ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 36 (3)
Volume: 36  Issue: 3 - April 2008
ORIGINAL ARTICLE
1.The role of tissue Doppler echocardiography in the evaluation of functional capacity of patients with heart failure
Mehmet Akif Düzenli, Kurtuluş Özdemir, Nazif Aygül, Kadriye Zengin, Hasan Gök
PMID: 18626205  Pages 143 - 149
Amaç: Kalp yetersizliği (KY) olan hastalarda, fonksiyonel kapasitenin değerlendirilmesinde yaygın olarak kullanılan New York Kalp Derneği (NYHA) fonksiyonel sınıflandırma sistemi ile klasik ekokardiyografi ve doku Doppler ekokardiyografi (DDE) parametreleri arasındaki ilişki değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya, sol ventrikül (SV) ejeksiyon fraksiyonu (EF) %50’nin altında olan KY’li 122 hasta (31 kadın, 91 erkek; ort. yaş 59±11) alındı. Hastalar NYHA fonksiyonel sınıf I-II (n=79; ort. yaş 58) ve III-IV (n=43; ort. yaş 61) olmak üzere iki grupta değerlendirildi. Standart ikiboyutlu ekokardiyografi ve DDE parametreleri ile NYHA fonksiyonel kapasite arasındaki ilişkiler araştırıldı.
Bulgular: NYHA fonksiyonel sınıf, klasik ekokardiyografi parametrelerinden SV EF, SV atım hacmi, mitral erken doluş deselerasyon zamanı ve ileri akım hızı (Vp) ile negatif ilişki gösterdi. Fonksiyonel sınıf ile mitral erken (E) ve geç (A) diyastolik zirve hızları ve E/A oranı arasında ilişki bulunmazken, sistol ve diyastol sonu çaplar ve hacimler, pulmoner arter basıncı, E/Vp oranı ile pozitif ilişki vardı. NYHA fonksiyonel sınıf DDE parametrelerinden sistolik miyokardiyal (Sm), erken (Em) ve geç (Am) diyastolik miyokardiyal hızlar ile negatif, E/Em oranı ile pozitif ilişki gösterdi; Em/Am oranı ile anlamlı ilişki bulunmadı. Çoklu lineer regresyon analizinde, Sm, EF ve pulmoner arter basıncının NYHA fonksiyonel sınıfı ile ilişkisi anlamlı ve bağımsız bulundu (sırasıyla =-0.33, p<0.005; =-0.26, p<0.05; =0.23, p<0.05).
Sonuç: Miyokardiyal hızlar fonksiyonel kapasite ile ilişki göstermektedir. Özellikle Sm, konvansiyonel ekokardiyografi ve diğer DDE parametrelerine göre fonksiyonel kapasiteyle daha güçlü ilişki içindedir.
Objectives: We investigated correlations between the New York Heart Association (NYHA) functional classification system, which is commonly used to asses functional capacity, and conventional echocardiographic and tissue Doppler echocardiographic (TDE) parameters in patients with heart failure (HF).
Study design: The study included 122 patients (31 females, 91 males; mean age 59±11 years) with HF, whose left ventricular (LV) ejection fraction (EF) was less than 50%. The patients were evaluated in two groups based on the NYHA class I-II (n=79; mean age 58 years) and class III-IV (n=43; mean age 61 years). Correlations were sought between the functional status and standard two-dimensional echocardiographic and TDE parameters.
Results: The NYHA class showed significant inverse correlations with LV EF, LV stroke volume, mitral deceleration time of early filling, and flow propagation velocity (Vp), and significant positive correlations with end-systolic and end-diastolic diameters and volumes, pulmonary artery pressure (PAP), and the E/Vp ratio. Mitral early (E) and late (A) diastolic peak velocities and the E/A ratio were not correlated. Concerning TDE parameters, the NYHA class was in significant inverse correlation with systolic (Sm), early (Em) and late (Am) diastolic myocardial velocities, and in positive correlation with the E/Em ratio, whereas no correlation was found with the Em/Am ratio. Linear regression analysis showed that Sm, EF, and PAP were independent variables of functional capacity (=-0.33, p<0.005; =-0.26, p<0.05; =0.23, p<0.05, respectively).
Conclusion: There is significant relationship between myocardial velocities and functional capacity, and Sm, in particular, has the strongest association compared to conventional echocardiographic and other TDE parameters.

2.The effect of plasma asymmetric dimethylarginine (ADMA) level and L-arginine/ADMA ratio on the development of coronary collaterals
Mehmet Timur Selçuk, Hatice Selçuk, Ahmet Temizhan, Orhan Maden, Hakan Ulupınar, Erkan Baysal, Erdal Duru, Ali Şaşmaz
PMID: 18626206  Pages 150 - 155
Amaç: Nitrik oksit (NO) sentazın endojen yarışmalı inhibitörü olan asimetrik dimetilargininin (ADMA) NO’nun üretim ve biyoyararlanımını azaltarak anjiyogenezi önlediği gösterilmiştir. Çalışmamızda, plazma ADMA düzeyi ve L-arginin/ADMA oranının koroner kollateral arter gelişimi üzerine etkisi araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya, koroner arter hastalığı şüphesiyle koroner anjiyografi uygulanan ve koroner arterlerin en az birinde %95’ten fazla darlık saptanan 94 hasta (66 erkek, 28 kadın; ort. yaş: 59±11) alındı. Koroner kollateral dolaşım Rentrop yöntemi kullanılarak sınıflandırıldı. Kollateral arterler, iyi gelişmemiş (Rentrop evre 0-1, n=44) ve iyi gelişmiş (evre 2-3, n=50) olmak üzere iki grupta değerlendirildi. Plazma ADMA ve L-arginin düzeyleri yüksek performanslı likit kromatografi yöntemiyle ölçüldü.
Bulgular: İki grup arasında kararlı angina dışında temel özellikler ve kardiyovasküler risk faktörleri açısından fark bulunmadı (p>0.05). Rentrop evre 2-3 olan grupta kararlı angina sıklığı daha fazlaydı (p<0.001). Evre 0-1 hastalarda asimetrik dimetilarginin düzeyi daha yüksek (p=0.003), L-arginin/ADMA oranı daha düşük bulundu (p=0.019). L-arginin düzeyleri açısından fark bulunmadı (p>0.05). Çokdeğişkenli lojistik regresyon analizinde, plazma ADMA düzeyinin kollateral arter gelişimini bağımsız derecede etkilediği görüldü (odds oranı=0.674; %95 güven aralığı=0.508-0.894; p=0.006).
Sonuç: Plazma ADMA konsantrasyonu koroner kollateral gelişimi iyi olmayan hastalarda yüksektir. Bu bulgu NO sentaz yolundaki bir düzensizliğin, bozulmuş koroner kollateral gelişimi ile ilgili olabileceğini düşündürmektedir.
Objectives: It has been shown that asymmetric dimethylarginine (ADMA), an endogenous competitive antagonist of nitric oxide (NO) synthase, inhibits angiogenesis by reducing the production and bioavailability of NO. We investigated the effect of plasma ADMA level and L-arginine/ADMA ratio on the development of coronary collateral arteries.
Study design: The study consisted of 94 patients (66 males, 28 females; mean age 59±11 years) who underwent coronary angiography for suspected coronary artery disease and were found to have severe stenosis (>95%) in at least one major coronary artery. The patients were evaluated in two groups with poor (Rentrop score 0-1, n=44) and good (score 2-3, n=50) coronary collateral circulation according to the Rentrop collateral scoring system. Plasma levels of ADMA and L-arginine were measured by high-performance liquid chromatography.
Results: The two groups were similar with regard to basal characteristics and cardiovascular risk factors (p>0.05) except for stable angina, which was more common in patients with Rentrop score 2-3 collateral circulation (p<0.001). Despite similar L-arginine levels (p>0.05), patients with Rentrop score 0-1 had a significantly higher ADMA level (p=0.003) and lower L-arginine/ADMA ratio (p=0.019). Multivariate logistic regression analysis showed that plasma ADMA concentration was an independent predictor of coronary collateral development (odds ratio=0.674; 95% confidence interval=0.508-0.894; p=0.006).
Conclusion: Elevated plasma ADMA concentrations are associated with a poorly developed coronary collateral circulation, suggesting that dysregulation of the NO synthase pathway may result in impaired collateral development.

3.Factors associated with prolonged prehospital delay in patients with acute myocardial infarction
İbrahim Sarı, Zübeyir Acar, Orhan Özer, Betül Erer, Ebru Tekbaş, Ekrem Üçer, Ahmet Genç, Vedat Davutoğlu, Mehmet Aksoy
PMID: 18626207  Pages 156 - 162
Amaç: Çalışmamızda, akut miyokard infarktüslü (AMİ) hastalarda hastaneye geç geliş ile ilişkili faktörler araştırıldı.
Çalışma planı: Hastanemize ST-yükselmeli AMİ nedeniyle başvuran 439 hastaya (351 erkek, 88 kadın; ort. yaş 57±12) ait bilgiler, yatış sonrası 48 saat içinde hastalarla görüşülerek toplandı. Görüşme sırasında hastalar ağrısız ve hemodinamik olarak stabil idi. Göğüs ağrısı başlangıcından hastaneye yatışa kadar geçen süre ve hastaların sosyodemografik ve klinik özellikleri sorgulandı. Ayrıca, hastalar ilk başvuruların yapıldığı merkeze göre iki grupta değerlendirildi: En yakın küçük bir klinik veya tıp merkezi (n=209, %47.6) veya doğrudan tam teşekküllü bir kardiyoloji merkezi (n=230, %52.4).
Bulgular: Ortanca ve ortalama gecikme süreleri sırasıyla 70 dk ve 185.2±334.8 dk bulundu. Semptomların başlangıcından sonra 60 dakika içinde hastaneye ulaşabilen hasta sayısı 136 (%31) idi. Ortanca gecikme süresi, ilk başvurunun bir kliniğe yapıldığı grupta anlamlı derecede uzun bulundu (120 dk ve 60 dk; p<0.001). Kadın cinsiyet, yaşın ≥55 olması ve dokuz yıldan az eğitim görmüş olmak hastaneye gelişin uzamasıyla ilişkili bulundu. Klinik özelliklerden ise, koroner arter hastalığı (KAH) varlığı, sigara içme, diyabetin olmaması süreyi kısaltıcı etki gösterdi. Çokdeğişkenli regresyon analizinde, dokuz yıldan az eğitim, kadın cinsiyet, yaşın ≥55 olması ve KAH öyküsü olmaması hastane öncesi gecikmenin bağımsız öngördürücüleriydi. Tam teşekküllü bir merkeze başvuruyu belirleyen etkenler şunlardı: İleri yaş, sigara içme, aspirin kullanımı ve KAH öyküsü olması. Çokdeğişkenli analizde, tek bağımsız öngördürücü KAH öyküsü olması idi.
Sonuç: Hastane öncesindeki ortanca 70 dakikalık gecikme Batı kaynaklı veriler ile örtüşmektedir. Miyokard infarktüsünde hastane öncesi gecikmeyi kısaltmak için yürütülen eğitim ve bilgilendirme çalışmalarında bu gecikmeyi artıran etkenlere ve hasta altgruplarına daha fazla önem verilmelidir.
Objectives: We investigated factors associated with prolonged prehospital delay in patients with acute myocardial infarction (AMI).
Study design: A total of 439 patients (351 males, 88 females; mean age 57±12 years) with ST-elevation AMI were interviewed within 48 hours of hospitalization. Patients were pain-free and hemodynamically stable at the time of interview. Data were collected on the time from the onset of chest pain to hospital admission and on sociodemographic and clinical characteristics. The patients were evaluated in two groups according to the place to which the first presentation was made, i.e., a local clinic/ small hospital (clinic group: n=209, 47.6%) or our tertiary fully equipped cardiovascular center (hospital group: n=230, 52.4%).
Results: The median and mean delay times were 70 min and 185.2±334.8 min, respectively. Of the study group, 136 patients (31%) arrived within 60 minutes after the onset of symptoms. The median delay time was significantly longer in the clinic group (120 min vs 60 min; p<0.001). Female sex, age ≥55 years, and total education time <9 years were associated with a longer prehospital delay, whereas a history of coronary artery disease (CAD), smoking, and the absence of diabetes were associated with a shorter prehospital delay. In multivariate regression analysis, total education time <9 years, female sex, age ≥55 years, and the absence of previous CAD were independent predictors of prolonged prehospital delay. The incidence of direct hospital presentation significantly increased with older age, smoking, aspirin use, and previous CAD. In multivariate analysis, only previous CAD was an independent predictor of direct hospital presentation.
Conclusion: The median delay time of 70 min in this Turkish cohort is in accordance with the data from western populations. Public education campaigns to shorten prehospital delay should place more emphasis on the factors and patient subgroups associated with prolonged prehospital delay.

4.Our experience with transradial approach for coronary angiography
Veli Vefalı, Uğur Arslan
PMID: 18626208  Pages 163 - 167
Amaç: Transradial yaklaşımla (TRY) koroner anjiyografi ülkemizde son yıllarda benimsenmeye başlamış bir tekniktir. Bu çalışmada, merkezimizde uygulanan radial ve femoral anjiyografiler değerlendirildi.
Çalışma planı: 2007 yılında toplam 487 hastada (351 erkek, 136 kadın) TRY ile koroner anjiyografi yapılması planlandı. İşlemle ilgili veriler, transfemoral yaklaşımla (TFY) koroner anjiyografi yapılan 500 hastanın (369 erkek, 131 kadın) verileriyle karşılaştırıldı. Tüm işlemler aynı tecrübeli kardiyolog tarafından yapıldı. Radial arter yoluyla koroner anjiyografi, hastada pozitif Allen testi ve giriş bölgesinin dikkatli fizik muayenesi ardından yapıldı. Sağ ve sol koroner arterlerin kanülasyonu olguların büyük kısmında aynı kateterle (100 cm’lik Optitorque radial kateteri) yapıldı. Transfemoral kateterizasyon için, genellikle Judkins kavisli kateter olmak üzere, 6 Fr tanısal kateterler kullanıldı.
Bulgular: İşleme ilişkin başarı oranı TRY grubunda %96.5 (n=470), TFY grubunda %98.4 (n=492) bulundu (p>0.05). İki grubun işlemle ilgili değişkenleri, TRY grubunda biraz daha uzun olan giriş zamanı dışında (p<0.01) benzer bulundu. Ayrıca, TRY grubunda daha yüksek oranda koroner yavaş akım görüldü (p<0.01). Transradial yaklaşımda selektif sağ ve sol koroner anjiyografinin hastaların büyük çoğunluğunda (n=423, %90) tek bir kateterle yapılması nedeniyle, bu grupta kullanılan kateter sayısı anlamlı derecede daha az idi (2.1±0.2 ve 3.2± 03; p<0.001). Transradial yaklaşımla, çoğu ağrı ve ekimoz şeklinde olan önemsiz komplikasyonlar görülürken, TFY grubunda 27 hastada (%5.4), giriş bölgesinde çapı 5 cm’yi aşan hematom gelişti. Hastanede kalış süresi TRY grubunda anlamlı derecede daha kısa idi (2.1±0.4 saat ve 6.7±1.0 saat; p<0.001).
Sonuç: Transradial koroner anjiyografi TFY’ye iyi bir seçenektir ve uygun hastalarda güvenli ve etkili bir şekilde yapılabilir.
Objectives: Transradial approach (TRA) for coronary angiography has only become popular in our country in recent years. In this study, we evaluated radial and femoral angiographies performed at our center.
Study design: A total of 487 patients (351 males, 136 females) were scheduled for coronary angiography using TRA in 2007. Data regarding the procedure were compared with those of 500 patients (369 males, 131 females) who underwent coronary angiography via the transfemoral approach (TFA). All the procedures were performed by the same experienced cardiologist. Coronary angiography from the radial artery was performed after a positive Allen test and a careful physical examination of the access site. A 100-cm Optitorque radial catheter was mostly used to cannulate both right and left coronary arteries. Transfemoral catheterization was performed using 6 Fr diagnostic catheters, usually Judkins curve catheters.
Results: Procedural success rates were 96.5% (n=470) and 98.4% (n=492) in the TRA and TFA groups, respectively (p>0.05). The two groups were similar with respect to the procedural variables, except for the access time which was slightly higher in the TRA group (p<0.01). A higher incidence of coronary slow flow was detected in the TRA group (p<0.01). In 423 patients (90.0%), a single catheter was used for both selective right and left coronary angiography in the TRA group, resulting in a significantly lower number of catheter use (2.1±0.2 vs 3.2± 03; p<0.001). Only minor complications were seen during TRA, most commonly being pain and ecchymoses. In the TFA group, 27 patients (5.4%) developed hematoma at the access site, of more than 5 cm in diameter. Hospital stay was significantly shorter in the TRA group (2.1±0.4 hr vs 6.7±1.0 hr; p<0.001).
Conclusion: Transradial coronary angiography is a good alternative to TFA and can be performed safely and effectively in eligible patients.

5.Evaluation of surgical approaches and early and midterm results of treatment for atrioventricular septal defect
Ersin Erek, Yusuf Kenan Yalçınbaş, Yasemin Türkekul, Ece Salihoğlu, Banu Soykan, Arda Saygılı, Ayşe Sarıoğlu, Tayyar Sarıoğlu
PMID: 18626209  Pages 168 - 174
Amaç: Atriyoventriküler septal defekt (AVSD) tanısıyla tam veya kısmi düzeltme ameliyatı yapılan hastalar uygulanan cerrahi yaklaşımlar ve erken ve orta dönem sonuçları açısından incelendi.
Çalışma planı: 2000-2007 yılları arasında AVSD tanısıyla ameliyat edilen 46 hasta iki grupta (28 komplet, 18 parsiyel) incelendi. Komplet AVSD grubunda dokuz erkek, 19 kız hasta (ort. yaş 5.5 ay; dağılım 1.5-11 ay) vardı. Bu grupta dokuz hastada (%32.1) Down sendromu görüldü; 17 hastaya primer tam düzeltme ameliyatı, 11 hastaya palyatif girişimler yapıldı. Parsiyel AVSD grubunda beş erkek, 13 kız hasta (ort. yaş 11; dağılım 1-50) vardı. Bu grupta Down sendromu bir hastada (%5.6) görüldü ve tüm hastalarda primer tam düzeltme ameliyatı uygulandı. Komplet ve parsiyel AVSD gruplarında sırasıyla 21 hasta (%75) ve 14 hasta (%77.8) ortalama 26.3 ay (dağılım 1-72 ay) ve 21.8 ay (dağılım 2-71 ay) izlendi.
Bulgular: Parsiyel AVSD tamiri uygulanan hastalarda mortalite ve önemli morbiditeye rastlanmadı. Komplet AVSD grubunda üç hasta (%10.7) ameliyat sonrası erken dönemde kaybedildi. Bunların birinde Down sendromu vardı. Altı hastada mekanik ventilasyon desteği bir haftanın üzerindeydi. Tam düzeltme sonrasında, Down sendromu olmayan iki hasta erken dönemde önemli sol atriyoventriküler (AV) kapak yetersizliği nedeniyle yeniden ameliyat edildi. Hiçbir hastada kalıcı kalp pili ihtiyacı olmadı. Klinik ve ekokardiyografik takiplerde iki gruptan üçer hastada orta derecede sol AV kapak yetersizliği saptandı; diğer hastalarda AV kapak yetersizliği hafif derecede veya yok idi.
Sonuç: Komplet AVSD anomalisinde erken bebeklik döneminde tam düzeltme ameliyatı başarıyla uygulanabilir. Bu olgularda en önemli morbidite nedeni sol AV kapak yetersizliğidir.
Objectives: We evaluated patients who underwent complete or partial surgical correction for atrioventricular septal defect (AVSD) with regard to surgical techniques and early and midterm results.
Study design: Forty-six patients were treated for complete (n=28) or partial (n=18) AVSD between 2000 and 2007. There were nine boys and 19 girls (mean age 5.5 months; range 1.5 to 11 months) with complete AVSD. Of these, 17 patients underwent total repair, while 11 patients underwent palliative procedures. Five males and 13 females (mean age 11 years; range 1 to 50 years) with partial AVSD were treated with total repair. Down syndrome was seen in nine patients (32.1%) and one patient (5.6%) in complete and partial AVSD groups, respectively. Twenty-one patients (75%) and 14 patients (77.8%) could be followed-up for a mean of 26.3 months (range 1-72) and 21.8 months (range 2 to 71) in the two groups, respectively.
Results: Total repair of partial AVSD resulted in no mortality or significant morbidity. Early postoperative mortality occurred in three cases (10.7%) after repair of complete AVSD, one of which had Down syndrome. Six patients required prolonged mechanical ventilation beyond one week. Two patients without Down syndrome underwent reoperation due to severe atrioventricular (AV) valve insufficiency in the early postoperative period. None of the patients required permanent pacemaker implantation. Clinical and echocardiographic monitoring showed moderate left AV valve insufficiency in three patients in each group, while the remaining patients had no or minimal insufficiency.
Conclusion: Total repair of complete AVSD should be the procedure of choice in early infancy. Left AV valve insufficiency continues to be the most important cause of postoperative morbidity in these cases.

CASE REPORT
6.Unoperated tetralogy of Fallot in a 68-year-old patient
Mehmet Yokuşoğlu, Cem Köz, Oben Baysan, Nezihi Barış
PMID: 18626210  Pages 175 - 177
Fallot tetralojisi en sık siyanotik doğuştan kalp hastalığıdır. Genellikle bu olgulara yaşamın ilk iki yılında tam düzeltme ameliyatları uygulanmaktadır. Cerrahi uygulanmamış olguların erişkin yaşlara ulaşması nadirdir. Altmış sekiz yaşında bir diyabetik hasta bacaklarda ve karında şişlik, halsizlik ve nefes alamama yakınmalarıyla başvurdu. Fizik muayenede hafif siyanoz ve parmaklarda çomaklaşma vardı; kan basıncı 110/60 mmHg, nabzı 79 vuru/dk idi. Dinlemede sistolik ejeksiyon üfürümü ve bazal akciğer alanlarında iki taraflı raller duyuldu. Her iki bacağında yaygın ödem vardı. Elektrokardiyografide normal ventrikül yanıtlı atriyal fibrilasyon izlendi. Göğüs radyografisinde kardiyotorasik oran artmış bulundu ve iki taraflı hafif plevral efüzyon vardı. Ekokardiyografide iki taraflı atriyal genişleme (sağ atriyum 62 mm, sol atriyum 49 mm), sol ventrikül duvarında kalınlaşma, sağ ventrikül hipertrofisi ve sistolik fonksiyonunda azalma görüldü. Hastada çok büyük bir ventriküler septal defekt ve ciddi pulmoner darlık saptandı. Hasta herhangi bir girişimsel müdahaleyi kabul etmedi. Bildiğimiz kadarıyla, bu olgu ameliyat edilmemiş Fallot tetralojili olgular içinde ülkemizde bildirilen en yaşlı olgudur.
Tetralogy of Fallot (TOF) is the most common cyanotic congenital heart disease, generally treated with total correction within the first two years of life. Occasionally, some unoperated cases can reach older ages. A 68-year-old woman with diabetes mellitus presented with swelling in legs and abdomen, weakness, exertional dyspnea, and orthopnea. On physical examination, she had mild cyanosis with clubbing. Her blood pressure was 110/60 mmHg and pulse rate was 79 beat/min. She had a systolic ejection murmur and bilateral rales on basal lung areas. Massive edema was noted in both lower limbs. Electrocardiography showed atrial fibrillation with normal ventricular response. Chest radiography showed an increased cardiothoracic ratio and bilateral minimal pleural effusion. Echocardiography showed biatrial dilatation (right atrium 62 mm, left atrium 49 mm) and thickening of left ventricular walls. There was right ventricular hypertrophy with decreased systolic function. A very large ventricular septal defect and severe pulmonary stenosis were noted. The patient did not accept any interventional procedure. To our knowledge, this is the oldest unoperated TOF case reported from our country.

7.Unruptured and ruptured sinus of Valsalva aneurysms in two cases
Recep Demirbağ, Ali Yıldız, Remzi Yılmaz, Mustafa Cengiz
PMID: 18626211  Pages 178 - 180
Valsalva sinüsü anevrizmaları (VSA), değişik klinik tablolarla kendini gösterebilen oldukça nadir lezyonlardır. Bu yazıda, biri 96 yaşında, diğeri 33 yaşında iki erkek hasta sunuldu. İlk hastada, yırtılmamış, asemptomatik seyirli ve sağ ventriküle soldan sağa şant yapmayan sağ VSA saptandı. İkinci hastada ise, delici olmayan göğüs travmasını takiben gelişen, sağ Valsalva sinüsünden sağ atriyuma fistül oluşturan VSA vardı. Tanı her iki hastada da ekokardiyografiyle kondu. İlk hasta medikal tedaviyle izlendi ve bir yıl içinde herhangi bir komplikasyon görülmedi. İlerleyici egzersiz dispnesi ve halsizlik şikayetleri olan genç yaştaki hastada ise VSA’nın cerrahi onarımı yapıldı.
Sinus of Valsalva aneurysms (SVA) are relatively rare lesions with a variable clinical presentation. We presented two patients, one of whom (male, aged 96 years) had an unruptured asymptomatic right SVA without a left-to-right shunt to the right ventricle, and the other (male, aged 33 years) a fistula from the right sinus of Valsalva to the right atrium due to nonpenetrating thoracic trauma. The diagnosis was made by echocardiography in both cases. The elderly patient was followed-up with medical therapy for a year without any complications. The younger patient had complaints of progressive exertional dyspnea and fatigue following blunt substernal and thoracic trauma. He underwent successful surgical repair of the SVA.

8.Left anterior descending coronary artery originating from the pulmonary artery: a rarity suspected during echocardiography
Necla Özer, Ali Deniz, Rıza Doğan
PMID: 18626212  Pages 181 - 183
Bland-White-Garland sendromu adı verilen ve sol koroner sistemin pulmoner arterden köken aldığı koroner arter anomalisi oldukça nadir bir durumdur. Sadece sol ön inen (LAD) arterin veya sirkumfleks arterin pulmoner arterden çıkması ise daha da nadirdir. Otuz sekiz yaşında kadın hasta, iki yıllık öyküsü olan tipik angina ile başvurdu. Fizik muayene bulguları, 3/6 dereceli sistolik üfürüm dışında normaldi. Elektrokardiyografide, anterior iskemiye işaret eden anterolateral ST-segment çökmesi ve T dalga inversiyonu izlendi. Renkli akım transtorasik Doppler ekokardiyografide koroner arterler genişlemiş bulundu. Parasternal kısa eksen görüntülerde ana pulmoner arterden anormal bir akım dikkat çekmekteydi. Koroner anomali varlığından şüphelenilmesi üzerine yapılan koroner anjiyografide, sol sirkumfleks ve sağ koroner arterlerin genişlemiş olduğu ve bunlarla LAD arter arasında yaygın kollateraller oluştuğu gözlendi; ayrıca, LAD arteri ana pulmoner artere boşalmaktaydı. Bilgisayarlı tomografik anjiyografi ile LAD arterin ana pulmoner arterden köken aldığı doğrulandı. Yapılan cerrahi düzeltme ameliyatında LAD arterin aort ile anastomozu sağlandı. Ameliyattan bir hafta sonraki koroner anjiyografide, LAD arterin açık olduğu ve sol sirkumfleks ve sağ koroner arterlerden kollateral desteğinin zayıfladığı görüldü.
Anomalous origin of the left coronary artery from the pulmonary artery (ALCAPA) is a rare congenital anomaly that is often referred to as Bland-White-Garland syndrome. Isolated anomalous origin of the left anterior descending (LAD) or circumflex arteries is even rarer. A 38-year-old woman presented with typical angina of about two-year history. Physical examination findings were normal other than a grade 3/6 systolic murmur. Electrocardiography showed anterolateral ST-segment depression and T wave inversion, indicating anterior ischemia. Color flow transthoracic Doppler echocardiography showed dilated coronary arteries. Parasternal short axis views demonstrated an abnormal flow originating from the common pulmonary artery. Upon suspicion of a coronary anomaly, coronary angiography was performed. Both the left circumflex (Cx) and right coronary arteries (RCA) were found dilated, giving extensive collaterals to the LAD artery, which drained into the main pulmonary artery. Computed tomographic angiography confirmed that the LAD artery originated from the main pulmonary artery. Surgical correction was performed and the LAD artery was re-anastomosed to the aorta. Control coronary angiography performed one week after surgery showed patent LAD artery and diminished collateral supply from the RCA and Cx arteries.

9.A rare coronary anomaly detected during primary percutaneous coronary angioplasty: totally occluded left main coronary artery originating from the right coronary artery
Nihat Özer, Burak Tangürek, Zeynep Tartan, Neşe Çam
PMID: 18626213  Pages 184 - 186
Sol ana koroner arterin sağ koroner arterden köken alması nadir bir anomalidir. Elli iki yaşında bir erkek hasta, akut anterior miyokard infarktüsü tanısıyla primer perkütan koroner anjiyoplasti için kateter laboratuvarına alındı. Risk faktörleri olarak hastada sigara kullanımı, hipertansiyon ve tip 2 diyabet vardı. Selektif sağ koroner anjiyografide, sağ koroner arterin orta segmentinde %85 eksantrik darlık görüldü. Ayrıca, sağ koroner arterle birlikte sağ aortik sinüsten köken alan sol ana koroner arter görüntülendi. Sol ana koroner arterin proksimal segmentinde trombüslü tam tıkanıklık ve devamında sol ön inen arter sirkumfleks arter ayrımında %95 darlık vardı. Sol ana koroner arterdeki tıkanmış segmente metal stent yerleştirildi. Hasta, işlem sonrası yedinci günde sorunsuz taburcu edildi. Tedavinin ikinci aşaması olarak, sağ koroner arterdeki lezyon ve sol ön inen arter sirkumfleks arter ayrımındaki ciddi darlık için koroner baypas ameliyatı planlandı.
Left main coronary artery originating from the right coronary artery (RCA) is a rare anomaly. A 52-year-old male patient was submitted to catheterization laboratory for primary percutaneous coronary angioplasty with a diagnosis of acute anterior myocardial infarction. He had several risk factors including smoking, hypertension, and type 2 diabetes mellitus. Selective right coronary angiography showed an eccentric 85% stenosis at the mid-segment of the RCA, and the left main coronary artery originating from the right aortic sinus. The proximal segment of the left main coronary artery was completely occluded with thrombus and there was severe stenosis (95%) at the bifurcation of the left anterior descending artery with the circumflex artery. A metal stent was implanted in the stenotic segment of the left main coronary artery. The patient was discharged on the seventh day of stent implantation without any complications. Coronary artery bypass grafting was planned for stenotic lesions in the RCA and at the bifurcation of the left anterior descending artery with the circumflex artery.

10.A case of type IV dual left anterior descending coronary artery anomaly
Durmuş Yıldıray Şahin, Abdi Bozkurt
PMID: 18626214  Pages 187 - 189
Çift sol ön inen (LAD) arter çok nadir görülen bir doğuştan koroner arter anomalisidir. Elli bir yaşında kadın hasta kliniğimize atipik göğüs ağrısı ve çarpıntı yakınmalarıyla başvurdu. Elektrokardiyografide inferior ve lateral derivasyonlarda spesifik olmayan ST-segment çökmesi izlendi. Koroner anjiyografide, LAD’nin birinci septal dalı verdikten sonra ön interventriküler sulkusun orta kısmında sonlandığı görüldü. Sağ koroner anjiyografide, sağ koroner arter proksimalinden kaynaklanan ve ön interventriküler sulkusa uzanan ikinci bir LAD arteri izlendi. Bu durum tip IV çift LAD anomalisi ile uyumlu idi.
Dual left anterior descending (LAD) artery is a very rare congenital coronary artery anomaly. A 51-year-old woman presented with atypical chest pain and palpitation. Electrocardiography showed nonspecific ST-segment depression in inferior and lateral leads. Coronary angiography showed a rudimentary LAD artery terminating in the midportion of the anterior interventricular sulcus, after giving the first septal branch. In right coronary angiography, there was another LAD artery originating from the proximal right coronary artery and coursing to the anterior interventricular sulcus. This anomaly was consistent with type IV dual LAD.

REVIEW
11.Echocardiographic evaluation of prosthetic valve endocarditis
Necla Özer
PMID: 18626215  Pages 190 - 196
Protez kapak endokarditi az görülen bir klinik durum olmasına rağmen oldukça yüksek mortalite ve morbiditeye neden olan bir hastalıktır. Protez kapak endokarditli hastalarda apse, psödoanevrizma, fistül gibi komplikasyonlar sık görülür. Bu komplikasyonlar kötü prognozun göstergeleridir. Protez kapak endokarditinden şüphelenilen hastalarda ekokardiyografi tanıda oldukça önemli bir basamaktır. Bu hastalarda vakit geçirmeden transtorasik ve transözofajiyal ekokardiyografi yapılmalıdır. Ekokardiyografik değerlendirmede kesin karar veremediğimiz durumlarda, klinik olarak infektif endokardit şüphesi yüksek ise 7-10 gün sonra ekokardiyografi tekrarlanmalıdır.
Although prosthetic valve endocarditis has a relatively low incidence, it is associated with a high risk for mortality and morbidity. Periannular complications such as abscess formation, pseudoaneurysm, and fistulas are common in prosthetic valve endocarditis, indicating a poor prognosis. Echocardiography is a very important diagnostic tool in cases of suspected prosthetic valve endocarditis and transthoracic and transesophageal echocardiography should be performed without delay. If the initial echocardiographic examination is inconclusive and the clinical suspicion of infective endocarditis remains high, repeat echocardiography is necessary with an interspersion of 7 to 10 days.

CASE IMAGE
12.Efficient tirofiban infusion resulting in resolution of intracoronary thrombus
Gürkan Acar, Gülizar Sökmen, Alper Buğra Nacar, Cemal Tuncer
PMID: 18626216  Page 197
Abstract |Full Text PDF

13.A complication of pacemaker implantation: a large pneumothorax compressing the entire left lung
Serkan Çay, Serkan Topaloğlu
PMID: 18626217  Page 198
Abstract |Full Text PDF

14.Answers of specialist
Kurtuluş Özdemir, Niyazi Güler, Kemal Yeşilçimen
Pages 199 - 200
Abstract |Full Text PDF

15.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 201
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.