ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 45 (6)
Volume: 45  Issue: 6 - September 2017
EDITORIAL COMMENT
1.How to design studies on premature myocardial infarction?
Meral Kayıkçıoğlu
PMID: 28902638  doi: 10.5543/tkda.2017.24668  Pages 495 - 497
Abstract |Full Text PDF

ORIGINAL ARTICLE
2.The role of specialized prevention clinics for the short term follow-up of acute coronary syndromes
Salih Kılıç, Evrim Şimşek, Hatice Soner Kemal, Elif İlkay Yüce, Cüneyt Türkoğlu, Meral Kayıkçıoğlu
PMID: 28902639  doi: 10.5543/tkda.2017.00400  Pages 498 - 505
Amaç: Akut koroner sendrom (AKS) sonrasında ikincil korumada yapılandırılmış poliklinik ile standart poliklinik takibinin kardiyovasküler risk faktörlerinin kontrolündeki etkisinin araştırılması.
Yöntemler: ST-segment yükselmeli miyokart enfarktüsü tanısıyla trombolitik tedavi alan 118 hasta altı ay takip edildi. Akut koroner sendrom sonrasında yapılandırılmış poliklinikte (Grup 1) takipli hastalar (n=67) ile standart poliklinikte (Grup 2) takipli hastalar (n=51); yaşam şekli değişikliği, risk faktörlerinin yönetimi ve ilaç uyumu açısından karşılaştırıldı.
Bulgular: Gruplar arasında trigliserit düzeyi dışında (Grup 1 medyan 174 mg/dL, Grup 2 medyan 136 mg/dL; p=0.039) bazal klinik ve laboratuvar özellikleri açısından fark saptanmadı. İndeks olaydan altı ay sonra Grup 1’de sigara bırakma (%72.4’e karşın %50; p=0.037), önerilen diyete uyma (%43’e karşın %19.6; p=0.012) ve egzersiz yapma oranları (%31’e karşın %13.7; p=0.044) anlamlı olarak daha yüksek idi. Kilo kontrol oranı Grup 1’de daha yüksek olmasına rağmen gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı (%27’ye karşın %15.6; p=0.219). Altıncı ayda sistolik ve diyastolik kan basıncı >140/90 mmHg olanların oranı Grup 2’ de anlamlı olarak daha yüksek saptandı (%23.5’e karşın %9; p=0.029). Grup 1 hastalarında medyan LDL-K değeri belirgin olarak düşük saptandı (Grup 1, 91 mg/dL, Grup 2, 102 mg/dL; p=0.042). Ayrıca LDL-K ≤70 mg/dL veya bazale göre ≥%50 azalma olanların oranı Grup 1’de belirgin yüksek idi (%32.8’e karşın %13.7; p=0.016). Altıncı ay kontrolde önerilen tedaviler açısından fark yok iken Grup 1’de statin kullanım oranı belirgin yüksek idi (%95.5’e karşın %80.3; p=0.021).
Sonuç: Çalışmamızın sonuçları yapılandırılmış polikliniklerin AKS sonrasında kardiyovasküler risk faktörlerinin yönetiminde daha etkin olduğu göstermektedir.
Objective: This study aimed to investigate the effect of specialized prevention clinics and standard clinics follow-ups on secondary protection after acute coronary syndrome (ACS) on cardiovascular risk factors.
Methods: A total of 118 patients who received thrombolytic therapy after being diagnosed with ST-segment elevation myocardial infarction were followed up for 6 months. After ACS, patients in a specialized prevention clinic (Group 1) (n=67) and those in a standard clinic (Group 2) (n=51) were compared in terms of the change in their lifestyle, management of risk factors, and drug compliance.
Results: No significant difference was found between groups in terms of baseline clinical and laboratory findings except for triglyceride level (Group 1: median 174 mg/dL; Group 2: median 136 mg/dL; p=0.039). Six months after indexing, smoking cessation (72.4% vs. 50%, p=0.037), diet compliance (43% vs.19.6%, p=0.012), and exercise rates (31% vs. 13.7%, p=0.044) were significantly higher in Group 1. Although the weight control rate was higher in Group 1, no significant difference was noted between the groups (27% vs. 15.6%, p=0.219). The rate of systolic and diastolic blood pressures >140/90 mm Hg was significantly higher in Group 2 (23.5% vs. 9%, p=0.029) at 6 months. The median low-density lipoprotein cholesterol (LDL-C) value was significantly lower in Group 1 patients (Group 1: 91 mg/dL; Group 2: 102 mg/dL; p=0.042). Moreover, the rate of LDL-C ≤70 mg/dL or ≥50% reduction compared with baseline was significantly higher in Group 1 (32.8% vs. 13.7%, p=0.016). Although the recommended treatments were similar in both groups, the statin use rate was significantly higher in Group 1 (95.5% vs. 80.3%, p=0.021) at 6 months.
Conclusion: The results of the study showed that specialized prevention clinics were more effective during the management of cardiovascular risk factors after ACS.

3.Is neutrophyl to lymphocyte ratio really a useful marker for all grades of degenerative aortic stenosis?
Selçuk Küçükseymen, Göksel Çağırcı, Ramazan Güven, Şakir Arslan
PMID: 28902640  doi: 10.5543/tkda.2017.32389  Pages 506 - 513
Amaç: Enflamatuvar proçes kalp kapak kalsifikasyonunda ve osifikasyonunda önemli rol oynamaktadır. Biz de çalışmamızda nötrofil lenfosit oranı (NLO) ile dejeneratif aort darlığı (AD) arasındaki ilişkiyi araştırdık.
Yöntemler: İki yüz yirmi AD hastası ve 158 sağlıklı kontrol grubu birey çalışmaya dahil edildi. Nötrofil lenfosit oranı, periferik kan örneğindeki nötrofil sayısının lenfosit sayısına bölünmesiyle elde edildi.
Bulgular: Çalışma grubu 220 AD hastası (110 hasta hafif/orta AD grubunda, 110 hasta ciddi AD grubunda) ve 157 sağlıklı birey kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edildi. Kontrol grubuyla kıyaslandığında hafif/orta AD grubunda (p<0.001) ve ciddi AD grubunda (p<0.001) önemli derecede NLO yüksekliği saptandı. Ayrıca ciddi AD grubunda hafif/orta AD grubuna göre de NLO değerleri yüksek idi (p<0.001). Hasta demografik bulguları her grupta istatistiksel yönden benzerdi. ROC eğrisi analizinde AD olanlarda NLO için ciddi derecede güçlü prediktivite izlendi (AUC=0.930, %95 GA 0.898–0.963, p<0.001). NLR için 2.310 kesim değeri, AD varlığı için sırasıyla %80.4 ve %92.4’lük duyarlılık ve özgüllüğe sahipti. Çok değişkenli lojistik regresyon analizinde, AD’nin tek bağımsız öngördürücüsü NLO (OR: 43.8, %95 GA 14.7–130.7) idi.
Sonuç: Aort darlığı için NLO’nun ayrımcı performansı yüksektir. Nötrofil lenfosit oranı güçlü ve bağımsız olarak AD ile ilişkilidir.
Objective: Inflammatory processes play an important role in cardiac valve calcification and ossification. The aim of this study was to investigate the relationship between the neutrophil-lymphocyte ratio (NLR) and degenerative aortic stenosis (AS).
Methods: A total of 220 patients with AS and 158 healthy individuals who were a control group were included in the study. The NLR was calculated by dividing the number of neutrophils by number of lymphocytes in peripheral blood samples.
Results: The study group consisted of 220 AS patients (mild/moderate group: n=110; severe group: n=110) and 157 healthy controls. Both the mild/moderate AS group (p<0.001) and the severe AS group (p<0.001) had a significantly higher NLR compared with the control group. The NLR in the severe AS group was significantly higher than that of the mild/moderate AS group (p<0.001). The groups were similar with respect to other baseline characteristics. A receiver operating characteristic curve analysis yielded a strong predictive ability of NLR for the presence of AS (Area under the curve=0.930; 95% CI [confidence interval], 0.898–0.963; p<0.001). A cut-off value of 2.310 for NLR had a sensitivity and specificity of 80.4% and 92.4%, respectively, for the presence of AS. In multivariate logistic regression analysis, NLR (Odds ratio: 43.8; 95% CI, 14.7–130.7) was the only independent predictor of AS.
Conclusion: The discriminative performance of NLR for AS is high. NLR is strongly and independently associated with AS.

4.Assessment of the association between the personality traits of young patients with acute coronary syndrome and the severity of coronary artery disease
Nermin Bayar, Ramazan Güven, Zehra Erkal, Kamil Can Akyol, Mustafa Ilker Edebali, Selçuk Küçükseymen, Şakir Arslan
PMID: 28902641  doi: 10.5543/tkda.2017.32379  Pages 514 - 519
Amaç: Akut koroner sendrom (AKS) etiyolojisinde psikososyal risk faktörlerinin yeri giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Bu çalışmada amaç AKS’li genç hastalarda kişilik özellikleri ile koroner arter hastalığı (KAH) yaygınlığı arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.
Yöntemler: Çalışmaya 2012–2016 yılları arasında AKS tablosuyla başvurup koroner anjiyografi yapılan 45 yaş altı hastalar alındı. Hastaların koroner anjiyografi kayıtları incelenerek Gensini skorları (GS) hesaplandı, GS ≥20 olması yaygın KAH olarak değerlendirildi. “Eysenck Personality Questionnaire-Revised Short Form” (EPQ-RSF) uygulanarak psikotizm, dışadönüklük, yalan ve nörositizm puanları hesaplandı.
Bulgular: Çalışmaya toplam 139 hasta alındı. Gensini skoru <20 olan hastalarda psikotizm puanı GS ≥20 olanlardan anlamlı olarak yüksek bulundu (1.0 [25-75 persentil: 0.0–2.0] ve 1.0 [25-75 persentil: 0.0–1.0], p=0.015). Ortanca psikotizm puanı kararsız anjina pektorisli grupta 1.0 [25-75 persentil: 1.0–2.0], ST segment yükselmeli miyokart enfarktüsü olanlarda 0.5 [25-75 persentil: 0.0–1.0], ST yükselmesiz miyokart enfarktüsü olanlarda 1.0 [25-75 persentil: 0.0–1.0] bulundu (p=0.004).
Sonuç: AKS tablosu ile başvuran hastalarda psikotizm özelliklerinin varlığı daha az yaygın KAH ile ilişkilidir.
Objective: The role of psychosocial risk factors is becoming increasingly important in the etiology of acute coronary syndrome (ACS). The purpose of this study was to assess an association between the personality types of young patients with ACS and the prevalence and severity of coronary artery disease (CAD).
Methods: Patients younger than 45 years of age who presented with ACS and who underwent coronary angiography in the period from 2012 to 2016 were included in the study. The coronary angiography records of the patients were examined and their Gensini score (GS) was calculated; GS ≥20 was considered to be severe CAD. The Eysenck Personality Questionnaire-Revised Short Form scales were used to measure psychoticism, extraversion, lying, and neuroticism.
Results: A total of 139 patients were included in the study. The median psychoticism score of patients with GS <20 was found to be significantly higher than that of patients with GS ≥20 [1.0 (25th and 75th percentile: 0.0–2.0) vs. 1.0 (25th and 75th percentile: 0.0–1.0); p=0.015]. The median psychoticism score was 1.0 (25th and 75th percentile: 1.0–2.0) in the unstable angina pectoris group, 0.5 (25th and 75th percentile: 0.0–1.0) in the ST segment elevation myocardial infarction group, and 1.0 (25th and 75th percentile: 0.0–1.0) in the non-ST segment elevation myocardial infarction group (p=0.004).
Conclusion: The presence of psychoticism characteristics in patients who present with ACS is associated with less severe CAD.

5.The association between apelin gene polymorphism and coronary artery disease in young patients with acute obstructive coronary syndrome
Ramazan Güven, Kamil Can Akyol, Nermin Bayar, Mustafa Keşaplı, Muhammed İkbal Şaşmaz, Asım Arı, Şakir Arslan
PMID: 28902642  doi: 10.5543/tkda.2017.95849  Pages 520 - 526
Amaç: Biz bu çalışmayla genç akut koroner sendromlu (AKS) olgularda apelin (APLN) geninin ilk defa tespit edilen V103V, 6140AG, TGA-Stop-TAA Stop ve 6016CA polimorfizmlerinin kritik koroner arter hastalığı (KAH) varlığı ile ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntemler: Bu çalışma ileriye dönük kesitsel bir çalışmadır. Çalışmaya alınan olgular iki gruba ayrıldı. Birinci grubu koroner arterlerinde kritik lezyon saptanan 132 hasta oluşturdu. Kontrol grubunu ise koroner arterleri normal veya kritik olmayan aterosklerotik lezyon saptanan 41 olgu oluşturdu.
Bulgular: Gen polimorfizmlerinden V103V’nin GG genotipi kritik KAH’lı hastalarda kontrol grubuna göre daha sık rastlandı (%67.4 ve %46.3). Buna karşın GT genotipi kontrol grubunda daha sıktı (%53.7 ve %32.6). Tek ve çok değişkenli lojistik regresyon analizinde, V103V’nin GG genotipinin kritik KAH varlığı için bağımsız öngördürücü olduğu saptandı (odds oranı: 2.397; %95 Güven Aralığı 1.174–4.892; p=0.016).
Sonuç: Apelin geni V103V polimorfizminde GG genotipine sahip hastalar aterosklerotik kritik lezyon varlığı yönünden kontrol grubuna göre yüksek risk altındadır.
Objective: The purpose of this study was to evaluate the association between V103V, 6140AG, TGA-Stop-TAA Stop, and 6016CA polymorphisms of the apelin (APLN) gene detected for the first time among young patients with acute coronary syndrome (ACS) and coronary artery disease (CAD).
Methods: This was a prospective cross-sectional study. The study population was divided into 2 groups. The first group included 132 patients who were found to have critical lesions in their coronary arteries, while the control group consisted of 41 patients who were found to have normal coronary arteries or non-critical atherosclerotic lesions.
Results: Among the gene polymorphisms, V103V was found to be more common in the critical CAD patients with the GG genotype compared with the control group (67.4% vs. 46.3%). On the other hand, the GT genotype was more common in the control group (53.7% vs. 32.6%). Univariate and multivariate logistic regression analysis revealed that the GG genotype of V103V was an independent predictor for the presence of critical CAD (odds ratio: 2.397; 95% confidence interval, 1.174–4.892; p=0.016).
Conclusion: In cases of V103V polymorphism of the APLN gene, patients with the GG genotype were at a greater risk for the presence of atherosclerotic critical lesions compared with the control group.

6.Prevalence and characteristics of coronary artery anomalies in children with congenital heart disease diagnosed with coronary angiography
Münevver Tuğba Temel, Mehmet Enes Coşkun, Osman Başpınar, Abdullah Tuncay Demiryürek
PMID: 28902643  doi: 10.5543/tkda.2017.24162  Pages 527 - 532
Amaç: Bu çalışmanın amacı, doğuştan kalp hastalığı olan çocuklarda koroner arter anomalilerinin sıklığını belirlemektir.
Yöntemler: Ocak 2005 ve Aralık 2009 tarihleri arasında kardiyak kateterizasyon ve anjiyografi için başvuran toplam 1138 hasta koroner anomali açısından geriye dönük olarak değerlendirildi. Çalışmaya sol ventrikül ve aort kökü enjeksiyonlarıyla koroner arter görüntülemesi yapılabilen toplam 515 hasta alındı.
Bulgular: Koroner görüntülemesi yapılan 515 hastanın 42’sinde (20 erkek, 22 kız; ortalama yaş 5.3±2.0 yıl) koroner arter anomalisi tespit edildi. Çalışmada koroner arter anomali prevalansı %8.16 olarak bulundu. Koroner arter anomalilerinin 38’i (%90.4) orijin, ikisi (%4.8) intrinsik ve ikisinin (%4.8) sonlanım anomalisi olduğu belirlendi. Koroner arter anomalileri arasında en sık sol aortik sinüsten kaynaklanan sağ koroner arterin orijin anomalisi (16 hasta, %38.1) olduğu, doğuştan kalp hastalıkları arasında ise en sık görülenin Fallot tetralojisi (18 hasta, %42.9) olduğu tespit edildi.
Sonuç: Doğuştan kalp hastalığı olan çocuklarda cerrahi veya girişimsel tedavi düşünülürken, koroner arter anomalilerinin çeşitliliğinin fark edilmesi kritik önemdedir.
Objective: Aim of the present study was to determine the prevalence of coronary artery anomalies in children with congenital heart disease.
Methods: Data of 1138 consecutive patients who were referred for cardiac catheterization and angiography for assessment of coronary anomaly between January 2005 and December 2009 were retrospectively analyzed. Total of 515 patients whose coronary arteries could be examined through left ventricle and aortic root injection were included in the study.
Results: Of 515 angiograms with visible coronaries, 42 patients (20 males, 22 females; mean age: 5.3±2.0 years) were found to have final diagnosis of coronary anomaly. Prevalence of coronary artery anomalies was 8.16% in this study. It was determined that 38 (90.4%) were anomalies of origination, 2 (4.8%) were anomalies of intrinsic coronary arterial anatomy, and 2 (4.8%) were anomalies of coronary termination. Most common coronary artery abnormality was anomalous origin of the right coronary artery from the left aortic sinus (16 patients; 38.1%), and the most common congenital heart disease was tetralogy of Fallot (18 patients; 42.9%).
Conclusion: Recognizing variability of coronary artery anomalies is critical when considering surgical or interventional therapies in children with congenital heart disease.

7.Serum oxidized low-density lipoprotein level as a marker of oxidative stress in patients undergoing hyperbaric oxygen therapy
Kudret Keskin, Hakan Kilci, Gökhan Aksan, Gökhan Çetinkal, Süleyman Sezai Yıldız, Füsun Kocaman Türk, Gülsüm Bingöl
PMID: 28902644  doi: 10.5543/tkda.2017.28302  Pages 533 - 537
Amaç: Aterosklerozun patogenezinde oksidatif stres yer almaktadır. Hiperbarik oksijen tedavisinde yüksek basınç altında %100 oksijen verilmesinden dolayı oksidatif stres için bir yatkınlık oluşabilir. Bu nedenle çalışmamızda hiperbarik oksijen tedavisine giren hastalarda oksidatif stresin bir göstergesi olan okside düşük yoğunluklu lipoprotein (oxLDL) seviyelerini ölçtük.
Yöntemler: Çalışmaya, çeşitli hastalıklar sebebiyle hiperbarik oksijen tedavisine giren 29 hasta alındı. İlk seasın başlangıcında ve 10. seansın sonunda kan örnekleri alınarak oxLDL seviyeleri ölçüldü.
Bulgular: Hiperbarik oksijen tedavisi uygulanan hastalarda oxLDL seviylerinde anlamlı bir değişiklik gözlenmemiştir (4.96±0.1 ve 4.94±0.16 U/ml, p=0.36).
Sonuç: Onuncu seansa kadar olan hiperbarik oksijen tedavisi oxLDL oluşumu açısından güvenli gözükmektedir. Oksidatif stresin aydınlatılması için daha uzun süreli tedavilerin incelendiği büyük çaplı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Objective: Oxidative stress (OS) is involved in the pathogenesis of atherosclerosis. Hyperbaric oxygen therapy (HBOT), in which 100% oxygen is inhaled under hyperbaric pressure, may create OS. Therefore, the aim of this research was to measure the serum oxidized low-density lipoprotein (oxLDL) level in patients undergoing HBOT.
Methods: Twenty-nine patients who underwent HBOT to treat various diseases were enrolled in this study. The serum oxLDL level was measured at the beginning of the first and after the 10th therapy session.
Results: There was no significant difference between the oxLDL level of patients before and after HBOT (4.96±0.1 vs. 4.94±0.1 U/mL; p=0.36).
Conclusion: HBOT seems to be safe in terms of oxLDL production up to 10 sessions. However, further large-scale studies investigating longer duration of HBOT treatment are required to understand the role of OS.

CASE REPORT
8.A rare cause of cyanosis in childhood: Pulmonary arteriovenous malformation
Osman Güvenç, Murat Saygı, İbrahim Halil Demir, Ender Ödemiş
PMID: 28902645  doi: 10.5543/tkda.2016.57262  Pages 538 - 540
Pulmoner arter ve pulmoner ven arasında anormal bağlantı olması olarak tanımlanan pulmoner arteriyovenöz malformasyon nadir görülen bir durumdur. Genellikle doğumsal olarak ortaya çıkmasına rağmen herediter hemorajik telenjiektazi ile birlikte de olabilir. Klinik bulgular, fistülün sayısı ve boyutu ile orantılı olarak şant miktarıyla değişmekte olup hastalarda siyanoz ve solunum sıkıntısı görülebilir. Hastalık tedavi edilmediği takdirde kalp yetersizliğine ve enfektif endokardite yol açabilir; anevrizmal fistül yırtılabilir. Anormal vasküler bağlantının transkateter embolizasyonu bu hastalığın yönetimindeki güncel tedavi yöntemidir. Bu makalede 8.5 yaşında bir çocuk hasta sunuldu. Hastada çabuk yorulma belirtisi kendini gösteriyordu. Transkutanöz oksijen satürasyonu %75 idi, incelemelerinde pulmoner arteriyovenöz malformasyon tespit edildi. Başarılı transkateter fistül embolizasyonu uygulandı.
Pulmonary arteriovenous malformation, which is defined as the presence of an ab-normal connection between the pulmonary artery and pulmonary vein, is rarely seen. Although it generally presents as a congenital condition, it may be accompanied by hereditary hemorrhagic telangiectasia. Clinical signs vary according to the amount of shunt in proportion to the number and size of the fistulae. Patients may present with cyanosis and respiratory trouble. If the disease remains untreated, it may result in cardiac failure and ineffective endocarditis, thereby leading to the rupture of the an-eurysmal fistula. Transcatheter embolization of abnormal vascular connection is the current treatment method in this disease. This article describes the case of an 8½-year-old child. He was presented with the symptom of getting tired quickly. Transcutaneous oxygen saturation of 75%, and pulmonary arteriovenous malfor-mation was detected in his examination. Successful transcatheter fistula embolization was performed.

9.A massive left-to-right shunt due to delayed spontaneous perforation of polyvinyl alcohol membrane of atrial septal occluder
Serdar Bozyel, Tayfun Şahin, Emir Dervis, Müjdat Aktaş, Hüseyin Şaşkın
PMID: 28902646  doi: 10.5543/tkda.2017.04640  Pages 541 - 544
Perkütan girişimle atriyal septal defektin (ASD) kapatılması cerrahiye seçenek olarak ortaya çıkmıştır. Polivinil alkol (PVA) ile kaplı iki nitinol diskten yapılmış 30-mm Cardia Ultrasept Septal oklüder (Cardia Inc, Eagan, MN, USA) cihazı ile perkütan yolla ASD kapatılma öyküsü olan 54 yaşında bir kadın hasta kararsız anjina pektoris tanısı ile hastanemize kabul edildi. Transtorasik ekokardiyografide cihazın içinden soldan sağa şant izlendi. Transözofajiyal ekokardiyografide (TÖE) ise cihazın orta bölümünden geçen soldan sağa geçişli önemli miktarda şant gösterildi. Hastaya koroner anjiyografi yapıldı ve sağ koroner ve sol ön inen koroner arterlerde ciddi darlık saptandı. Üç boyutlu TÖE’de nitinol çatı sağlam ve PVA membran üzerinde çok sayıda perforasyon görüldü. Hastanın koroner arter baypas greft ameliyatı ile birlikte ASD kapama cihazı çıkarıldı ve ASD perikardiyal yama ile tekrar kapatıldı. Ameliyat sırasındaki incelemede, cihazın doğru bir şekilde yerleştirildiği cihazın çatısının tamamen sağlam olduğu ve çatı etrafındaki eksik endotelizasyon ile sağ ve sol disklerin tamamen kaybolduğu görüldü. İşlemcilerin bu nadir görülen komplikasyonun farkında olmaları ve Cardia cihaz yerleştirilen tüm hastaları tekrar muayene etmeleri ve uzun süre düzenli izlemeleri gerekmektedir.
Percutaneous closure of an atrial septal defect (ASD) has emerged as an alternative to surgery. A 54-year-old woman with a history of percutaneous ASD closure with a 30-mm Cardia Ultrasept septal occluder (Cardia Inc., Eagan, MN, USA) comprising 2 discs made of Nitinol wire mesh covered with polyvinyl alcohol (PVA) membrane, was admitted to the hospital with unstable angina pectoris. In a routine examination, transthoracic echocardiography revealed a left-to-right shunt through the device. Transesophageal echocardiography (TEE) also demonstrated significant left-to-right shunt through the central portion of the prosthesis. Coronary angiography was performed, which disclosed severe stenosis in the right and left anterior descending coronary arteries. Three-dimensional TEE showed multiple perforations of the PVA membrane with intact nitinol frame. Surgical removal of failing device and closure of the ASD with a pericardial patch was performed together with coronary artery bypass graft surgery. On perioperative view, the device appeared to have been correctly implanted, and the device frame was completely intact; however, the PVA membrane of both the right and left discs had almost completely disappeared and there was incomplete endothelialization around the frame. Surgeons must be aware of this rarely seen complication and they should re-examine all patients implanted with Cardia devices in regular follow-up examinations for a long period of time.

10.Isolated left-sided partial anomalous pulmonary venous connection in a child
İsmihan Selen Onan, Onur Sen, Selman Gokalp, Burak Onan
PMID: 28902647  doi: 10.5543/tkda.2017.68745  Pages 545 - 548
Tek başına sol tarafta kısmi anormal pulmoner venöz bağlantı ile sağlam interatriyal septum birlikteliği çocukluk çağında nadir bir durumdur. Bu olgularda, bir vertikal ven sol üst pulmoner venöz sistemi brakiyosefalik vene ve daha sonrada sağ atriyuma boşalır. Cerrahi tedavi ileri yaşlarda sağ ventrikül yetersizliği ve pulmoner arter hastalığını engellemek amacıyla uygulanır. Bu yazıda, 14 yaşındaki kız hastada nadir bir durum olan tek başına sol taraf kısmi anormal pulmoner venöz bağlantının, kardiyopulmoner baypas olmaksızın minimal invaziv olarak yapılan başarılı cerrahi tedavisi sunuldu.
Isolated left-sided partial anomalous pulmonary venous connection with intact interatrial septum is a rare diagnosis in childhood. In these cases, a vertical vein drains the left upper pulmonary lobe into the brachiocephalic vein and finally to the right atrium. Surgical treatment is performed to prevent right ventricular failure and pulmonary artery disease in advanced age. In this report, the rare entity of isolated left-sided anomalous pulmonary venous connection in a 14-year-old girl and successful minimally invasive surgery without cardiopulmonary bypass are described.

11.Fabry disease: An overlooked diagnosis in adult cardiac patients
Meral Kayıkçıoğlu, Evrim Şimşek, Sema Kalkan Uçar, Selen Bayraktaroğlu, Hüseyin Onay, Eser Sözmen, Mahmut Çoker
PMID: 28902648  doi: 10.5543/tkda.2017.68709  Pages 549 - 555
Fabry hastalığı X’kromozomuna bağlı geçiş gösteren nadir bir glikosfingolipid birikim hastalığıdır. α–galaktosidaz enzim eksikliği sonucu sinir, böbrek, kalp ve cilt gibi birçok farklı dokuda globotriozilzseramitin birikimi ile sonuçlanan çoklu sistem hastalığıdır. Erkekler daha sık ve daha ciddi etkilense de heterozigot kadınlar da etkilenebilmekte, ancak bulgular daha geç yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Kalp tutulumu, sol ventrikül hipertrofisi, ileti sistemi bozuklukları, aritmiler, kapak bozuklukları ve kalp yetersizliği ile seyredebilmektedir. Hastalığın bir türü ise sadece kalp dokusunu tutmakta ve genellikle açıklanamayan sol ventrikül hipertrofisi ile ortaya çıkmaktadır. Fabry hastalığı olan iki olgu üzerinden hastalığın kalp tutulumu bulguları, semptomları ve geri dönüşümsüz doku hasarı gelişmeden enzim replasman tedavisine başlamak için erken tanının önemi tartışılacaktır.
Fabry disease is a rare, X-linked, lysosomal glycosphingolipid storage disorder. A deficiency of the enzyme alpha-galactosidase results in intracellular accumulation of globotriaosylceramide in multiple cell types, such as those of the nerves, kidneys, cardiac, and cutaneous tissues, leading to a multisystem disease. Male patients are more severely affected; however, heterozygous female patients may also be afflicted, though often the symptoms develop later. Cardiac involvement can include left ventricular hypertrophy, conduction abnormalities, arrhythmias, valvular abnormalities, and heart failure. A variant of the disease affects only cardiac tissue and mostly manifests as unexplained ventricular hypertrophy. Presently described are 2 cases of Fabry disease and the signs and symptoms of cardiac involvement, as well as the importance of early diagnosis to start enzyme replacement therapy before the development of irreversible tissue damage.

12.Percutaneous treatment of a superior mesenteric artery pseudoaneurysm and arteriovenous fistula with coil embolization: a case report
Alparslan Kılıç, Mikail Yarlıoğlueş, Elif Ergün, Yılmaz Ünal, Sani Namık Murat
PMID: 28902649  doi: 10.5543/tkda.2017.56346  Pages 556 - 559
Karın travması sonrası oluşan visseral arter yalancı anevrizması ve arteriyovenöz fistül oldukça nadir görülen klinik bir durumdur. Bu yazıda, hastaneye tekrar başvurmadan önce penetran karın travması geçirmiş 44 yaşındaki erkek hasta sunuldu. Hastada acil cerrahi girişim sonrasında semptomlu hale gelen süperiyor mezenterik arter yalancı anevrizması ve arteriyovenöz fistül gelişti. Tanı için bilgisayarlı tomografi yapıldı. Hastaya mikrosarmal embolizasyon başarılı bir şekilde uygulandı ve girişimden bir gün sonra taburcu edildi.
Visceral artery pseudoaneurysm and arteriovenous fistula following penetrating abdominal injuries is a rarely observed complication. Presently described is the case of a 44-year-old male admitted to the hospital after having previously experienced penetrating abdominal trauma. The patient had developed a pseudoaneurysm in the superior mesenteric artery and an arteriovenous fistula between the superior mesenteric artery and vein following surgery. The patient underwent successful coil embolization procedure and he was discharged 1 day after intervention.

13.A rare cause of cyanosis and hypoxia that should not be forgotten after implantable cardioverter defibrillator implantation
Uğur Canpolat, Nihan Bahadır, Levent Şahiner, Kudret Aytemir
PMID: 28902650  doi: 10.5543/tkda.2017.34801  Pages 560 - 562
Transvenöz kalp pili ya da implante edilebilir defibrilatör (ICD) yerleştirilmesi işlemleri yerel anestezi altında yapılır ve prilokain çoğunlukla tercih edilen anestezik ajandır. Kalp cihazı yerleştirilmesi sonrası methemoglobinemi ile ilişkili veriler azdır. Bu nedenle, bu yazıda 47 yaşında ikincil korunma amaçlı ICD yerleştirilen aritmojenik sağ ventrikül kardiyomiyopatisi/displazisi bulunan, işlem sırasında kullanılan prilokaine bağlı methemoglobinemi ve siyanoz gelişen kadın hasta sunulmuştur. Bilgilerimize göre, bu hasta literatürde transvenöz kalp cihazı yerleştirilmesi sonrasında yerel anestezi ilacına bağlı methemoglobinemi gelişen ikinci hastadır.
Transvenous pacemaker or implantable cardioverter defibrillator (ICD) implantation procedures are usually performed under local anesthetic, and prilocaine is the most common agent to be used. The data regarding methemoglobinemia after cardiac device implantation are scarce. Thus, presently described is the case of a 47-year-old female patient with arrhythmogenic right ventricular cardiomyopathy/dysplasia who underwent ICD implantation for secondary prophylaxis and developed cyanosis as a result of prilocaine-associated methemoglobinemia. Prilocaine was administered during the procedure. To our knowledge, this is the second case in the literature presenting methemoglobinemia due to local anesthetic after transvenous cardiac device implantation.

REVIEW
14.Anticoagulant therapy for acute venous thromboembolism
Hilal Ermiş, Necip Ermiş
PMID: 28902651  doi: 10.5543/tkda.2017.94838  Pages 563 - 571
Derin ven trombozu (DVT) ve pulmoner emboli (PE) aynı patofizyolojik özellikleri taşımaları ve tedavilerinin de pek çok açıdan benzer olması nedeniyle günümüzde venöz tromboemboli (VTE) olarak tanımlanırlar. PE’li olguların %90’dan fazlasının bacaklardaki derin ven trombozu kaynaklı olduğu saptanmıştır. Tanısı zor olan PE’nin tedavisiz mortalitesi %12’lere ulaşmaktadır. Tüm dünyada obezite, kanser hastalıkları ve ortalama yaşam süresindeki artışın da VTE’nin görülme sıklığının artmasına katısı büyüktür. Geleneksel tedavi heparin, düşük molekül ağırlıklı heparin ve varfarin kullanımını kapsamaktadır. Varfarin oral kullanımına rağmen, dar bir terapötik aralığa ve geniş çaplı bir gıda etkileşimine sahiptir. Uzun yıllar süren araştırmalar sonucunda yeni oral antikoagülan ajanlar (YOAK) ile tedavideki bu handikapların üstesinden gelineceği düşünülmektedir. Bu derlemede, venöz tromboembolizm tedavisinde yeni kuşak antikoagülan ilaçların yeri güncel kılavuzlar ışığında incelenmiştir.
Deep vein thrombosis (DVT) and pulmonary embolism (PE) are currently defined as venous thromboembolism (VTE) since they share pathophysiological features and the treatment is similar in many respects. It has been determined that more than 90% of PE cases originate from DVT in the legs. PE, which is difficult to diagnose, has a mortality rate of 12% when untreated. The worldwide increase in obesity, cancer diseases, and average survival time also contribute to the increase in the incidence of VTE. Traditional treatment of VTE includes heparin, low-molecular-weight heparin, and warfarin. Despite availability for oral use, warfarin has a narrow therapeutic range and a wide range of food interactions. After many years of research, new oral anticoagulant agents (NOACs) are expected to overcome these handicaps in treatment. In this review, the use of NOACs in the treatment of VTE is investigated in the light of current guidelines.

CASE IMAGE
15.Occurrence of atrial fibrillation while isolating the left atrial appendage due to vasospasm at the sinoatrial node artery
Uğur Canpolat, Banu Evranos, Hikmet Yorgun, Tuncay Hazırolan, Kudret Aytemir
PMID: 28902652  doi: 10.5543/tkda.2017.37485  Page 572
Abstract |Full Text PDF | Video

16.Inferior and anterior ST-segment elevation and successful percutaneous coronary intervention in a patient with anomalous right coronary artery originating from the mid-left anterior descending artery
Özgür Kaplan, Sabri Demircan
PMID: 28902653  doi: 10.5543/tkda.2017.74004  Page 573
Abstract |Full Text PDF | Video

17.Acquired pseudoaneurysm of the sinus of Valsalva
Ali Çoner, Sinan Akıncı, Davran Çiçek, Tonguç Saba, Haldun Müderrisoğlu
PMID: 28902654  doi: 10.5543/tkda.2017.99045  Page 574
Abstract |Full Text PDF | Video

18.Conservative treatment of localized periatrial hematoma associated with functional mitral stenosis, a complication of percutaneous coronary intervention
Murat Akçay, Korhan Soylu, Mustafa Yenerçağ
PMID: 28902655  doi: 10.5543/tkda.2017.39126  Page 575
Abstract |Full Text PDF | Video

LETTER TO EDITOR
19.Association of neutrophil/lymphocyte ratio and CHA2DS2-VASc score with left atrial thrombus in patients who are candidates for percutaneous mitral balloon valvuloplasty
Fatih Kahraman
PMID: 28902656  doi: 10.5543/tkda.2017.91535  Page 576
Abstract |Full Text PDF

20.Authors' reply
Orhan Maden, Kevser G. Balci, Mustafa M. Balci, Serdar Kuyumcu, Hatice Selçuk, Mehmet T. Selçuk
PMID: 28902657  Page 577
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
21.Kardiyoloji yayınlarında gündem ve yorumlar
Ertan Ural
Page 578
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.