1. | Summaries of Articles Pages 142 - 145 Abstract |Full Text PDF |
EDITORYAL YORUM | |
2. | Halkımızda ve Başka Toplumlarda Kan Basıncında Fark ile Koroner Risk Arasındaki İlişki Altan ONAT Pages 146 - 147 Abstract |Full Text PDF |
3. | Olası Tarihi Bir Adım: Ulusal Kalp Sağlığı Platformu'nun Kuruluşu Altan Onat Pages 148 - 149 Abstract |Full Text PDF |
DERLEME | |
4. | Effect of the Valsalva Maneuver on Diastolic Indices in Patients with Essential Hypertension Dilek URAL, Ertan URAL, Göksel KAHRAMAN, Ahmet SEKBAN, Oğuz CAYMAZ, Cumali AKTOLUN, Baki KOMSUOĞLU Pages 150 - 155 Hipertansiyona ait kalp tutulumunun en erken bulgularından biri sol ventrikül diyastolik fonksiyon bozukluğudur. Ancak hipertansif hastaların bir kısmında ekokardiyografik incelemede herhangi bir patolojik bulgu saptanmayabilir. Çalışmamızın amacı mitral akımı normal olan hipertansif hastalarda Valsalva manevrasının diyastolik parametrelere etkisini incelemek ve bulguları sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırmaktır. Koroner arter hastalığı bulgusu olmayan 68 esansiyel hipertansiyonlu hasta (28 kadın, 40 erkek, yaş 50±7) çalışma grubuna alınmış, olgular mitral akimlarındaki E/A oranına göre diyastolik fonksiyon bozukluğu olan (n=36) ve olmayan (n=32) (DD-) olgular olarak ikiye ayrılmıştır. DD- olgulara ve 20 kişilik sağlıklı bir kontrol grubuna Valsalva manevrası yaptırılarak pulsed-Doppler mitral akımı ölçümleri manevranın ikinci aşamasında tekrarlanmıştır. DD- hastaların %72'sinde Valsalva manevrası ile E hızı azalmış ancak A hızının azalmaması hatta hafifçe artması nedeni ile E/A oranı 1.0'ın altına düşmüştür. Kontrol grubunda ise E ve A hızları birbirine yakın oranlarda azalmış ve E/A oranında belirgin bir değişiklik saptanmamıştır. Valsalva manevrası ile E/A oranı 1.0'ın altına inen olguIarın %47'sinde miyokard perfüzyon sintigrafisinde reversible defektler gözlenmiş buna karşılık E/A oranı 1 .0'in üzerinde kalan olguların hiçbirinde perfüzyon defekti izlenmemiştir. Sonuç olarak, hipertansif hastaların önemli bir kısmında diyastolik fonksiyonların bozulduğuna, diyastolik fonksiyonları değerlendirirken transmitral Doppler akım patterni normal olan hastalarda Valsalva manevrası uygulanarak altta yatan diyastolik disfonksiyonun ortaya çıkarılabileceğine ve bu diyastolik fonksiyon bozukluğunun hipertansiyona bağlı koroner arter rezervinde azalma ile birlikte seyrettiğine karar verilmiştir. Diastolic dysfunction is one of the earliest signs of hypertensive heart disease. However, in some of the hypertens ive patients echocardiographic examination cannot reveal any pathologic findings. The aim of our study was to investigate the effect of the Valsalva maneuver on diastolic indices in hypertensive patients with normal mitral flow pattern and to compare the results with a healthy control group and with hypertensive patients with diastolic dysfunction. Sixty-eight hypertensive patients without evidence of coronary artery disease (28 female, 40 male, age 50±7) were divided in two groups according to their E/A ratio as those with diastolic dysfunction (n=36) and no diastolic dysfunction (n=32) (DD-). DDpatients and the control group (n=20) performed Valsalva maneuver and their pulsed-Doppler measurements were repeated at the straining phase. In 72% of DD- patients E velocity decreased during Valsalva maneuver, but E/A ratio feJI below 1.0 because A velocity did not change or increased in some of the patients. However, in the control group E and A velocity showed a similar decrease and no difference could be observed in E/A ratio. In 47% of the patients with a positive response to Valsalva maneuver myocardial perfusion scintigraphy revealed reversible defects whereas none of the patients whose E/A ratio remained over 1.0 had perfusion defects. It is concluded that, a substantial proportion of hypertensive individuals have left ventricular diastolic abnormalities; in patients with normal E/A ratio the Valsalva maneuver should be performed in order to unmask a probable falsely normal finding and diastolic dysfunction develops together with a decrease in coronary reserve. |
5. | Frequency of Left Atrial Thrombus in Nonanticoagulated Chronic Nonvalvular Atrial Fibrillation with and without Left Ventricular Systolic Dysfunction Mehmet BİLGE, Niyazi GÜLER, Beyhan ERYONUCU, Reha ERKOÇ Pages 156 - 160 Sunulan çalışma, antikoagülan almayan sol ventrikül sistolik fonksiyon bozukluğu olan ve olmayan kronik nonvalvüler atriyal fibrilasyon (AF)'lu olgularda transözofajiyal ekokardiyografi (TÖE) ile sol atriyum (SA)'da trombüs ve spontan eko kontrast (SEK) sıklığını belirlemek için planlandı. Ayrıca bu çalışmada, sol ventrikül sistolik fonksiyon bozukluğu olan ve olmayan kronik nonvavüler AF'da sol atriyal apendiks (SAA) fonksiyonu da değerlendirilmiştir. Grup I normal sol ventrikül sistolik fonksiyonlu (sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu=%62±6) 53 olgudan, grup ll bozuk sol ventrikül sistolik fonksiyonlu (sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu=%40±5) 47 olgudan oluşmakta idi. TÖE ile SA trombüsü grup I'de 6 (%11). grup II'de 17 (%36) olguda saptandı. Gruplar arasında anlamlı farklılık vardı (p<0.01). Sol atriyal SEK sırasıyla grup I'de 20 (%38), grup II'de 27 (%57) olguda gözlendi. İki grup arasında istatistiksel olarak farklılık vardı (p<0.05). SAA boşalma hızı, grup I'e göre grup II'de daha düşüktü (23(6 cm/s'ye karşılık 20(4 cm/s; p<0.01 ). SAA maksimal alanı, grup I ile karşılaştırıldığında grup II'de anlamlı derecede daha büyük idi (7.7±2.5'e karşılık 8.9±2 cm, p This study was designed to determine the transesophageal echocardiography (TEE)-detected ineidence of left atrial (LA) thrombus and spontaneous echo contrast (SEC) in 100 patients with and without left ventricular systolic dysfunction with chronic nonvalvular atrial fibrillation (AF) not receiving anticoagulation. In addition, we investigated left atrial appendage (LAA) function. Group I consisted of 53 patients with normal left ventricular systolic function (left ventricular ejection fraction= 62±6%), group II of 47 patients with left ventricular systolic dysfunction (left ventricular ejection fraction= 40±5% ). LA thrombus w as present in 6 of 53 (I 1%) patients in group I and in 17 of 47 (36%) patients in group II. There was significant difference in the occurrence of LA thrombus between the groups (p |
6. | Glucose-Insulin-Potassium Therapy and its Effects on Signal-averaged Electrocardiography in Acute Myocardial Infarction Mehmet Sıddık ÜLGEN, Kenan İLTİMUR, A. Aziz KARADEDE, Sait ALAN, Nizamettin TOPRAK Pages 161 - 167 Akut miyokard infarktüsünde (AMİ), elektriksel sinyallerin ventrikül miyokardında parçalanması (fragmantasyonu) sonucu ortaya çıkan ventriküler geç potansiyeller (GP), sinyal ortalamalı elektrokardiyografi (SOEKG) ile saptanır. Ventriküler GP, ventriküler aritmi ve ani kalp ölümü ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Son yıllarda glukoz- insütin-potasyum (GİK) solüsyonunun ventriküler aritmi ve mortalite üzerine olumlu etkiler yaptığı gösterilmiştir. Bu çalışmada AMİ'ünün erken saatlerinde GİK solüsyonu kullanımı ve SOEKG üzerine olan etkisi araştrılmıştır. Bu çalışma ilk Q dalgalı AMİ tanısı konan ve çalışmayı tamamlayan 72 olgu üzerinde yapıldı. Olgular GİK solüsyonu (300 g glukoz, 50Ü insülin, 80mEq KCl ImL/kg/saat) (n=34) ya da plasebo (serum fizyolojik 1000ml 1mL/kg/saat) (n=38) ile randomize edildi. Kontrendikasyon olmayan tüm olgulara trombolitik tedavi uygulandı. Tüm olguların ilk 24-48 saatler arasında 24 saatlik holter analizi, taburcu olmadan öne (6-9 gün, ortalama 7. gün) ekokardiografi ve SOEKG kayıtları alındı. Ayrıca kontrendikasyon olmayanlara sub-maksimal egzersiz testi uygulandı. Taburcu sonrası (AMİ'ün 30-40 günleri, ortalama 37. gün) SOEKG ve ekokardiyografi kayıtları tekrarlandı. Taburcu öncesi SOEKG kayıtlarında filtre edilmiş total FQRS süresi (FQRSı: 103±7 msn ve 108±11 msn p<0.05), düşük amplütüdlü sinyal süresi (HFLAı: 25±8 msn ve 32±11 msn, p<0.01) GP ı pozitifliği sıklığı (%20 ve %45 p<0.05) GİK grubunda plasebo grubuna kıyasla daha düşük bulunurken QRS sonundaki terminal voltaj ortalama karekökü (RMS-40ı: 45±18 ve 36±20, p<0.05) ve sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (EF) % 54±9 ve %48± 8<0.05) GİK grubunda daha yüksek olarak bulundu. Taburcu sonrası alınan SOEKG kayıtlarında FQRS² (105±8 ve 110±10, p=0.05), HFLA² (26±7 ve 34±10 p<0.01 ), GP ² pozitifiği (%25 ve %38 p>0.05) GİK grubunda daha düşük iken RMS-40² (48±21 ve 33±19 p<0.05) ve EF (59±10 ve 52±11 p<0.05) plasebo grubuna oranla GİK grubunda daha yüksek bulundu. Hastane içi takiplerde post-Mi anjina pektoris saptanan olgu sayısı GİK grubunda anlamlı olarak daha düşük bulunurken (p<0.005) ventriküler aritmi sıklığı GİK grubunda daha düşük olmasına rağmen istatistiksel anlam taşımıyordu (p>0.05). Bu çalışmanın sonucunda AMİ olgularında GİK solüsyonu kullanımının, hastane içi ve sonrası erken dönemde kalbin elektriksel stabilitesi, SOEKG, iskemik olaylar ve sol ventrikül performansı üzerine olumlu etki sağlayabileceği sonucuna varıldı. Low amplitude signals (LP) at the end of the QRS in patients with acute myocardial infaretion CAMI) are related to fragmentation of the electrical impulse in ventricular myocardium and detected on signalaveraged electrocardiography. In this study, w e investigated the use of glucose-insulin-potassium (GlK) solution and its effects on the SAECG in AMI. Methods: Seventy-two consec utive patients diagnosed with first Q-wave AMI were prospectively studied. Thrombolytic therapy was given to all patients unless contraindicated. The patients were randomly given glucose-insulin-potassium (GlK, n=34) solutions which consisted of 300 g of glucose, 50 units of insulin and 80 mEq of KCl in 1000 cc water placebo (saline, n.38). Ambulatory electrocardiographic examinations were performed in all patients between 24-48th hours. S ub-maxi ınal exercise testing (if not contraindicated), s ignalaveraged e lectrocardiogram (SAECG) and echocardiographic records were obtained before discharge (6-9, mean 7 days). In postdischarge early period (in 30-40 days after index infarction) SAECG and echocardiography recordings were repeated. Results: There were no differences found between both groups in view of ages, number of risk factors, Iocalization of infarction. In pre-di sc harge evaluations total filtered QRS durat ion (FQRS ı: ı 03±7 msec vs I 08± ı ı msec p<0.05), Iow-amplitude terminal signal d uration (HFLA ı: 25±8 msec vs 32±1 I msec, p |
7. | Echocardiographic Evaluation of Cardiac Functions and Left Ventricular Mass in Children with Protein Energy Malnutrition Burhan ÖCAL, Selma ÜNAL, H.Tahsin TEZİÇ, Pelin ZORLU, Deniz OĞUZ Pages 168 - 173 Çalışmamızda yaşları 2 ay ile 2 yaş arasında değişen 15 kız, 15 erkek toplam 30 malnütrisyonlu hasta (4 kwashiorkor, 7 marasmik kwashiorkor, 19 marasmus), kalp kütlesindeki, kalbin sistolik ve diyastolik fonksiyonlarındaki değişiklikleri saptamak amacıyla ekokardiyografik olarak değerlendirildi ve yaş uyumlu 17 sağlıklı çocuğun bulguları ile karşılaştırıldı. Malnütrisyonlu ve kontrol grupları karşılaştırıldıklarında; malnütrisyonlu grupta kalp kütlesinin azaldığı (14.5±0.9 vs 19.8±1.1, P<0.05), ancak; kalp kütle/vücut yüzeyi oranının kontrol grubundan farklılık göstermediği (52±1.6 vs 53.9±1 .9, P>0.05 ), kalp kütlesindeki azalmanın vücut kütlesindeki azalma ile orantılı olduğu saptandı. Malnütrisyonlu grupta interventriküler septum ve sol ventrikül arka duvar kalınlığı azalmış olarak bulundu. Sol ventrikül kütlesi, septum ve arka duvar kalınlığındaki azalma kwashiorkorlu hastalarda en belirgindi. Kalp debisi malnütrisyonlu grupta kontrol grubuna göre azalmış olarak bulundu (1.6±0.09 vs 2.1±0.18, p<0.05). Kalp debisinin vücut yüzeyine oranını ifade eden kardiyak inedeksin ise malnütrisyonlu grup ile kontrol grubunda farklı olmadığı saptandı (5.9±0.2 vs 5.7±0.3, p>0.05). Sol ventrikül sistolik fonksiyonlarını gösteren en önemli parametrelerden olan ejeksiyon fraksiyonu ve fraksiyonel kısalma, diyastol sonu ve sistol sonu volümler malnütrisyonlu hastalar ve kontrol grubu arasında farklılık göstermemesine karşın, III. derece malnütrisyonlu grupta ejeksiyon fraksiyonu kontrol grubuna göre azalmış olarak saptandı (0.63±0.02 vs 0.69±0.01, p<0.05). Mitral E velosite, A velosite, E/A oranı, E integral / A integral oranı, izovolumik relaksasyon zamanı, erken diyastolik akım azalma süresi gibi diyastolik fonksiyon parametreleri arasında fark bulunmadı. Ancak erken diyastolik akım artma süresi malnütrisyonlu hastalarda azalmış olarak saptandı (47.2±1.4 vs 54.4±1 .4 msn, p<0.05). Sonuç olarak protein enerji malnütrisyonlu hastalarda, sol ventrikül kütlesi ve kalp debisinin vücut yüzeyindeki azalmaya paralel olarak azaldığını, kalbin sistolik ve diyastolik fonksiyonlarının ise atrofiye rağmen korunduğunu, ancak lll. derece malnütrisyonlu olgularda sistolik fonksiyonların bozulduğunu söyleyebiliriz. We studied 30 children (15 males, ı5 females), aged 2 months-2 years (mean 8.5 ± 5.5 months) with protein energy malnutrition (4 kwashiorkor, 7 marasmus-kwashiorkor, ı9 marasmus, of which 2ı were classified as third-degree malnutrition), and compared their left ventricular mass and systolic and diastolic functions to those of 17 healthy, agematched children (mean 7.0 ± 5 . ı months). The mean Ieft ventricu lar mass in the patients was tower than that in the controls (14.5 ± 0.9 vs 19.8 ± 1 .ı , p<0.05). However, left ventricular mass 1 body surface area was not different in patients with PEM and in the control group (52±1.6 vs 53.9±1.9, p>0.05), indicating that left ventricular mass was reduced in proportion to decrease in body size in malnutrition. Left ventricular septal and posterior wall thickness in PEM was also tower than that in controls, and the most significant reduction in left ventricular mass, septal and posterior wall thickness was found in the kwashiorkor group. Cardiac output was reduced in proportion to decrease in body size in the patient group (1.6 ± 0.09 vs 2. ı ± O. ı 8, p<0.05), so that cardiac index was not significantly different in patients and in the controls (5.9 ± 0.2 vs 5.7 ± 0.3, p>0.05). The systol ic fu nction indices !ike ejection fraction, fractional shortening, left ventricu lar end-diastolic and endsystolic volumes were not different in patients and the control group. However, ejection fraction was decreased in patients with third-degree malnutrition compared to control s (0.63 ± 0.02 vs 0.69 ± 0.0 ı , p<0.05). Diastoıic function indices !ike peak E velocity of mitral inflow, peak A velocity, E/A ratio, EVTI/A VTI ratio, isovolumic relaxation time, the deceleration time of peak E velocity were not significantly different in patients from the controls, except decreased acceleration time of mitral inflow to peak E in the patient group (47.2±1.4 vs 54.4±1.4 msec, p<0,05). In conclusion, we demonstrated that left ventricular mass and cardiac output are reduced in proportion to decrease in the body size in patients with PEM, and left ventricular systolic and diastolic functions are preserved in the atrophic hearts, except in thirddegree malnutrition. |
8. | QT Dispersion in Isolated Myocardial Bridges of Left Anterior Descending Coronary Artery Tural TERZİ, Ahmet Duran DEMİR, Hakan TIKIZ, Mustafa Özcan SOYLU, Uğur Kemal TEZCAN, Şule KORKMAZ Pages 174 - 179 Bu çalışmanın amacı; sol ön inen koroner arterde izole "myocardial bridge" (MB) saptanan hastalarda, MB'in sistolik çap daralma derecesi ve lokalizasyonu ile QT dispersiyonu arasındaki ilişkiyi incelemektir. Bu amaçla çalışmaya Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Kardiyoloji Kliniği'nde 1994-1998 yılları arasında koroner arter hastalığı şüphesi ile koroner anjiyografi yapılan ve sol ön inen koroner arterde MB saptanan 49 hasta alındı. Hastalar MB'li segment tarafından oluşturulan sistolik çap darlığı derecesine göre (Grup 1: kontrol grubu, Grup 2: MB<%50 olan hastalar, Grup 3: MB%50-69 arasında olan hastalar, Grup 4: MB?%70 olan hastalar ve MB'li segmentin 2. diyagonal (D2) daldan önce ve sonra olmasına göre (Grup A: MB D2 öncesi, Grup B: MB D2 sonrası, Grup C: kontrol grubu) sınıflandırıldı. Hastaların dinlenim halinde çekilmiş olan 12 derivasyonlu yüzeyel EKG traselerinden QT parametreleri ölçüldü ve bulunan değerler gruplar arasında karşılaştırıldı. Sistolik darlık derecesi %70 ve daha fazla olan grubun (Grup 4) QT dispersiyonu (QTd) ve kalp hızına göre düzeltilmiş QTd (QTcd) değerleri, diğer gruplardan anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p<0.01 ). MB lokalizasyonlarına göre yapılan değerlendirmede, sol ön inen koroner arterin daha proksimalinde MB'i olan hastalar (Grup A) ile D2 sonrası MB' olan hastalar (Grup B) arasında QTd ve QTcd değerleri arasında anlamlı fark gözlenmezken (p>0.05), Grup A ile kontrol grubu (Grup C) arasında QTd ve QTcd değerleri arasında anlamlı fark saptandı (p<0.05 ). Ayrıca sistolik daralma derecesi ile QTd ve QTcd arasında pozitif bir korelasyon olduğu gözlendi (QTd r=0.37 p<0.01, QTcd r=0.36 p<0.01 ). Sonuç olarak bu çalışmada %70 ve üzerinde sistolik çap daralması oluşturan ve darlığın proksimal yerleşimli olduğu MB'Ii hastalarda QTd ve QTcd'nun artmış olduğu, ayrıca sistolik çap daralma derecesi ile QTd ve QTcd değerleri arasında pozitif bir korelasyon olduğu gözlendi. The aim of this study was to investigate the relation between the QT dispersion and localization and degree of systolic diameter narrowing in the left anterior descending artery caused by myocardial bridge (MB). Forty-nine patients with MB in the left anterior descending artery were enrolled in this study in whom coronary angiography had been performed with suspect of coronary artery disease in the period between ı 994-ı 998 at Türkey's Yüksek Ihtisas Hospital. Patients were classified according to the degree of systolic diameter narrowing caused by the segment w ith MB ( Group ı: control group, Group 2: patient with MB <50%, Group 3: patients with MB 50-69%, Group 4: patients with MB ~7 0%) and also according to the localization of MB, whether before or after the second diagonal branch (0 2) (Group A: MB before 0 2, Group B: MB after 0 2, Group C: control group). The QT parameters were measured from the res ting 12- lead electrocardiograms and the values were coınpared with each other. QT dispersion (QTd) and corrected QT di spersion (QTcd) of the group in which the systolic narrowing was equal to and\or greater than 70% (Group 4) were significantly higher than QTd and QTcd values of other three groups (p |
DERLEME | |
9. | New Mathematical Models to Estimate Aortic Valve Area by Echocardiography Hakan KARPUZ, Xavier JEANRENAUD, Mahmut ÖZŞAHİN, JeanJacques GOY, Lukas KAPPENBERGER Pages 180 - 185 Amaç: Aort stenozunun değerlendirilmesinde, invazif olmayan yöntemlerden ekokardiyografi ile ilgili bir çok parametre kullanılması önerilmiştir. Bu prospektif çalışmanın amacı, Gorlin formülü yardımı ile kalp kateterizasyonu sırasında ölçülen aort kapak alanını (AVA), Doppler hız indeksi (DVI), fraksiyonel kısalma hız oranı (FSVR ) ve sol ventrikül ejeksiyon zaman farkı (LVETD) adlı parametreleri kullanarak belirlemeye çalışmaktır. Metod ve Bulgular: Yukardaki parametrelerin hesaplanmadığı veya kalp kateterizasyonu sırasında aort kapağın geçilemediği hastalar çalışmadan çıkarılmıştır. Aort stenozu şüphesi ile hastaneye yatırılan kırküç hasta (8 kadın ortalama yaş 63± 13 sene) çalışmaya alınmıştır. Tüm hastalardaki parametreler, kateterizasyon sonuçlarından haberi olmayan tek bir ekokardiyograf tarafından hesaplanmıştır. Her parametre için, lineer veya mültipl lineer regresyon analizleri yapılmıştır: AVA= 1.81 [DVI] + 0.06 (PDVI < 0.00001); 0.45 [FSVR] + 0.19 (PFSVR < 0.00001 ); 0.81 [LVETD] + 0.46 (PLEVTD = 0.02); 0.84 [DVI] + 0.30 [FSVR] + 0.098 (PVDI = 0.08; PFSVR = 0.009); 1.67 [DVI] - 0.33 [LVETD] + 0. 10 (PDVI = 0.001; PLVETD = 0.28); 0.42 [FSVR] - 0.47 [LVETD] + 0.23 (PFSVR < 0 .00001; PLVETD = 0.08); 0.65 [DVI] + 0.31 [FSVR ] - 0.37 [LVETD] + 0 .15 (PDVI = 0.19; PFSVR = 0.007; PLVETD = 0.19). Sonuç: Bu çalışma, Gorlin formülü yardımı ile kalp kateterizasyonu sırasında ölçülen aort kapak alanını hesaplamada, Doppler hız indeksi (DVI) ve/veya fraksiyonel kısalma hız oranını (FSVR) tek başlarına, veya sol ventrikül ejeksiyon zaman farkı (LVETD) ile kombine olarak, çok iyi derecede bir korelasyona sahip olduklarını göstermiştir. Aim: Different parameters were proposed for noninvasive esrimation of aortic stenosis by means of echocardiography. The purpose of this prospective study was, using the Doppler velocity index (DVI), the fractional shortening velocity ratio (FSVR), and the left ventricular ejection time dif ference (L VETD), to predict the aortic va! ve area (AVA) values obtained during cardiac catheterization (CC) using the Gerlin formula. Methods and results: Patients in whom these parameters could not be calculated, or aortic valve could not be passed th rough during CC were excluded from this study. Forty-three patients (8 women; mean age 63 ± 13 years), hospitalized for aortic stenosis suspicion, were included. All the parameters were calculated in all the patients by the same physician without knowledge of cardiac catheterization results. Linear (simple or multiple linear) regression analyses were done for each these paraıneters : AVA = 1.8 1[0VI] + 0.06 (pDVI < O.OOOOı ); 0.45[FSVR] + 0 . 19 (pFSVR < 0.00001 ); Tiirk Kardiyol Dem Arş 2000; 28: 142-145 0.81[LVETD] + 0.46 (pLVETD = 0.02); 0.84[DVI] + 0.30[FSVR] + 0.098 (pDVI = 0.08; pFSVR = 0.009); 1.67[DVI] - 0.33[LVETD] + O. 10 (pDVI = 0.001; pLVETD = 0.28); 0.42[FSVR] 0.47[LVETD] + 0.23 (pFSVR < 0.00001; pLVETD = 0.08); 0.65[DVI] + 0.31[FSVR]- 0.37[LVETD] + 0.15 (pDVI = 0.19; pFSVR = 0.007; pLVETD = 0.19). Conclusion: This prospective study concludes that the Doppler velocity index (DVI) and/or the frac~ tional shortening velocity ratio (FSVR) alone, or combined to left ventricular ejection time (L VETD) are strongly correlated with the aortic valve area calculated during cardiac catheterization using the Gorlin formula. |
10. | Treatment of Neurocardiogenic Syncope with Permanent Pacemaker Implantation İzzet ERDİNLER, Ertan ÖKMEN, Ahmet AKYOL Pages 186 - 189 Nörokardiyojenik senkobun patofizyolojisinde bradikardik unsurun varlığı senkop epizotlarının önlenmesinde kalıcı kalp pili tedavisinin yararlı olabileceği kanısını doğurmuştur . Tek odacıklı VVI kalp pili senkop epizotlarını önlemediği gibi atriyoventriküler senkroniyi bozması nedeni ile epizotları arttırabilir. Çift odacıklı kalp pili ile yapılan çalışmalar ise çelişkili sonuçlar vermiştir. Son yıllarda gündeme gelen vazovagol senkobun önlenmesinde hız düşmesine yanıtlı algoritma içeren çift odacıklı kalp pili uygulamaları ise bu tedavi şeklinin tam anlamıyla başarılı olduğunu göstermemiştir. Kalp pili ile tedaviyi güçleştiren unsurlardan en önemlisi vazovagol senkopta kan basıncındaki düşmenin genellikle kalp hızındaki düşmenin öncesinde olmasıdır. Ayrıca kendiliğinden olan veya eğik masa testi ile uyarılan senkop epizotarının şekli (kardiyoinhibitör, vazodepresör, kombine) aynı olmayabilir. Kalıcı kalp pilinin senkop ataklarını önlediğini gösteren çalışmalarda presenkop ataklarının kalp pili uygulamasından etkilenmeden aynen devam ettiği bulunmuştur. Araştırmalardan elde edilen bilgiler kalıcı kalp pilinin vazovagal senkopta faydalı etkisinin epizot başlangıcında hastayı bilinç kaybından koruması ve zaman kazandırması olduğu şeklindedir. Buna ilave olarak kalp pili ilaç tedavisine daha iyi yanıt verilmesini sağlamakta ve yaşam kalitesini de düzeltmektedir. Neurocardiogenic syncope episodes are characteristically associated with sudden fall in arterial blood pressure and decrease in heart rate. The presence of bradycardia suggests that pacemaker implantation may prevent the syncopal episodes. Single-chamber VVI pacemaker does not prevent syncope and may increase the severity of the neurocardiogenic syncope because of the disruption of AV synchrony. Studies with dual-chamber pacemakers showed different results and studies with rate drop response pacemakers did not reveal that treatment of neurocardiogenic syncope with this pacemaker algorithm effectively prevent the episodes. The most im portant predictor of the failure of vasovagal syncope therapy with pacemaker implantation is the decrease in blood pressure prior to decrease in heart rate. In addition, the type of the syncope attacks that occurred spontaneously or were induced with head-upright tilt table test may not be in the same pathophysiologic pattern (cardioinhibitor, vasodepressor, mixed). Although pacemaker implantation for neurocardiogenic syncope does not prevent the presyncope attacks, it has been shown that these patients have better response to drugs and better quality of life. The beneficial effect of permanent pacemaker in neurocardiogenic syncope primarily occurs by providing persistence of consciousness, and by providing a valuable time to the patient during the initiation of attacks. |
11. | High-Density Lipoprotein Family Gülay HERGENÇ Pages 190 - 197 HDL ailesi, çoğu apoAI içeren ve alfa elektroforetik mobilite gösteren heterojen lipoprotein sınıflarını kapsamaktadır. Epidemiyolojik çalışmalar koroner kalp hastalığı (KKH) ile HDL kolesterol düzeyleri arasında ters bir ilişki bulmaktadırlar. HDL- kolesterol koroner arter bypass operasyonundan sonraki yaşam süresini anlamlı biçimde belirlemektedir. HDL'nin bu koruyucu etkisi ters kolesterol transportu yapabilme özelleliğinden kaynaklanmaktadır. Ancak son çalışmalar HDL'nin ters kolesterol transportu dışında fonksiyonu olduğunu, HDL ailesinin farklı alt birimlerini ortaya çıkartmış ve etki mekanizmalarını açıklamaya başlamıştır. HDL family consists of a group of heterogenous class of lipoproteins most of which contain apo AI and exhibit alfha electrophoretic mobility. Epidemiological studies show that coronary heart disease is inversely proportional to the concentration of high density lipoprotein cholesterol. HDL-cholesterol is found to be a significant predictor of overall survival following coronary artery bypass graft and event free survival. Protective role of HDL is generally explained by its reverse cholesterol transport ability. However, extensive researches have started to reveal other functions of HDL particles, new subclasses of HDL and mechanisms of action. |
OLGU | |
12. | A Rare Syndrome with Congenital Cardiac Defect: Chondroectodermal Dysplasia (Ellis-van Creveld Syndrome) Fuat GÜRKAN, Sıddık ÜLGEN Pages 198 - 200 Nadir bir doğumsal hastalık olan kondroektodermal displazi (Ellis-van Creveld sendromu) tanısı alan iki çocuk hasta sunuldu. Her iki olguda da doğumsal kalp defekti ile birlikte boy kısalığı, iskelet bozuklukları, polidaktili, tırnaklarda di splazi ve aberran oral frenulum vardı. Case histories of two children were presented with the diagnosis of a rarely seen congenital disease: chondroectodermal dysplasia (Ellis-van Creveld syndrome). Both cases had short stature, skeletal abnormalities, polydactyly, dysplastic nails and aberrant oral frenulum besides a cardiac defect. |
Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology