ORIGINAL ARTICLE | |
1. | Increased serum asymmetric dimethylarginine level is an independent predictor of contrast-induced nephropathy Özgür Günebakmaz, Mustafa Duran, Ekrem Karakaya, Esen Tanrıkulu, Mahmut Akpek, Ali Ergin, Mehmet Güngör Kaya PMID: 24164987 doi: 10.5543/tkda.2013.88403 Pages 581 - 588 Amaç: Bu çalışmada, serum asimetrik dimetilarjinin (ADMA) düzeyinin kontrast nefroptisinin (KNP) bağımsız bir öngördürücüsü olup olmadığı araştırıldı. Çalışma planı: Çalışmaya koroner anjiyografi ve ventrikülografi yapılan kararlı anjina pektorisli 90 hasta alındı. Hastaların bazal serum kreatinin düzeyi ≥1.2 mg/dl – <2 mg/dl arasında idi ve tümü işlemden 6 saat önce başlanıp 12 saat sonraya kadar devam edecek şekilde intravenöz izotonik salin ile hidrate edildi. Çalışmanın birincil son noktası KNP gelişimi idi. İkincil son noktası kontrast sonrası ikinci günde serum kreatinindeki değişimdi. Serum ADMA düzeyi ELISA yöntemi ile ölçüldü. Bulgular: Olguların %11.1’inde KNP gelişti. KNP(+) grupta KNP(–) gruba göre istatistiki olarak anlamlı olarak daha yüksek serum ADMA düzeyi saptandı (210.6 ng/mL [115.6-217.2]ve 91.5 ng/mL [65.2-122.1], p=0.01). Aynı zamanda Mehran risk skoru ve diabetes mellitus oranı KNP(+) grupta KNP(–) gruba göre daha yüksekti (sırasıyla, 8 [5.75-10] ve 5 [5-7], p=0.01 ve %70 ve %26.3, p=0.01). Serum ADMA düzeyi, Mehran risk skoru ve diabetes mellitus KNP’nin bağımsız öngördücüleriydi (sırasıyla, odds oranı [OO] 1.030, %95 güven aralığı [GA] 1.011-1.050, p=0.002; OO 1.565, %95 GA 1.102-2.223, p=0.012; OO 9.422, %95 GA 1.441-61.598, p=0.019). Bu çalışmada 124.7 ng/mL üzerindeki serum ADMA düzeyi KNP’yi öngördürmede %80 duyarlılık ve %76 özgüllüğe sahipti. Ek olarak serum kreatinindeki değişimle serum ADMA düzeyi arasında pozitif bir korelasyon saptandı (p=0.001, r=0.35). Sonuç: Çalışmamız artmış serum ADMA düzeyinin KNP’nin bağımsız bir öngördürücüsü olduğunu göstermiştir. Objectives: The aim of our study was to evaluate whether serum asymmetric dimethylarginine (ADMA) level is an independent predictor of contrast-induced nephropathy (CIN). Study design: The study involved 90 consecutive patients with stable angina pectoris who underwent coronary angiography and ventriculography. Baseline serum creatinine (SCr) levels ranged between ≥1.2 and <2 mg/dl. All patients were hydrated with intravenous isotonic saline at a rate of 1 ml/kg per hour for 6 hours before and 12 hours after the procedure. The primary end point was the occurrence of CIN. The secondary end point was the change in SCr levels at day 2 after the contrast exposure. Serum ADMA was determined by the ELISA method. Results: The CIN rate was 11.1%. We detected a statistically significantly higher serum ADMA level in the CIN(+) group compared to that of the CIN(–) group [210.6 ng/ml (115.6-217.2) vs. 91.5 ng/ml (65.2-122.1), p=0.01]. Mehran risk score and diabetes mellitus (DM) ratio were higher in the CIN(+) group compared to those values in the CIN(-) group [8 (5.75-10) vs. 5 (5-7), p=0.01 and 70% vs. 26.3%, p=0.01, respectively]. Serum ADMA level, Mehran risk score and DM were independent predictors of CIN (odds ratio (OR) 1.030, 95% confidence interval (CI) 1.011-1.050, p=0.002; OR 1.565, 95% CI 1.102- 2.223, p=0.012; OR 9.422, 95% CI 1.441-61.598, p=0.019, respectively). A serum ADMA level of >124.7 ng/ml had 80% sensitivity and 76% specificity in predicting the development of CIN. In addition, we found a positive correlation between SCr change and serum ADMA level (p=0.001, r=0.35). Conclusion: Our study demonstrates that increased serum ADMA level is an independent predictor of CIN. |
2. | Relationship between D-dimer and systemic embolism in patients with infective endocarditis Ruken Bengi Bakal, Süleyman Karakoyun, Gökhan Kahveci, Olcay Özveren, Onur Omaygenç, Suzan Hatipoğlu Akpınar, Taylan Akgün, Nihal Özdemir PMID: 24164988 doi: 10.5543/tkda.2013.02058 Pages 589 - 594 Amaç: Çalışmanın amacı, enfektif endokarditli (EE) hastalarda plazma D-dimer (DD) düzeylerinin klinik bulgu veren sistemik embolik olayları öngörmedeki değerini araştırmaktır. Çalışma planı: Çalışmaya EE tanısı konulan 42 (ortalama yaş: 45±16, %78’i erkek) hasta dahil edildi. Hastaların klinik, laboratuvar ve ekokardiyografik bulguları değerlendirildi. Bulgular: Sistemik emboli olan 13 hastada plazma DD düzeyi, olmayanlara göre daha yüksek tespit edildi (p=0.016). Ayrıca hastalar DD >500 ng/dL ve <500 ng/dL olmak üzere iki gruba ayrıldığında, DD >500 ng/dL olan grupta klinik emboli oranı daha yüksek saptandı (p=0.036). ROC eğrisi (receiver operating curve) analizinde DD >425 ng/dL değerinde eğri altında kalan alan 0.735 olarak hesaplandı (%95 GA 0.560-0.909, p=0.016). DD >425 ng/dL değeri, %77 duyarlılık ve %62 özgüllükle klinik emboliyi öngörmektedir. Hematokrit (r=-0.31, p=0.045), trombosit (r=-0.40, p=0.009), albümin (r=-0.37, p=0.026) ve globülin (r=0.38, p=0.028) düzeyleri ile DD düzeyi arasında anlamlı korelasyon saptandı. Sonuç: Enfektif endokarditli hastalardan embolik olay gelişenlerde DD seviyeleri yüksek bulundu. Plazma DD düzeylerinin sessiz embolileri öngörmedeki yerini belirlemek için yeni çalışmalara ihtiyaç vardır. Objectives: The aim of this study was to investigate the value of plasma D-dimer (DD) levels for predicting systemic embolism in patients with infective endocarditis (IE). Study design: A total of 42 patients (mean age: 46±16 years; 78% males) with IE were included. Clinical, laboratory and echocardiographic findings of the patients were evaluated. Results: Increased plasma DD levels were determined in 13 patients with systemic embolism (p=0.016). Moreover, when patients were divided in two groups as DD >500 ng/dl and DD <500 ng/dl, systemic embolism was increased in the DD >500 ng/dl group (p=0.036). Receiver operating characteristics (ROC) curve analysis was performed to detect the best cut-off value of DD in the prediction of systemic embolism. DD >425 ng/dl yielded an area under the curve (AUC) value of 0.735 (95% CI 0.560-0.909, p=0.016). DD >425 ng/dl demonstrated a sensitivity of 77% and specificity of 62% for the prediction of clinical embolism. Hematocrit (r=-0.31, p=0.045), platelet count (r=-0.40, p=0.009), albumin (r=-0.37, p=0.026), and globulin (r=0.38, p=0.028) levels were correlated with DD levels. Conclusion: Plasma DD levels are increased in patients with IE who suffered from clinically significant systemic embolism. Further studies are needed to determine the predictive value of DD levels for clinically silent systemic embolism. |
3. | Editorial: Using the D-dimer test in infective endocarditis Recep Demirbağ PMID: 24164989 doi: 10.5543/tkda.2013.09483 Pages 595 - 597 D-dimer is a global indicator of coagulation activation. Levels of D-dimer are elevated in a wide variety of inflammatory and prothrombotic conditions. Clinicians should be aware of the possibility of systemic embolism in infective endocarditis patients with elevated D-dimer levels. Comprehensive evaluation of the patients, consisting of clinical risk assessment in combination with measurement of D-dimer level besides other suggested risk parameters for embolism in infective endocarditis. |
4. | No relevant association between coronary artery ectasia and mean platelet volume, gamma-glutamyltransferase and uric acid levels Bahadır Şarlı, Ahmet Oğuz Baktır, Hayrettin Sağlam, Hüseyin Arınç, Serkan Kurtul, Zakir Karadağ, Hüseyin Katlandur, Mahmut Akpek, Mehmet Güngör Kaya PMID: 24164990 doi: 10.5543/tkda.2013.03704 Pages 598 - 603 Amaç: Bu çalışmada büyük bir hasta grubunda, ortalama trombosit hacmi (OTH), gama glutamil transferaz (GGT) ve ürik asit (ÜA) düzeylerinin koroner arter ektazisi ile ilişkilerini araştırmayı amaçladık. Çalışma planı: Çalışma grubunu oluşturan 406 hasta (245 erkek, 161 kadın, ortalama yaş 55±9 yıl), Ağustos 2011 ve Aralık 2012 tarihleri arasında koroner anjiyografi yapılmış olan 3265 hasta içerisinden geriye dönük olarak seçildi. Hastaneye yatış esnasında alınan kan testlerini içeren bilgi hastane elektronik veritabanından çıkarıldı. Bulgular: OTH, GGT ve ürik asit düzeyleri, hem tek başına hem de koroner arter ektazisi ile birlikte ciddi koroner darlığı bulunan hastalarda izole koroner ektazisi bulunanlara göre anlamlı olarak yüksekti. Ancak, izole koroner ektazisi bulunanlar ile normal koroner arter tespit edilenler arasında OTH (8.6±1.2 fL’e karşı 8.6±1.1, p=0.993), GGT (33±15 U/L’e karşı 30±15 U/L, p=0.723) ve ürik asit düzeyleri (5.4±1.6 mg/dl’e karşı 5.2±1.7 mg/dl, p=0.845) açısında anlamlı fark yoktu. Sonuç: Bu çalışmada, önceki çalışmaların aksine koroner arter ektazisi ile OTH, GGT ve ürik asit düzeyleri arasında ilişki bulunmamıştır. Objectives: In this study, we aimed to investigate whether there is an association between mean platelet volume (MPV), gamma-glutamyltransferase (GGT) and uric acid and coronary artery ectasia (CAE) in a large patient population. Study design: A total of 406 patients (245 male, 161 female; mean age: 55±9 years) were selected retrospectively as the study population from among 3265 individuals who underwent coronary angiography between August 2011 and December 2012. Information regarding blood tests of the patients obtained during hospitalization was extracted from the institute electronic database. Results: MPV, GGT and uric acid levels were significantly higher in subjects with stenotic coronary artery disease (CAD) and in subjects with both CAD and CAE compared with subjects with isolated CAE and subjects with normal coronary arteries (NCA). There were no significant differences between the isolated CAE and NCA groups in terms of MPV (8.6±1.2 fL vs. 8.6±1.1, respectively, p=0.993), serum GGT (33±15 U/L vs. 30±15 U/L, respectively, p=0.723) and uric acid levels (5.4±1.6 mg/dl vs. 5.2±1.7 mg/dl, respectively, p=0.845). Conclusion: Unlike previous studies, our study failed to demonstrate any association between CAE and MPV, uric acid and GGT levels. |
5. | Association between neutrophil to lymphocyte ratio and pulmonary arterial hypertension Abdulkadir Yıldız, Hasan Kaya, Faruk Ertas, Mustafa Oylumlu, Mehmet Zihni Bilik, Murat Yüksel, Nihat Polat, Mehmet Ata Akil, Zuhal Atılgan, Mehmet Sıddık Ülgen PMID: 24164991 doi: 10.5543/tkda.2013.93385 Pages 604 - 609 Amaç: Pulmoner hipertansiyon (PH) sağ ventrikül yetersizliği ve yüksek mortalite ile seyreden artmış pulmoner arter direnci ile kendini gösteren heterojen bir hastalık grubundan oluşur. Son zamanlarda patofizyolojik mekanizmada enflamasyonun merkezi bir rolü olduğu ile ilgili kanıtlar artmaktadır. Sistemik enflamatuvar hastalıklarda PH prevalansının artmış olduğu zaten bilinmektedir. Bu çalışmada, nötrofil/lenfosit oranı (N/L oranı) ile pulmoner arter hipertansiyonu (PAH) arasındaki ilişki değerlendirildi. Çalışma planı: Pulmoner arter hipertansiyonu bulunan 25 hasta ve sağlıklı 25 gönüllüden oluşan kontrol grubu değerlendirildi. Bazal klinik ve ekokardiyografik bulgular kaydedildi. Tüm hasta ve kontrol grubunun tam kan sayımları geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: Nötrofil/lenfosit oranı kontrol grubuna göre PAH’lı hastalarda daha yüksekti (p=0.05). N/L oranının 1.65 eşik değeri PAH varlığını %72 duyarlılık ve %69 özgüllük ile öngörmekteydi. Çok değişkenli analizden sonra sadece N/L oranının PAH’ın anlamlı öngördürücüsü olarak kaldığı saptandı. Sonuç: Nötrofil/lenfosit oranının kontrol grubuna göre PAH’lı hastalarda daha yüksek olduğu gösterildi. Objectives: Pulmonary hypertension (PH) is composed of a heterogeneous group of disorders marked by increased pulmonary artery resistance leading to right heart failure, with high mortality. Evidence is increasing to propose that inflammation plays a significant role in the pathophysiological mechanism. Increased prevalence of PH in patients with systemic inflammatory diseases is already known. Herein, we sought to evaluate the association between neutrophil to lymphocyte ratio (N/L ratio) and pulmonary arterial hypertension (PAH). Study design: Twenty-five patients with PAH and 25 controls were evaluated. Baseline clinical and echocardiographic variables were obtained. Complete blood counts in all patients and controls were reviewed retrospectively. Results: The N/L ratio was higher in patients with PAH compared to healthy volunteers (p=0.05). A cut-off value of 1.65 for N/L ratio predicted the presence of PAH with 72% sensitivity and 69% specificity. After multivariate analysis, only N/L ratio remained a significant predictor of PAH. Conclusion: We showed for the first time that N/L ratio was significantly increased in patients with PAH compared to controls. |
6. | Relation of heart-type fatty acid-binding protein with the degree and extent of atherosclerosis in patients with non-ST elevation acute coronary syndrome Gönül Zeren, Hatice Betül Erer, Tuncay Kırış, Osman Şahin, Hüseyin Aksu, Diyar Köprülü, Tolga Sinan Güvenç, Güney Erdoğan, Nurten Sayar, Zeki Yüksel Günaydın, Mehmet Eren PMID: 24164992 doi: 10.5543/tkda.2013.26974 Pages 610 - 616 Amaç: Miyokart iskemisi belirteçleri ile koroner arter hastalığı ciddiyetinin ilişkisi birçok çalışmada araştırılmıştır. Bu çalışmada, ST segment yükselmesiz akut koroner sendromlu (AKS) hastalarda yeni bir iskemi belirteci olan kalp tipi yağ asidi bağlayıcı protein (KYABP) ile koroner arter hastalığı (KAH) ciddiyetinin ilişkisi incelendi. Çalışma planı: Çalışma ileriye dönük ve kesitsel olarak tasarlandı. Çalışmaya acil servise başvuran ST segment yükselmesiz AKS tanısı konan 49 hasta alındı. Semptom başlangıcının 4.-8. saat aralığında alınan kan örneğinden KYABP kalitatif olarak; troponin, kreatin kinaz-MB, laktat dehidrogenaz ve aspartat aminotransferaz düzeyleri kantitatif olarak ölçüldü. Tüm hastalara başvurudan sonraki ilk 72 saat içinde koroner anjiyografi yapıldı. KYABP pozitif ve negatif hastaların demografik özellikleri ve biyokimyasal değerleri, TİMİ risk skoru ve koroner anjiyografi özellikleri karşılaştırıldı. KAH ciddiyeti Gensini ve SYNTAX skorlaması ile değerlendirildi. Bulgular: KYABP negatif grup ile pozitif grup arasında yaş ortalamaları, cinsiyet dağılımı, eşlik eden KAH risk faktörleri ve iskemik EKG değişikliği yönünden istatistiksel anlamlı farklılık görülmedi (p>0.05). Göğüs ağrısı süresi KYABP pozitif olan grupta negatif gruptakinden anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p<0.001). KYABP negatif ve pozitif grup arasında lipit profili, açlık kan şekeri, Gensini skoru, SYNTAX skoru, total lezyon ve trombüs varlığı yönünden istatistiksel anlamlı fark görülmedi (p>0.05). TİMİ risk skoru KYABP pozitif grupta anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.05). Sonuç: Bulgularımız KYABP’nin, ST segment yükselmesiz AKS’li hastaların tanısı ve risk değerlendirilmesinde kullanılabileceği görüşünü desteklerken, KAH’nın ciddiyetini değerlendirmede yetersiz kaldığını düşündürmektedir. Objectives: The relationship between markers of myocardial ischemia and severity of coronary artery disease (CAD) has been investigated in several studies. In this study, we examined the relationship between severity of CAD and heart-type fatty acid-binding protein (H-FABP), a new marker of ischemia in patients with non-ST-segment elevation acute coronary syndrome (ACS). Study design: This prospective study comprised 49 patients who were referred to the emergency room with a diagnosis of non-ST elevation myocardial infarction. Troponins, creatine kinase-MB, lactate dehydrogenase, and aspartate aminotransferase levels were measured quantitatively, while blood H-FABP levels were measured qualitatively in the 4th- 8th hour from the onset of symptoms. All patients underwent coronary angiography within 72 hours after admission. Clinical and coronary angiographic characteristics of patients with positive and negative values of H-FABP were compared. Gensini and SYNTAX scores were used to determine the severity of CAD. Results: There were no statistically significant differences in mean age, gender distribution, risk factors for CAD, ischemic changes on ECG, or Gensini and SYNTAX scores between the H-FABP-negative and -positive groups (p>0.05). The duration of chest pain in the H-FABP-positive group was significantly longer than in the negative group (p<0.001). Troponin, CK-MB, and AST levels as well as thrombolysis in myocardial infarction (TIMI) risk scores were found to be significantly higher in the H-FABP-positive group (p<0.05). Conclusion: H-FABP is a useful marker for the diagnosis and risk evaluation of patients with non-ST elevation ACS. However, it is insufficient in evaluating the severity of CAD. |
7. | Relation of plasma matrix metalloproteinase-8 levels late after myocardial infarction with left ventricular volumes and ejection fractio Ayhan Erkol, Selçuk Pala, Vecih Oduncu, Alev Kılıcgedik, Filiz Kızılırmak, Can Yücel Karabay, Ahmet Güler, Cevat Kırma PMID: 24164993 doi: 10.5543/tkda.2013.68625 Pages 617 - 624 Amaç: Miyokart enfarktüsü (ME) sonrası erken dönemde artmış matriks metalloproteinaz-8 (MMP-8) aktivitesinin erken yeniden şekillenme ile ilişkisi olduğu bilinmektedir. Ancak MMP-8’in bifazik bir profile sahip olduğu gösterilmiştir ve geç dönem plazma seviyeleri ile yeniden şekillenme arasındaki ilişki net değildir. Çalışmamızda ME’nin 20±3 ay sonrasında plazma MMP-8 seviyelerini ve klinik parametrelerle olan ilişkisini inceledik. Çalışma planı: Miyokart enfaktüsü geçirmiş 58 hasta ve 26 bireylik kontrol grubuna kantitatif tek-foton emisyon bilgisayarlı tomografi (SPECT) ve ekokardiyografi yapıldı. Plazma MMP-8 seviyeleri ölçüldü ve korelasyonları incelendi. Bulgular: Plazma MMP-8 seviyeleri ME geçirmişlerde anlamlı olarak daha yüksek idi [medyan 3.88 ng/ml, çeyreklerarası aralık (1.88-6.43) ve 0.67 ng/ml (0.34-2.47); p<0.001]. Plazma MMP-8 seviyeleri sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (ρ=0.34, p=0.009), diyastol sonu hacim endeksi (ρ=-0.39, p=0.002) ve sistol sonu hacim endeksi (ρ=-0.40, p=0.002) ile anlamlı olarak korelasyon göstermekte idi. Sonuç: Plazma MMP-8 seviyeleri ME’den sonra 20±3 ay geçmiş olsa bile hala yüksek bulunmuştur. MMP-8 plazma düzeyleri, sol ventrikül hacim endeksleri ve ejeksiyon fraksiyonu arasında anlamlı korelasyon bulunmuştur. Erken dönemdeki yüksek MMP-8 seviyeleri ve yeniden şekillenmenin boyutu arasındaki pozitif ilişkinin aksine, geç dönemdeki yüksek MMP-8 seviyelerinin sol ventrikül sistolik fonksiyonunun göreceli olarak korunması ile ilişkili olabileceğini düşünüyoruz. Objectives: Enhanced matrix metalloproteinase-8 (MMP-8) activity in the early post-myocardial infarction (MI) period has been related to early remodeling. However, it has been demonstrated that plasma MMP-8 level has a biphasic profile, and the relation between the late plasma levels and remodeling is unclear. We evaluated the plasma MMP-8 levels and its correlates 20±3 months after acute MI. Study design: 58 post-MI patients and 26 control subjects underwent quantitative single-photon emission computed tomography (SPECT) and echocardiography. The plasma MMP-8 levels were measured and its correlates were investigated. Results: The MMP-8 levels were significantly higher in post- MI patients [median 3.88 ng/ml, interquartile range (1.88- 6.43) vs. 0.67 ng/ml (0.34-2.47); p<0.001]. Plasma MMP-8 levels were significantly correlated with left ventricular ejection fraction (LVEF) (ρ=0.34, p=0.009), end diastolic volume index (EDVi) (ρ=-0.39, p=0.002) and end systolic volume index (ESVi) (ρ=-0.40, p=0.002). Conclusion: Plasma MMP-8 levels were found to still be high in post-MI patients 20±3 months after the index event. The levels were significantly correlated with left ventricular volume indices and LVEF. We speculate that, in contrast to the relation between the higher early MMP-8 activity and the extent of cardiac remodeling, higher late levels may be associated with relative preservation of left ventricular systolic function. |
CASE REPORT | |
8. | Left ventricular thrombus formation in a patient with normal ejection fraction Nihan Kahya Eren, Sadık Volkan Emren, Hamza Duygu, Uğur Kocabaş PMID: 24164994 doi: 10.5543/tkda.2013.71598 Pages 625 - 628 Sol ventrikülde (LV) trombüs oluşumu genellikle dilate kardiyomyopati, anevrizma veya miyokart enfarktüsü sonrasında olduğu gibi LV fonksiyonunun bozulmuş olduğu durumlarda gerçekleşmektedir. Normal fonksiyonlu LV’de trombüs oluşumu ise oldukça nadirdir. Olgumuz sistolik fonksiyonu normal olmasına rağmen LV’sinde trombüs saptanan bir hastadır. Geçici bilinç kaybı şikayeti ile acil servise başvuran ve serebral emboli düşünülen olguda, ekokardiyografi ile LV apeksinde saplı ve ileri derecede hareketli kitle saptandı. Emboli riskinin yüksek olması nedeniyle kitle acil olarak cerrahi yolla çıkarıldı. Histopatolojik incelemede LV’deki kitlenin trombüs olduğu saptandı. Bu olgu çok nadir de olsa normal ejeksiyon fraksiyonlu olgularda da LV’de trombüs gelişebileceğini göstermesi açısından önemlidir Left ventricular (LV) thrombi usually occur in the presence of impaired LV function, such as in dilated cardiomyopathy, aneurysm or following myocardial infarction. Thrombus formation in a normally functioning LV is extremely rare. We report a patient with LV thrombus formation despite a normal systolic function. The patient, who was admitted to the emergency service with transient loss of consciousness and diagnosed with cerebral embolism, was found to have a pedunculated and hypermobile mass in the LV apex by echocardiography. The LV mass was excised by urgent surgery due to its high embolic risk. The histopathological examination revealed that the LV mass was a thrombus. This case highlights that although very rare, LV thrombus formation may occur in patients with normal ejection fraction. |
9. | Rapidly improving acute myocarditis after a scorpion sting Nermin Bayar, Selçuk Küçükseymen, İsa Öner Yüksel, Şakir Arslan PMID: 24164995 doi: 10.5543/tkda.2013.36459 Pages 629 - 632 Akrep sokması genellikle benign seyirli olmakla birlikte özellikle kardiyovasküler komplikasyonlar nedeniyle ölümle sonuçlanan olgular da bildirilmiştir. Hastalarda ısırılma yerindeki lokal reaksiyonların yanı sıra toksinin sistemik etkilerine bağlı organ fonksiyon bozuklukları olabilmektedir. Akrep toksinin kardiyovasküler sistem üzerine etkileri sonucunda hipertansiyon, aritmi, miyokardit, akut kalp yetersizliği ve akciğer ödemi ortaya çıkabilmektedir. Burada el bileğinden akrep sokmasının ardından solunum sıkıntısı başlayan ve akut akciğer ödemi tablosunda hastanemize başvuran 49 yaşındaki erkek hasta sunuldu. Olguda başvuru esnasında saptanan yaygın sol ventrikül sistolik fonksiyon bozukluğunun tıbbi tedavi ile kısa sürede düzelmesi ve koroner anjiyografide kritik darlık olmamasına rağmen troponin artışı akrep sokması ile ilişkili akut miyokardit tanısını düşündürmüştür. Scorpion stings are usually benign, but especially cardiovascular death has been reported due to complications. Local reactions at the site of the sting as well as organ dysfunction may be due to the effects of a systemic toxin. As a result of the toxic effects of the scorpion toxin on the cardiovascular system, hypertension, arrhythmia, myocarditis, acute heart failure, and pulmonary edema may occur. In this report, we present a 49-year-old male patient who was admitted to our hospital with acute pulmonary edema and respiratory distress following scorpion sting at the wrist. In this case, detection of diffuse left ventricular systolic dysfunction on presentation, immediate improvement with medical treatment, and increased troponin levels in the absence of critical stenosis on coronary angiography suggest the diagnosis of acute myocarditis associated with scorpion bite. |
10. | A new hope in the treatment of coronary vasospasm: bosentan İlker Gül, Ahmet Çağrı Aykan, Tayyar Gökdeniz, Şükrü Çelik PMID: 24164996 doi: 10.5543/tkda.2013.37998 Pages 633 - 637 Akut koroner sendromların en önemli nedeni aterosklerozdur. Aterosklerotik plaklardan ve bunların çevresindeki endotelden endotelin ve serotonin gibi vazospazmı tetikleyici aracıların sentez edilip dolaşıma salgılandıkları bilinmektedir. Altmış sekiz yaşında erkek hasta son bir yıl içerisinde akut koroner sendrom tanısı ile dört kez hastaneye yatırıldı. En son Şubat 2012’de göğüste yanma ve üst batında baskı tarzında ağrı ile merkezimiz acil servisine başvurdu. Troponin değerlerinde üç kattan fazla artış ve elektrokardiyografisinde iskemik değişiklikler saptanması üzerine koroner yoğun bakıma yatırıldı. Hastanın tedavisine kurul kararı ile endotelin reseptör antagonisti olan bosentan eklenmesine karar verildi. Hastanın kan ve hepatik göstergelerine göre bu tedaviye engel herhangi bir kontrendikasyon saptanmadı. Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan onay alındıktan sonra başlangıç dozu olarak günde iki kez 62.5 mg bosentan başlandı. Birinci aydan sonra günde iki kez 125 mg dozuna çıkıldı. Bosentan tedavisinin sekizinci ayı dolan hastanın anjina atağı veya akut koroner sendrom nedeniyle hastaneye yatışı olmadı. Atherosclerosis is the most important cause of acute coronary syndromes. The mediators that trigger vasospasm, including endothelin and serotonin, are synthesized and secreted into circulation from atherosclerotic plaques and surrounding tissues. A 68-year-old man was hospitalized due to acute coronary syndrome four times in a one-year period. The patient presented to emergency service again with heartburn and a pressure-like pain in his upper abdomen in February 2012. He was admitted to the coronary care unit with the detection of a more than three-fold increase in troponin values and ischemic changes on electrocardiography. By decision of the cardiology council, the endothelin receptor antagonist, bosentan was added to the treatment. There were no contraindications to this medication according to his blood and hepatic indicators. After confirmation of the Social Security Institution, bosentan was started as 62.5 mg twice a day. After the first month, the dose was increased to 125 mg b.i.d. As of completion of the eighth month of treatment with bosentan, the patient had not been hospitalized due to angina attack or acute coronary syndrome. |
11. | Heart failure after transvenous closure of atrial septal defect associated with atrial standstill and thiamine-responsive megaloblastic anemia Vehbı Dogan, Filiz Şenocak, Utku Arman Örün, Özben Ceylan PMID: 24164997 doi: 10.5543/tkda.2013.63295 Pages 638 - 641 Atriyal septal defektlerin transvenöz yolla kapatılması konusunda kaydedilen gelişmelere rağmen, kapatma sonrası özellikle erişkin hastalarda kalp yetersizliği halen problem olmaya devam etmekte iken çocuklarda bu sorun nadirdir. Diabetes mellitus ve doğumsal kalp hastalığı tanılarıyla bir merkezde izlenmekte olan 8 yaşında erkek hasta için kardiyak açıdan tekrar değerlendirilmesi amacıyla konsültasyon yapıldı. Elektrokardiyografide P dalgasının olmadığı, ekokardiyografide ise sağ ventrikül ve her iki atriyumun normalden geniş olduğu ve atriyumlar arası septumda sekundum tip atriyal septal defekt bulunduğu saptandı. Sessiz atriyum, sekundum atriyal septal defekt ve tiyamin yanıtlı megaloblastik anemi tanısı konan hastada transvenöz yolla atriyal septal defektin kapatılmasının ardından tiyamin ve destek tedavisi ile dramatik olarak gerileyen kalp yetersizliği gelişti. Despite advances in device closure for atrial septal defect, post-closure heart failure remains a clinical problem in adult patients but is seen only rarely in children. An eight-year-old boy, who had been followed by a local pediatrician with the diagnosis of diabetes mellitus and congenital heart disease, was consulted to us for cardiac re-evaluation. Electrocardiography demonstrated absent P waves, and echocardiography revealed enlargement of the right ventricle and both atria and secundum atrial septal defect. With the diagnosis of atrial standstill, secundum atrial septal defect and thiamine-responsive megaloblastic anemia, acute heart failure developed after transvenous closure of the atrial septal defect, which improved dramatically with thiamine and supportive treatment. |
12. | A huge intracardiac thrombus developed in the presence of antithrombin III deficiency in a patient with end-stage renal failure Fatih Köksal Binnetoğlu, Kadir Babaoğlu, Nazan Sarper, Kenan Bek PMID: 24164998 doi: 10.5543/tkda.2013.88288 Pages 642 - 645 Bu yazıda son dönem böbrek yetersizliği nedeniyle hemodiyaliz uygulanan ve akut solunum yetersizliği ve yaygın ödem ile başvuran 15 yaşında bir kız çocuğu sunuldu. Batın tomografisinde sağ renal vende, vena kava inferiyorun hepatik segmentinde ve iliyak venlerde yaygın trombüsler görüldü. Protein C, S, antinükleer antijen, anti-Ds DNA, C3 ve C4 değerleri normal bulundu. Nadroparin, heparinle beraber taze donmuş plazma ve varfarin tedavilerine rağmen trombüsler kaybolmadı. Heparin direnci nedeniyle bakılan antirombin III değeri düşük saptandı. İlk ekokardiyografik incelemesi normal olan hastanın tekrarlanan ekokardiyografisinde triküspit kapağı tıkayan dev trombüs görüldü. Acil trombektomi planlanan hasta ameliyat edilemeden ağır akciğer ödemi nedeniyle kaybedildi. In this study, we report a 15-year-old female with end-stage renal disease undergoing hemodialysis, who admitted with acute respiratory failure and generalized edema. Abdominal tomography detected thrombi in the right renal vein, in the hepatic segment of the inferior vena cava and in iliac veins. Levels of proteins C and S, antinuclear antigen, anti-dsDNA, C3, and C4 were in normal limits. The thrombi persisted despite treatment with nadroparin, heparin with fresh frozen plasma and warfarin. Due to heparin resistance, antithrombin III levels were measured and were found abnormally low. The first echocardiographic examination was in normal limits but the second echocardiography revealed a huge thrombus occluding the tricuspid valve. Urgent thrombectomy was planned but the patient died in the intensive care unit due to severe pulmonary edema. |
13. | Chest pain with myocardial ischemia in a child: should we think about coronary slow flow phenomenon? Abdullah Kocabaş, Fırat Kardelen, Gayaz Akçurin, Halil Ertuğ PMID: 24164999 doi: 10.5543/tkda.2013.50951 Pages 646 - 650 Koroner yavaş akım (KYA) fenomeni stenotik lezyon olmaksızın epikardiyal koroner arterlerde opak madde ilerlemesinde gecikme ile kendini gösterir. Burada, tekrarlayan göğüs ağrıları ve çocukluk yaş grubunda daha önce tanımlanmamış olan KYA fenomeni ile ilişkili akut ST-segment yükselmeli miyokart enfarktüsü tanısı konan 13 yaşında bir erkek olgu sunuldu. Hastanın koroner anjiyografi bulguları sol ön inen koroner arterde akım yavaşlaması dışında normaldi. Miyokart perfüzyon sintigrafisinde etkilenen bölgede saptanan perfüzyon defekti dinlenme ile kısmen gerilerken dipiridamol infüzyonu sonrası tamamen kayboldu. Dipiridamol tedavisi başlanan hastanın izlemede yakınmaları düzeldi, elektrokardiyogram bulguları ve kardiyak belirteçleri normale döndü. Sonuç olarak, miyokart iskemisine bağlı göğüs ağrısı ile başvuran çocuk olguların ayırıcı tanısında KYA fenomeninin de akılda tutulması gerektiğini düşünmekteyiz. The coronary slow flow phenomenon (CSFP) is an angiographic finding characterized by delayed opacification of epicardial coronary arteries in the absence of stenotic lesion. Herein, we present a 13-year-old boy with recurrent chest pain who was diagnosed with acute ST-segment elevation myocardial infarction associated with CSFP, which has not been reported previously in the pediatric age group. Coronary angiography revealed only the presence of slow flow in the left anterior descending (LAD) coronary artery. Myocardial perfusion scintigraphy revealed a reversible perfusion defect in the LAD territory, which regressed partially at rest and showed complete improvement after dipyridamole infusion. All the symptoms, electrocardiogram abnormalities and cardiac markers returned to normal after dipyridamole treatment during the follow-up. We conclude that CSFP should be kept in mind in the differential diagnosis of chest pain with myocardial ischemia in the pediatric age group. |
HOW TO? | |
14. | Suggestions on how to do? How to Perform Electrical Cardioversion Dursun Aras, Firdevs Ayşenur Ekizler PMID: 24165000 Pages 651 - 655 Abstract |Full Text PDF |
15. | ESC National Societies Cardiovascular Journals Editors´ Network Championing cardiovascular health innovation in Europe Michel Komajda, Andrew Coats, Martin R. Cowie, Neville Jackson, Anders Svensson, Panagiotis Vardas PMID: 24165001 Pages 656 - 663 Abstract |Full Text PDF |
INVITED REVIEW | |
16. | Editorial - Championing cardiovascular health innovation in Europe Adnan Abacı PMID: 24165002 doi: 10.1093/eurheartj/eht211 Pages 664 - 666 Yazının türü gereği özet verilmemiştir. Yazının türü gereği özet verilmemiştir. |
CASE IMAGE | |
17. | An unusual cause of implantable cardioverter defibrillator malfunction: Twiddler syndrome Ufuk Eryılmaz, Hasan Güngör, Çağdaş Akgüllü PMID: 24165003 doi: 10.5543/tkda.2013.18828 Page 667 Abstract |Full Text PDF |
18. | A rare coronary artery anomaly: posterior descending artery arising from septal perforator artery Fatih Mehmet Uçar, Murat Gül, Rıza Sarper Ökten, Serkan Topaloğlu, Esra Gücük PMID: 24165004 doi: 10.5543/tkda.2013.48840 Page 668 Abstract |Full Text PDF | Video |
19. | Non-obstructive supracardiac total anomalous pulmonary venous return in a 3-year-old patient who was admitted with complaint of mild cyanosis Yılmaz Yozgat, Onder Doksöz, Rahmi Özdemir, Timur Meşe PMID: 24165005 doi: 10.5543/tkda.2013.57142 Page 669 Abstract |Full Text PDF | Video |
20. | Cardiac metastasis of an esophageal cancer: a rare cause of ventricular tachycardia and left ventricle outlet obstruction Ozcan Basaran, Can Yucel Karabay, Ahmet Guler, Cevat Kırma PMID: 24165006 doi: 10.5543/tkda.2013.28475 Page 670 Abstract |Full Text PDF |
21. | Cor triatriatum sinister with non-fenestration in a seven-month-old patient Yılmaz Yozgat, Önder Doksoz, Cem Karadeniz, Timur Meşe PMID: 24165007 doi: 10.5543/tkda.2013.79346 Page 671 Abstract |Full Text PDF |
22. | Answers of specialist Murat Özdemir Page 672 Abstract |Full Text PDF |
23. | Comments on cardiology publications Ertan Ural Page 673 Abstract |Full Text PDF |
Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology