using echocardiography at baseline and again at 6 months, focusing on basic echocardiographic parameters and atrial electromechanical delay times (EMD) measured via tissue Doppler imaging.

Results: No significant changes were observed in intra-atrial EMD times. However, significant reductions were noted in interatrial EMD times, decreasing from 15.13 ± 5.87 ms to 13.20 ± 6.12 ms (P = 0.029). Statistically significant shortening occurred in lateral pulmonary acceleration (PA) times (from 58.73 ± 6.41 ms to 54.37 ± 6.97 ms, P < 0.001), septal PA times (from 50.90 ± 6.02 ms to 48.23 ± 5), and tricuspid PA times (from 43.60 ± 6.28 ms to 41.30 ± 5.60 ms, P = 0.003). Additionally, there was a significant reduction in the E/e’ ratio from 8.13 ± 4.0 to 6.50 ± 2.37 (P = 0.003).

Conclusion: SGLT-2 inhibitors might positively influence atrial electromechanical conduction, reducing DM-related functional impairments and the risk of arrhythmias, particularly AF.

4.The Role of Biomarkers in Predicting Cognitive Impairment in Elderly Patients with Heart Failure
Ayça Arslan, Ahmet Çelik, Oben Döven
PMID: 38829644  doi: 10.5543/tkda.2024.97143  Pages 244 - 252
Amaç: Bu çalışmanın amacı, düşük ejeksiyon fraksiyonlu kalp yetersizliği (DEF-KY) olan yaşlı hastalarda bilişsel işlev bozukluğunda rol oynayan klinik faktörleri ve sST2 ve GDF-15’in rolünü araştırmaktır.

Yöntem: Çalışmaya 65 yaş üstü 101 kronik DEF-KY hastası dahil edildi. Hastaların bilişsel işlevlerini değerlendirmek amacıyla Montreal Kognitif Değerlendirme Testi (MoCA) ve Mini Mental Durum Testi (MMSE) uygulandı ve sST2, GDF-15 ve NT-proBNP düzeyleri ölçüldü.

Bulgular: NT-proBNP [1845 (831-6387) vs. 1310 (590-2830), P = 0.01, sırasıyla] ve GDF-15 [2.19 (1.10-4.25) vs. 1.43 (0.87-2.34), P = 0,042, sırasıyla] düzeyleri bilişsel işlev bozukluğu olan grupta anlamlı derecede yüksek iken sST2 (1297±604 vs.1199±422, P = 0,34, sırasıyla) düzeyi gruplar arasında benzer bulundu. Bilişsel işlev bozukluğu olan hastalar daha ileri yaştaydı. İnfluenza aşısı olan hastaların oranı bilişsel fonksiyonları normal olan grupta daha yüksek bulundu. GDF-15 düzeyleri MMSE puanı ile negatif korelasyon gösterdi (r = -0,257, P = 0,009). MoCA (r = -0,325, P = 0,001) ve MMSE (r = -0,282, P = 0,005) skorları ile sağ ventrikül çapı negatif, hemoglobin düzeyleri ise pozitif korelasyon gösterdi. Lojistik regresyon analizinde yüksek GDF-15 (OR = 1,264, %95 GA = 1,009-1,583) düzeyleri, ileri yaş (OR = 1,100, %95 GA = 1,012-1,195) ve yüksek NYHA (OR = 5,328, %95 GA = 2,033-13,962) sınıfı artmış bilişsel işlev bozukluğu riskiyle ilişkili bulundu.

Sonuç: Kalp yetersizliği olan yaşlı hastalarda bilişsel işlev bozukluğu yaş, sağ ventriküler dilatasyon, anemi, NYHA fonksiyonel sınıfı, GDF-15 ve NT-proBNP düzeyi ile ilişkili olabilir.
Objective: This study explores the impact of sST2, Growth Differentiation Factor 15 (GDF-15), and clinical factors on cognitive dysfunction in elderly patients with heart failure with reduced ejection fraction (HFrEF).

Methods: A cohort of 101 chronic stable HFrEF patients aged over 65 years old participated in the study. Cognitive functions were assessed using the Montreal Cognitive Assessment (MoCA) test and the Mini Mental State Examination (MMSE). Levels of sST2, GDF-15, and N-terminal pro b-type natriuretic peptide (NT-proBNP) were also measured.

Results: Notably higher levels of NT-proBNP and GDF-15 were observed in the group with cognitive dysfunction, whereas sST2 levels were similar between the groups. The cognitive dysfunction group consisted of older patients. A higher proportion of patients with normal cognitive function had received influenza vaccinations. Furthermore, GDF-15 levels inversely correlated with MMSE score. Right ventricular diameter was negatively correlated, while hemoglobin levels were positively correlated with both MoCA and MMSE scores. Logistic regression analysis identified increased GDF-15 levels, older age, and advanced New York Heart Association (NYHA) classes as predictors of higher cognitive dysfunction risk, whereas influenza vaccination was linked to a reduced risk of cognitive dysfunction.

Conclusion: Cognitive dysfunction in elderly patients with heart failure may be influenced by factors such as age, right ventricular enlargement, anemia, NYHA functional class, and levels of GDF-15 and NT-proBNP.

5.The Prognostic Value of the Triglyceride-Glucose Index in Forecasting Ten-Year Major Adverse Cardiovascular Events in Non-Diabetic Patients with Acute Myocardial Infarction Undergoing Percutaneous Coronary Intervention
Uğur Köktürk, Orhan Onalan, Mustafa Umut Somuncu, Begüm Uygur, İlke Erbay, Fahri Çakan, Ahmet Avcı
PMID: 38829642  doi: 10.5543/tkda.2023.58554  Pages 253 - 259
Amaç: Primer perkütan koroner girişim (PKG) uygulanan, diyabetik olmayan akut miyokard enfarktüslü (MI) hastalarda 10 yıllık takipte trigliserit glikoz (TyG) indeksi ile majör istenmeyen kardiyovasküler olay (MACE) insidansı arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık.

Yöntem: Akut MI ile başvuran ve primer PKG uygulanan toplam 375 ardışık diyabetik olmayan hasta çalışmaya dahil edildi. TyG indeksi değerlendirildi. TyG indeksi cut-off değerine göre ≥ 8,84 olanlar yüksek TyG indeksi grubu olarak kabul edildi. MACE için klinik sonuçlar 10 yıllık takiplerde değerlendirildi. MACE, tüm nedenlere bağlı ölüm, tekrarlayan MI, hedef damar revaskülarizasyonu ve kalp yetersizliği nedeniyle yeniden hastaneye yatış olarak tanımlandı.

Bulgular: Akut MI ile gelen PKG yapılan hastalarda sonraki 10 yıl içinde MACE insidansı, yüksek (≥ 8.84) TyG indeks grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (P = 0,004). Çok değişkenli analizde TyG indeksi, akut MI hastalarında MACE için bağımsız öngördürücü olarak saptandı. (Odds oranı = 1,64; %95 GA: 1,22–2,21; P = 0,002). ‘Receiver operating characteristic’ eğrisi analizine göre PKG sonrası akut MI hastalarında TyG indeksi MACE oluşumunu tahmin edebilmiştir (MACE için eğri değerinin altındaki alan 0,562; %95 GA: 0,503-0,621; P = 0,038).

Sonuç: Bu çalışma, diyabetik olmayan akut MI hastalarında yüksek TyG indeks seviyeleri ile artmış MACE riski arasında bir ilişki olduğunu ve TyG indeksinin, diyabeti olmayan PCI uygulanan akut MI hastalarında klinik sonuçların geçerli bir göstergesi olabileceğini göstermiştir.
Objective: This study aimed to explore the association between the triglyceride-glucose (TyG) index and major adverse cardiovascular events (MACE) over a ten-year period in non-diabetic patients with acute myocardial infarction (MI) undergoing primary percutaneous coronary intervention (PCI).

Methods: We included 375 consecutive non-diabetic patients presenting with acute MI who underwent primary PCI. The TyG index was calculated and patients were divided based on a cut-off value of ≥ 8.84 into high and low TyG index groups. The incidence of MACE, including all-cause mortality, target vessel revascularization, reinfarction, and rehospitalization for heart failure, was assessed over 10 years.

Results: Over the next 10 years, patients who underwent PCI for acute MI experienced a significantly higher incidence of MACE in the group with a high TyG index (≥ 8.84) (P = 0.004). Multivariable analysis revealed that the TyG index independently predicted MACE in these patients [odds ratio = 1.64; 95% confidence interval (CI): 1.22-2.21; P = 0.002]. Analysis of the receiver operating characteristic curve indicated that the TyG index effectively predicted MACE in patients with acute MI following PCI, with an area under the curve of 0.562 (95% CI: 0.503-0.621; P = 0.038).

Conclusion: This study established a correlation between high TyG index levels and an elevated risk of MACE in non-diabetic patients with acute MI. The findings suggest that the TyG index could be a reliable indicator of clinical outcomes for non-diabetic acute MI patients undergoing PCI.

6.Evaluation of Procedure Doses and Staff Attitudes in Interventional Cardiology in Terms of Radiation Safety
Uğur Uğrak, Yusuf Uzkar, İrfan Düzen, Temel Acar, Ercan Karabey, Gülperi Durmaz
PMID: 38829631  doi: 10.5543/tkda.2024.18363  Pages 260 - 268
Amaç: Kardiyoloji kateter laboratuvarları birçok tanısal ve tedavi edici vaka gerçekleştirilmekte ve radyasyona maruz kalmanın oldukça yüksek olduğu bir alan olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmanın amacı, kardiyoloji kateter laboratuvarında hastalara maruz kalan kümülatif radyasyon dozlarının (CAK) değerlendirilmesi ve personelin radyasyon optimizasyonuna yönelik tutumlarının ortaya konulmasıdır.

Yöntem: Bu çalışmada farklı özelliklere sahip dört devlet hastanesinin katater laboratuvarlarındaki hastaların radyasyon dozları (n = 2804) değerlendirilmiştir. Radyasyon dozu değerlendirmesi Kümülatif Air Kerma ölçütü ile yapılmıştır. Veriler, hastanelerde görev yapan araştırmacılar tarafından X-Ray cihazlarından ve hastane bilgi sisteminden elde edilmiştir. Hastanelerden elde edilen veriler yapılan işleme göre sınıflandırılmıştır.

Bulgular: Kateterdeki laboratuvar prosedürlerin hasta dozları çalışmada sunulmuştur. Bulgular büyük ölçüde literatürle uyumludur. Bununla birlikte, bulgular aynı zamanda birçok vakanın oldukça yüksek radyasyon dozlarına maruz kaldığını da göstermektedir. Özellikle Kronik Total Oklüzyon (KTO) ve Perkütan Koroner Girişim (PKG) girişimleri optimizasyon altında olmalıdır. Bu çalışmanın bir diğer önemli sonucu da, katater laboratuvarında çalışan personelin X-ray cihazlarının kullanımında radyasyon optimizasyonuna yönelik tutumları yeterli düzeyde değildir.

Sonuç: Bu çalışma bulgularına dayanarak, hasta ve personel güvenliği için radyasyon dozlarını takip edebilecek bir sağlık politikasına ihtiyaç vardır. Bu amaçla, ulusal düzeyde radyasyon seviyelerini izlemek için tanısal radyasyon referans (DRL) seviyeleri oluşturulabilir. Çalışanlar için hizmet içi eğitim planlanabilir ve sonuçların DRL ile takip edilmesi için bir süreci oluşturulabilir.
Objective: Ionizing radiation has long been used in the medical field. Catheter laboratories (cath labs) are recognized as areas where radiation exposure is notably high. This study aims to examine the levels of radiation exposure during various interventional procedures to raise awareness of this issue in Türkiye.

Methods: This study evaluated the procedure radiation doses (n = 2804) in the cath labs of four public hospitals with distinct characteristics. Radiation dose evaluation was conducted using Cumulative Air Kerma (CAK). The Kolmogorov-Smirnov test, Kruskal-Wallis H test, independent T-test, and Pearson correlation coefficient were utilized to analyze the data. A p-value of < 0.05 was considered statistically significant. Data were analyzed using IBM® Statistical Package for the Social Sciences (SPSS®) STATISTICS Version 26.0.0.0 (IBM Corporation, Armonk, New York, USA).

Results: The procedure radiation doses in the cath labs were documented. The findings are largely consistent with the literature. Notably, several outlier cases with extremely high radiation doses were identified [CAK (min-max) = 0.12 – 9.9 Gy]. Procedures such as chronic total occlusion (CTO) [Mean CAK: 3.8 (± 1.5) Gy] and percutaneous coronary interventions (PCI) [Mean CAK: 1.5 (± 1.4) Gy] were associated with high doses. Additionally, personnel attitudes toward radiation optimization in cath labs were found to be inadequate.

Conclusion: The incidence of high radiation exposure during interventional procedures may be higher than expected in Türkiye. Further research is necessary to identify predictors and implement preventive measures to reduce these rates. For this purpose, establishing diagnostic radiation reference levels (DRLs) could help monitor national radiation levels.

7.The Effect of Night Shift on Blood Pressure in Healthcare Workers
Akın Torun, Almina Erdem, Şahhan Kılıç, Feyza Betül Çetinkaya, Volkan Çamkıran, Ahmet Lütfüllah Orhan
PMID: 38829641  doi: 10.5543/tkda.2024.55484  Pages 269 - 273
Amaç: Tüm yaş gruplarındaki bireyler hem internal hem de çevresel faktörlerin birleşiminin bir sonucu olarak yüksek kan basıncına maruz kalabilirler. Arteriyel basınç diyet, stres, uyku düzeni ve yaşam tarzı gibi çeşitli faktörlerden etkilenir. Bu çalışmada gece çalışan meslek gruplarında yüksek tansiyona yatkınlığın gözlemlenmesini amaçladık.

Yöntem: Çalışmamızı ayda en az 6 gece nöbeti olan sağlık çalışanı katılımcıları ile tasarladık. Gündüz saatlerinde aynı işi yapan katılımcılar kontrol grubuna dahil edildi. Herhangi bir kronik hastalık veya tansiyonu etkileyen ilaç kullanımı katılımcıları çalışma dışı bıraktı. Holter kayıtları 48 saat yapıldı ve bu süre katılımcıların hem boş gününü hem de çalışma gününü kapsıyordu.

Bulgular: Bu çalışmada, 55’i çalışma grubunda, 59’u kontrol grubu olmak üzere toplam 114 katılımcı takip edildi. Katılımcıların sistolik ve diyastolik basınçlarının gündüz-gece oranlamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar gözlendi (sırasıyla P değerleri, 0,006 ve 0,005). Sistolik gündüz-sistolik gece değişimi çalışma grubunda %-5,7 ± 5,5, kontrol grubunda ise %-9,0 ± 7,0 idi. Diyastolik gündüz- diastolik gece değişimi çalışma grubunda -%7,9 ± 9,6, kontrol grubunda ise %-12,7 ± 8,2 idi.

Sonuç: Gece vardiyası içeren meslekler, uyku bozukluklarının bir sonucu olarak sıklıkla non dipper olarak tanımlanan kan basıncı modelleri sergileyebilir. Gece vardiyasında çalışmanın neden olduğu körelmiş dipping kan basıncının dikkate alınması, uzun dönemde hipertansiyonun ve ilişkili tıbbi durumların değerlendirilmesi ve izlenmesinde önem arz eden bir unsur olarak göze çarpmaktadır.
Objective: Individuals across all age groups may experience elevated blood pressure due to a combination of internal and environmental factors. Factors influencing arterial pressure include diet, stress, sleep patterns, and lifestyle. This study aims to investigate the susceptibility to high blood pressure among occupational groups working night shifts.

Method: The study included healthcare worker participants who had at least six night shifts per month. A control group consisted of participants performing the same roles during daytime. Participants with chronic diseases or those taking blood pressure-affecting medication were excluded. Holter recordings were made over a minimum of 48 hours, including both a free day and a work day.

Results: The study involved 114 participants—55 in the study group and 59 in the control group. Statistically significant differences were noted between the groups in the daylight-night ratios of systolic and diastolic pressures, with P values of 0.006 and 0.005, respectively. The systolic daylight-night difference was -5.7 ± 5.5% in the study group and -9.0 ± 7.0% in the control group. The diastolic daylight-night difference was -7.9 ± 9.6% in the study group and -12.7 ± 8.2% in the control group.

Conclusion: Occupations with nighttime work schedules are often associated with non-dipping blood pressure patterns due to sleep disturbances. It is crucial to consider the blunted dipping of blood pressure induced by night shift work when assessing and monitoring hypertension and related medical conditions.

HOW TO?
8.What Can We Do in Patients Non-Responsive to Cardiac Resynchronisation Threapy?
Yalçın Velibey
PMID: 38829637  doi: 10.5543/tkda.2024.34560  Pages 274 - 283
Abstract |Full Text PDF

CASE REPORT
9.Impact of Advanced Extravascular Calcified Plaque on the Assessment of Coronary Stenosis Severity
Toshimitsu Tsugu, Kaoru Tanaka, Mayuko Tsugu, Yuji Nagatomo, Johan De Mey
PMID: 38829638  doi: 10.5543/tkda.2023.35882  Pages 284 - 289
Koroner bilgisayarlı tomografi anjiyografi (BT) ve BT kaynaklı fraksiyonel akım rezervi (FFRCT), koroner arter hastalığı (KAH) için altın standart tanı tekniği olan invaziv koroner anjiyografi (ICA) ile uyumlu olarak yüksek tanısal doğ/ruluk sağlar. Bununla birlikte, kalsifiye bileşenlerin varlığı koroner darlık şiddetinin yorumlanmasını zorlaştırmaktadır. Bu yazıda, koroner BT anjiyografi/FFRCT (belirgin obstrüktif KAH olduğunu gösteren) ve ICA (belirgin obstrüktif KAH olmadığını gösteren) arasında koroner stenoz şiddetinin farklı değerlendirildiği bir vaka sunulmuştur. Koroner BT anjiyografi /FFRCT, sol sirkumfleks arterin orta segmentinde yer alan stenotik lezyonun plak bileşenleri ile çevrili olduğunu ortaya koymuştur. Stenotik lezyonun proksimal ve distal kısımları %80,9 lüminal hacim, %0,2 düşük atenüasyonlu plak, %13,4 orta atenüasyonlu plak ve %5,5 kalsifiye plaktan oluşuyordu. Buna karşılık, stenotik lezyonun kendisi %50,0 lüminal hacim, %0,3 düşük atenüasyonlu plak, %26,7 orta atenüasyonlu plak ve %22,9 kalsifiye plak içeriyordu. İnvaziv koroner anjiyografide belirgin bir obstrüktif KAH görülmemiştir, bu da koroner BT anjiyografi /FFRCT’de belirgin obstrüktif KAH olarak görünen lezyonların muhtemelen ekstravasküler kalsifiye plağın etkileri nedeniyle olduğundan fazla tahmin edildiğini göstermektedir. Lezyonu çevreleyen gelişmiş ekstravasküler kalsifiye plak çeşitli artefaktlara (parıldama ve/veya ışın sertleşmesi artefaktları gibi) ve/veya vazodilatör disfonksiyona (organik ve/veya fonksiyonel) neden olarak koroner BT anjiyografi/FFRCT’de değerlendirmelerinde koroner stenozun ciddiyetinin olduğundan fazla tahmin edilmesine yol açabilir.
Coronary computed tomography angiography (CCTA) and CT-derived fractional flow reserve (FFRCT) provide high diagnostic accuracy for coronary artery disease (CAD), consistent with invasive coronary angiography (ICA), the gold standard diagnostic technique. The presence of calcified components, however, complicates the interpretation of coronary stenosis severity. We present a case where there was a discrepant assessment of coronary stenosis severity between CCTA/FFRCT (indicating significant obstructive CAD) and ICA (showing no apparent obstructive CAD). CCTA/FFRCT revealed that the stenotic lesion, located in the middle segment of the left circumflex artery, was surrounded by plaque components. The proximal and distal portions of the stenotic lesion consisted of 80.9% luminal volume, 0.2% low-attenuation plaque, 13.4% intermediate-attenuation plaque, and 5.5% calcified plaque. In contrast, the stenotic lesion itself contained 50.0% luminal volume, 0.3% low-attenuation plaque, 26.7% intermediate-attenuation plaque, and 22.9% calcified plaque. Invasive coronary angiography showed no apparent obstructive CAD, implying that the lesions appearing as significant obstructive CAD on CCTA/FFRCT were likely overestimated due to the effects of extravascular calcified plaque. Advanced extravascular calcified plaque surrounding the lesion may cause several artifacts (such as blooming and/or beam hardening artifacts) and/or vasodilator dysfunction (either organic and/or functional), potentially leading to an overestimation of the severity of coronary stenosis in CCTA/FFRCT assessments.

10.Management of Intramyocardial Dissecting Hematoma Following Myocardial Infarction
Beytullah Çakal, Sinem Çakal, Korhan Erkanlı
PMID: 38829630  doi: 10.5543/tkda.2023.15424  Pages 290 - 292
Miyokart içi disekan hematom (MDH) sıklıkla akut miyokart enfarktüsü, göğüs travması, kalp cerrahisi sonrası görülebilen nadir bir komplikasyondur. Hemorajik diseksiyonun epikardiyal tabakaya uzanmaktan çok miyokardın içerisinde olduğu kısmi rüptür olarak tanımlanmaktadır. Miyokart içi hematomun tedavisinin yönetimi, sınırlı sayıda yayınlar bulunması nedeniyle tartışmalıdır. Bu yazıda MDH ile sol ana koroner arter ve üç damar hastalığı tanısı konulan ve ardından cerrahi olarak tedavi edilen 61 yaşında bir erkek hasta sunuyoruz.
Intramyocardial dissecting hematoma (IDH) is a rare condition mostly seen following acute myocardial infarction, chest trauma, and cardiac surgery. It is described as an incomplete rupture caused by hemorrhagic dissection within the myocardium, rather than extending to the epicardial layer. Management strategies for IDH are controversial due to limited reports. We present a case of a 61-year-old man diagnosed with IDH, left main, and three-vessel disease, subsequently treated surgically.

11.Myocardial Infarction in Young Adults: Diagnosis Begins Through Inspection
Zeynep Kumral, Ayse Çolak, Mehmet Emre Özpelit, Ebru Özpelit
PMID: 38829640  doi: 10.5543/tkda.2023.52578  Pages 293 - 297
Spontan koroner arter diseksiyonu (SKAD), genellikle orta yaşlı kadınları etkileyen nadir bir akut koroner sendrom formudur. Genetik vaskülopatiler de dahil olmak üzere bağ dokusu hastalıkları SCAD’ye yol açan önemli predispozan durumlardan biridir. Bu yazıda, anterior miyokard enfarktüsü geçiren ve vasküler tip Ehler-Danlos sendromu tanısı alan 36 yaşında bir erkek hasta sunulmuş ve literatür gözden geçirilmiştir.
Spontaneous coronary artery dissection (SCAD) is an atypical cause of myocardial infarction, predominantly seen in women. Among various predisposing factors, genetic vasculopathies such as connective tissue diseases significantly contribute to SCAD. This report discusses a 36-year-old male diagnosed with vascular type Ehlers-Danlos syndrome following an anterior myocardial infarction and explores relevant literature.

CASE IMAGE
12.Coronary Artery Perforation Due to High-Pressure Cutting Balloon Inflations
Antonios Kouparanis, Konstantinos C. Theodoropoulos, Ioannis Botis, Matthaios Didagelos, George Kassimis, Antonios Ziakas
PMID: 38829633  doi: 10.5543/tkda.2023.27330  Pages 298 - 299
Abstract |Full Text PDF | Video

13.Cryoballoon Ablation of Atrial Fibrillation in a Patient with Dextrocardia with Situs Inversus
Serkan Çay, Özcan Özeke, Fırat Özcan, Meryem Kara, Elif Hande Özcan Çetin, Ahmet Korkmaz, Serkan Topaloğlu
PMID: 38829632  doi: 10.5543/tkda.2023.24224  Pages 300 - 301
Abstract |Full Text PDF | Video

LETTER TO EDITOR
14.Correct Interpretation of Exaggerated Blood Pressure Response During Exercise Tests
Ali Çoner
PMID: 38829643  doi: 10.5543/tkda.2024.65357  Pages 302 - 303
Abstract |Full Text PDF

LETTER TO THE EDITOR REPLY
15.Reply to the Letter to the Editor: “Correct Interpretation of Exaggerated Blood Pressure Response During Exercise Tests”
Gurbet Özge Mert
PMID: 38829639  doi: 10.5543/tkda.2024.50625  Page 304
Abstract |Full Text PDF

EDITORIAL
16.News and Comments from Cardiology
Ertan Ural
Page 305
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.