ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 50 (4)
Volume: 50  Issue: 4 - June 2022
FRONTMATTER
1.Front Matter

Pages I - II

EDITORIAL
2.How to Manage Heart Failure Patients with Not Reduced Ejection Fraction Based on Available Evidence?
Dilek Ural
doi: 10.5543/tkda.2022.EE1  Pages 237 - 238
Abstract | English Full Text

EDITORIAL COMMENT
3.Coronary Slow Flow
İbrahim Akın İzgi
doi: 10.5543/tkda.2022.22485  Pages 239 - 241
Abstract | English Full Text

ORIGINAL ARTICLE
4.The Relationship Between H2FPEF Score and Coronary Slow Flow Phenomenon
Caner Türkoğlu, Taner Şeker, Ömer Genç, Abdullah Yıldırım, Mustafa Topuz
doi: 10.5543/tkda.2022.21291  Pages 242 - 249
Amaç: Diyastolik disfonksiyon; koroner yavaş akım ve kalp yetersizliği tanısında kullanılan H2FPEF skorunun patofizyolojisinde temel rol oynamaktadır. Amacımız; stabil anjinası olan ve koroner anjiyografi uygulanan hastalarda H2FPEF skoru ve koroner yavaş akım arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.
Yöntemler: Çalışmaya 228 hasta alındı [%60,5 erkek, ortalama yaş 52,6 (10,1)]. Uygulanan koroner anjiyografi sonrası ciddi tıkanıklığı olmayan koroner arter hastalığı tanısı alan hastalar, normal koroner akım (n: 112) ve koroner yavaş akım (n: 116) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Bu hastaların H2FPEF skorları hesaplandı.
Bulgular: Koroner yavaş akım grubunda normal akım grubuna göre erkek oranı (%75'e karşı %45.5, P <.001) ve vücut kitle indeksi [30.5 (2.9)’e karşı 29.3 (2.8), P =.001] daha fazlaydı. H2FPEF skoru anlamlı olarak koroner yavaş akım grubunda yüksekti [2 (2-4) vs 0 (0-1), P <.001]. Ayrıca, H2FPEF skoru ile TIMI kare sayısı arasında pozitif korelasyon vardı (r = 0.725, P <.001). Çok değişkenli lojistik regresyon analizinde, erkek cinsiyet (OO) = 4.580; %95 GA = 1.700-12.336, P =.003), sigara kullanımı (OO = 2.398; %95 GA = 1.064-5.408, P =.035), total kolesterol (OO = 1.011; %95 GA = 1.001-1.021, P =.026) ve H2FPEF skoru (OO = 3.111; %95 GA = 2.160-4.480, P <.001) koroner yavaş akımı öngörmede bağımsız belirteçler olduğu izlendi.
Sonuç: Şüpheli iskemik kalp hastalığında; diyastolik disfonksiyonu tespit etmede kullanılan H2FPEF skorunun koroner yavaş akım ile bağımsız bir şekilde ilişkili olduğunu bulduk.
Objective: Diastolic dysfunction plays an important role in the pathophysiology of both coronary slow flow phenomenon and heart failure with preserved ejection fraction, which could be predicted by the H2FPEF score. We sought to investigate the association of H2FPEF score with coronary slow flow phenomenon in subjects undergoing coronary angiography for suspected stable ischemic heart disease.
Methods: The study included 228 consecutive individuals [60.5% male, mean age 52.6 (10.1)]. Subjects with non-obstructive coronary artery disease were classified as coronary normal flow (n = 112) and coronary slow flow (n = 116) after confirmation of coronary angiography results. H2FPEF score of each participant was calculated.
Results: Subjects with coronary slow flow phenomenon were more likely to be male (75% vs. 45.5%, P <.001) and have a higher body mass index than that of normal flow group [30.5 (2.9) vs. 29.3 (2.8), P =.001]. H2FPEF score was significantly higher in the former group [2 (2-4) vs. 0 (0-1), P <.001]. H2FPEF score was also positively correlated with mean corrected thrombolysis in myocardial infarction frame count (r = 0.725, P <.001). On multivariate logistic regression analysis, male gender [odds ratio: 4.580, 95% CI: 1.700-12.336, P =.003], current smoker [OR: 2.398, 95% CI: 1.064-5.408, P =.035], total cholesterol [OR: 1.011, 95% CI: 1.001-1.021, P =.026], and H2FPEF score [OR: 3.111, 95% CI: 2.160-4.480, P <.001] were found to be the independent predictors of coronary slow flow phenomenon.
Conclusion: We found that the H2FPEF score, which is useful in demonstrating diastolic dysfunction, is independently associated with coronary slow flow pattern in suspected ischemic heart disease.

5.The Mean Corrected TIMI Frame Count Could Predict Major Adverse Cardiovascular Events in Patients with Coronary Slow-Flow Phenomenon
Esra Poyraz, Göktuğ Savaş, Aysun Erdem, Lale Dinç Asarcıklı, Selçuk Yazıcı, Altuğ Ösken, Özge Güzelburç, Sait Terzi
doi: 10.5543/tkda.2022.21309  Pages 250 - 255
Amaç: Bu çalışmanın amacı, koroner yavaş akım fenomeni olan hastalarda ortalama düzeltilmiş TIMI kare sayısı ile majör istenmeyen kardiyovasküler olaylar arasındaki ilişkiyi araştırmaktı.
Yöntemler: 2015-2020 yılları arasında dahil edilme kriterlerini karşılayan koroner yavaş akım fenomenine sahip toplam 98 hasta retrospektif olarak analizlere dahil edildi. Hastalar ortalama düzeltilmiş TIMI kare sayısı değerlerine göre sıralandı ve bunlara göre çeyreklere ayrıldı.
Grup-1 ortalama düzeltilmiş TIMI kare sayısı değeri >36,68 (ü.üncü çeyrek) olan hastalardan, grup-2 ise ortalama düzeltilmiş TIMI kare sayısı değeri ≤36,68 (birinci çeyrek+ikinci çeyrek) olan hastalardan oluşturuldu. Gruplar arasında mortalite ve fatal olmayan kardiyovasküler olaylar
karşılaştırıldı.
Bulgular: Ortalama takip süresi 3,93 Å} 1,50 yıldı. Grup-1’de Grup-2’ye kıyasla tekrarlayan göğüs ağrısı ve majör istenmeyen kardiyovasküler olaylar artmıştı (sırasıyla, P ≤,001, P ≤,001). Cox regresyon analizine g.re hipertansiyon (Odds oranı (OR) 2,627. P =,033), hiperlipidemi
(OR 2,469, P =,028), ve ortalama düzeltilmiş TIMI kare sayısı (OR 1,106, P =,002) tekrarlayan göğüs ağrısının bağımsız öngördürücüleriydi. İleri yaş (OR 1,125, P =,011), hipertansiyon (OR 6,081, P =,026), hiperlipidemi (OR 12,308, P =,019) ve ortalama düzeltilmiş TIMI kare sayısı
(OR 1,476, P =,001), koroner yavaş akım fenomenine sahip hastalarda majör istenmeyen kardiyovasküler olaylar ile anlamlı olarak ilişkili bulunmasına rağmen, ortalama CTFC (OR 1,161, P =,021), Cox regresyon analizinde majör istenmeyen kardiyovasküler olayların bağımsız öngördürücüsüydü.
Sonuç: Daha yüksek ortalama düzeltilmiş TIMI kare sayısı, koroner yavaş akım fenomenine sahip hastalarda majör istenmeyen kardiyovasküler olayları öngördürebilir.
Objective: The aim of the present study was to investigate the association between the mean corrected thrombolysis in myocardial frame count and major adverse cardiovascular events in patients with the coronary slow-flow phenomenon.
Methods: A total of 98 patients with coronary slow-flow phenomenon who met inclusion criteria from 2015 to 2020 were retrospectively included in the analysis. The patients were ranked according to their mean corrected thrombolysis in myocardial frame count values and were divided into quartiles based on those. Group 1 consisted of patients who had a mean corrected thrombolysis in myocardial frame count value >36.68 (third quartile), while group 2 consisted of patients who had a mean corrected thrombolysis in myocardial frame count value ≤36.68 (first quartile + second quartile). Mortality and non-fatal cardiovascular complications were compared between the groups.
Results: Mean follow-up duration was 3.93 Å} 1.50 years. Recurrent chest pain and major adverse cardiovascular events increased in group 1 compared to group 2 (P ≤.001, P ≤.001, respectively). Hypertension (odds ratio 2.627, P =.033), hyperlipidemia (odds ratio 2.469, P =.028) and mean corrected thrombolysis in myocardial frame count (odds ratio 1.106, P =.002) were independent predictors of recurrent chest pain according to Cox regression analysis. Although older age (odds ratio 1.125, P =.011), hypertension (odds ratio 6.081, P =.026),
hyperlipidemia (odds ratio 12.308, P = 0.019), and mean corrected thrombolysis in myocardial frame count (odds ratio 1.476, P =.001) were found to be significantly related with major adverse cardiovascular events in patients with coronary slow-flow phenomenon, only mean
corrected thrombolysis in myocardial frame count (odds ratio 1.161, P =.021) was an independent predictor of major adverse cardiovascular events in Cox regression analysis.
Conclusion: Higher mean corrected thrombolysis in myocardial frame count could predict major adverse cardiovascular events in patients with the coronary slow-flow phenomenon.

6.Prognostic Impact of New-Onset Atrial Fibrillation After Single or Double Stent Left Main Bifurcation PC
Gianluca Rigatelli, Marco Zuin, Claudio Picariello, Filippo Gianese, Gianni Pastore, Enrico Baracca, Francesco Zanon, Loris Roncon
doi: 10.5543/tkda.2022.21203  Pages 256 - 263
Amaç: Sol Ana (LM) bifürkasyon hastalığında tekliye karşı çift stent stratejisinden sonra yeni başlangıçlı atriyal fibrilasyonun (NOAF) insidansı ve prognostik değeri henüz araştırılmamıştır.
Yöntemler: Merkezimize 1 Ocak 2008 ile 1 Mayıs 2018 arasında komplex LM bifürkasyon hastalığı ile sevk edilen, Cross-over provizyonel stentleme, T veya T-ve-Protrüzyon (TAP), Culotte ve Nano-inverted-T (NIT) teknikleri kullanılarak tedavi edilen hastaların prosedürel ve
tıbbi verilerini geriye dönük olarak analiz ettik. Farklı stent stratejilerinin takip döneminde NOAF riski üzerindeki rolünü değerlendirmek için çok değişkenli Cox-regresyon analizi kullanıldı.
Bulgular: Beş yüz iki hasta (316 erkek, ortalama yaş 70,3 ± 12,8 yıl, ortalama Syntax skoru 31,6 ± 6,3) değerlendirildi. Ortalama 37,1 ± 10,8 aylık (aralık 22,1-39,3 ay) takipte hedef lezyon başarısızlık (TLF) oranı %10,1 idi. Stent trombozu ve kardiyovasküler mortalite vakaların sırasıyla %1,2 ve %3,6’sında gözlendi. 502 hastanın 23’ünde (%4,6) NOAF gelişti. NOAF’li hastalar daha sıklıkla kadın, yaşlı, obez, diyabetikti ve sıklıkla TLF ve kardiyovasküler ölüm yaşadılar. NOAF’sız sağkalım, tekliye karşı çift stent tekniği ve diğerlerine kıyasla çift stent teknikleri arasında NIT lehineydi. Çok değişkenli analizde tek stent stratejisinin çift stent tekniğine kıyasla daha düşük
NOAF riski vardı (HR: 1,14, %95 GA: 1,10-1,19, P <,001 vs HR: 1,28, %95 GA: 1,23-1,32, P <,0001).
Sonuç: PCI ile tedavi edilen distal LM bifürkasyon hastalığında NOAF düşük bir insidansa sahipti, ancak çift stentleme tekniğinden sonra, tek stentleme tekniğine kıyasla, daha sık sonuçlandı ve daha kötü sonuçlarla ilişkiliydi.
Objective: Incidence and prognostic value of new-onset atrial fibrillation after single versus double stent strategy in bifurcation left main disease has not been yet investigated.
Methods: We retrospectively analyzed the procedural and medical data of patients referred to our center for complex left main bifurcation disease, treated using crossover provisional stenting, T or T-and-Protrusion, Culotte, and Nano-inverted-T techniques between January
1, 2008, and May 1, 2018. Multivariate Cox-regression analysis was used to assess the role of different stent strategies, adjusted for confounders, on the risk of new-onset atrial fibrillation during the follow-up period.
Results: Five hundred two patients (316 males, mean age 70.3 ± 12.8 years, mean Syntax score 31.6 ± 6.3) were evaluated. At a mean follow-up of 37.1 ± 10.8 months (range: 22.1-39.3 months); Target lesion failure rate was 10.1%. Stent thrombosis and cardiovascular mortality were observed in 1.2% and 3.6% in of cases, respectively. New-onset atrial fibrillation occurred in 23 out of 502 patients (4.6%). Patients with new-onset atrial fibrillation resulted more frequently female, older, obese, and diabetic and more frequently experienced target
lesion failure and cardiovascular death. New-onset atrial fibrillation-free survival favored single versus double stent technique and among double stent techniques nano-inverted-T techniques compared to the others. Single stent strategy had a lower risk of new-onset atrial fibrillation compared to double stent technique on multivariate analysis (Hazard Ratio (HR): 1.14, 95% CI: 1.10-1.19, P <.001 vs. HR: 1.28, 95% CI: 1.23-1.32, P <.0001).
Conclusion: New-onset atrial fibrillation in distal left main bifurcation disease treated with percutaneous coronary intervention had a low incidence but resulted more frequently after double than after single stenting technique and was associated with worse outcomes.

7.The Influence of Low and Iso-osmolar Contrast Media on Diagnostic Performance of Contrast Fractional Flow Reserve Measurement
Reza Rahmani, Mohammad Ramezani, Akbar Shafiee
doi: 10.5543/tkda.2022.21273  Pages 264 - 269
Amaç: Fraksiyonel akış rezervi ölçümü için, adenosine alternatif olarak kontrast madde kullanılabilir. Ancak, farklı fiziksel özelliklere (örneğin ozmolalite ve viskozite) sahip kontrast maddelerin hiperemi üzerinde farklı etkileri olabilir. Kontrast fraksiyonel akış rezervi tanısal doğruluğunun yaygın olarak kullanılan iki kontrast maddeden (Visipaque ve Ultravist) etkilenip etkilenmediğini belirlemeyi amaçladık.
Yöntemler: Bu tanısal çalışmada, orta düzeyde koroner lezyonu olan koroner anjiyografi adayları kaydedildi ve fraksiyonel akış rezervi ölçümü için izo-ozmolar kontrast madde (Visipaque) veya düşük ozmolar kontrast madde (Ultravist) verilmek üzere randomize edildi. Altın standart, adenozin ile ölçülen FFR (aFFR) idi. Daha sonra gruplar arasında cFFR ve aFFR karşılaştırıldı ve her iki kontrast maddenin tanısal değerleri hesaplandı. Son olarak, her iki grupta da cFFR için aFFR≤0.8 tanısı için kesme noktası hesaplandı.
Bulgular: Kırk altı hasta incelendi (24 hasta Ultravist ve 22 hasta Visipaque aldı). aFFR’de gruplar arasında anlamlı fark yoktu. Ayrıca, ortalama cFFR, her iki grupta da ortalama aFFR’den farklı değildi. Kontrastların her biri için cFFR ve aFFR arasında güçlü bir korelasyon vardı (Ultravist için r = 0,937 ve Visipaque için r = 0,927). Her iki kontrastın da FFR≤0,8 teşhisi için yüksek özgüllüğü (özgüllük=1) vardı ve cFFR’nin Ultravist ve Visipaque için sensitiviteleri sırasıyla %83,3 ve %94,7 idi. Adenozin FFR≤0,80’i tahmin etmek için kesme noktası, Ultravist için 0.845 ve Visipaque için 0.835 idi.
Sonuç: Hem izo-ozmolar hem de düşük ozmolar kontrast madde, cFFR’nin ölçümünde kabul edilebilir bir tanısal doğruluğa sahiptir.
Objective: For fractional flow reserve measurement, contrast media can be used as an alternative for adenosine. However, contrast media with different physical characteristics (e.g., osmolality and viscosity) may have different effects on hyperemia. This study aimed to determine if the diagnostic accuracy of contrast fractional flow reserve was influenced by 2 commonly used contrast media (Visipaque and Ultravist).
Methods: In this diagnostic study, candidates for coronary angiography with intermediate coronary lesion were enrolled and randomized to receive either an iso-osmolar contrast media (Visipaque) or a low osmolar contrast media (Ultravist) for fractional flow reserve measurement. The gold standard was fractional flow reserve measured by adenosine fractional flow reserve. Then cFFR and adenosine fractional flow reserve were compared between the groups, and the diagnostic values of both contrasts were calculated. Finally, the cut-point for diagnosing adenosine fractional flow reserve ≤ 0.8 was calculated for cFFR in both groups.
Results: In this study, 46 patients were studied (24 patients received Ultravist and 22 patients received Visipaque). There was no significant difference between the groups in adenosine fractional flow reserve. Also, the mean cFFR was not different from the mean adenosine fractional flow reserve in both groups. There was a strong correlation between cFFR and adenosine fractional flow reserve for each of the contrasts (r=0.937 for Ultravist and r=0.927 for Visipaque). Both contrasts had high specificity to diagnose fractional flow reserve ≤ 0.8 (specificity=1), and the sensitivities of cFFR for Ultravist and Visipaque were 83.3% and 94.7%. The cut-point to predict adenosine fractional flow reserve ≤ 0.80 was 0.845 for Ultravist and 0.835 for Visipaque.
Conclusions: Both iso-osmolar or low osmolar contrast media have an acceptable diagnostic accuracy in measuring cFFR.

8.Comparison of Equations for the Calculation of LDL-Cholesterol in Familial Hypercholesterolemia: Data from Iranian Registry
Golnaz Vaseghi, Parastesh Rezvanian, Marzieh Taheri, Mohammad Amin Sadri, Atefeh Amerizadeh, Shaghayegh Haghjooy Javanmard, Masoud Shekarchizadeh, Ramesh Hosseinkhani, Ali Pourmoghadas, Jamshid Najafian, Nizal Sarrafzadegan
doi: 10.5543/tkda.2022.21159  Pages 270 - 275
Amaç: Düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol (LDL-C), insanlar arasında en yaygın otozomal dominant bozukluk olan ailesel hiperkolesterolemili (AH) hastaların tanı, tedavi ve takibinin temelidir. Referans ölçüm yöntemi (ultrasantrifüjleme) zaman alıcı ve pahalı olduğundan, LDL-C seviyelerini hesaplamak için birçok formül ortaya çıkmış ve laboratuvarlarda yaygın olarak kullanılmaktadır.
Yöntemler: Üç LDL-C hesaplama denkleminin performansını direkt bir yöntemle (enzimatik fotometrik test) karşılaştırmak için, İran’da AH kaydına sahip 1148 hastanın Lipid profilleri geriye dönük olarak analiz edildi, bunların 270’i Hollanda kriterlerine göre muhtemel veya kesin AH tanısı almıştı. Direkt yöntem kullanılarak ölçümün yanı sıra, LDL-C seviyelerini Friedewald, Chen ve Anandaraja formüllerini kullanarak hesapladık.
Bulgular: Sonuçlarımız, her üç formülün de direkt yöntem ile oldukça ilişkili olduğunu ve Chen formülünün, tümü arasında en yüksek sınıf içi korelasyon katsayısını gösterdiğini gösterdi (hiperkolesterolemili tüm hastalar arasında 0.954 ve AH popülasyonu arasında 0.947). Ayrıca, Chen formülü en duyarlı olandı ve Friedewald formülü, AH hastalarında 100’lük bir LDL-C cut-off kullanan en spesifik formüldü.
Sonuç: Bulgularımız, AH hastaları için daha iyi klinik kararlar almak için Friedewald formülüne ek olarak Chen formülünün uygulanmasını teşvik etmektedir.
Objective: Low-density lipoprotein cholesterol is the mainstay of diagnosis, treatment, and follow-up of patients with familial hypercholesterolemia, the most prevalent autosomal dominant disorder among humans. Since the reference measurement method (ultracentrifugation) is time-consuming and expensive, many formulas emerged to calculate low-density lipoprotein cholesterol levels and are commonly used in laboratories.
Methods: To compare the performance of 3 low-density lipoprotein cholesterol calculation equations with a direct method (enzymatic photometric assay), the lipid profiles of 1148 patients of the registry of familial hypercholesterolemia in Iran were analyzed retrospectively,
270 of which had a possible or definite familial hypercholesterolemia diagnosis according to Dutch criteria. While measured using the direct method, we calculated the low-density lipoprotein cholesterol levels using the Friedewald, Chen, and Anandaraja formulas.
Results: Our results showed that all 3 formulas are highly correlated with the direct method, and the Chen formula showed the highest intra-class correlation coefficient among all (0.954 among all patients with hypercholesterolemia and 0.947 among the familial hypercholesterolemia population). In addition, the Chen formula was the most sensitive, and the Friedewald formula was the most specific formula using a low-density lipoprotein cholesterol cut-off of 100 in familial hypercholesterolemia patients.
Conclusion: Our findings encourage applying the Chen formula in addition to the Friedewald formula to make better clinical decisions for familial hypercholesterolemia patients.

9.Hypertension: A National Cross-Sectional Study in India
Sayantan Chakraborty, Gainel Ussatayeva, Ming-shinn Lee, Koustuv Dalal
doi: 10.5543/tkda.2022.21207  Pages 276 - 283
Amaç: Hipertansiyon küresel bir halk sağlığı sorunudur. Bu makale, Hindistan’da hem kadınlar hem de erkeklerde ulusal hipertansiyon prevalansını tahmin etmeyi amaçladı. Çalışma ayrıca hipertansif kadın ve erkeklerin demografik ve sosyoekonomik durumunu da incelemiştir.
Yöntemler: Çalışma, Hindistan’ın her yerinden Ulusal Aile Sağlığı Araştırması 4’ü kullandı. 661 771 kadın (15 - 49 yaş) ve 104 357 erkek (15-54 yaş) bireyin hipertansiyonu ve bunların demografik ve sosyoekonomik değişkenleri değerlendirildi. Çapraz tablolama, ki-kare testleri ve
çok değişkenli lojistik regresyon kullanıldı.
Bulgular: Kadınlarda ve erkeklerde hipertansiyon prevalansı sırasıyla %11,40 ve %18,10 idi. Eyalet bazında Sikkim maksimum prevalansa sahipti. Daha yaşlı kadınlar (45 - 49 yaş) ve erkekler (50 - 54 yaş) tüm yaş grupları arasında en yüksek hipertansiyon prevalansına sahiplerdi. Kentlerde yaşayanlar, kırsalda yaşayanlara göre orantılı olarak daha fazla hipertansiyon göstermişti. Eğitim, çalışma durumu ve daha zengin ekonomik statü önemli risk faktörleri olarak bulundu. Daha düşük eğitim düzeyine sahip kadınlar ve daha yüksek eğitim düzeyine sahip
erkeklerin hipertansif olma olasılığı daha yüksekti. Çalışanların, çalışmayan akranlarına göre daha hipertansif oldukları belirlendi. Ekonomik olarak güçlü erkekler, yoksul olanlardan daha hipertansifti. Hipertansif insanlar tıbbi bakıma daha fazla erişmekteydi.
Sonuç: Hipertansiyon ile ilişkili çeşitli değiştirilebilir riskte sosyoekonomik faktörler vardır. Politika yapıcılar, daha etkili önleyici planlamalar için mevcut bulguları değerlendirebilirler. Çalışmada belirlenen risk faktörleri doğru şekilde değerlendirilmelidir.
Objective: Hypertension is a global public health problem. This article aimed to estimate the national prevalence of hypertension in India for both women and men. The study had also examined the demographic and socioeconomic status of hypertensive women and men.
Methods: The study used the National Family Health Survey 4 from all over India. Hypertension of 661 771 women (15-49 years) and 104 357 men (15-54 years) and their demographic and socioeconomic variables were assessed. Crosstabulation, chi-square tests, and multivariate
logistic regression were used.
Results: The prevalence of hypertension in women and men were 11.40% and 18.10%, respectively. State-wise, Sikkim had shown the maximum prevalence. Older women (45-49 years) and men (50-54 years) had the highest hypertension prevalence among all age groups. Urban people had shown proportionately more hypertension than rural people. Education, working status, and richer economic status emerged as significant risk factors. Women with lower educational status and men with higher educational status were more likely to be hypertensive.
Working people were more hypertensive than their non-working peers. Economically, sound men were more hypertensive than poor people. Hypertensive people accessed medical care more.
Conclusion: There are various modifiable risk socioeconomic factors associated with hypertension. Policymakers can consider the current findings for better preventive planning. The risk factors identified in the study should be considered with appropriate weightage.

REVIEW
10.Low Cardiac Output Syndrome After Cardiac Surgery: A Life-Threatening Condition from the Perspective of Pediatric Intensivists
Nagehan Aslan, Dinçer Yıldızdaş
doi: 10.5543/tkda.2022.21212  Pages 284 - 292
Düşük kardiyak debi sendromu, metabolik ihtiyacı karşılamak için dokulara yetersiz oksijen sunumu, miyokart disfonksiyonu ve kardiyovasküler yetmezlikten kaynaklanan bir klinik tablodur. Doğuştan kalp hastalıkları nedeniyle düzeltici veya palyatif cerrahi uygulanan pediatrik hastaların yaklaşık %25’inde düşük kardiyak debi sendromu görülür. Kalp cerrahisi geçiren pediatrik hastalarda ameliyattan tipik olarak 6-18 saat sonra ortaya çıkan ve organ yetmezliğine, hastanede ve yoğun bakımda yatış süresinin uzamasına, kaynak kullanımının artmasına ve mortaliteye neden olan bir klinik durumdur. Bu ciddi komplikasyonun erken dönemde saptanması ve doğru yönetimi çok önemlidir. Ancak bu hasta grubunun takibi ve düşük kardiyak debi sendromu tanımı konusunda net bir fikir birliği veya konsensus raporu bulunmamaktadır. Klinisyenler
genellikle kendi yaklaşımlarına göre düşük kardiyak debi sendromu tanımlarını üretmişlerdir. Bu derlemede, düşük kardiyak debi sendromuna dikkat çekmeyi ve çocuk yoğun bakım ünitesinde hayatı tehdit eden düşük kardiyak debi sendromunun patofizyolojisi, etiyolojisi, klinik tanımı ve tedavi seçeneklerini özetlemeyi amaçladık.
Low cardiac output syndrome is a clinical picture insourcing from insufficient oxygen supply to tissues so as to meet the metabolic demand, myocardial dysfunction, and cardiovascular insufficiency. Low cardiac output syndrome is seen in nearly 25% of pediatric patients who underwent corrective or palliative surgery due to congenital heart defects. It is a clinical condition occurring typically 6-18 hours after surgery in pediatric patients undergoing cardiac surgery and causes organ failure, prolonged hospital and intensive care hospitalization time, increased resource utilization, and mortality. The identification and correct management of this serious complication in the early period is very important. However, there is no clear consensus or consensus report on the follow-up of this patient group and the definition of low cardiac output syndrome. Clinicians generally produced low cardiac output syndrome definitions according to their own approach. In this review, we aim to draw attention to low cardiac output syndrome and hope to summarize the pathophysiology, etiology, clinical definition, and treatment options of low cardiac output syndrome as a life-threatening condition in pediatric intensive care unit.

CASE REPORT
11.Stent Dislodgement During Percutaneous Coronary Intervention: How to Get the Ring Off?
Ziad Dahdouh
doi: 10.5543/tkda.2022.21199  Pages 293 - 299
İyatrojenik koroner arter diseksiyonu, perkütan koroner girişim sırasında nadir görülen ancak ciddi bir komplikasyondur. Stentin yerinden çıkması veya stent kaybı, belirli koşullar altında ortaya çıkabilecek başka bir potansiyel komplikasyondur. Biz bu çalışmada iyatrojenik bir sol
ana koroner arter diseksiyonunu tedavi etmek amacıyla yerleştirilen bir stentin yerinden çıkma vakasını sunuyoruz. Bu tür bir komplikasyonun yönetimi için çeşitli perkütan teknikler tartışılmış ve vakamızda kullanılan yaklaşımın bir örneği sunulmuştur.
Iatrogenic coronary artery dissection is a rare but serious complication during percutaneous coronary intervention. Stent dislodgment or stent loss is another potential complication that can occur under certain circumstances. We herein present a case of stent dislodgment that was intended to treat an iatrogenic left main coronary artery dissection. Several percutaneous techniques for the management of such complication are discussed, and an illustration of the approach used in our case is presented.

12.A Rare Case of Primary Cardiac Lymphoma Presenting with Acute Myocardial Infarction: to Be Happy or to Be Sorry?
Dilay Karabulut, Gülsüm Türkyılmaz
doi: 10.5543/tkda.2022.21217  Pages 300 - 303
Kalbin primer malign tümörleri arasında primer kardiyak lenfomalar oldukça nadirdir. Spesifik olmayan semptomları sıklıkla gecikmiş tanıya ve kötü prognoza yol açtığından, primer kardiyak lenfoma vakalarında erken tanı çok önemlidir. Bu olgu sunumunda, akut miyokart enfarktüsü ile başvuran bir hastanın ekokardiyografisi sırasında fark edilen bir primer kardiyak lenfoma olgusunu sunduk. 32 yaşında erkek hasta, akut anterior ST yükselmeli miyokart enfarktüsü ile acil servise başvurdu. Anjiyografide, proksimal sol ön inen arter tam tıkalı iken diğer koronerler
tamamen normal idi. Kılavuz tel ile total oklüzyon geçildikten sonra sadece yoğun trombüs izlendi. Bu nedenle embolik bir kaynaktan şüphelenildi. Ekokardiyografide interatriyal septuma yapışık dev bir kitle (6 × 2,5 cm) saptandı. Hasta kitle rezeksiyonu için erken cerrahiye sevk edildi. Rezeke edilen örneğin histopatolojisi ve immünohistokimyası, B hücreli Hodgkin olmayan lenfoma ile uyumlu geldi. Pozitron emisyon tomografisi ve bilgisayarlı tomografide lenf nodu ve organ tutulumu görülmedi. Ameliyattan iki hafta sonra hasta taburcu edildi ve kemoterapi için hematoloji bölümüne sevk edildi. Altı kür kemoterapi sonrası, yedinci ay kontrolunde PET taramasında anormal bir birikim görülmedi ve tam remisyon kabul edildi. Bir buçuk yıl sonraki kontrolde de hastanın klinik durumu iyiydi. Akut miyokart enfarktüsü, primer kardiyak lenfoma gibi nadir bir antite ile ortaya çıkabilir, bu nedenle enfarktüste her zaman embolik kaynak da düşünülmelidir. Bu vaka, başarılı cerrahi ve kemoterapi uygulanan, patolojik tanısı olan bir kardiyak lenfoma hastasıdır.
Among primary malignant tumors of the heart, primary cardiac lymphomas are extremely rare. Early diagnosis is crucial in primary cardiac lymphoma cases as its non-specific symptoms often lead to delayed diagnosis and poor prognosis. In this case report, we presented
a challenging case of primary cardiac lymphoma that was noticed during echocardiography of a patient admitted with acute myocardial infarction. A 32-year-old man was admitted to the emergency department with acute anterior ST-elevated myocardial infarction. His
angiogram revealed an acute occlusion in the proximal left anterior descending artery with otherwise normal coronary arteries. After the total occlusion was passed with a guidewire, only a dense thrombus was observed. Therefore, an embolic source was suspected. Echocardiography revealed a giant mass (6 cm × 2.5 cm) attached to the interatrial septum. The patient was referred to early surgery for the resection of the mass. Histopathology and immunohistochemistry of the resected specimen demonstrated B cell non-Hodgkin lymphoma. Positron emission tomography and computerized tomography showed no lymph node and organ involvement. Two weeks after surgery, he was discharged and referred to the hematology department for chemotherapy. After 6 cycles, the positron emission tomography scan showed no abnormal accumulation indicating complete remission 7 months later. The clinical course of the patient was favorable for 1 and a half years.
Acute myocardial infarction may be a manifestation of a rare entity such as primary cardiac lymphoma and an embolic source should always be considered. This is a case of pathologically diagnosed and successfully treated primary cardiac lymphoma.

CASE IMAGE
13.Cardiac Metastasis Masquerading as Acute Coronary Syndrome
Zübeyir Bulat, Hidayet Ozan Arabacı, Mehmed Emin Gökçe, Abdallah Ömer Ebeoğlu, Ümit Yaşar Sinan
doi: 10.5543/tkda.2022.22406  Pages 304 - 305
Abstract | English Full Text

LETTER TO EDITOR
14.Evaluation of the Perception of Illness and Quality of Life in Patients with Acute Myocardial Infarction

doi: 10.5543/tkda.2022.22421  Pages 306 - 307
Abstract | English Full Text

15.Cordova Formula, A Better Alternative to Martin’s Formula for the Calculation of LDL-C in Patients with TG above 350 mg/dL
Sojit Tomo, Shrimanjunath Sankanagoudar
doi: 10.5543/tkda.2022.22368  Pages 308 - 309
Abstract | English Full Text

OTHER ARTICLES
16.Comments on Cardiology
Ertan Ural
Pages 310 - 311
Abstract | English Full Text



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.