ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 52 (2)
Volume: 52  Issue: 2 - March 2024
ORIGINAL ARTICLE
1.The Importance of Nitric Oxide and Oxidative Stress in Atrial High-Rate Episodes in Patients with Cardiac Devices
İnanç Artaç, Metin Öğün, Timor Omar, Muammer Karakayalı, Doğan İliş, Ayça Arslan, Yavuz Karabağ, İbrahim Rencüzoğulları
PMID: 38465533  doi: 10.5543/tkda.2023.07433  Pages 81 - 87
Amaç: Atriyal Yüksek Hızlı Epizotlar (AYHE), kardiyak implante edilebilir elektronik cihazlar (KİEC) ile tespit edilebilen subklinik atriyal taşiaritmilerdir. AYHE; atriyal fibrilasyon (AF) tromboembolizm, kardiyovasküler ve serebrovasküler olaylar ve mortalite riskinde artma ile ilişkilendirilmiştir. Oksidatif stres belirteçlerinin AF’li hastalardaki önemi son zamanlarda değerlendirilmiş ve aralarındaki ilişki gösterilmiştir. Ancak, AYHE ile oksidatif stres belirteçleri ve nitrik oksit arasındaki ilişki henüz aydınlatılmamıştır. Bu bağlamda, bu çalışmanın amacı, KİEC’li hastalarda bu belirteçler ile AYHE arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.

Yöntem: Bu prospektif, kesitsel çalışmaya KIEC’li 180 hasta alındı. Çalışma popülasyonu, AHRE’nin varlığı (n = 78) ve yokluğuna (n = 102) göre iki gruba ayrılarak AYHE’nin biyobelirteçlerle ilişkisi incelendi.

Bulgular: AYHE (+) grubu anlamlı derecede daha yaşlıydı, hipertansiyon prevalansı, NT-proBNP (508,8 ± 249 pg/mL karşı 415,3 ± 292,1; P = 0,037), malondialdehit (MDA: 20,9 ± 4,1 μmol/L karşı 19,1 ± 3,1 μmol/L; P = 0,006) ve nitrik oksit sentaz (iNOS) aktivitesi (1.935,9 ± 326,1 pg/mL karşı 1.677,4 ± 363,2 pg/mL; P < 0,001) daha yüksekti. Lojistik regresyon analizinde yaş, hipertansiyon, MDA (odds oranı [OR]: 1,131, %95GA: 1,009 - 1,268, P = 0,035), iNOS aktivitesi (OR = 1,002, %95 GA = 1,001 -1,003, P < 0,001) ve endotel nitrik oksit sentaz (eNOS) aktivitesi (OR = 0,990, %95 GA = 0,986 - 0,984, P < 0,001) AYHE’nin bağımsız belirleyicileri olarak belirlendi.

Sonuç: Çalışma bulguları, NT-proBNP, MDA, nitrik oksit plazma düzeylerinin ve iNOS ile eNOS ekspresyonunun AYHE ile anlamlı düzeyde ilişkili olduğunu gösterdi. Ayrıca, yüksek plazma MDA konsantrasyonları, iNOS aktivitesi artışı ve eNOS aktivitesi azalması, AYHE’nin bağımsız belirleyicileri olarak tanımlandı.
Objective: Atrial High Rate Episodes (AHRE) are subclinical atrial tachyarrhythmias detectable by cardiac implantable electronic devices (CIEDs). AHREs have been associated with an increased risk of developing atrial fibrillation (AF), thromboembolism, cardiovascular and cerebrovascular events, and mortality. Although recent studies have assessed the value of oxidative stress markers in patients with AF, the relationships between AHRE and oxidative stress markers, including nitric oxide, has not yet been elucidated. This study aims to investigate the relationship between these markers and AHRE.

Method: This prospective, cross-sectional study comprised 180 patients with CIEDs. The study population was divided into two groups based on the presence (n = 78) and absense (n = 102) of AHRE to analyze its association with biomarkers.

Results: The AHRE (+) group was significantly older, had a higher prevalence of hypertension, higher NT-proBNP (508.8 ± 249 pg/mL vs. 415.3 ± 292.1; P = 0.037), MDA levels (20.9 ± 4.1 μmol/L vs. 19.1 ± 3.1 μmol/L; P = 0.006), and iNOS activity (1,935.9 ± 326.1 pg/mL vs. 1,677.4 ± 363.2 pg/mL; P < 0.001). Logistic regression analysis identified age, hypertension, MDA (odds ratio [OR]: 1.131, 95%CI: 1.009 - 1.268, P = 0.035), inducible nitric oxide synthase (iNOS) activity (OR = 1.002, 95% CI = 1.001 - 1.003, P < 0.001), and endothelial nitric oxide synthase (eNOS) activity (OR = 0.990, 95% CI = 0.986 - 0.984, P < 0.001) as independent predictors of AHRE.

Conclusion: The study findings indicated that plasma levels of NT-proBNP, MDA, nitric oxide, and the expression of iNOS and eNOS were significantly associated with AHRE. Moreover, elevated plasma MDA concentrations, increased iNOS activity, and decreased eNOS activity were identified as independent predictors of AHRE.

2.Endovascular Repair of Ruptured Aortic Aneurysm: A Single-Center Experience
Uygar Çağdaş Yüksel, Serkan Asil, Erkan Yıldırım, Mehmet Sadık Karpat, Suat Görmel, Serdar Fırtına, Salim Yaşar, Barış Buğan, Ayşe Saatçi Yaşar, Murat Çelik, Cengiz Bolcal, Cem Barçın
PMID: 38465530  doi: 10.5543/tkda.2023.91628  Pages 88 - 95
Amaç: Aort rüptürü nadir görülen, katastrofik bir acil durumdur. Mortalitenin birincil belirleyicileri hızlı tanı ve tedavidir. Başarılı bir şekilde tedavi edilen birçok hasta işlem sonrası hipovolemik şok ve çoklu organ yetmezliği nedeniyle kaybedilmektedir. Bu makalede aort rüptürü olan ve endovasküler olarak tedavi edilen on altı hastanın klinik ve prosedür ayrıntıları anlatılacaktır. Ayrıca hastaların mortalitesinin ana belirleyicileri vurgulanmaya çalışılmıştır.

Yöntem: Ekim 2016-Mart 2023 tarihleri arasında merkezimizde akut aort rüptürü nedeniyle endovasküler tedavi uygulanan hastalar retrospektif olarak çalışmaya dahil edildi.

Bulgular: Akut aort rüptürü için toplam 16 hastaya endovasküler anevrizma onarımı (EVAR) veya torasik endovasküler anevrizma onarımı (TEVAR) uygulandı. Hastaların yaş ortalaması 73.06 (52-92) yıl olup, 15 hasta erkekti. 10 hastada abdominal aort anevrizması rüptürü, 3 hastada torasik aort anevrizması rüptürü, 2 hastada izole iliak arter anevrizması rüptürü ve 1 hastada anevrizmal olmayan aort rüptürü saptandı. Bizim serimizde kendi kendini sınırlayan, hemodinamik durumu stabil olan hastaların prognozu oldukça iyiydi. Ancak sekiz hastamız multiorgan yetmezliği, hemorajik şok, dissemine intravasküler koagülopati, böbrek yetmezliği veya abdominal kompartman sendromu nedeniyle kaybedildi. Bu hastalar genellikle kötü başvuru hayati belirtileri ve hemoglobin değerlerine sahipti. İşlemin başarısı icin en önemli faktörler kanamayı bir an önce durdurmak, genel anesteziden kaçınmak ve sıvı replasmanı yerine kan ürünü replasmanı yapmaktı.

Sonuç: Her hasta başvuru anındaki hemodinamiğine, anevrizma boyutuna ve EVAR’a veya prosedürün cerrahi uygunluğuna, lojistik faktörlere ve operatör merkezin deneyimine göre yönetilmelidir.
Objective: Aortic rupture is a rare and catastrophic emergency. Prompt diagnosis and treatment are the primary determinants of mortality. During follow-up, the majority of patients who have been effectively treated die from hypovolemic shock and multiorgan failure. This article describes the clinical and procedural details of sixteen patients with ruptured aortic aneurysms treated endovascularly. In addition, it discusses the main factors contributing to the mortality of these patients.

Method: Patients who underwent endovascular treatment for acute aortic rupture at our center from October 2016 to March 2023 were included in this retrospective study.

Results: A total of 16 patients underwent endovascular aneurysm repair (EVAR) or thoracic endovascular aneurysm repair (TEVAR) for acute aortic rupture. The patients’ mean age was 73.06 years (range: 52-92), and 15 of them were male. The ruptures occurred in the abdominal aortic aneurysm in ten patients, in thoracic aortic aneurysm in three patients, in the isolated iliac artery aneurysm in two patients, and there was one case of non-aneurysmal aortic rupture. In our series, patients who presented with an impending, self-limited rupture and stable hemodynamic status had good prognostic outcomes. However, eight patients died due to multiorgan failure, hemorrhagic shock, disseminated intravascular coagulopathy, renal failure, or abdominal compartment syndrome. These patients generally had poor admission vital signs and low hemoglobin values. The most critical determinants for the success of the procedure are promptly stopping the bleeding, avoiding general anesthesia, and opting for blood product replacement instead of fluid replacement.

Conclusion: Each patient with ruptured aortic aneurysm should be managed according to the patient’s hemodynamics at presentation, the size of the aneurysm, the suitability for percutaneous procedure, logistical factors, and the operator-center’s experience.

3.Effect of Albumin-Bilirubin Score on Prognosis in Ambulatory Heart Failure Patients with Reduced Ejection Fraction
Aylin Sungur, Mustafa Azmi Sungur, Özlem Yıldırımtürk
PMID: 37905538  doi: 10.5543/tkda.2023.04488  Pages 96 - 102
Amaç: Kalp yetersizliği, kalp debisinde azalma ve venöz konjesyonda artmaya bağlı olarak karaciğer fonksiyonlarını etkiler. Yakın zamanda albümin-bilirubin (ALBI) skorunun kalp yetersizliği ile hastaneye yatırılan hastalarda prognostik değeri olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada, ambulatuvar düşük ejeksiyon fraksiyonlu kalp yetersizliği (DEF-KY) hastalarında ALBI skorunun uzun dönem mortalite ile ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık.

Yöntem: Bu tek merkezli retrospektif çalışmaya 2014 ve 2019 yılları arasındaki ambulatuvar DEF-KY’li 417 ardışık hasta dahil edildi. ALBI skoru, (log10 total bilirubin [mg/dL] × 0,66) + (albümin [g/dL] × -0,085) formülü ile hesaplandı. Hastalar ALBI skorlarına göre düşük ALBI skor grubu (≤-2,60) ve yüksek ALBI skor grubu (>-2,60) olarak ikiye ayrıldı. Çalışmanın sonlanım noktası, tüm nedenlere bağlı ölüm olarak belirlendi. Hastalar ortanca 55 (42,6-68,4) ay takip edildi.

Bulgular: Çalışma grubunun yaş ortalaması 51,5 ± 11,9 idi ve hastaların %74,8’i erkekti. Hastaların %36,5’i (n=152) yüksek ALBI skoru grubundaydı. ALBI skoru yüksek grupta New York Kalp Cemiyeti fonksiyonel sınıf III/IV semptom daha fazlaydı. Bu grupta, ALBI skoru düşük gruba göre NT-proBNP düzeyleri, sistolik pulmoner arter basıncı ve inferior vena kava çapı anlamlı olarak daha yüksek, sağ ventrikül sistolik fonksiyonları anlamlı olarak daha düşüktü. Yüksek ALBI skoru grubunda tüm nedenlere bağlı ölüm anlamlı olarak daha fazla gözlendi (%41,4’e karşı %27,2, P = 0,003). Çok değişkenli lojistik regresyon analizi, ALBI skorunun (HR = 1,53, %95 GA = 1,09-2,15, P = 0,02) uzun dönem tüm nedenlere bağlı mortalitenin bağımsız bir belirleyicisi olduğunu ortaya koydu.

Sonuç: ALBI skoru, ambulatuar DEF-KY’li hastalarda artmış uzun dönem mortalite ile ilişkili bulunmuştur. Rutin olarak bakılan iki laboratuvar parametresinden kolaylıkla hesaplanabilen ve prognostik bilgi veren ALBI skoru, bu hasta grubunda karaciğer fonksiyon bozukluğunu değerlendirmek için kullanılabilir.
Objective: Heart failure (HF) often impacts liver function due to reduced cardiac output and increased venous congestion. The Albumin-Bilirubin (ALBI) score has recently been shown to possess prognostic value in patients hospitalized with HF. In this study, we aimed to evaluate the association of the ALBI score with long-term mortality in ambulatory HF patients with reduced ejection fraction (HFrEF).

Method: Consecutive patients with HFrEF were included between 2014 and 2019. The ALBI score was calculated using the following formula: (log10 total bilirubin [mg/dL] × 0.66) + (albumin [g/dL] × -0.085). Patients were categorized into two groups: low ALBI (≤ -2.60) and high ALBI score (> -2.60). The endpoint was all-cause mortality. Patients were followed up for a median of 55 (42.6-68.4) months.

Results: A total of 417 patients were included in the study. The mean age of the group was 51.5 ± 11.9 years, 74.8% were male, and 36.5% (n = 152) of the patients were in the high ALBI score group. Patients with a high ALBI score were more likely to be in the New York Heart Association functional class III/IV. These patients had significantly higher N-terminal pro-brain natriuretic peptide (NT-proBNP) levels, systolic pulmonary arterial pressure, and inferior vena cava diameter, along with worse right ventricular systolic function than patients with a low ALBI score. All-cause mortality was significantly increased in the high ALBI score group (41.4% vs. 27.2%, P = 0.003). Multivariate analysis revealed the ALBI score (HR 1.53, 95% CI 1.09-2.15, P = 0.02) as an independent predictor of long-term mortality.

Conclusion: The ALBI score is associated with increased long-term mortality in outpatients with HFrEF. It can easily be evaluated and utilized as a liver dysfunction score in this patient group, providing prognostic information.

4.Assessment of Bi-Atrial Mechanical Function in Patients with Isolated Atrial Septal Aneurysm
Betül Cengiz Elçioğlu, Saide Aytekin
PMID: 37902033  doi: 10.5543/tkda.2023.87922  Pages 103 - 109
Amaç: Atriyal mekanik disfonksiyon, atriyal septal anevrizmalı (ASA) hastalarda artmış sistemik emboli riskini açıklayabilecek sebeplerden birisi olabilir. Bu çalışmanın amacı izole ASA’lı hastalarda iki boyutlu ‘‘speckle tracking’’ ekokardiyografi (2B STE) kullanarak sol atriyum (LA) ve sağ atriyum (RA) fonksiyonlarını değerlendirmektir.

Yöntem: Çalışmaya 54 ASA hastası (ortalama yaş 50,3 ± 12,48, erkek %37) ve benzer yaş ve cinsiyete sahip 48 sağlıklı birey (ortalama yaş 48,3 ± 10,84, erkek %39,6) dahil edildi. Atriyumların mekanik fonksiyonlarının değerlendirilmesi için transtorasik ekokardiyografi ile geleneksel değerlendirmeye ek olarak 2B STE kullanılarak sol ve sağ atriyal rezervuar strain (RS), pik kontraksiyon straini (PKS) ve konduit straini (KdS) ölçümleri yapıldı.

Bulgular: Sol atriyal RS ve PKS, ASA grubunda kontrollere göre anlamlı derecede düşüktü (sırasıyla, %37,52 ± 2,89 vs. 40,16 ± 2,68, P < 0,001; %17,29 ± 2,5 vs. 19,18 ± 2,23, P < 0,001). Benzer şekilde RA RS ve RA PKS, ASA hastalarında anlamlı derecede düşük bulundu (sırasıyla, %36,97 ± 2,19 vs. 39,77 ± 2,36, P < 0,001; %16,78 ± 2,10 vs. 18,54 ± 2,43, P < 0,001). Çok değişkenli lineer regresyon analizinde ASA ile LA RS, LA PCS, RA RS ve RA PCS arasında güçlü bir bağımsız ilişki gösterilmiştir.

Sonuç: Çalışmamızda izole ASA hastalarında bi-atriyal fonksiyonların azaldığı gösterildi. Bu durum, bu hasta grubunda atriyal aritmiler ve patent foramen ovale dışında artan arteriyel embolinin olası bir nedeni olabilir. Bu sonuçların daha büyük çalışmalarla desteklenmesi izole ASA hastalarına yönelik tedavi ve takip yaklaşımlarını değiştirebilir.
Objective: Atrial mechanical dysfunction may be an alternative mechanism underlying the increased risk of systemic embolism in patients with atrial septal aneurysm (ASA). This study aimed to evaluate left atrial (LA) and right atrial (RA) function using two-dimensional speckle tracking echocardiography (2D STE) in patients with isolated ASA.

Method: Fifty-four patients with ASA (mean age 50.3 ± 12.48, 37% male) and 48 healthy individuals of similar age and gender (mean age 48.3 ± 10.84, 39.6% male) were included in the study. To assess atrial mechanical function, measurements of left and right atrial reservoir strain (RS), peak contraction strain (PCS), and conduit strain (CS) were conducted using 2D STE, in addition to conventional evaluation with transthoracic echocardiography.

Results: LA RS and PCS values were significantly lower in the ASA group than in the controls (37.52 ± 2.89 vs. 40.16 ± 2.68%, P < 0.001 and 17.29 ± 2.5 vs. 19.18 ± 2.23%, P < 0.001, respectively). Similarly, RA RS and RA PCS were significantly lower in patients with ASA (36.97 ± 2.19 vs. 39.77 ± 2.36%, P < 0.001 and 16.78 ± 2.10 vs. 18.54 ± 2.43%, P < 0.001, respectively). A multivariate regression analysis revealed a strong independent association between ASA and the measures LA RS, LA PCS, RA RS, and RA PCS.

Conclusion: Our findings indicate that bi-atrial function are diminished in patients with isolated ASA. This may be a possible cause for the increased risk of arterial embolism in this patient group, aside from atrial arrhythmias and patent foramen ovale. Validating these results with larger studies may influence the treatment and follow-up strategies for patients with isolated ASA.

5.Is There a Relationship Between Metabolic Equivalence and the SYNTAX Score as Strong Prognostic Markers?
Gökhan Ergün, Halime Tanrıverdi, Erkan Demirci, Yasemin Doğan, Yücel Yılmaz, Şaban Keleşoğlu, Ziya Şimşek, Selami Demirelli
PMID: 38465532  doi: 10.5543/tkda.2023.20745  Pages 110 - 115
Amaç: Metabolik eşdeğer (MET) ve SYNTAX skoru kardiyovasküler prognostik önemi bilinen iki parametredir. Bu çalışmada, kronik koroner sendrom (KKS) hastalarında MET ile SYNTAX skorunun doğrudan ilişkiyi araştırmayı amaçladık.

Yöntem: Bu retrospektif çalışmaya koroner anjiyografi yapılan ve pozitif egzersiz elektrokardiyografi testi sonucu olan 18 yaş üstü 200 hasta dahil edildi. Hastalar iki gruba ayrıldı: Düşük SYNTAX skoru olan Grup 1 ve orta-yüksek SYNTAX skoru olan Grup 2. Ardından bu gruplar arasında MET değerleri karşılaştırıldı.

Bulgular: Hastaların bazal demografik özellikleri ve laboratuvar değerleri benzerdi. Düşük ve orta-yüksek SYNTAX skoru gruplarında ortalama MET değeri sırasıyla 9,36 ± 2,38 ve 8,78 ± 2,43 olarak saptandı. İstatiksel farklılık izlenmedi (P = 0,086). Ayrıca, MET değerlerinin 10 ≤ veya 10 > olması açısından yapılan değerlendirmede her iki grup arasında istatistiksel fark saptanmadı (P = 0,172).

Sonuç: Çalışmamızda saptadığımız temel sonuç, KKS’de SYNTAX skoru ile fonksiyonel MET değeri arasında ilişki olmadığıdır.
Objective: The metabolic equivalent (MET) and Synergy between Percutaneous Coronary Intervention with TAXUS and Cardiac Surgery (SYNTAX) score are two parameters with known cardiovascular prognostic significance. In this study, we aimed to investigate the direct relationship between MET and SYNTAX score in patients with chronic coronary syndrome (CCS).

Method: This retrospective study included 200 patients over 18 years of age who underwent coronary angiography and had a positive exercise electrocardiography test result. Patients were divided into two groups: Group 1 with a low SYNTAX score and Group 2 with a medium-high SYNTAX score. MET values were then compared between these groups.

Results: Baseline demographic characteristics and laboratory values were similar between the groups. The mean MET values in the low and medium-high SYNTAX score groups were 9.36 ± 2.38 and 8.78 ± 2.43, respectively. No statistical difference was observed (P = 0.086). Additionally, there was no statistical difference between the two groups in terms of MET values being 10 ≤ or 10 > (P = 0.172).

Conclusion: The main conclusion of our study is that there is no correlation between the SYNTAX score and functional MET value in CCS.

6.Antiplatelet Treatment Preferences of a Group of Cardiologists from Türkiye: A Survey Research Study
Özge Çetinarslan, Mustafa Yenerçağ, Mehdi Zoghi, Asım Oktay Ergene
PMID: 38465531  doi: 10.5543/tkda.2023.54778  Pages 116 - 124
Amaç: İkili antiplatelet tedavinin süresine karar vermek kompleks bir karar olmaya devam etmektedir. Bu araştırma, Türkiye’den bir grup kardiyoloji uzmanının günlük pratiklerindeki koroner arter hastalarında antiplatelet tedavi tercihlerini ve tedavi sürelerini araştırmayı amaçlamaktadır.

Yöntem: Çevrimiçi 38 soruluk bir anket yoluyla, 314 kardiyoloğun antiplatelet tedavi tercihleri toplandı. Katılımcıdan alınan cevapların nitel tanımlayıcı özellikleri incelendi.

Bulgular: Çalışmaya katılan kardiyologlar, en çok eğitim ve araştırma hastanelerinde (%51,59) ve üniversite hastanelerinde (%21,66) çalışmaktaydı. Katılımcılar STEMI ve NSTE-AKS tanısı ile PKG uygulanan hastalarda en çok tikagrelor tercih etmekteydi (sırasıyla %69.75 ve %55.73). Kronik koroner sendrom (KKS) tanısı ile PKG uygulanan hastalarda en çok klopidogrel (%94,90) tercih edilmekteydi. Katılımcıların %57,01’i, NSTE-AKS’li hastalarında planlanan tedavi stratejisinden bağımsız olarak P2Y12 reseptör inhibitörü yükleme dozu ile ön tedavi uygulamaktaydı. Kanama riski düşük olup PKG ile tedavi edilen NSTE-AKS hastalarında, katılımcıların %83,12’si 12 ay ve %14,65’i > 12 ay süreyle DAPT tercih etmekteydi. PKG ile tedavi edilen yüksek kanama riskli NSTE-AKS hastalarında altı aylık (%74,52), üç aylık (%19,75) ve bir aylık (%5,73) DAPT süreleri seçilmekteydi. Kanama riski yüksek olmayan ve PKG ile tedavi edilen KKS hastalarında katılımcıların %68,15’i 12 aylık DAPT’ı tercih etti. Çoğu katılımcı (%70,70), akut koroner sendrom nedeniyle acil serviste klopidogrel yüklenmiş hastalara daha güçlü bir P2Y12 reseptör inhibitörü tedavisine geçmekteydi.

Sonuç: Türkiye’deki kardiyologların DAPT tedavisi ve süresi ile ilgili tercihlerini fotoğraflamak istediğimiz bu ankette, mevcut kılavuzlarla tutarlı ve çelişkili sonuçlar bulduk.
Anahtar Kelimeler: Akut koroner sendromlar, antiagregan tedavi, kronik koroner sendromlar
Objective: Deciding on the optimal duration of dual antiplatelet treatment (DAPT) remains a complex decision. This survey aims to explore the preferences for antiplatelet therapy and the daily routine regarding DAPT duration in coronary artery disease among a group of cardiologists in Türkiye.

Method: Using an online questionnaire with 38 questions, the preferences of 314 cardiologists were collected. Qualitative descriptive characteristics of the answers received from the participants were examined.

Results: Participating cardiologists mostly worked in training and research hospitals (51.59%) and university hospitals (21.66%). Participants primarily favored ticagrelor in patients undergoing PCI with a diagnosis of STEMI and NSTE-ACS (69.75% and 55.73% respectively). Clopidogrel was the most preferred P2Y12 treatment in patients with chronic coronary syndrome (CCS) after PCI (94.90%). Pre-treatment with a loading dose of a P2Y12 receptor inhibitor was administered to 57.01% of patients with NSTE-ACS, irrespective of the planned treatment strategy. In NSTE-ACS patients with low bleeding risk treated with PCI, 83.12% of participants recommended DAPT for 12 months and 14.65% for >12 months. In high-bleeding-risk NSTE-ACS patients treated with PCI, DAPT durations of six months (74.52%), three months (19.75%), and one month (5.73%) were chosen. Among CCS patients treated with PCI without an increased risk of bleeding, 12 months of DAPT was preferred by 68.15% of participants. Most participants (70.70%) were switching to a more potent P2Y12 receptor inhibitor therapy in emergency department clopidogrel-loaded patients with ACS.

Conclusion: The aim of this survey to capture a snapshot of the preferences of a group of cardiologists in Türkiye regarding DAPT treatment and duration. The responses were both in accordance and in conflict with the current guidelines.

REVIEW
7.Hypertension and Occupational Health: A General Overview and Expert Consensus Suggestions
Yılmaz Güneş, Muhammet Gürdoğan, Servet Altay, Berkay Ekici, Sebahat Gucuk, Enbiya Aksakal, Aycan Fahri Erkan, Çağlar Kaya, Saadet Aydın, Sidar Şiyar Aydın, Emrah Aksakal, Burcu Tokuç, Gürcan Altun
PMID: 38465534  doi: 10.5543/tkda.2023.89406  Pages 125 - 137
Hipertansiyon sıklığı yaşla beraber artan yaygın bir halk sağlığı sorunudur. Çalışma hayatı ile ilgili bazı durumların kan basıncını yükseltmesi veya kan basıncının kontrolünde zorluklara yol açması kaçınılmazdır. Hipertansif bireylerin bazı özel durumlarda çalışması kendilerinin ve başkalarının güvenliğini tehlikeye atabilir. İşyerlerinde hipertansiyona yönelik farkındalığı arttırıcı faaliyetlerde bulunulması, düzenli periyodik muayenelerin yapılması ve gereken önlemlerin alınması çalışan ve toplum sağlığı açısından önem arzetmektedir. Kaynakların sınırlı olması nedeniyle farklı tıbbi birimlerden oluşan bu derlemenin yazarları, fikir birliği ile hipertansiyonda iş sağlığına yönelik rehberlik edecek bazı önerilerde bulundular.
Hypertension is a common public health issue, and its incidene increases parallel to age. It is inevitable that certain occupational conditions may pose risks for high blood pressure or cause difficulties in managing blood pressure. Working under specific circumstances may compromise the safety of individuals with hypertension and potentially others. Therefore, it is crucial to implement activities that enhance awareness of hypertension, to ensure regular periodic examinations, and to establish necessary precautions in the workplace for the health of employees and the public. Given the limited resources offering guidance on hypertension in the context of occupational health, the authors of this paper, who hail from different disciplines, have prepared a set of consensus-based suggestions.

CASE REPORT
8.Early Atherosclerosis and Conduction Defect in a Rare Case of Dunnigan Type Familial Partial Lipodystrophy
Fatih Erkam Olgun, Ekrem Güler, Muhammed Furkan Çeleğen, Bora Demirçelik, Fethi Kılıçaslan, Bilal Boztosun
PMID: 38465528  doi: 10.5543/tkda.2023.35893  Pages 138 - 142
Senkop şikayeti ile acil servise başvuran 45 yaşında kadın hastanın öyküsünden ailesel parsiyel lipodistrofi 2 (FPLD2) tanısı aldığı öğrenildi. İnsüline bağımlı diabetes mellitus ve koroner by-pass cerrahisi öyküsü olan hastanın elektrokardiyografisinde A-V tam blok izlendi. Koroner anjiyografide aort-sağ koroner arter safen ven greftinde ciddi darlık görülmesi nedeniyle başarılı revaskülarizasyon uygulandı. Sonrasında, senkop atakları devam eden hastaya yapılan elektrofizyolojik çalışma sonucunda kalıcı kalp pili takıldı. Bu olguda, FPLD2 tanısı olan hastalarda ciddi kardiyak iletim kusurlarının sadece koroner arter hastalığı ile ilişkili olmadığını, hastalığın doğrudan iletim kusurları ile de ortaya çıkabileceğini vurgulamak istedik.
A 45-year-old female patient was admitted to the emergency department with syncope. Her medical history revealed a diagnosis of Familial Partial Lipodystrophy 2 (FPLD2). The patient’s electrocardiogram showed a complete atrioventricular (A-V) block, and she had a history of insulin-dependent diabetes mellitus and coronary artery bypass surgery. A severe stenosis was observed in the aortic right coronary artery saphenous vein graft during coronary angiography, which was successfully revascularized. Subsequently, due to persistant syncope attacks, a permanent pacemaker was implanted after an electrophysiological study. This case highlights that serious cardiac conduction defects in patients with FPLD2 may not only be related to coronary artery disease but can also present as direct conduction defects.

9.Supporting Role of Adequate Affected Tissue Biopsy in the Diagnostic Algorithm for Cardiac Amyloidosis
Gülsüm Bulut Bingöl, Özge Tok, Emre Özmen, Fulya Avcı Demir, Barış Ökçün
PMID: 38465529  doi: 10.5543/tkda.2023.92265  Pages 143 - 148
Amiloidoz, yanlış katlanmış çeşitli proteinlerin hücre dışı boşlukta birikmesi sonucu ortaya çıkan bir patolojidir. Çoklu organ tutulumu nedeniyle ciddi bir morbidite ve mortalite nedenidir. Mortalite ve morbiditenin en önemli belirleyicilerinden biri kardiyak tutulumdur. Kardiyak amiloidoz (KA) çok sayıda klinik bulgu ile karşımıza çıkabilir. Bu yazıda kardiyak ve kalp dışı doku biyopsisinin rutin tanı yolundaki destekleyici rolünü göstermeyi amaçladık.
Amyloidosis is a pathology that occurs as a result of the accumulation of various misfolded proteins in the extracellular space. It is a significant cause of morbidity and mortality due to multi-organ involvement. One of the most important determinants of mortality and morbidity is cardiac involvement. Cardiac amyloidosis (CA) may present with a variety of clinical findings. In this article, we aim to demonstrate the supportive role of cardiac and extra-cardiac tissue in the routine diagnostic pathway for CA.

10.Complete Percutaneous Retrieval of Migrated VSD Occluder Device from the Pulmonary Artery: Management of a Catastrophic Complication
Barkın Kültürsay, Hacer Ceren Tokgöz, Berhan Keskin, Özgür Yaşar Akbal, Cihangir Kaymaz
PMID: 38465527  doi: 10.5543/tkda.2023.93350  Pages 149 - 152
Musküler VSD’nin transkateter kapatılması, düşük komplikasyon oranları ile güvenli ve etkili bir yöntem olmaya devam etmektedir. Bununla birlikte, cihaz embolizasyonu, ölümcül sonuçları nedeniyle girişimsel kardiyoloji için büyük bir zorluk teşkil edebilir. Efor dispnesi şikayeti ile kliniğimize başvuran 21 yaşında kadın hasta musküler VSD tanısı aldı. Defekt Amplatzer occluder cihazı kullanılarak perkütan olarak kapatıldı. Hasta işlem sonrası ilk günde tekrarlayan öksürük nöbetleri ve hafif hemoptizi yaşadı. Görüntülemede VSD kapama cihazının sağ pulmoner artere atmış olduğu görüldü ve cihazın perkütan olarak çıkarılmasına karar verildi. Sağ pulmoner artere hidrofilik kılavuz tel ve pigtail kateter ile ulaşıldı. Daha sonra kateter 8-Fr kılıfsız kılavuz kateter ile değiştirildi ve 6-Fr Judkins sağ kateter analı kızlı tekniği kullanılarak kılıfsız kılavuz kateterden sağ pulmoner artere ilerletildi. Embolize olan cihazı geri almak için snare kullanılarak birden fazla girişimde bulunuldu. Sonunda cihazın proksimal radyo-opak noktasından, göbeğinden tutularak pulmoner arterden geri çekildi ve cerrahi kesiye gerek kalmadan femoral arterdeki kılıf içinden eksternalize edildi. Olgumuz, pulmoner artere embolize olan VSD kapama cihazının perkütan yolla geri çıkarılmasını anlatmaktadır.
Transcatheter closure of muscular ventricular septal defects (VSD) remains a safe and effective method with low complication rates. However, device migration can pose a significant challenge to interventional cardiologists due to potential mortal consequences. A 21-year-old female presented to our clinic with exertional dyspnea and was diagnosed with a muscular VSD. The defect was percutaneously closed using an Amplatzer occluder device. On the first post-procedural day, the patient experienced repeated episodes of coughing and mild hemoptysis. Imaging revealed migration of the VSD occluder device to the right pulmonary artery (PA). Percutaneous retrieval of the device was then decided upon. The right PA was accessed using a hydrophilic guidewire and a pigtail catheter. This catheter was exchanged for an 8-Fr sheathless guide catheter, and a 6-Fr Judkins right catheter was advanced into the right PA through the sheathless guide catheter using the mother-and-child technique. Multiple attempts using a snare were made to retrieve the migrated device. Eventually, the proximal marker point, the hub of the device, was grasped and pulled back from the PA, then externalized through the sheath without the need for surgical cutdown. Our report represents a case of complete percutaneous retrieval of an embolized VSD occluder device from the PA.

CASE IMAGE
11.Ventricular Aneurysm Mimicking the Image of a Muscular Bridge in the Right Coronary Artery
Ömer Ferudun Akkuş, Melik Demir, Fethi Emre Ustabaşıoğlu, Servet Altay
PMID: 38465526  doi: 10.5543/tkda.2023.94708  Pages 153 - 154
Abstract |Full Text PDF | Video

12.Extraction of a Dual-Chamber Pacemaker and Subsequent Left Bundle Branch Area Pacing in a Young Patient
Serkan Çay, Özcan Özeke, Fırat Özcan, Meryem Kara, Elif Hande Özcan Çetin, Ahmet Korkmaz, Serkan Topaloğlu
PMID: 38465525  doi: 10.5543/tkda.2023.30497  Pages 155 - 156
Abstract |Full Text PDF

EDITORIAL
13.Comments on Cardiology
Ertan Ural
PMID: 38465535  Page 157
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.