ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 45 (5)
Volume: 45  Issue: 5 - July 2017
EDITORIAL
1.Editorial
Dilek Ural
Page VII

ORIGINAL ARTICLE
2.Female and urban participants demonstrate an adverse trend in overall mortality in Turkey – and a report on the TARF survey 2016
Altan Onat, Mehmet Özbek, Süleyman Karakoyun, Okan Uzun, Muhammed Keskin, Yusuf Karadeniz, Mert I. Hayıroğlu, Volkan Çamkıran, Adnan Kaya, Günay Can
PMID: 28694392  doi: 10.5543/tkda.2017.76746  Pages 391 - 397
Amaç: 1) TEKHARF Çalışması’nda kaydedilen genel mortalite eğiliminin cinsiyet ve kır-kent yerleşimine katmanlanarak açıklanması, 2) 2016 takip taramasının ana unsurları hakkında kısa bilgi paylaşılması.
Yöntemler: Son 18 yıllık dönem eğilim analizleri için ikiye bölündü. Ölüm konusunda gerekli bilgi alındı. Yaşın her iki dönem başında 40 ve üzerinde olması, örneklemin dahil edilme ölçütüydü. Cox regresyon analizi uygulandı.
Bulgular: İlk ve son dönemde, başlangıçtaki ortalama yaş 54.6 ve 56.4 yıl iken, her bir dönemde 2500’ü aşkın katılımcıda 281 ve 334 ölüm kaydedildi. Ölüm için yaş-ayarlı mortalite ikinci dönemde, ilk döneme göre, kırsal kesim erkeklerinde aynen süregiderken, kentli erkekler ile kırsal bölge kadınlarında (p=0.06-0.09) yükseldi. Kentli kadınlarda ise, HR ilk döneme kıyasla son dönemde 1.72-kat arttı (p=0.006). İlk döneme kıyasla son dönemde erkeklerin 3.8 yıllık sağ kalım kazanmasına karşılık, kadınlarda kazanç 1.8 yıldı. Bu da, kadın lehine 2.5 yıl olan ortalama ölüm yaş farkını 0.5 yıla daralttı. TEKHARF 2016 takibinde izlenecek 1144 kişilik örneklemden 48’i takipten kayıp sayıldı; 695’i muayene edildi ve 39 katılımcının öldüğü belirlendi; 362 kişi hakkında da sözel bilgi edinildi.
Sonuç: Türk erkeklerine kıyasla, kadınlarda sağ kalım kazancı son on yılda net biçimde duraklamış olduğu gibi, ölüm riski –kadın ve kentlilik arasında etkileşimi düşündürür biçimde– kadınlarda ve kent sakinlerinde anlamlı olarak yükselmiştir. Her iki gözlem açıkça kabul görüp kapsamlı önlem alınması gereğini ortaya koymaktadır.
Objective: This study is an examination of 1) overall mortality trend in the Turkish Adult Risk Factor (TARF) study stratified by sex and place of residence, and 2) brief report on main aspects of the 2016 survey.
Methods: The period of last 18 years was divided into 2 for trend analysis of data. Required information on deaths was obtained. Baseline age ≥40 years at the beginning of each period was the inclusion criterion. Cox regression analyses were performed.
Results: Among over 2500 participants in each, deaths were recorded in 281 and 334 individuals in Periods 1 and 2, respectively, and baseline mean age was 54.6 years and 56.4 years, respectively, in each period. Age-adjusted hazard ratio for mortality in Period 2 remained virtually the same for rural males, rose to borderline significance for urban males and rural females (p=0.06, p=0.09), and increased 1.72-fold for urban females (p=0.006), as compared to Period 1. Whereas males gained an average of 3.8 years of survival in the later period compared with the earlier period, females gained only 1.8 years. This narrowed the difference in mean age at death in favor of women from 2.5 years to 0.5 year. Of 1144 participants to be surveyed in the TARF 2016, 48 were lost to follow-up, 695 were examined, and 39 participants were ascertained to be deceased. In 362 cases, verbal information was obtained regarding health status.
Conclusion: Gain in survival in Turkish women has distinctly stagnated compared with men, and hazard of death has risen significantly for women and urban residents in the past decade, suggesting interaction between female sex and urban residence. Both phenomena require recognition and adoption of appropriate measures.

3.Survey of Risk Factor Management (SURF) data of Turkey: Cardiovascular risk factor control ratios in 15 different types of healthcare centers
Lale Tokgözoğlu, Aytekin Oğuz, Mustafa Kemal Balcı, Ahmet Temizhan, Esma Güldal Altunoğlu, Osman Bektaş, Güler Aslan, Özgün Iyigün, Ahmet Kara, Handan Tanrıverdi Pınar, Saffet Yavuz, Murat Tekin, Saffet Ercan, Selda Çelik, Özlem Sezgin Meriçliler, İrem Bozkurt Çakır
PMID: 28694393  doi: 10.5543/tkda.2017.39032  Pages 398 - 407
Amaç: Bu çalışmanın amacı, ülkemizdeki değişik basamaklardaki sağlık merkezlerinde izlenmekte olan koroner kalp hastalığı (KKH) olan hastalarda sekonder koruma önerilerine uyum ve risk faktörleri kontrolü için önerilen hedef değerlere ulaşım oranlarının değerlendirilmesi.
Yöntemler: Birinci, ikinci ve üçüncü basamaklardan seçilmiş toplam 15 merkezde izlenmekte olan KKH’li hastaların uluslararası SURF (Survey of Risk Factor management) protokolüne uygun olarak anket formları doldurularak, demografik, antropometrik ve laboratuvar verileri kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan toplam 724 KKH’li hastanın (%69.8 erkek, ortalama yaş: 63.3±10.7) %18.4’ü halen sigara kullanmakta, sadece %19.1’inin beden kütle indeksi normal sınırlarda ve %22.1’inin bel çevresi abdominal obezite sınırının altında idi. Hastaların %53’ünün fiziksel aktivite düzeyleri yetersiz, %47.3’ünün yüksek yoğunluklu lipoprotein kolestrol düzeyi düşük, %46’sının trigliserit düzeyi 150 mg/dL’nin üstünde, %67’sinin HbA1c düzeyi %6.5 ve üzerindeydi. Hastaların %88.1’i antiagregan, %71.4’ü beta bloker, %55.7’si statin ve %41.9’u anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörü/anjiyotensin reseptör blokeri kullanmaktaydı. Hipertansiyonu olan ve antihipertansif ilaç kullanan hasta grubunun %56.7’sinde kan basıncı kontrol altında, diyabet tanısı olan ve antidiyabetik ilaç kullanan hasta grubunda glisemik kontrol hedeflerine ulaşma oranı %35.9 idi. Statin kullanan hasta grubunun %12.2’sinde düşük yoğunluklu lipoprotein kolestrol 70 mg/dL’nin altındaydı.
Sonuç: Ülkemizdeki çeşitli basamaklardaki sağlık merkezlerinden elde edilen verilere göre, KKH’li hastalarda kardiyovasküler risk faktörleri kontrol oranı düşük, güncel kılavuzların önerdiği yaşam tarzı değişiklikleri ve ilaç kullanımı yetersizdir.
Objective: The aim of this study was to evaluate the adherence to recommendations for secondary prevention and the achievement of treatment targets for the control of risk factors in patients with established coronary heart disease (CHD) who were followed-up at various healthcare facilities in Turkey.
Methods: According to the protocol of the international Survey of Risk Factor Management study, questionnaire forms were completed and demographic, anthropometric, and laboratory data of CHD patients who were followed-up at a total of 15 selected primary, secondary, and tertiary healthcare centers were recorded.
Results: Among a total of 724 CHD patients (69.8% male; mean age: 63.3±10.7 years) included in the study, 18.4% were current smokers, only 19.1% had normal body mass index, and 22.1% had waist circumference below the limit of abdominal obesity. Physical activity was insufficient in 53% of the patients, 47.3% had low high-density lipoprotein cholesterol value, 46% had triglyceride level above 150 mg/dL, and 67% had glycated hemoglobin value of 6.5% or above. Of all the patients, 88.1% were using antiplatelet drugs, 71.4% were using beta-blockers, 55.7% were using statins, and 41.9% were using angiotensin-converting enzyme inhibitors/angiotensin receptor blockers. Blood pressure was under control in 56.7% of the hypertensive patients using antihypertensive drugs, and the proportion of diabetic patients who reached glycemic control targets using antidiabetic drugs was 35.9%. Low-density lipoprotein cholesterol was below 70 mg/dL in 12.2% of the patients using statins.
Conclusion: According to the data obtained, among Turkish CHD patients, the control rate of cardiovascular risk factors is low, and implementation of the recommendations regarding lifestyle modification and medication use for secondary prevention in the current guidelines are insufficient.

4.Assessment of electrocardiographic parameters in adult patients undergoing extracorporeal shockwave lithotripsy
Gündüz Durmuş, Muhsin Kalyoncuoğlu, Mehmet Baran Karataş, Yiğit Çanga, Semi Öztürk, Ender Özal, Yasin Çakıllı, Tuncay Kırış, Barış Güngör, Ahmet Taha Alper, Mehmet Mustafa Can, Osman Bolca
PMID: 28694394  doi: 10.5543/tkda.2017.59084  Pages 408 - 414
Amaç: Ekstrakorporal şok dalga tedavisi (ESWL) üriner sistem taşlarının güvenli ve etkili bir tedavi yöntemidir. Ciddi yan etkiler nadir olmakla birlikte, geçici kardiyak aritmiler tedavi sırasında görülebilmektedir. P dalga dispersiyonu (PWD), QT dispersiyonu (QTd), T dalga piki ve T dalga sonu intervali (TPe), Tp-e aralığı / QTd oranı ve Tp-e intervali / düzeltilmiş QT oranı gibi yeni elektrokardiyografik parametrelerin atriyal ve ventriküler aritmileri öngördüğü bildirilmiştir. Ancak, bu EKG parametreleri üzerine ESWL şok dalgasının etkisi daha önce araştırılmamıştır. Bu çalışmada, ESWL tedavisinin EKG parametreleri üzerine etkisini araştırmayı amaçladık.
Yöntemler: Çalışmaya ESWL tedavisi uygulanan 40 hasta alındı. İşlemden hemen önce ve sonrasında EKG parametreleri değerlendirildi.
Bulgular: PWD değerleleri; QT süresi ve düzeltilmiş QT sürelerinin işlem öncesi EKG örneklerine göre anlamlı şekilde daha uzun olduğu saptandı (sırasıyla, p=0.017, p=0.046 and p=0.008). Buna ek olarak, Tp-e intervali, Tp-e intervali/QTd oranı ve Tp-e intervali/QTc oranı işlem sonrası çekilen EKG örneğinde anlamlı derecede uzun bulundu (sırasıyla, p=0.035, p=0.045 ve p=0.022). Tek değişkenli korelasyon analizinde, işlem süresinin işlem sonrası PWD, QTc ve QTd değerlerinde uzama ile anlamlı şekilde ilişkili olduğu saptandı.
Sonuç: Klinik pratikte EKG parametrelerinin kullanımı ungated ESWL tedavisi gören hastalarda aritmik komplikasyonların monitörizasyonunda faydalı olabilir.
Objective: Extracorporeal shock wave lithotripsy (ESWL) is a safe and effective treatment for urinary tract calculi. While serious side effects are rare, transient cardiac arrhythmias may occur. New electrocardiographic (ECG) parameters, such as P wave dispersion (PWD), QT dispersion (QTd), T peak to T end (Tp-e) interval, Tp-e interval/QT ratio, and Tp-e interval/corrected QT ratio have been defined to help predict atrial and ventricular arrhythmias. However, effect of ESWL on these ECG parameters has not been previously investigated. The present study was an examination of the effect of ESWL on ECG parameters.
Methods: Total of 40 consecutive patients who underwent ESWL were prospectively enrolled in the study. Pre-procedure ECG parameters were compared with post-procedure ECG parameters.
Results: PWD values were significantly longer on post-procedure ECG compared with pre-procedure ECG (p=0.017). Corrected QT duration and QTd were significantly longer on post-procedure ECG compared with pre-procedure ECG (p=0.046 and p=0.008, respectively). In addition, Tp-e interval, Tp-e interval/QT ratio, and Tp-e interval/QTc ratio were significantly longer post procedure (p=0.035, p=0.045, and p=0.022, respectively). In univariate correlation analysis, duration of procedure was significantly correlated with post-procedure PWD, QTc, and QTD values.
Conclusion: Clinical use of ECG parameters may be helpful in monitoring of patients receiving ungated ESWL in order to detect cardiac dysrhythmia.

5.Use of tolvaptan in patients hospitalized for worsening chronic heart failure with severe hyponatremia: The initial experience at a single-center in Turkey
Saim Sağ, Aysel Aydin Kaderli, Abdülmecit Yildiz, Bülent Cuma Gül, Bülent Özdemir, Ibrahim Baran, Sümeyye Güllülü, Ali Aydınlar, Yüksel Çavuşoğlu
PMID: 28694395  doi: 10.5543/tkda.2017.80026  Pages 415 - 425
Amaç: Hipervolemik kalp yetersizliği (KY) olan hastalardaki ciddi hiponatremide tolvaptan’ın etkinlik ve güvenilirliğini değerlendirmek.
Yöntemler: KY’nin kötüleşmesi nedeniyle kliniğimize yatırılan hipervolemik hastalarda standart tedaviye dirençli hiponatreminin tolvaptan eklenerek tedavisi için oluşturulan bir veritabanı geriye dönük olarak tarandı. Serum sodyum düzeyinin ≤125 mEq/L ciddi hiponatremi olarak tanımlandı. Bu veritabanı, hastaneye yatış sırasındaki demografik, klinik, laboratuvar ve ekokardiyografik bulguları içermekteydi. Oral tolvaptan tedavisinin etkinlik ve güvenilirliğini değerlendirmek amacıyla tolvaptan tedavisiyle ilgili bilgiler ile serum elektrolitleri dahil çok sayıda sonlanım ölçütü de kaydedildi.
Bulgular: Toplam 56 (25 kadın, 31 erkek, ortalama yaş 66) ciddi hiponatremisi olan hipervolemik kalp yetersizlikli hasta dahil edildi. Tüm hastalar ciddi hiponatremi nedeniyle ortalama 3.2 gün boyunca günde 15 mg’lık tek doz tolvaptan aldı. Tolvaptan tedavisiyle serum üre ve kreatinin düzeylerinde bir artış olmaksızın sodyum ve potasyum düzeyleri, sıvı alımı ve idrar hacmi anlamlı artarken (sırasıyla, p<0.0001, p=0.037, p<0.0001 ve p<0.0001) furosemit dozu, vücut ağırlığı, nabız sayısı, sistolik ve diyastolik kan basınçları ile New York Kalp Cemiyeti fonksiyonel sınıfı anlamlı biçimde azaldı (sırasıyla, p<0.0001, p<0.0001, p=0.001, p<0.049, p<0.009 ve p=0.001).
Sonuç: Bu küçük, geriye dönük, tek merkezli ve Türk popülâsyonunda ilk olan çalışmada, hipervolemik kalp yetersizlikli hastalardaki ciddi hiponatremi için standart tedaviye ek olarak verilen kısa süreli, düşük doz tolvaptan, düşük bir majör yan etki oranıyla iyi tolere edildi ve ciddi hiponatreminin düzeltilmesinde etkili oldu.
Objective: The aim of the present study was to assess the efficacy and safety of tolvaptan for severe hyponatremia (SH) in hypervolemic heart failure (HF) patients within daily clinical practice.
Methods: We restrospectively reviewed our database on tolvaptan as an add-on treatment in hypervolemic patients admitted to our clinic due to deterioration of HF and having hyponatremia resistant to standard therapy. Severe hyponatremia was defined as serum sodium concentration ≤125 mEq/L. The database included demographic, clinical, laboratory, and echocardiographic findings on admission, and numerous outcome measures for oral tolvaptan treatment were used to assess its efficacy and safety.
Results: The study group consisted of 56 hypervolemic HF patients with severe hyponatremia (25 female and 31 male) with mean age of 66 years. All patients received a single dose of tolvaptan 15 mg daily for an average of 3.2 days due to severe hyponatremia. Sodium and potassium concentrations, fluid intake, and urine volume increased (p<0.0001, p=0.037, p<0.0001, and p<0.0001, respectively), whereas furosemide dosage, body weight, heart rate, systolic and diastolic blood pressure, and New York Heart Association class decreased significantly in response to tolvaptan treatment, without a rise in serum creatinine or urea concentrations (p<0.0001, p<0.0001, p=0.001, p<0.049, p<0.009 ve p=0.001, respectively).
Conclusion: In this retrospective, single-centered study conducted in a small group of Turkish patients, short-term treatment with low-dose tolvaptan added to standard therapy of hypervolemic HF patients with severe hyponatremia was well tolerated with a low rate of major side effects and was effective in correcting severe hyponatremia.

6.Assessment of subclinical left ventricular systolic function using strain imaging in the follow-up of patients with chronic mitral regurgitation
Selen Yurdakul, Ali Doğan, Saide Aytekin
PMID: 28694396  doi: 10.5543/tkda.2017.92837  Pages 426 - 433
Amaç: Semptomsuz mitral yetersizliğinde (MY) en uygun cerrahi zamanı tartışmalı bir konudur. Çalışmamızda kronik MY olan semptomsuz hastaların takibinde sol ventrikül (SV) sistolik fonksiyonlarındaki değişiklikleri. Bir strain inceleme yöntemi olan hız vektör görüntüleme (HVG) metodu ile incelemeyi amaçladık.
Yöntemler: Çalışmamıza orta-ileri MY ve SV ejeksiyon fraksiyonu (EF) normal olan 54 hasta (ortalama yaş 57.9±8, %55 erkek) ve 30 sağlıklı gönüllü (ortalama yaş 56±6.5, %55 erkek) ilk değerlendirmede geleneksel ekokardiyografi ve HVG yöntemi ile incelendi.
Bulgular: Takiplerinde, 12. ayın sonunda 45 hastanın klinik ve ekokardiyografik incelemeleri yapıldı. SV boyutlarında ve EF’sinde anlamlı bir değişiklik olmadı. SV strain değerleri başlangıçdaki ölçümlere göre önemli derecede azaldı. SV zirve sistolik strain (S) ve strain rate (SR) değerleri başlangıçta sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük idi (S: 16.29±3.30, 23.4±1.9, p=0.0001 ve SR: 0.93±0.39, 4.9±0.6, p=0.0001). İzlemdeki azalış anlamlı bulundu (S: 13.76±2.68 ve SR: 0.27±0.14, p=0.0001).
Sonuç: Kronik MY olan hastalarda, cerrahi zamanlamanın doğru belirlenmesi ve özellikle SV sistolik fonksiyon bozukluğunun klinik öncesi dönemde değerlendirilmesi için HVG kaynaklı strain inceleme kullanılabilir.
Objective: Determining optimal timing for surgery in asymptomatic mitral regurgitation (MR) remains a challenge. The aim of this study was to evaluate subclinical changes in left ventricular (LV) systolic functions using velocity vector imaging (VVI) during follow-up of patients with chronic mitral regurgitation (MR).
Methods: A total of 54 patients (mean age: 57.9±8 years; 55% male) with moderate-to-severe MR and normal LV ejection fraction (EF), and 30 healthy controls (mean age: 56±6.5 years; 55% male) were evaluated using conventional echocardiography and VVI at baseline.
Results: At the end of 12 months, measurements of 45 MR patients were repeated. There was no significant change in LV dimensions or EF on follow-up. LV peak systolic strain and strain rate (SR) were decreased in patients with MR compared with controls (strain: 16.29±3.30 to 23.4±1.9; p=0.0001 and SR: 0.93±0.39 to 4.9±0.6; p=0.0001) at baseline. Impairment was more significant on follow-up. (strain: 13.76±2.68 and SR: 0.27±0.14; p=0.0001).
Conclusion: VVI-derived strain imaging might be used in the assessment of subclinical LV dysfunction and its progression during follow-up of patients with chronic MR especially in the decision of optimal timing for surgery.

7.Effect of disease severity on upper extremity muscle strength, exercise capacity, and activities of daily living in individuals with pulmonary arterial hypertension
Buse Özcan Kahraman, İsmail Özsoy, Serap Acar, Ebru Özpelit, Bahri Akdeniz, Can Sevinç, Sema Savcı
PMID: 28694397  doi: 10.5543/tkda.2017.24557  Pages 434 - 440
Amaç: Pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH) hastalarında kas kuvveti, egzersiz kapasitesi, yaşam kalitesi ve günlük yaşam aktivitelerinin etkilendiği bilinmesine rağmen hastalık şiddetinin ilerlemesi ile birlikte bunların nasıl etkilendiği bilinmemektedir. Bu çalışmada, hastalık şiddetinin PAH’lı bireylerde kas kuvveti, egzersiz kapasitesi ve üst ekstremite günlük yaşam aktivitelerine etkisinin incelenmesi amaçlandı.
Yöntemler: Çalışmaya fonksiyonel sınıf düzeyi New York Kalp Cemiyeti (NYHA) sınıf II (n=14) ve III (n=11) olan 25 hasta alındı, hastalık şiddeti NYHA’ya göre sınıflandırıldı. Üst ekstremite egzersiz kapasitesini değerlendirmek için Altı Dakika Pegboard ve Ring Testi (6PBRT) kullanıldı. Üst ekstremite günlük yaşam aktiviteleri kısıtlamalarını değerlendirmesi Milliken günlük yaşam aktiviteleri skalası (MAS) ile yapıldı. Omuz fleksiyonu, dirsek ekstansiyonu, dirsek fleksiyonu kas kuvveti ve el kavrama kuvveti dinamometreyle değerlendirildi.
Bulgular: Gruplar arasında yaş, cinsiyet, beden kitle indeksi ve ortalama pulmoner arter basınç özellikleri açısından farklılık bulunmadı (p>0.05). 6PBRT, MAS ve dirsek fleksiyonu (sağ) ve kavrama kuvvetleri (sağ ve sol) NYHA III’te NYHA II’ye göre anlamlı olarak düşük bulundu (sırasıyla, p=0.004, p=0.002, p=0.043, p=0.002 ve p=0.003). Omuz fleksiyonu, dirsek fleksiyonu (sol) ve dirsek ekstansiyonunda gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0.05).
Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları PAH’lı hastalarda hastalık şiddeti arttıkça üst ekstremite egzersiz kapasitesi, dirsek fleksiyonu kas kuvveti (sağ) ve kavrama kuvvetlerinin azaldığını ve üst ekstremite günlük yaşam aktivitesi kısıtlılıklarının arttığını düşündürmektedir. PAH hastalarında rehabilitasyon programları planlanırken hastalık şiddeti göz önünde bulundurulmalıdır ve üst ekstremitelere yönelik değerlendirmelere ve tedavilere yer verilmelidir.
Objective: Pulmonary arterial hypertension (PAH) is a rare disease. Although muscle strength, exercise capacity, quality of life, and activities of daily living of patients with PAH are affected, it is not known how they are affected by disease severity. The purpose of the present study was to investigate effects of disease severity on upper extremity muscle strength, exercise capacity, and performance of activities of daily living in patients with PAH.
Methods: Twenty-five patients with disease severity classified according to the New York Heart Association (NYHA) as functional class II (n=14) or class III (n=11) were included in the study. Upper-extremity exercise capacity and limitations in performing activities of daily living were assessed with 6-minute pegboard and ring test (6PBRT) and the Milliken activities of daily living scale (MAS), respectively. Shoulder flexion, elbow extension, elbow flexion muscle strength, and handgrip
strength were measured with dynamometer.
Results: There were no significant differences in age, gender, body mass index, or mean pulmonary artery pressure between groups (p>0.05). The 6PBRT, MAS, and elbow flexion (right) and grip strength (right and left) results were significantly lower in NYHA III group than in NYHA II group (p=0.004, p=0.002, p=0.043, p=0.002 and p=0.003, respectively). There was no significant difference in shoulder flexion, elbow flexion (left), or elbow extension between groups (p>0.05).
Conclusion: Results suggest that upper extremity exercise capacity, elbow flexion muscle strength (right), and handgrip strength decrease and that limitations in activities of daily living grow as disease severity increases in patients with PAH. When planning rehabilitation programs, disease severity should be considered and evaluations and treatments for the upper extremities should be included.

CASE REPORT
8.Renal sympathetic denervation assisted treatment of electrical storm due to polymorphic ventricular tachycardia in a patient with cathecolaminergic polymorphic ventricular tachycardia
Tolga Aksu, Tumer Erdem Guler, Kazım Serhan Özcan, Serdar Bozyel, Kıvanç Yalın
PMID: 28694398  doi: 10.5543/tkda.2017.72773  Pages 441 - 449
Elektriksel fırtına (EF) nadir bir klinik durum değildir. Sempatik hiperaktivite EF’nin gelişmesinde ve devamında kritik bir rol oynayabilir. Yakın dönemdeki bazı çalışmalarda kateter temelli renal sempatik denervasyon’un (RSD) sempatik aktiviteyi azaltabileceği ve aritmik yükün engellenmesinde rolü olabileceği gösterilmiştir. Kırk altı yaşında erkek hasta katekolaminerjik polimorfik ventriküler taşikardi (VT) ile ilişkili sık yerleştirilebilir kardiyoverter defibrilatör şokları ve EF ile kliniğimize kabul edildi. Taşikardi atakları betabloker, verapamil ve flekainid tedavisine yanıtsızdı. Başlatıcı prematüre ventriküler kontraksiyonlar kateter ablasyonu ile baskılanamadı. Klinik taşikardideki semptatik sistemin arttırıcı etkilerinden dolayı RSD yapılmasına karar verildi. İşlem sonrası sinüs ritmi sağlandı ve polimorfik VT atağı görülmedi. Sağ ventrikül kaynaklı direngen monomorfik VT endokardiyal radyofrekans ablasyon ile ablate edildi. Bu yeni tedavi yöntemi diğer ablasyon stratejilerinin başarısız olduğu hastalarda olası bir alternatif olabilir.
Electrical storm (ES) is not a rare clinical entity. Sympathetic hyperactivity may play critical role in development and continuation of ES. Some recent reports have demonstrated that catheter-based renal sympathetic denervation (RSD) may reduce sympathetic activation and have a potential role in reducing arrhythmic burden. A 46-year-old man was admitted to clinic with frequent implantable cardioverter defibrillator shocks and ES related to catecholaminergic polymorphic ventricular tachycardia (VT). Tachycardia was unresponsive to administration of beta-blockers, verapamil, and flecainide. Catheter ablation failed to suppress initial premature ventricular contractions. Based on aggravating effects of sympathetic system in clinical tachycardia, decision was made to perform RSD. After the procedure, sinus rhythm was achieved and no polymorphic VT was detected. Sustained monomorphic VT with right ventricular origin was successfully ablated via endocardial radiofrequency ablation. This new treatment modality may be a potential alternative method for patients in whom other ablative strategies have been unsuccessful.

9.Familial hypertrophic cardiomyopathy: A case with a new mutation in the MYBPC3 gene
Olgu Hallioglu Kilinc, Dilek Giray, Atil Bisgin, Sevcan Tug Bozdogan, Derya Karpuz
PMID: 28694399  doi: 10.5543/tkda.2016.56267  Pages 450 - 453
Ailesel hipertrofik kardiyomiyopati (HKM) değişken klinik özellikler gösterebilen, otozomal dominant olarak geçen eksik penetranslı ve genetik olarak heterojen bir hastalıktır. Kalıtsal kardiyomiyopatilerin genetiği ile ilgili güncel gelişmeler, bu grup hastalıkların patogenezi hakkında birçok noktanın aydınlatılmasına ek olarak özellikle klinisyenlere tanısal yaklaşımda büyük faydalar sağlamıştır. Kliniğimizde HKM ile takip edilen çocuk hastada MYBPC3 geninde heterozigot olarak c3691-3692insTTCA mutasyonu tanımlandı Hastanın kız kardeşi ve babasının ekokardiyografi taramasında hipertrofi gözlendi ve ardından aynı mutasyona sahip oldukları tespit edildi. Bu mutasyon daha önce literatürde hipertrofik kardiyomiyopati nedeni olarak tanımlanmamış ve bildirilmemiştir.
Familial hypertrophic cardiomyopathy is a genetically heterogeneous disease with variable clinical features that is inherited as autosomal dominant with variable penetrance. Recent developments in genetics of hereditary cardiomyopathy have not only enlightened many points about pathogenesis, but have also provided great benefit to diagnostic approaches of clinicians. Heterozygous mutation of c3691-3692insTTCA in MYBPC3 gene was identified in a pediatric patient with diagnosis of hypertrophic cardiomyopathy at clinic. Hypertrophy was observed in sister and father of the patient in echocardiography screening, and it was subsequently determined that they also had same mutation. This mutation has not previously been defined and reported previously in the literature as cause of hypertrophic cardiomyopathy.

10.Co-occurrence of Carpenter syndrome and double outlet right ventricle
Osman Güvenç, Derya Çimen, Derya Arslan, İbrahim Güler
PMID: 28694400  doi: 10.5543/tkda.2016.16040  Pages 454 - 457
Carpenter sendromu (Akrosefalopolisindaktili tip 2, OMIM 201000), nadir görülen ve otozomal resesif olarak geçen bir hastalıktır. Akrosefali, kraniyosinostoz, fasiyal asimetri polidaktili ve sindaktili, obezite, hipogonadizm, mental gerilik ve kornea opasitesi gibi anomalilerin yanında en sık olarak ventriküler septal defekt, patent duktus arteriyozus ve pulmoner stenoz olmak üzere doğuştan kalp hastalıklarıyla da birlikte olabilir. Çift çıkışlı sağ ventrikül, her iki büyük damarın tamamen veya büyük oranda morfolojik sağ ventrikülden çıktığı bir hastalıktır. Bildiğimiz kadarıyla bu sendromla birlikte çift çıkışlı sağ ventrikül hastalığı literatürde tanımlanmamıştır. Bu yazıda, Carpenter sendromu ve çift çıkışlı sağ ventrikül birlikteliği olan bir hasta sunuldu.
Carpenter syndrome (Acrocephalopolysyndactyly type 2, OMIM 201000) is a rarely seen autosomal recessive disorder. In addition to abnormalities such as acrocephaly, craniosynostosis, facial asymmetry, polydactyly and syndactyly, obesity, hypogonadism, mental retardation, and corneal opacity, it may frequently be accompanied by congenital heart diseases such as ventricular septal defect, patent ductus arteriosus and pulmonary stenosis. Double outlet right ventricle is a defect in which both major arteries originate in the morphological right ventricle. To the best of our knowledge, this is the first report in the literature of double outlet right ventricle disease in combination with Carpenter syndrome.

11.Type 1 neurofibromatosis complicated by pulmonary arterial hypertension: a case report
Murathan Küçük, Can Ramazan Öncel, Mustafa Uçar, Aytül Belgi Yıldırım
PMID: 28694401  doi: 10.5543/tkda.2016.36897  Pages 458 - 461
Nörofibromatozis tip 1 (NF1), tümör süpresor nörofibromini kodlayan NF1 geninde mutasyonların sonucu ortaya çıkan nadir bir genetik hastalıktır. Prekapiller pulmoner hipertansiyon, ileri parankimal akciğer hastalığı olan hastalarda tanımlanmış olup, hastalığın seyrini olumsuz etkileyebilir. Bu yazıda pulmoner hipertansiyon ile komplike olmuş bir nörofibromatosis hastası sunuldu.
Neurofibromatosis type I (NF1) is a rare genetic disease caused by mutations in the NF1 gene, which encodes the tumor suppressor neurofibromin. Precapillary pulmonary hypertension is a severe complication of NF1, initially described in patients with advanced parenchymal lung disease, which may complicate the course of NF1. Presently described is a case of neurofibromatosis complicated by pulmonary hypertension.

12.Renal artery occlusion in the late postoperative period managed with renal artery stenting after endovascular abdominal aortic aneurysm repair and renal function salvage
Mustafa Serkan Karakaş, Necmettin Korucuk, Cemal Kemaloğlu, Refik Emre Altekin, İbrahim Demir
PMID: 28694402  doi: 10.5543/tkda.2016.99590  Pages 462 - 465
Endovasküler abdominal aort anevrizma tamiri (EVAR), abdominal aort anevrizması bulunan seçilmiş hastaların tedavisinde önemli bir tedavi seçeneğidir. Renal arter tıkanması EVAR sonrası gelişebilen ciddi bir komplikasyondur ve hemodiyaliz gerektiren kalıcı böbrek hasarına kadar ilerleyebilir. Bu yazıda, EVAR sonrası beklenmeyen renal arter tıkanması gelişen ve işlem sonrası geç dönemde renal artere stent yerleştirilerek tedavi edilen bir olgu sunuldu.
Endovascular aneurysm repair (EVAR) of abdominal aorta is a valuable treatment option in selected patients with abdominal aortic aneurysm. Renal artery occlusion is a serious complication after EVAR and may progress to permanent renal injury requiring hemodialysis. In this report, case of unexpected renal artery occlusion after EVAR treated with renal artery stenting in the late postoperative period is described.

13.Interesting presentation of Kounis syndrome secondary to amoxicillin/clavulanate use: Coronary vasospasm and simultaneous appropriate implantable defibrillator shock
Uğur Canpolat, Duygu Koçyiğit, Kudret Aytemir
PMID: 28694403  doi: 10.5543/tkda.2017.38845  Pages 466 - 469
Kounis sendromu (KS), akut koroner sendrom ve allerjik ya da aşırı duyarlılık reaksiyonlarının bir arada görülmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Bildirilme sıklığı her ne kadar artış göstermiş olsa da tanı konulması güç olan bir klinik durumdur. Çeşitli ilaçların KS’ye neden olduğu bilinmektedir. Sık tercih edilen antibiyotiklerden amoksisilin/klavulonik asit’in, KS ile ilişkisi öne sürülmüştür. Bu olgu sunumunda, ağız yoluyla amoksisilin/klavulonik asit kullanımına ikincil gözlenen KS’nin nadir bir başvuru şekline dikkat çekilmek istenmiştir.
Kounis syndrome (KS) is defined as concurrent acute coronary syndrome and allergic or hypersensitivity reactions. Despite being increasingly reported, it is still an underdiagnosed entity. Several medications are already known to result in KS. Amoxicillin/clavulanic acid is a frequently used antibiotic, and its use has been linked with KS. The aim of the present report was to draw attention to rare clinical manifestation of KS following peroral amoxicillin/clavulanate use.

INVITED REVIEW
14.The role of -omics technology in the pathophysiology, diagnosis, and treatment of cardiovascular diseases
Ümit Yaşar Sinan, Serkan Unlu
PMID: 28694404  doi: 10.5543/tkda.2016.36485  Pages 470 - 484
Kardiyovasküler hastalıklar (KVH) tanı ve tedavideki tüm gelişmelere rağmen, dünya genelinde halen en sık ölüm sebebidir. KVH’nın fizyopatolojisi multifaktöryel olup, genetik ve çevresel etmenlerin etkileşimi söz konusudur. Bu nedenle genomik, transkriptomik, proteomik, lipidomik ve metabolomik teknolojilerin tanıda entegre bir şekilde kullanılması, hastalıkların çok etmenli yapısını anlamamıza ve tedavide etkili yöntemleri seçmemize yardımcı olacaktır. Gen ve kromozom kelimelerinden türetilen genom, bir organizmadaki protein kodlayan tüm genleri ve bu genler arasındaki tüm DNA sekanslarını (intronların oluşturduğu boşlukları da içerecek şekilde) ifade etmektedir. Bir hücre, doku ya da organizmada sentezi yapılan proteinlerin tamamı proteom olarak adlandırılır. Proteomik ise proteomu inceleyen bilim dalıdır. Lipidom bir organizmadaki tüm lipit dizisini ifade etmek için kullanılır; lipidomik vücut sıvı, doku ve hücrelerindeki lipitlerin, lipitlerden köken alan mediyatörlerin ve biyolojik sistemdeki fonksiyonlarınının incelenmesini konu alır. Metabolom, bir insanda veya canlı organizmadaki düşük molekül ağırlıklı metabolit veya moleküllerin tamamına denir. Metabolomik insan veya hayvan biyolojik sıvılarındaki küçük moleküllerin ve metabolitlerin sistematik analizidir. Kardiyovasküler olay riskini değerlendirmek amacı ile kullanılan biyobelirteçlerin sayısı oldukça sınırlıdır ve eski araçlardır. Tedavide hala 30 yıl önce üretilen ilaçlar kullanılmaktadır. KVH tanısında ve tedavisinde yeni ajanların bulunup klinik pratiğe yerleştirilebilmesi için -omik bilimleri önemli yer tutmaktadır ve bu bilim dallarına olan ihtiyaç artmaktadır. -Omik bilimlerinin klinisyenler tarafından tanınması ve içselleştirilmesi ise zaman alacak bir süreçtir ancak bu sürecin hızlanarak devam edeceği ve daha çok önem kazanacağı söylenebilir.
Although evident improvement has occurred in the diagnosis and treatment of cardiovascular disease (CVD), it is still the most important cause of mortality worldwide. The majority of the CVDs are multifactorial and polygenic. Therefore, it is logical to use genomics, proteomics, lipidomics, and metabolomics together for diagnosis and effective treatment of CVD. “Genome” is the combination of the words “gene” and “chromosome,” and includes all protein-coding genes and intergenic spaces (as well as intragenic regions, or introns, within genes) in an organism. Proteins that are synthesized in a cell, tissue, or organism are all called proteomes. Proteomics is the study of proteomes. The analysis of the lipodome, or all lipids synthesized in the organism, as well as lipid-derived mediators, and the functions of these mediators in biological systems, is the field of lipidomics. The metabolome is the complete set of low-molecular-weight metabolites and molecules in a human or any living organism. Metabolomic is the systematic analysis of small molecules and metabolites in human or animal biological fluids. The number of biomarkers used for the purpose of evaluating the risk of cardiovascular events is very limited and many of them are old. The drugs that were produced 30 years ago are still used in treatment. Development of -omics science plays an important role in the search for new biological markers that can be used in the diagnosis of CVD and there is a growing need for advancement of these branches of genetics. The recognition and internalization of -omics by clinicians is a time-consuming process, but will be more important in the near future.

CASE IMAGE
15.Pseudo-pericardial tamponade caused by huge mediastinal metastatic mass
Ekrem Şahan, Suzan Şahan, Murat Gül, Murat Karamanlıoğlu, Omaç Tüfekçioğlu
PMID: 28694405  doi: 10.5543/tkda.2016.02680  Page 485
Abstract |Full Text PDF

16.Unexpected cause of lead fracture: A stylet left inside the right ventricular pacemaker lead
Ahmet Hakan Ateş, Uğur Arslan, Huriye Yücel, Ilksen Atasoy Günaydın, Mustafa Yenerçağ
PMID: 28694406  doi: 10.5543/tkda.2016.63252  Page 486
Abstract |Full Text PDF

17.Giant aortic vegetation caused by uncommon microorganism
María Facenda Lorenzo, Javier Poncela Mireles, Carlos Acosta Materán, Ana Laynez Carnicero, Rafael Llorens León
PMID: 28694407  doi: 10.5543/tkda.2016.82178  Page 487
Abstract |Full Text PDF

18.Digital necrosis secondary to brachiocephalic artery stenosis
Abdulrahman Naser, Muzaffer Kahyaoğlu, Çetin Geçmen, Khagani İsgandarov, Cevat Kırma
PMID: 28694408  doi: 10.5543/tkda.2017.15863  Page 488
Abstract |Full Text PDF

LETTER TO EDITOR
19.Predictors of neurologically favorable survival among patients with out-of-hospital cardiac arrest: A tertiary referral hospital experience
Ali Çoner, Davran Çiçek
PMID: 28694409  doi: 10.5543/tkda.2017.64609  Page 489
Abstract |Full Text PDF

20.Authors’ reply
Kevser Gülcihan Balcı, Mustafa Mücahit Balcı, Fatih Şen, Mehmet Kadri Akboğa, Erol Kalender, Samet Yılmaz, Orhan Maden, Hatice Selçuk, Timur Selçuk, Ahmet Temizhan
PMID: 28694410  Page 490
Abstract |Full Text PDF

21.Amoxicillin/clavulanate allergic reaction, implantable defibrillator shock, and Kounis syndrome: Pathophysiological considerations
Nicholas G Kounis, Ioanna Koniari, Dimitrios Velissaris, Nikolaos Patsuras, George Hahalis
PMID: 28694411  doi: 10.5543/tkda.2017.00671  Pages 490 - 492
Abstract |Full Text PDF

22.Predictors of neurologically favorable survival among patients with out-of-hospital cardiac arrest: A tertiary referral hospital experience
Fatih Kahraman, Serdar Güler, Tülay Oskay
PMID: 28694412  doi: 10.5543/tkda.2017.75088  Page 492
Abstract |Full Text PDF

23.Authors’ reply
Kevser Gülcihan Balcı, Mustafa Mücahit Balcı, Fatih Şen, Mehmet Kadri Akboğa, Erol Kalender, Samet Yılmaz, Orhan Maden, Hatice Selçuk, Timur Selçuk, Ahmet Temizhan
PMID: 28694413  Page 493
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
24.Kardiyoloji yayınlarında gündem ve yorumlar
Ertan Ural
Page 494
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.