ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 23 (1)
Volume: 23  Issue: 1 - January 1995
1.Summaries of Articles

Pages 4 - 7
Abstract | English Full Text

EDITÖRDEN
2.Editor's Note
Hüsniye Yüksel, Altan Onat
Page 8
Abstract

DERLEME
3.ICI-118, 551 Withdrawal Syndrome in Isolated Rat Heart and Aorta Tissue
İ.Nuri KALYONCU, M.Nejat GACAR, Şule GÖK, Baki KOMSUOĞLU, H.Ali MOLLAOĞLU, Özlem UĞURBAŞ
Pages 9 - 14
Bu çalışmada ß2-selektif adrenerjik reseptör blokeri olan ICI-118, 551'in 21 günlük kullanımı sonrası ani kesilmesinin izole sıçan kalbinin adrenaline kronotropik, inotropik yanıtları ile izole sıçan aortunun adrenaline gevşeme yanıtları ilacın son dozundan 24, 48, 72, 96 saat sonra incelendi. Bu amaçla 15'i kontrol grubu olmak üzere, toplam 47 adet sıçan kullanıldı. İzole sıçan kalbinde ilacın ani kesilmesinin adrenaline kronotropik yanıtlarda 48. saatte anlamlı artışa neden olduğu, inotropik yanıtlarda ise farklılık yaratmadığı ve izole sıçan aortunun gevşeme yanıtlarını etkilemediği sonucuna varıldı. Sonuçta ICI-118, 551'le tedavinin ve ani kesilmesinin damar yatağı ve miyokard kontraktilitesinde herhangi bir olumsuz etkileşime neden olmadığı, ancak ani kesilmeden 48 saat sonra endojen adrenerjik agonistlere kronotropik yanıtlarda süpersensitivite gelişebileceği konusuna varıldı.
In this study, performed at the Department of Pharmacology of the Karadeniz Technical University School of Medicine, the effects of sudden withdrawal of a ß2-selective blocker agent, ICI-118, 551, after 21 days of treatment on chronotropic, inotropic responses of isolated rat heart tissue and relaxating responses of isolated rat aorta tissue to adrenaline were studied at the 24th, 48th, 72nd and 96th hours after the last medication. 47 rats were studied including 15 rats as a control group. Sudden withdrawal was found to cause a significant increase in chronotropic response to adrenaline at the 48th hour. But no effect on inotropic response on isolated rat heart tissue, and on the relaxation responses on isolated aorta tissue to adrenaline was shown. In conclusion, it was thought that treatment with and withdrawal of ICI-118, 551 does not cause a negative or restrictive effect on myocardial contractility and major vascular bed, but increased chronotropic response to endogenous adrenergic agonists at 48 hours following sudden withdrawal may occur.

4.Glucose Tolerance and Insulin Resistance in Non-obese, Non-diabetic Hypertensives
Melek ULUÇAM, Atiye ÇENGEL, Nuri ÇAKIR, Mehmet METİN, Övsev DÖRTLEMEZ, Halis DÖRTLEMEZ
Pages 15 - 20
Doku insülin direnci, sekonder hiperinsülinemi, kan basıncı yüksekliği, hiperlipidemi ve aterosklerotik kalp hastalığı arasındaki ilişkiler, ilginç tıbbi araştırma konuları arasındadır. Bu çalışmanın amacı, obez veya diabetik olmayan hipertansiflerin, aynı özellikleri taşıyan normotansiflere göre insülin direnci, trigliserid (TG) ve kolesterol düzeyleri açısından farklılık gösterip göstermediklerini incelemektir. İnsülin direncinin değerlendirilmesinde, indirekt bir metod olan, oral glikoz tolerans testi (OGTT) kullanılmıştır. Saptanan bulgulardan ilki, hipertansif grubun açlık insülin değerlerinin ortalamasının (11.1±5.5 µU/ml), normotansiflerin insülin düzeyleri ortalamasına kıyasla (7.8±4.1 µU/ml) önemli oranda yüksek olduğudur. Bu durumun, doku insülin direnci ile ilgili olduğu düşünülmektedir. Çalışmadaki bir diğer bulgu, hipertansif hasta grubunda, OGTT bozukluğu prevalansının %33.3 oranında saptanmış olmasıdır.
Relations of resistance to insulin-stimulated glucose uptake, secondary hyperinsulinemia, high blood pressure, abnormalities of lipoprotein metabolism and atherosclerotic coronary heart disease are interesting topics of medical investigations. The purpose of this study was to compare nondiabetic nonobese hypertensive with normotensive cases who were also neither diabetic nor nonobese from the point of tissue insulin resistance, triglyceride (TG) and cholesterol levels. Oral glucose tolerance test (OGTT), an indirect method for determining insulin resistance, was used in this study. The major finding of our study was that fasting insulin levels of hypertensives (11.1±5.5 µU/ml) were significantly greater than normotensives (7.8±4.1 µU/ml). This was considered to be related to insulin resistance. Another finding was that prevalence of impaired OGTT is 33% in the hypertensive study group.

5.Intra-aortic Balloon Counterpulsation in Cardiogenic Shock During Acute Myocardial Infarction
Nuran YAZICIOĞLU, Rasim ENAR, Murat ERŞANLI, Ayhan BALTAY
Pages 21 - 25
Koroner yoğun bakım ünitesinde Aralık 1990-Nisan 1993 tarihleri arasında akut miyokard infarktüsünde (AMİ) kardiyojen şok (KŞ) gelişen ve intraaortik balon pompası (IABP) endikasyonu konulan 42-78 yaşları arasında 41 hasta incelendi. Bu olgulardan 20'sine IABP uygulandı (grup A). Çeşitli sebeplerle IABP uygulama imkanı olmayan 21 hasta (grup B) ise medikal tedavi ile izlendi. Grup A'da eski angina anamnezi, inisyal nabız ve zirve CPK enzin değerleri daha yüksek bulundu. Bunun dışında, iki grup arasında anlamlı farklılık görülmedi. Grup A'da 14, grup B'de 15 hasta hastanede öldü; arada anlamlı farklılık saptanmadı. Grup A'da yaşayan ve ölen hastalar karşılaştırıldıklarında, yaşayanların anlamlı derecede daha genç, inisyal nabızları daha hızlı, PCW basınçları daha düşük ve IABP takılma zamanı daha erken hastalar olduğu saptandı. Bu prognostik faktörler B grubunda anlamlı olarak tesbit edilmedi. IABP uygulamasından sonra grup A'da klinik ve hemodinamik yararı saptamak için yapılan ölçümlerde arteryel PO2'nin 57.8±13.6'dan 79.5±16.8 mmHg'ye (p<0.005) yükseldiği, ortalama pulmoner arter basıncı ve pulmoner arter tıkalı basıncının ise 33±5.3 mmHg ve 22±4.6 mmHg'den 27.3±5.9 ve 18.5±5.1 mmHg'e düştüğü (p<0.025, p<0.05) saptandı. Üç hastada 2-5. günlerde 2 femoral emboli ve 1 gangren tehdidi dışında komplikasyon gözlenmedi. Sonuç olarak AMİ'de KŞ vakalarında hastane içi mortalitenin IABP kullananlarla, kallanmayanlar arasında değişmediği saptandı. IABP'un arteryel PO2'yi yükseltip ortalama pulmoner arter basıncı ve pulmoner arter tıkalı basıncını düşürdüğü ve özellikle genç olan hastalarda erken dönemde prognoz üzerinde pozitif etkili bir tedavi şekli olabileceği düşünüldü.
Forty-one patients (aged 42-78 years) with cardiogenic shock due to acute myocardial infarction (AMI) who required intra-aortic balloon counterpulsation (IABP) were included in the study. The patients were followed between December 1990 and April 1993. IABP was administered in 20 patients (group A); 21 patients in whom IABP was not installed for various reasons were followed up medically (group B). No significant difference between the two groups was found other than a history of previous angina, higher initial pulse rates and higher CPK peak values in group A. Fourteen patients in group A and 15 patients in group B died (statistically not significant). When the 6 surviving patients in group A and 14 dead patients were compared, the surviving patients were found to be younger, had a faster pulse on admission, lower pulmonary capillary wedge pressures. Furthermore, IABP was administered earlier to the surviving patients. These prognostic factors, were not observed in group B. The parameters measured to evaluate the clinical and hemodynamic benefit of IABP in group A revealed an increase in arterial PO2 from 57.8±13.6 to 79.5±16.8 mmHg (p<0.005) and a decrease in mean pulmonary artery pressure and pulmonary capillary wedge pressure from 33±5.3 and 22±4.6 mmHg to 27.3±5.9 and 18.5±5.1 mmHg (p<0.025, p<0.05), respectively. Complications were observed in 3 patients: Two femoral emboli between days 2-5 and one threat of gangrene. It was concluded that the in-hospital mortality was unchanged by IABB. The observation that IABP administration for treating cardiogenic shock during acute MI led to an increase in arterial PO2 and a decrease in mean pulmonary artery pressure and pulmonary capillary wedge pressure suggests that it might have a beneficial effect on prognosis especially in young patients with moderately evelated pulmonary capillary wedge pressure.

6.Congenital and Pediatric Cardiology Two-dimensional, Doppler and Color Doppler Echocardiographic Findings of Congenital Coronary Artery Fistula
İrfan Levent SALTIK, Ayşe SARIOĞLU, Funda ÖZTUNÇ, Gül SAĞINSAYLAM, Gülhis BATMAZ
Pages 26 - 30
Nisan 1988 ile Ekim 1993 tarihleri arasında ekokardiyografi ile koroner arter fistülü tanısı alan ve tanıları anjiyografi ve/veya cerrahi ile teyid edilen, yaşları 1 ile 12 yaş (ort. 4.24±3.88) arasında değişen 8'i erkek 3'ü kız toplam 11 hasta çalışmaya alındı. Hastaların 2'sinde sağ, 9'unda sol koroner arterde fistül tesbit edildi. Bu fistüllerin 1'i sağ atriyuma diğer 10'u sağ ventrikülün değişik bölgelerine açılıyordu. 2-boyutlu ekokardiyografi ile olguların hepsinde dilate koroner arter görüntülendi. Dilate koroner arter çapı 3.6-10 mm (6.86±1.7), dilate koroner arter çapı/aort çapı oranı 0.26-0.54 (ort. 0.38±0.11) bulundu. Renkli Doppler ekokardiyografi uygulanan 8 hastanın 7'sinde fistülün açılış yeri renkli Doppler ile tesbit edildi ve klasik Dopplerle de bu bölgede devamlı akım örneği kaydedildi. Renkli Doppler ekokardiyografik bulgular anjiyografi ile uyumlu bulundu. Çalışmamızda koroner arter fistülünün tanısı ve açılış yerinin tesbitinde ekokardiyografinin ve özellikle renkli Doppler ekokardiyografinin noninvazif ve güvenli bir yöntem olduğu sonucuna varıldı.
Eleven patients with coronary artery fistula proved by angiography or surgery were studied using twodimensional, pulsed Doppler and Doppler color flow mapping. The coronary artery fistula drained into the right ventricle in 10 cases and the right atrium in 1 case. The dilated coronary artery was visualised in all patients. The right coronary artery was involved in 2 patients and the left coronary artery in 9. Internal diameter of dilated coronary artery/aorta ratio was found to be 0.26 to 0.54 (mean 0.38±0.11). Doppler color flow mapping performed in 8 of 11 patients and color flow imaging visualised abnormal flow signals with mosaic appearance in the right ventricle in 7 of 8 patients. The entry site of the fistula in which abnormal signals were detected corresponded with the angiography. In conclusion, echocardiography (especially color Doppler imaging) is a useful noninvasive method in diagnosing coronary artery fistula.

OLGU
7.Transcatheter Closure of Patent Ductus Arteriosus: Report of 25 Cases
İrfan Levent SALTIK, Nuran YAZICIOĞLU, Gülhis BATMAZ
Pages 31 - 34
Eylül 1990 ile Temmuz 1994 tarihleri arasında Rashkind çift diskli köpük şemsiyesi kullanılarak 25 hastaya 26 transkateter patent duktus arteriosus kapatılması işlemi uygulandı. Hastaların yaşları 2 ile 26 yaş (median 5.04 yaş), ağırlıkları 11.5 ile 52 kg (median 17 kg) arasındaydı. 12 hastada 12 mm'lik şemsiye, 12 hastada 17 mm'lik şemsiye duktusa başarı ile yerleştirildi. Duktus arteriosusun anjiyografik olarak ölçülen en dar çapı 2.25 ile 9 mm (ort. 3.86±1.75 mm) arasındaydı. Bir hastada floroskopi yetersizliği nedeniyle işlem başarısız oldu. Oklüzyon işleminden sonra yapılan aortografide, 12 hastada (%50) tam oklüzyon, 9 hastada (% 37.5) minimal kaçak, 3 hastada (% 12.5 ) bol rezidüel şant saptandı. Bol rezidüel şantı olan ve devamlı üfürümü kaybolmayan 3 hastadan birine ikinci şemsiye uygulanması ile tam oklüzyon sağlandı. Hiçbir işlemde şemsiyenin embolizasyonu gözlenmedi. Rashkind'in çift diskli şemsiyesi kullanılarak yapılan transkateter duktus arteriosus açıklığının oklüzyonu yönteminin güvenli, etkili ve cerrahiye alternatif bir yöntem olduğu sonucuna varıldı.
Between September 1990 and July 1994, 26 transcatheter occlusion of persistently patent ductus arteriosus was attempted in 25 patients using Rashkind umbrella occluder. The patients ages ranged from 2 years to 26 years (median 5.04 years) and patients' weight ranged from 11.5 kg to 52 kg (median 17 kg). In 12 patients a 12 mm and in 12 a 17 mm diameter device were successfully placed inthe ductus (internal diameter average 3.86±1.75 mm, range 2.25 to 9 mm). One procedure was abandoned because of fluoroscopy insufficiency. Significant residual shunt with continuous murmur was present on the postocclusion aortography in 3 of 24 patients. Complete closure of the ductus with implantation of a second occluder device was achieved in one of these 3 patients. Twelve patients had total occlusion and the remaining 9 patients showed minimal residual leaks on postocclusion aortography. No device embolisation occurred. Catheter occlusion of the patent ductus arteriosus using the Rashkind umbrella appears to be a safe and effective method of nonsurgical management.

8.Transcatheter Closure of Patent Ductus Arteriosus in Adults
Azem AKILLI, Mustafa AKIN, Serdar PAYZIN, Hakan KÜLTÜRSAY, Münevver AKILLI, Levent CAN, Ahmet ALTINTIĞ, Cüneyt TÜRKOĞLU
Pages 35 - 39
Patent duktus arteriozusun (PDA) perkütan transkateter yöntemle kapatılması bugün cerrahi tedaviye alternatif bir tedavi seçeneği haline gelmiştir. Bu çalışmada Anabilim Dalımızdaki erişkin olgulardaki sonuçlarımız sunulmaktadır. 1992 yılından beri 9 olguda Rashkind PDA oklüzyon sistemi kullanılarak transkateter oklüzyon uygulanmıştır. Olguların 8'i kadın, 1'i erkek olup yaşları 17-59 (27±13) arasında idi. PDA çapı 7.87 ± 1.62 mm (5.7-10.1 mm) arasında değişmekte idi. Qp/Qs 1.78±0.19 olarak hesaplandı. 1 olgu daha önceden aynı tanı ile opere edilmişti. Tüm olgularda 17 mm çapında şemsiye kullanılmıştır. İmplantasyon olguların tümünde başarılı olmuştur (% 100). Tam oklüzyon 1. haftada 4 olguda, 1. yılda 7 olguda elde edilmiştir. İnkomplet oklüzyon olan 2 olguda 2. kez oklüzyon denenmiş, 1 olguda başarılı olunmuş ve tam oklüzyon elde edilmiştir. Böylece tam oklüzyon 9 olgunun 8'inde (% 88.8) elde edilmiştir. Rezidüel şantı olan olguda Qp/Qs 1.31 idi. Hiçbir olguda major komplikasyon görülmemiştir. Hernekadar olgu serimiz küçük de olsa bu çalışma göstermektedir ki açık duktus arteriozusun transkateter yöntemle kapatılması erişkinlerde de oldukça güvenli ve başarılı bir tedavi seçeneğidir.
Percutaneous transcatheter closure of the persistently patent ductus arteriosus (PDA) with the Rashkind PDA occluder system is an established effective therapeutic modality in the majority of children with PDA. We report here our results with adult patients with PDA. The study comprised 9 patients (8 females, 1 male with a mean age of 27±13, range 17-59. The diameter of the PDA ranged from 5.7 to 10.1 mm (7.8±1.6). Qp/Qs was calculated as 1.8±0.2 with the Fick method before the procedure. A 17 mm-device was used in all patients. Complete closure was accomplished in 4 patients at 1 week, 7 patients in 1 year. One of the 2 attempted reocclusions was successful (with the 17 mm-device). As a result, complete occlusion of the PDA with the Rashkind device was 89% (8 of 9 patients) in this study. No device embolization or major complictaions occurred during the procedure on the follow-up period. Percutaneous transcatheter PDA occlusion using the Rashkind occluder device is a feasible nonsurgical method also in adult patients with PDA.

DERLEME
9.Posterior Septal Malalignment Without VSD
Süheyla ÖZKUTLU, N. KÜRŞAD, Muhsin SARAÇLAR, Yurdakul YURDAKUL, Şevket RUACAN
Pages 40 - 44
İterventriküler septumun infundibular ve trabeküler bölümleri arasında "malalignment", VSD ile birlikte bulunabilir. VSD'siz septal posterior "malalignment", yeni tanımlanan, sol ventrikül çıkış yolunda obstrüksiyon yapan ve türbülan akıma yolaçarak aort kapak fonksiyonlarını bozan ayrı bir antitedir. Burada 9 VSD'siz posteriyör septal "malalignment"lı olgu sunuldu. Dört olgu izole septal "malalignment" iken 2 olgu koarktasyon, 2 olgu pulmoner valvüler stenoz ve 1 olgu korrekted transpozisyonla birlikte idi. Olguların 5'inde Doppler ekokardiyografi ile sol ventrikül çıkış yolunda gradient (10-70 mmHg) belirlendi. LVOT'da gradient belirlenen 3 ve gradient belirlenmemesine karşın ağır aort yetersizlikli 1 olgu ameliyat edildi. Üç olguda fibromüsküler rezeksiyon ve miyektomi, 1 olguda yalnız fibromüsküler doku rezeksiyonu yapıldı. LVOT/çıkan aort oranı 0.64 nın altında olan 2 olgu, birinde ikinci kez ameliyat yapılmasına rağmen, 70 ve 60 mmHg'lık sol ventrikül çıkış yolu gradienti ile izlenmektedir. İzlenen 2 olguda yeni subvalvüler "ridge", 1'inde de 15 mmHg'lık sistolik gradient belirlendi. VSD'siz de septal "malalignment" olabilir, taşıdığı potansiyel riskler nedeni ile ortadan kaldırılması zorunludur. Buraya yapılacak cerrahi girişimin amacı türbülan akımı ortadan kaldırarak yeni "ridge" ve aort yetersizliği oluşumunu engellemek ve iletim dokusuna zarar vermemek olmalıdır.
Malalignment of interventricular septum is generally with ventricular septal defects. Malalignment of interventricular septum without ventricular septal defect that originates from an angulation between trabecular and infundibular part of the interventricular septum was recently reported. It causes left ventricular outflow tract obstruction and aortic regurgitation because of turbulance in left ventricular outflow tract. We reported 9 patients with posterior septal malalignment without ventricular septal defect. Four patients had isolated septal malalignment, 2 had aortic coarction, 2 had pulmonary valvular stenosis and one patient had corrected transposition of great arteries. Five of them had systolic gradients in left ventricular outflow tract ranging from 10 to 70 mmHg, but four did not show subaortic systolic pressure gradient in echocardiography. Three patients with left ventricular outflow tract obstruction and one patient with severe aortic regurgitation were operated on. The LVOT/AAo ratio, an indicator of severity of left ventricular outflow tract obstruction, strongly correlated with the subaortic gradient. Two patients who had a VLOT/AAo ratio of less than 0.6 continued to have 60-70 mmHg left ventricular outflow tract pressure gradients after operation. We determined furthermore a new subaortic ridge in 2 patients and a 15 mmHg systolic gradient in one patient in the follow-up. In conclusion, septal malalignment without VSD does occur and requires elimination because of possible complications. Surgery should aim to remove turbulance and jet flow, to prevent formation of new subaortic ridge and aortic regurgitation, and avoid advers effects on the conduction system of the heart.

10.Value of Auscultation in Heart Murmurs During Childhood
Zübeyir KILIÇ, M.Rafi ÖZER, Y.A.Kadir KOÇAK, Y.Neslihan TEKİN
Pages 45 - 47
Çocukluk çağında sık olarak görülen masum üfürümlerin tanınmasının pediatristler için sorun olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada çoğunluğu pediatristlerce kardiyak patoloji düşünülerek gönderilen 39'u kız, 36'sı erkek toplam 75 olgu incelendi. Tüm olgular pediatrik kardiyolog tarafından fizik muayeneleri yapılarak masum ve patolojik üfürümü olanlar olarak 2 gruba ayrıldı. Ayrıca her hastaya EKG, telekardiyografi ve ekokardiyografi (eko) incelemeleri yapıldı. Masum üfürüm olarak değerlendirilen 50 olgunun, EKG bulgularıyla tanısı değişmezken, eko bulgularına göre 2 olgu (%4)'da patolojik üfürüm bulundu. Pediatrik kardiyoloğun muayenesinin duyarlılığı; %92, özgüllüğü; %96, pozitif tahmin değeri; %92, negatif tahmin değeri; %96 olarak saptandı. EKG masum üfürümlü hastalarda beklendiği gibi normal sınırlarda idi. Sonuç olarak ekonun kalp hastalığı düşünülen olgularda tanı koydurucu olduğu, ancak özellikle pediatrik kardiyolog tarafından klinik olarak masum üfürüm tanısı alan hastalarda ise getirdiği maddi problemler ile iş gücü ve zaman kaybı yönünden gereksiz olduğu sonucuna varıldı.
It is known that clinical diagnosis of inconcent murmurs which are common in childhood is a problem for pediatricians. In this study a total of 75 patients (39 boys and 36 girls,) mostly refferred by a pediatrician suspecting a cardiac pathology, were evaluated. The patients were classified as having a "pathologic murmur" or an "innoccent murmur" after being examined by a pediatric cardiologist. Electrocardiography, telecardiography and echocardiography were performed in all patients. After our final evaluation in 50 patients with a clinical diagnosis of innocent murmur, echocardiographic evaluation changed the diagnosis to a pathologic murmur in 2 (4 %) patients. The clinical diagnosis of pathologic murmur in 25 patients changed in 2 (8 %) to an innocent one after echocardiographic studies. The sensitivity of the physical examination by a pediatric cardiologist was 92%, the specificity 96 %. The positive predictive value was 92% and the negative predictive value was 96%. Electrocardiography was normal in all patients. It was concluded that echocardiography is diagnostic in children with suspected heart disease but is unneccessary in pediatric patients with clinically diagnosed innocent heart murmurs. It would be time and money saving to perform echocardiography only in selected cases after a physical examination by a pediatric cardiologist.

11.Reviews Silent Myocardial Ischemia: Invisible Part of the Iceberg
Hakan KARPUZ
Pages 49 - 55
Koroner yetersizliğinde, sessiz miyokard iskemisi sık olarak görülen bir durumdur. Nedeni henüz tam olarak bilinmemektedir. Tanısı, ambülatuvar 24 saatlik elektrokardiyografi (Holter), efor testi veya radyonükleid yöntemler (örneğin Talyum-201 miyokard sintigrafisi) ile konabilir. Sessiz miyokard iskemisinin, miyokard perfüzyonu ve ventrikül fonksiyonuna etkileri, semptomatik miyokard iskemisindeki gibi olup, yapılan çalışmalar her iki grup iskemide, prognozun, benzer olduğunu ortaya koymuştur. Bundan dolayı klinisyen, sadece angoru değil, her tür miyokard iskemisini tedavi etmelidir. Koroner risk faktörlerinin düzeltilmesi, betablokerler ve/veya kalsiyum kanal blokerlerinin kullanılması, koroner anjiyoplasti ve özellikle yüksek riskli hastalarda koroner bypass uygulaması gibi birçok değişik tedavi yöntemleri bulunmaktadır.
Silent miyocardial ischemia is a common presentation of coronary insufficiency. The cause(s) is stil unknown. Documentation is generally obtained by exercise electrocardiogram or Holter monitoring, as well as by radionuclide techniques (e.g. thallium 201 myocardial scintigraphy). Silent myocardial ischemia has the same consequences as symptomatic ischemia on myocardial perfusion and ventricular function, and different studies showed that prognosis of silent myocardial ischemia is similar to the patient with symptomatic ischemia. Therefore, the clinician should treat not only angina but any myocardial ischemia. Various methods of treatment include correction of coronary risk factors, betablockers and/or calcium channel blockers, coronary angioplasty, and bypass surgery, especially in high risk patients.

12.Invasive Cardiology in Turkey
Serdar PAYZIN, Ahmet ALTINTIĞ, Levent CAN, Azem AKILLI, Mustafa AKIN, Hakan KÜLTÜRSAY, Cüneyt TÜRKOĞLU
Pages 56 - 60
Türkiye'de invazif kardiyolojinin çok hızla geliştiği bilinen bir gerçektir. 1993 yılında toplam 37.00 kadar koroner anjiyografi ve kalp kateterizasyonu, 3200 perkütan transluminal koroner anjiyoplasti, 700'ün üzerinde balon valvüler dilatasyon yapılmıştır. Bu alandaki 38 invazif kardiyolojik birimde 150 kardiyolog çalışmaktadır ve 1200'ün üzerinde kardiyolog yatağı mevcuttur. Bu rakamların nüfusumuzca oralanark Avrupa ülkeleri ortalamalarıyla kıyaslanmasında ise oldukça geride bulunduğumuz dikkati çekmektedir. İnvazif kardiyoloji gibi oldukça pahalı olan bir dalda tetkik ve tedavi amaçlı kullanılan sarf malzemelerinin ekonomik yükü, bu alanda çalışan hekimlerin eğitim standartlarının belirlenmesi ve invazif girişim yapılan dallarının belirlenmesi ve invazif girişim yapılan hastaların merkezi bir kayıt ortamına alınması gibi sorunlar bu alandaki sorunlardan bazılarıdır.
Invasive cardiology is one of the most rapidly growing branches in Turkish medicine. In 1993 more than 37.000 coronary angiography and cardiac catheterization, 3.400 percutaneous transluminal coronary angioplasty and 700 valve dilatation procedures were performed by 150 invasive cardiologists. Total cardiology hospital capacity reached 1.300 beds in 38 units. These numbers are not adequate for the Turkish population when compared with many European countries. Invasive cardiology in Turkey has its own problems such as economic burden , educational issues and lack of a sound national registry.

EDITORYAL YORUM
13.Are Intensive Cardiac Procedures in Turkey Numerically Inadequate?
Altan ONAT
Page 60
Abstract |Full Text PDF

OLGU
14.Case Report Iatrogenic Brachial Artery Psedoaneurysm
Gülay AHUNBAY, Teoman ONAT, Op.İsmail YÜKSELTAN
Pages 61 - 63
Konjenital aort kapak patolojisine bağlı orta derecede aort yetersizliği tanısı ile kardiyoloji polikliniğinde izlenen 9 yaşındaki erkek hastada, venöz kan örneği alma sırasında sol brakial arterin dirsek bölgesinde iğne ile yaralanması sonucu gelişen ve başarı ile opere edilen iatrojenik psödoanevrizma olgusu sunulmuştur. Hastamız servisimize infektif endokardit nedeni ile yatırılmış olup, yattığının 25. günü meningoensefalitten ani olarak kaybedilmiştir. Bildirinin amacı damar yolu kullanımları sırasında nadir de olsa iatrojenik arterial psödoanevrizma gelişebileceğine dikkati çekmektir.
Iatrogenic pseudoaneurysm of the left brachial artery at the elbow region is presented, which was formed after accidental damage to the artery during vein puncture in a nine-year-old boy with congenital aortic insufficiency who was successfully operated. The aim of this presentation is to call attention to the rare development of iatrogenic arterial pseudoaneurysm during vessel puncture procedures.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.