ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 28 (11)
Volume: 28  Issue: 11 - November 2000
1.Summaries of Articles

Pages 660 - 663
Abstract |Full Text PDF

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.The Determinants of Vena Contracta and Its Value in Evaluating Severity of Aortic Regurgitation
Mehmet EREN, Osman BOLCA, Bahadır DAĞDEVİREN, Abdurrahman EKSİK, Yekta GÜRLERTOP, Şevket GÖRGÜLÜ, Tuna TEZEL
Pages 664 - 672
Son yıllarda kapak yetersizliklerinin ciddiyetini değerlendiren çalışmalar efektif orifis alanı (EOA) üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu alan, hemodinamik olarak yetersizlik akım çizgilerinin en dar olduğu vena contracta (VC) denilen bölgeye uymaktadır. Bu çalışma, renkli Doppler ile görüntülenen VC'yı kullanarak aort yetersizliği (AY) ciddiyetini değerlendirmeyi ve VC' nın belirleyicilerini tespit etmeyi amaçlamaktadır. Metod: Çalışmaya kronik AY olan 55 hasta alındı. VC transtorasik ekokardiyografi ile apikal pencereden görüntülendi. Referans metot olarak mitral (AHm) ve aort kapak atım hacimlerine (AHao) dayanan kantitatif Doppler (KD) ekokardiyografi alındı. Her hastada EOA, yetersizlik hacmi (YH) ve yetersizlik fraksiyonu (YF) eş zamanlı olarak hem VC genişliğinden hem de kantitatif Doppler ile hesaplandı. VC genişliğinden; EOAVC = (VC)2 x (?/4), YHVC=EOAVC x VTIAY ve YFVC=(YHVC/AHao) x 100 şeklinde hesaplandı. Kantitatif Doppler ile YHKD=(AHao)-(AHm), YFKD=(YHKD/AHao)x100 ve EOAKD=YHKD/VTIAY formülleriyle hesaplandı. VC ile hasta değişkenleri arasındaki ilişki basit lineer regresyon analizi ile değerlendirildi ve anlamlı korelasyon gösteren parametrelerle VC' nın belirleyicilerini saptamak için çok değişkenli analiz uygulandı. VC ile KD ekokardiyografi bulguları arasındaki uyumluluğu araştırmak için basit lineer regresyon ve Bland-Altman analizleri yapıldı. Bulgular: VC (0.48±0.12 cm) ile EOAKD (r=0.96), YFKD (r=0.84), YHKD (r=0.82), anjiyografik III/IV. derece AY (r=0.74), hasta yaşı (r=-0.67) ve sol ventrikül diyastolik çapı (r=0.47) arasında istatistiki olarak anlamlı korelasyon saptandı. Bu değişkenlerle yapılan çok değişkenli analizde VC genişliği sadece EOAKD'ye bağımlı bulundu. Her iki metotla bulunan EOA (r=0.96, p<0.001; ortalama fark 0±0.03 cm2, SEE=0.004 ve p>0.05), YH (r=0.97, p<0.001; ortalama fark=1.3±4.8 cm3, SEE=0.65 cm3 ve p>0.05) ve YF (r=0.93, p<0.001; ortalama fark=%1.46±4.9, SEE=%0.66 ve p>0.05) birbirleriyle uyumlu idi. VC için alt sınır 0.54 cm alındığında ciddi AY göstermedeki duyarlılığı %80, özgüllüğü %86 ve doğruluğu %84 idi. Sonuç: Renkli Doppler ile görüntülenen VC, AY'nin ciddiyetini değerlendirmede basit ve güvenle kullanılabilecek noninvazif bir parametredir.
Recent studies evaluating the severity of valvular insufficiencies have focus on effective orifice area (EOA). This area corresponds hydrodynamically to the cross-sectional area of the vena contracta (VC), the smallest cross-sectional area of the regurgitant flow stream. The aim of the present study was to quantify the aortic regurgitation (AR) by using the color Doppler imaged VC. Methods: The fifty five patients with chronic AR were enrolled in the study. VC was visualized by transthoracic echocardiography from the apical echocardiographic window. Quantitative Doppler (QD) method depending on mitral (SVm) and aortic stroke volumes (SVao) was taken as reference method. EOA, regurgitant volume (RV) and regurgitant fraction (RF) were calculated by using both VC and QD simultaneously in all patients. By using VC; EOA, RV and RF were calculated as follows: EOAVC= (VC)2 x ?/4, RVVC= EOAVC x VTIAR and RFVC= RVVC/SVao. The same parameters were obtained by QD method as: RVQD= (SVao)-(SVm), RFQD= (RVQD/SVao) x 100 and EOAQD= RVQD/VTIAR. The relationships between VC and patients parameters were evaluated by using simple linear regression analysis. To find the determinants of VC, multivariate analysis was performed with the parameters having significant correlations. Parameters obtained by both methods were compared with each other using simple regression analysis and the method of Bland-Altman for agreement. Results: EOAQD (r=0.96), RFQD (r=0.84), RVQD (r=0.82), angiographically III/IV degree AR (r=0.74), patient age (r=-0.67), and left ventricle end-diastolic diameter (r=0.47) had statistically significant correlations with VC (0.48±0.12 cm). As the result of the multivariate analysis with these parameters, VC was found to be related with only EOAQD. The EOA (r=0.96, p<0.001; mean difference 0±0.03 cm2, SEE=0.004 and p>0.05), RV (r=0.97, p<0.001; mean difference =1.3±4.8 cm3, SEE=0.65 cm3 and p>0.05) and RF (r=0.93, p<0.001; mean difference =1.46±4.9%, SEE=0.66% and p>0.05) obtained by both methods agreed well with each other. VC had a sensitivity of 80%, specificity of 86% and accuracy of 84% in determining severe AR when the lower limit was taken as 0.54 cm. Conclusion: VC obtained by color Doppler is a simple and reliable noninvasive parameter for evaluating severity of AR.

DERLEME
3.Silent Brain Infarction in Patients with Rheumatic Mitral Stenosis
İlyas AKDEMİR, Sinan DAĞDELEN, Şükrü ÇELİK, Nuran AKDEMİR, Hanife ERKAL, Handan MISIRLI, Murat YÜCE, Murat AKÇAY
Pages 673 - 677
Sessiz beyin infarktı (SBİ) sıklığının karotis arter darlığı ve atrial fibrilasyonlu (AF) hastalarda arttığını gösteren çalışmalar mevcuttur, fakat tromboemboli riskinin arttığı diğer bir hastalık olan romatizmal mitral darlığı (MD) ile ilişkisi tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı MD'li hastalarda SBİ sıklığını araştırmaktır. Sessiz beyin infarktı daha önceden inme hikayesi olmayan hastalarda bilgisayarlı tomografide (BT) semptoma yol açmayan infarkt alanları olarak tanımlanmıştır. Çalışmaya transtorasik ekokardiyografi (TTE) ile MD tanısı konmuş 53 hasta (44 K, 9 E; ortalama yaş 38±7 yıl) alındı. Mitral kapak kalsifikasyonu, LA çapı ve mitral yetersizlik (MY) eşlik edip-etmemesi kaydedildi. TTE dışında tüm olgulara ritm analizi için elektrokardiyografik inceleme, nörolojik muayene ve sonrasında BT uygulandı. BT'de SBİ saptananlara daha sonra karotis lezyonunu ekarte etmek için karotis Doppler incelemesi de yapıldı. Hipertansiyon ve diyabetes mellitus hikayesi, karotis arter bölgesinde sistolik üfürüm, TTE ile LA'da trombüs, sol ventrikülde duvar hareket bozukluğu ve diğer kalp kapak hastalığı olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Tüm hasta grubunda SBİ sıklığı %24.5 olarak bulundu. LA çapı 4 cm'den büyük olan ya da AF'si olan olgularda SBİ sıklığı anlamlı olarak daha fazla bulundu (p< 0.05). Geniş LA ile birlikte AF'si olan olgularda, küçük LA ve sinüzal ritmli olanlara göre SBİ sıklığı anlamlı olarak daha fazla bulundu (p< 0.01). MD'ye orta-ileri MY eşlik eden durumlarda SBİ sıklığı anlamlı olarak daha düşük bulundu (p <0.05). Kapak alanı 1.5 cm2'den düşük olanlarda ve kapak kalsifikasyonu mevcudiyetinde SBİ sıklığında anlamlı artış saptanmadı (p>0.05) Sonuç olarak SBİ, MD'li hastaların yaklaşık 1/4'ünde saptandı. LA genişliğinde artış ve AF varlığında SBİ sıklığı artarken, ciddi MY eşlik etmesinin SBİ sıklığını azalttığı kanısına varıldı.
Silent brain infarction (SBI) frequency is increased in patients with carotid stenosis and atrial fibrillation (AF), but its relation with rheumatic mitral stenosis (MS) (another major embolic source) is uncertain. The aim of this study is to investigate SBI incidence in patients with MS. Silent brain infarction is defined as asymptomatic infarction detected on computerized tomography (CT) in patients without a history of stroke. Transthoracic echocardiographically (TTE) diagnosed 53 patients (44 F, 9M; mean age 38±7 years) with MS were enrolled in the study. Mitral valve calcification, left atrium (LA) diameter and presence of mitral regurgitation were recorded. Besides TTE, electrocardiographic recording for rhythm analysis, detailed neurologic examination and cerebral CT were also performed. SBI-detected patients on CT underwent carotid artery Doppler examination to exclude carotid artery lesions. History of hypertension and diabetes mellitus, presence of carotid murmur, presence of LA thrombus, left ventricular systolic dysfunction and other valve diseases on TTE, were the exclusion criteria. Results: Silent brain infarction incidence was 24.5% in patients with MS. The incidence was significantly higher in patients with LA diameter >4 cm or with atrial fibrillation (p<0.05). If AF was associated to enlarged LA, SBI incidence was markedly higher than the ones with sinus rhythm and small LA (p<0.01). When moderate to severe mitral regurgitation was associated to MS, SBI incidence was lower (p<0.05). Although SBI incidence was higher in patients with mitral valve area <1.5cm2, it was not significant (p>0.05). No significant relation was found between calcific and noncalcific valves for SBI (p>0.05). Conclusion: SBI was detected in one-quarter of MS patients. Association of LA enlargement and AF increase SBI incidence, whereas association of moderate to severe mitral regurgitation decreases SBI incidence.

4.Relationship Between Regional Diastolic Function and Left Ventricular Mass in Essential Hypertension
Y.Suat ALTINMAKAS, Sezai YILDIZ, Y.Temuçin OĞUŞ, Cihangir UYAN, Hüseyin GÜNDÜZ, Nurgül KESER, Oral PEKTAŞ
Pages 678 - 683
Pulsed wave doku Doppler (PDD) yöntemi sol ventrikül (SV) bölgesel diyastolik fonksiyonunu değerlendirmek için uygun bir yöntemdir. Bu çalışma esansiyel hipertansiyonda SV bölgesel diyastolik fonksiyonu ile sol ventrikül kitlesi arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için planlandı. Bu amaçla 15 sağlıklı birey (Kontrol Grup:KG; ortalama yaş:54±7), SV hipertrofisi olmayan 16 (Grup-I:G-I; ortalama yaş:56±8) ve hipertrofisi olan 24 (Grup-II:G:II; ortalama yaş:58±7) hipertansif hastanın 2 ve 4 odacıklı transtorasik ekokardiyografik incelemede SV lateral, anterior, septum ve inferior duvarların bazal ve orta segmentten PDD hızları (Em ve Am), hız zaman integralleri (VZI) ile mitral akım örneği, ve izovolumik gevşeme zamanı (IVGZ) değerlendirildi. Devereux formülüne göre hesaplanan SV kitle indeksinin erkeklerde >125 g/m2; kadınlarda > 110 g/m2 olması SV hipertrofisi için kriter olarak kabul edildi. Antihipertansif tedavi alan hastalar çalışmaya alınmadı. Univariye analiz hipertansiyonda mitral E/A ve PDD Em/Am oranlarının anlamlı derecede azaldığını gösterdi. Ancak, normal grup ile hipertrofisi olmayan ve olan hipertansifleri student t testi ile karşılaştırdığımızda, hipertrofisi olan olgularda tüm miyokard segmentlerinde PDD Em/Am oranının azalmış olduğunu fakat hipertrofi yokluğunda sadece lateral ve anterior bazal segment ortalama PDD Em hızının anlamlı derecede farklı olduğunu gördük. Bu sonuçlara göre hipertrofisi olmayan hipertansiflerde SV bölgesel diyastolik fonksiyonunun anterior ve lateral bazal segmentlerde daha belirgin olarak bozulduğu fakat bölgesel diyastolik fonksiyondaki bozulmanın hipertrofi mevcutsa homojen olarak tüm miyokard segmentlerinde meydana geldiği ileri sürülebilir.
Pulsed wave tissue Doppler imaging (PTD) is an appropriate method to determine regional left ventricular (LV) diastolic function. The study was designed to evaluate regional left ventricular diastolic function and its relation with left ventricular mass in essential hypertension. For this purpose, PTD myocardial velocities (Em, Am) and velocity time integrals (VZI) of left ventricle basal and mid segment of anterior, inferior, interventricular septum and lateral wall; also mitral inflow pattern and isovolumic relaxation time (IVGZ) were evaluated at apical 2- and 4-chamber transthoracic examinations in 15 (mean ages:54(7) normal subjects, 16 hypertensive patients (mean ages: 56±8) without LV hypertrophy, 24 hypertensive patients (mean ages:58±7) with LV hypertrophy. LV mass index >125 g/m2 for men, >110 g/m2 for women was accepted as criterion for LV hypertrophy according to LV mass index calculated by the Devereux formula. Patients taking antihypertensive medications were not included in the study. Univariate analysis showed that the mitral E/A and PTD Em/Am ratios were significantly decreased in hypertension. However, when we compared the normal group with hypertensive patients without hypertrophy and with hypertrophy by using student t test, we observed that PTD Em/Am ratio in all myocardial segments significantly decreased in the presence of LV hypertrophy but only mean PTD Em velocity of lateral and anterior wall basal segments were significantly different in the absence of LV hypertrophy. These findings suggest that regional LV diastolic functions of hypertensive patients without LV hypertrophy are more pronouncedly deteriorated in the anterior and lateral basal segments but deterioration of regional diastolic function occurs uniformly in all myocardial segments if an obvious LV hypertrophy is present.

5.Effects of Losartan and Lisinopril on the Ambulatory Blood Pressure in Previously Untreated Patients with Mild to Moderate Essential Hypertension
Hasan VURAL, Timur TİMURKAYNAK, Bülent BOYACI, Rıdvan YALÇIN, Atiye ÇENGEL, Övsev DÖRTLEMEZ, Halis DÖRTLEMEZ
Pages 684 - 691
Bu çalışma esansiyel hipertansiyonlu hastalarda anjiyotensin konverting enzim (ACE) inhibitörü olan lisinopril ile AT1 reseptör antagonisti olan losartanın klinik ve ambulatuvar kan basıncı üzerine olan etkilerini karşılaştırmak amacıyla yapıldı. Çalışmamızda yaşları 33 ile 67 (ortalama 48.1 ± 7.5) arasında değişen hafif orta derece hipertansiyonu olan 60 (27 erkek, 33 kadın) hasta değerlendirildi. Rutin laboratuvar incelemeleri, klinik ve ambulatuvar kan basıncı ölçümleri yapıldıktan sonra hastalar lisinopril 10 mg ya da losartan 50 mg alacak şekilde iki tedavi grubuna randomize edildi. 4 hafta sonra sistolik kan basıncı (SKB) 140 mmHg, diyastolik kan basıncı (DKB) 90 mmHg'ın üzerinde olan hastaların ilaç dozları iki katına çıkıldı. Rutin laboratuvar incelemeleri, klinik ve ambulatuvar kan basıncı ölçümleri ve ekokardiyografik ölçümler tedavinin 12. haftasında tekrarlandı. Losartan ve lisinopril ile klinik SKB ve DKB değerlerinde 20.8/15.2 mmHg, 16.8/12.2 mmHg, 24 saatlik ortalama SKB ve DKB değerlerinde 15.1/9.9 mmHg, 13.6/8.5 mmHg azalma kaydedildi. Losartan klinik SKB ve DKB değerlerinde lisinoprile göre daha anlamlı düşüş sağladı. Her iki ilaç da mikroalbuminüriyi azalttı. Sonuç olarak esansiyel hipertansiyon fizyopatolojisinde renin-anjiyotensin sistemi (RAS) ve anjiyotensin II'nin rollerini daha iyi aydınlatabilmek için, ACE inhibitörlerinin ve anjiyotensin reseptör antagonistlerinin karşılaştırılacağı daha çok hasta ile daha uzun süreli büyük çalışmalara gerek olduğu görüşüne varıldı.
The aim of this study was to compare the effects of two long-acting antihypertensive agents, the ACE inhibitor lisinopril and the angiotensin II type 1 receptor antagonist losartan on clinical and ambulatory blood pressure in previously untreated patients with mild to moderate essential hypertension. 60 patients between 33 and 67 years of age with systolic blood pressure >140 and <179 mmHg and diastolic blood pressure >90 and <109 mmHg were randomized to receive either 10-20 mg lisinopril (n=30) once a day or 50-100 mg losartan (n=30) once a day for 12 weeks. The drugs were titrated after 4 weeks if systolic blood pressure >140 mmHg and diastolic blood pressure >90 mmHg. Routine laboratory, office and ambulatory blood pressure measurements were assessed at baseline and at 12 weeks. With losartan and lisinopril clinical systolic and diastolic blood pressure (S/DBP) values decreased by 20.8/15.2 and 16.8/12.2 and 24-hour mean S/DBP by 15.1/9.9 and 13.6/8.5 mmHg, respectively (p<0.0001). Losartan reduced clinical S/DBP values to a significantly greater extent than lisinopril (p<0.05). Although both losartan and lisinopril were found to be effective in reducing blood pressure in patients with mild to moderate essential hypertension, the decrease in S/DBP with losartan was greater compared to lisinopril. Randomized studies with larger patient populations should be conducted to compare directly the two different treatment regimens.

6.Early Postoperative Effects of Vitamin E and C Supplement on Coronary Bypass Patients
Y.Ahmet BALTALARLI, İbrahim GÖKŞİN, Gökhan ÖNEM, Ercan GÜRSES, Bahadır SAVAŞ, Oya RENDECİ, Mustafa SAÇAR
Pages 692 - 695
Serbest radikallere bağlı lipid peroksidasyonu, kalp operasyonları sonrasında görülen metabolik ve ventriküler fonksiyon bozukluklarının sebeplerindendir. Antioksidanlarla bir miktar metabolik ve fonksiyonel düzelme sağlanabilir. E ve C vitamininin etkilerini belirleyebilmek amacıyla elektif koroner baypas olması planlanan 20 hasta iki eşit gruba ayrılarak prospektif, randomize bir çalışma yürütüldü. Operasyon sonrasında miyokardiyal enzim düzeyleri ve ventrikül fonksiyonları ölçüldü; inotrop ve antiaritmik ilaç gereksinimleri değerlendirildi. Operasyon sonrası 6. saatte, E ve C vitamini alan grupta kardiyak indeksler daha yüksekti (p<0.05). Ameliyat sonrası kreatin kinaz MB düzeyleri E ve C vitamini alanlarda daha düşüktü ancak istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu. Ameliyat öncesi E ve C vitamini alanlarda inotrop ve antaritmik ilaç kullanımı açısından kontrol grubu ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamı farklılık gözlenmedi. Açık kalp cerrahisi öncesi dönemde E ve C vitamini kullanılmasının koroner baypas hastalarında faydalı olacağı düşüncesindeyiz.
Free radical lipid peroxidation contributes to the abnormal metabolism and ventricular function frequently seen after cardiac operations. Antioxidants may improve metabolic and functional recovery. A prospective, randomized clinical trial was conducted to determine the effects of vitamin E and C in 20 patients who were divided into two equal groups undergoing elective coronary bypass operations. Myocardial enzyme levels and ventricular function were assessed after the operation; antiarrhythmic and inotrope requirements were recorded. Cardiac indices were higher in vitamin E and C-treated group 6 hours after surgery (p<0.05). Postoperative creatine-kinase MB levels were lower (statistically notsignificant) in patients who received vitamin E and C. In regard to the requirement of inotrope and anti-arrhythmic agents, no statistically significant difference existed between the vitamin E and C-treated group and the control group. Supplementation with vitamin E and C may be useful for coronary by-pass patients who under cardiopulmonary bypass.

7.The Investigation of the Ischemic Response in the Patients with Coronary Slow Flow by Atrial Pacing
Bengi YAYMACI, Sinan DAĞDELEN, Onur DEMİRKOL, Birol SAY, Füsun GÜZELMERİÇ, Yelda BAŞARAN, İsmet DİNDAR
Pages 696 - 700
Fiks koroner lezyon olmayıp, anjiografik olarak koroner yavaş akım saptanan hastalarda göğüs ağrısının patofizyolojisi henüz tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada amacımız koroner yavaş akım olgularında atriyal "pacing" yoluyla iskemi yaratarak laktat üretimini ve aortovenöz oksijen içerik farkını belirleyip, metabolik anlamda iskemi varlığını göstermektir. Çalışmaya koroner anjiyografi yapılarak TIMI"frame count" yöntemi ile koroner yavaş akım saptanan 34 vaka alındı. Tüm hastalara miyokard perfüzyon tomografisi yapılarak, istirahat ve sters görüntüleri alındı. Hastalarda atriyal "pacing" yapılmadan önce ve sonra laktat alımı (extraction) ve arteriovenöz oksijen (AVO2) içeriği saptandı. Hastalar yanıta göre sınıflandırıldı. 28 hastada (18E, 10K, yaş ortalaması 54.42±9.61)(Grup I), metabolik anlamda iskemi saptanmazken 6 hastada (4E, 2K, yaş ortalaması 60±5.767) (Grup II) iskemi saptandı. Tüm hastalara eforlu miyokard perfüzyon tomografisi yapılarak istirahat ve stress görüntüleri alındı. Grup I'de AVO2 içeriğinde "pacing" sonrası anlamlı artış yoktu (57.375±2.05, 57.96±2.65; p<0.061) Grup II'de istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (58.233±2.107 , 68.35±2.15; p<0.028). İki grubun AVO2 içerikleri karşılaştırıldığında bazal değerler arasında anlamlı fark bulunmazken (p<0.43), "pacing" sonrası fark anlamlı olarak bulunmuştur (p< 0.001). "Pacing" öncesi ve sonrası laktat alım oranları karşılaştırıldığında, hem Grup I (0.244±0.10, 0.154±0.15; p<0.028) hem de Grup II'de (0.230±0.18, -0.471±0.27; p<0.01) atriyal pacing sonrası laktat alımının daha belirgin olarak düştüğü saptanmıştır. İki grup arasında bazal laktat alımı açısından fark yokken (p<0.786), pacing sonrası Grup II'de laktat alımının çok daha düşük olduğu ve laktat alımının laktat üretimine dönüştüğü gözlenmiştir (p<0.0001). 34 hastanın % 82.4'ünde metabolik olarak iskemi saptanmamıştır. Metabolik olarak iskemi saptanan hastaların % 83.3'ünde perfüzyon sintigrafisi (+) olarak bulunmuştur. Bu bulgulara göre koroner yavaş akım saptanan hasta grubunun önemli bir bölümünde göğüs ağrısı miyokard iskemisinden kaynaklanmamaktadır. Bu hasta grubunda perfüzyon sintigrafisinin iskemiyi belirlemek açısından duyarlı olduğunu söylemek mümkündür.
Pathophysiology of the chest pain is not precisely known yet in patients who does not have fixed coronary lesion but slow coronary flow by angiography. In this study, our aim is to display metabolic ischemia via atrial pacing to determine the difference of lactate production and arteriovenous oxygen content (AVO2). The 34 patients with slow coronary artery flow detected by coronary angiography via TIMI "frame count" method were included. All patients underwent myocardial perfusion tomography. Resting and stress images were recorded. Lactate extraction and AVO2 content values determined before and after atrial pacing. Patients were classified according to their response. Twenty-eight patients (18 male, 10 female, mean age 54.42±9.61) (Group I) did not have metabolic ischemia while 6 patients (4 male, 2 female, mean age 60±5.76) (Group II) showed evidences of metabolic ischemia. There was not significant increase in AVO2 content after pacing (57.37±2.05, 57.96±2.65; p<0.061) in Group I. Statistically significant difference were found in Group II (58.23±2.1, 68.35±2.15; p<0.028). Comparison of AVO2 contents showed that there was not significant difference in basal values (p<0.43) but levels after pacing were significant (p<0.001). Lactate extraction rates before and after pacing decreased in two groups (0.24±0.10, 0.15±0.15; p<0.028 and 0.23±0.18, -0.471±0.27; p<0.01). Reduction was more prominent in Grup II. Basal lactate extraction were similar in both groups, but significant decrease in Group II after atrial pacing were found (p<0.0001). Metabolic ischemia was not ascertain in 82.4% of patients in this study group. Positive perfusion scintigraphy rate was 83.3% in patients with proven metabolic ischemia. Our data confirmed that chest pain was not originated from myocardial ischemia in significant number of patients with slow coronary flow. We concluded that perfussion sintigraphy is reliable and accurate method for determination of ischemia in this group of patients.

OLGU
8.Cardiac Amyloidosis Involving the Pericardium
Özhan GÖLDELİ, Bahri AKDENİZ, Sema GÜNERİ
Pages 701 - 702
Amiloidoz, fibröz amiloid proteinlerin sıklıkla doku ve organların ekstraselüler boşluklarında birikmesi sonucu meydana gelen bir hastalıktır.Sistemik amiloidozda, kardiyak tutulumun bulguları kardiyomegali, konjestif kalp yetersizliği ve kardiyak aritmilerdir. Bu belirtiler özellikle endokardiyum ve kapakların diffüz amiloid tutulumunu yansıtmaktadır. Kardiyak amiloidozda efüzyonla birlikte seyreden perikardit çok nadir olup sıklıkla tamponada yol açmamaktadır. Bu makalede perikardiyal tutulum gösteren kardiyak amiloidoz olgusu sunularak kardiyak amiloidoz gözden geçirilmiştir.
Amyloidosis results from the deposition of fibrous amyloid proteins, frequently in the extracellular spaces of tissues and organs. In systemic amyloidosis, cardiac manifestations consist primarly of congestive heart failure and cardiomegaly and a variety of arrhythmias. These manifestations prominantly reflect diffuse involvement by myocardium amyloid, the endocardium, and valves. Pericarditis with effusion is very rare and rarely results in tamponade in cardiac amyloidosis.In this report, a case with cardiac amyloidosis involving pericardium is presented and reviewed the cardiac amyloidosis.

9.Acute Myocardial Infarction Secondary to Coronary Embolism in a Patient with Mitral and Aortic Valve Prothesis
Mustafa YILMAZ, Mahmut AÇIKEL, Engin BOZKURT, Vedat DAVUTOĞLU, Necip ALP
Pages 703 - 705
Protez kalp kapak trombozu ciddi ve potansiyel olarak öldürücü bir komplikasyondur. Genellikle yetersiz antikoagülasyonla ilişkili olarak gelişen prostetik kapak trombozu sistemik emboli ile sonuçlanabilir. Son yıllarda prostetik kapak cerrahisinin artan sıklıkta yapılması koroner embolinin diğer önemli bir kaynağını oluşturmuştur. Koroner emboliye sekonder gelişen miyokard infarktüsü nadir görülür, ancak kalp kapak replasmanının hayatı tehdit edici bir komplikasyonudur. Bu yazıda, yetersiz antikoagülan tedavi alan prostetik mitral ve aort kapaklı bir hastada akut miyokard infarktüsü ile sonuçlanan koroner emboli olgusu sunulmuştur.
Prosthetic cardiac valve thrombosis is a serious and potentially lethal complication. Prosthetic valve thrombosis generally related to inadequate anticoagulation can result in systemic emboli. In recent years, increasing rate of prosthetic valvular surgery has been another significant source for coronary emboli. Myocardial infarction secondary to coronary embolization is an infrequent but life-threatening complication of cardiac valve replacement. In this paper, it was presented a case of coronary embolus resulting in acute myocardial infarction in a patient with prosthetic mitral and aortic valves taking inadequate anticoagulation therapy.

DERLEME
10.Arrhythmogenic Right Ventricular Cardiomyopathy and Therapeutical Approaches
Ertan ÖKMEN, İzzet ERDİNLER, Neşe ÇAM
Pages 706 - 717
Aritmojenik sağ ventrikül kardiyomiyopatisi (ASVK) özellikle sağ ventrikül serbest duvarını tutan, miyokardın fibro-lipomatöz infiltrasyonu ve sol dal blok paternli tekralayıcı ventriküler taşikardi ile karakterize bir hastalıktır. Klinik belirtiler sağ ventrikülün yapısal, fonksiyonel anormallikleri ve ani ölüme kadar yol açabilen aritmilerden kaynaklanır. En sık ölüm nedeni ventriküler taşikardilerdir. Genç ani ölüm olgularının tekrar incelenmesi, ailelerinin taranmasıyla geniş bir klinik ve patolojik spektruma sahip olduğu ve ani ölüm etyolojisinde daha önemli bir yer aldığı saptanmıştır. Son yıllarda genetik alanında ilerlemelerin sonucu olarak hastalıktan sorumlu olan kromozom anormallikleri tespit edilmiştir. Hastalığın elektrokardiyografik, ekokardiyografik, magnetik resonans görüntüleme, sağ kalp kateterizasyonu, histo-patolojik özellikleri ve tanı kriteleri oldukça açık bir şekilde tanımlanmıştır. Hayat kalitesini iyileştirmek, ani ölümleri önleyerek yaşam süresini uzatabilmek amacıyla çeşitli tedavi yöntemleri denenmiş olmasına rağmen, ASVK tedavisinde tam kür elde etmek günümüz tedavileri ile mümkün görünmemektedir. Ventriküler taşikardi ve ani ölümleri engellemek için sağ ventrikül tutulum derecesi ve hastalığın ciddiyetine göre farmakolojik tedavi ve cerrahi, ablasyon, takılabilir kardiyoverter defibrilatör (TKD) uygulaması gibi farmakolojik olmayan tedavi yöntemleri kullanılmıştır. ASVK'nin progresif bir hastalık olması ve medikal, cerrahi ve ablasyon tedavileri ile yüksek tekrarlama oranı nedeni ile ICD uygulaması ventriküler taşikardi ve ani ölümleri önlemede gelecekte daha önemli rol oynayacaktır. Bu derlemenin amacı hastalığın klinik bulgularını, son zamanlarda tanımlanan genetik özelliklerini, tanı, prognoz ve yeni tedavi yaklaşımlarını gözden geçirmektir
Arrhythmogenic right ventricular cardiomyopathy (ARVC) is characterized by fibro-lipomatous infiltration of right ventricular free wall and ventricular tachycardia with left bundle branch block morphology in young adults. Clinical manifestations include structural and functional abnormalities of right ventricle and arrhythmias leading to sudden death. The most common cause of death is ventricular tachycardia. Retrospective evaluation of young sudden deaths and screening of their families have revealed that ARVC has wide clinical and pathologic spectrum and more important place in the etiology of sudden death. Recently as a result of advances in genetic technology, chromosomal abnormalities responsible for disease were identified. Electrocardiographic, echocardiographic, magnetic resonance imaging and right heart catheterization features and diagnostic criteria of the disease are well defined. Although a lot of therapeutical implications have been used to improve survival and to provide a better quality of life, it seems impossible to have cure with today's therapeutical modalities. According to the severity and the extent of right ventricular disease, pharmacological and non-pharmacological therapies including surgery, radiofrequency ablation and implantable cardioverter defibrillators (ICD) have been used to prevent ventricular tachycardia and sudden death in patients with ARVC. Since ARVC is a progressive disease and has a high recurrence rate with medical, surgical and ablation therapies, ICD implantation will play more important role in preventing of ventricular tachycardia and sudden death in the future. The purpose of this article is to review the clinical manifestations, recently defined genetic aspects, diagnosis, prognosis and new treatment modalites of ARVC.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.