ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 49 (3)
Volume: 49  Issue: 3 - April 2021
EDITORIAL
1.Hyperkalemia in chronic heart failure
Hakan Altay
PMID: 33847266  doi: 10.5543/tkda.2021.00041  Pages 178 - 179
Abstract |Full Text PDF

ORIGINAL ARTICLE
2.Impact of different degrees of computed tomography-based oversizing on clinical outcomes after transcatheter aortic valve implantation using the Portico system
Serkan Aslan, Ali Rıza Demir, Fatih Uzun, Ömer Çelik, Ali Kemal Kalkan, Mehmet Ertürk
doi: 10.5543/tkda.2021.32582  Pages 180 - 190
AMAÇ: Çalışmanın amacı, Portico cihazı için paravalvüler aort yetersizliği (PAY) ve iletim bozukluklarının (İB) insidansı ve şiddetine çok dedektörlü bilgisayarlı tomografi (ÇDBT) ile üretilen çevre tabanlı ‘oversizing’ yüzdesinin etkisini değerlendirmektir.
YÖNTEMLER: Mart 2017-Haziran 2019 tarihleri arasında merkezimizde transkateter aort kapak implantasyonu (TAKİ) uygulanan 63 hastayı retrospektif olarak inceledik. Hastalar ‘oversizing’ yüzdesine göre iki gruba ayrıldı (grup I, %13.9'un altında; grup II, %13.9'un üzerinde). ‘Oversizing’ (Cihaz nominal çevresi / ÇDBT'den türetilen dairesel çevre - 1) * 100 olarak hesaplandı. Prosedür ve klinik veriler VARC-2 tanımlarıyla değerlendirildi.
BULGULAR: Grup I'de ki hastaların %76.4'ünde ve II. Gruptaki hastaların %34.4'ünde hafif veya daha yüksek PAY mevcuttu (P = 0.009). İB oranı hasta grubu I'de daha düşük olma eğilimindeydi (P = 0.034). %13,9'luk bir kesme değerinin, hafif veya daha yüksek PAY için en iyi prediktif değere sahip olduğu belirlenmiştir. Çok değişkenli analizde, daha düşük ‘oversizing’ yüzdesi (odds oranı 6.38; %95 güven aralığı 2.00 – 20.33; P = 0.002) PAY'ın en güçlü bağımsız öngörücüsü olarak ortaya çıkarken, implantasyon derinliği ve yüksek ‘oversizing’ yüzdesi İB'nin bağımsız göstergeleriydi (P = 0.003 ve P = 0.029, sırasıyla). Optimal kabul edilebilir çevre temelli büyük boy aralığının %10 - 15 arasında olduğunu gösterdik.
SONUÇLAR: MDCT tarafından üretilen çevre temelli ‘oversizing’, Portico cihazı için TAKİ sonrası PAY ile ters korelasyon gösterdi ve preoperatif değerlendirilmesi PAY ve İB'in öngörülmesine yardımcı olabilir.
OBJECTIVE: The study aimed to evaluate the influence of different degrees of multidetector computed tomography (MDCT)–based perimeter oversizing on incidence and severity of paravalvular aortic regurgitation (PAR) and conduction disturbances (CD) for the Portico device.
METHODS: We retrospectively analyzed 63 patients who underwent transcatheter aortic implantation (TAVI) in our center from March 2017 to June 2019. Patients were divided into two groups (group I, below %13.9; group II, above 13.9%) based on the degree of oversizing. Oversizing was calculated as (Device nominal perimeter / MDCT-derived annular perimeter - 1) * 100. Procedural and clinical data were evaluated by VARC-2 definitions.
RESULTS: Mild or greater PAR was present in 76.4% of patients in group I and 34.4% of patients in group II (P = 0.009). The rate of CD tended to be lower in the patient's group I (P = 0.034). A cutoff value of 13.9% was identified as having the best predictive value for mild or greater PAR. On multivariate analysis, a lower percentage of oversizing (odds ratio 6.38; %95 confidence interval 2.00 - 20.33; P = 0.002) emerged as the most powerful independent predictor of PAR, whereas the implantation depth and severe oversizing were independent predictors of CD (P = 0.003 and P = 0.029, respectively). We demonstrated that the optimal acceptable perimeter-based oversizing range appears to be between 10 - 15%.
CONCLUSION: Perimeter-based oversizing by MDCT inversely correlated with PAR after TAVI for Portico device, and its preoperative evaluation could help in predicting PAR and CD.

3.Predictors of long-term mortality in acute ST-elevation myocardial infarction patients undergoing emergent coronary artery bypass graft surgery
Begüm Uygur, Ömer Çelik, Ali Rıza Demir, Gökhan Demirci, Taner İyigün, Anıl Şahin, Ömer Taşbulak, Yalçın Avcı, Mehmet Ertürk
PMID: 33847268  doi: 10.5543/tkda.2021.79059  Pages 191 - 197
Amaç: Akut ST elevasyonlu miyokard enfarktüsünün primer tedavisinde koroner arter baypas greft (KABG) cerrahisi hala tartışılmaktadır. Çalışmamızda acil KABG geçiren STEMI hastalarında uzun dönem mortalite belirleyicilerini değerlendirmeyi amaçladık. Bildiğimiz kadarıyla çalışmamız, CABG ile revaskülarize edilen STEMI hastalarında uzun dönem mortalite belirleyicilerini araştıran ilk çalışmadır.

Yöntem: 2010-2017 yılları arasında primer PCI için uygun olmayan ve acil CABG gerektiren 88 ardışık STEMI hastası retrospektif olarak çalışmaya dahil edildi. Çalışma popülasyonu ölenler ve sağkalanlar olarak iki gruba ayrıldı. İki grup demografik, preoperatif, intraoperatif ve postoperatif özellikler açısından karşılaştırıldı.

Bulgular: 88 hastanın 23'ü medyan 92.8 (69.0-105.1) ay takip süresi içerisinde kaybedildi. Tek ve çok değişkenli analizler ile veriler değerlendirildi. KILLIP sınıfının (p <0.001), CABG ile revaskülarize edilen STEMI hastalarında uzun dönem tüm nedenlere bağlı mortalitenin bağımsız öngördürücüsü olduğu ve KILLIP sınıfı arttığında mortalite insidansının da anlamlı derecede arttığı bulundu (Log-rang testi, p <0.001). Ayrıca yaş (p: 0.044) uzun dönem mortalitenin bağımsız belirleyicisi olarak bulundu. LVEF, GFR, glikoz düzeyleri ve LAD-LIMA greft kullanımı (p: 0.001, p: 0.009, p<0.001, p: 0.039, sırasıyla) çalışma grubumuz için uzun dönem mortalite ile anlamlı olarak ilişkiliydi.

Sonuç: KILLIP sınıfının acil KABG uygulanan STEMI hastalarında uzun dönem tüm nedenlere bağlı mortalitenin bağımsız bir belirleyicisi olduğu bulunmuştur. Hastaların kabul durumları uzun dönem mortalite hakkında değerli bilgiler verebilir.
Objective: Coronary artery bypass graft (CABG) surgery as a primary treatment for acute ST-elevation myocardial infarction (STEMI) is still debated. This study aimed to evaluate the predictors of long-term mortality in STEMI patients undergoing emergent CABG. To the best of our knowledge, this is the first study to evaluate the long-term mortality predictors in patients with STEMI revascularized by primary CABG.
Methods: This retrospective study included 88 consecutive patients with STEMI, who did not qualify for primary percutaneous intervention and required emergent CABG between 2010 and 2017. The study population was divided into the following 2 groups: survivors and nonsurvivors. The 2 groups were compared in terms of demographics, preoperative, intraoperative, and postoperative characteristics.
Results: 23 of the 88 patients, died during the median 92.8 (69.0-105.1) months of follow-up. Data were evaluated with univariate and multivariate analyses. Killip class (p<0.001) was found to be an independent predictor of long-term all-cause mortality in patients with STEMI revascularized by CABG, and mortality rates increased significantly as Killip class increased (log-rank test, p<0.001). Moreover, age (p=0.044) was found to be an independent predictor of long-term mortality. Left ventricular ejection fraction, glomerular filtration rate, glucose levels, and left anterior descending artery to the left internal mammary artery graft usage (p=0.001, p=0.009, p<0.001, and p=0.039, respectively) were significantly associated with long-term all-cause mortality for our study population.
Conclusion: Killip class was found to be an independent predictor of long-term all-cause mortality in patients with STEMI who underwent emergent CABG. The patients’ admission status may give valuable information about long-term mortality.

4.Hyperkalemia in chronic heart failure with renal dysfunction or diabetes mellitus: Results from the TREAT HF study
Selda Murat, Hakkı Kaya, Yüksel Çavuşoğlu, Mehmet Birhan Yılmaz
doi: 10.5543/tkda.2021.58675  Pages 198 - 205
Amaç: Kronik böbrek hastalığı (KBH) ve diabetes mellitus (DM), kalp yetersizliği (KY) hasta grubunda sık görülen komorbid durumlardır. Hiperkalemi riski KY hastalarında yüksektir ve hastaları optimal KY tedavisinden alıkoymaktadır. Bu çalışmada; gerçek yaşamdaki klinik uygulamada KBH veya DM olan KY hastalarında hiperkalemi prevalansını değerlendirmek amacıyla TREAT HF verileri analiz edildi
Yöntemler: TREAT HF, çok merkezli, ulusal, gözlemsel çalışmalar yapan kayıt çalışmasıdır. Bu çalışmada kronik KY tanısı alan 1028 hastanın potasyum ve glomeruler filtrasyon hızı (eGFR) değeri analiz edildi. Potasyum >5 mEq/L olarak tanımlanan hiperkalemi KBH, DM, ilaç kullanımı ve New York Heart Association’a (NYHA) göre değerlendirildi.
Bulgular: Tüm hastaların %14.3’ünde (n=147) hiperkalemi (>5 mEq/L) saptandı. eGFR<60 mL/dk/1.73 m2 olan hastalarda hiperkalemi, eGFR≥60 mL/dk/1.73 m2 olanlara göre çok daha yaygındı (sırasıyla %17.7 ve %12 p=0.011). Evre-1 böbrek fonksiyonuna sahip hastaların %10.9’unda (n=23), Evre-2 hastaların %12.6’sında (n=50), Evre-3 hastaların %17.0’ında (n=52) ve Evre 4-5 böbrek fonksiyon bozukluğu olan hastaların %19.5’inde (n=22) hiperkalemi saptandı. Hiperkalemi DM’li hastalarda da anlamlı olarak daha yüksekti (%20.5’e karşı %12.3, p=0.001). Ayrıca, eGFR<60 mL/dk/1.73 m2 olan diyabetik hastalarda hiperkalemi görülme oranı çok daha yüksek saptandı (%25.2). NYHA sınıfı kötüleştikçe hiperkalemi görülme oranı artmaktaydı (NYHA-I: %9.8, NYHA-II: %12.8, NYHA-III: %14.4 ve NYHA-IV: %23.4, p=0.032). Renin anjiyotensin aldosteron sistemi (RAAS) inhibitörü alan Evre 4-5 KBH olan hastalarda, RAAS inhibitörü almayanlara göre daha fazla hastada hiperkalemi saptandı (sırasıyla %23.4 ve %12.5).
Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları; gerçek yaşamdaki klinik uygulamada, tüm KY olgularının %14.3’ünde, KBH olguların %17.7’sinde ve DM’li hastaların %20.5’inde hiperkalemi olduğunu göstermektedir. Hiperkalemi riski, böbrek fonksiyonu veya NYHA sınıfı kötüleştikçe artmakta ve RAAS inhibitörü tedavisi alanlarda daha yüksek bulunmaktadır.
Objective: Chronic kidney disease (CKD) and diabetes mellitus (DM) are common comorbidities in heart failure (HF). Patients with HF are at a high risk of hyperkalemia, and are therefore undertreated with respect to disease-modifying therapies. The Turkish Research Team-Heart Failure (TREAT HF) data were analyzed for the evaluation of hyperkalemia in real-life clinical practice in HF patients with CKD or DM.
Methods: The TREAT HF is a multicenter, national, observational registry. In this study, potassium levels of 1028 patients with HF were analyzed. Hyperkalemia is defined as blood potassium levels >5 mEq/L and evaluated based on the CKD, DM, HF medications, and New York Heart Association (NYHA) classes.
Results: Overall, 14.3% of patients (n=147) were found to have hyperkalemia. Hyperkalemia was more prevalent in patients with estimated glomerular filtration rate (eGFR) <60 mL/min/1.73 m2 than those with eGFR ≥60 mL/min/1.73 m2 (17.7% and 12%, respectively, p=0.010). Hyperkalemia was present in 10.9% (n=23) of patients with stage 1, 12.6% (n=50) with stage 2, 17.0% (n=52) with stage 3, and 19.5% (n=22) with stage 4-5 CKD. Hyperkalemia was higher in patients with DM (20.5% vs 12.3%, p=0.001). Furthermore, hyperkalemia was much higher in patients with DM with eGFR <60 mL/min/1.73 m2 (25.2%). The rate of hyperkalemia increased across NYHA categories (NYHA-I: 9.8%, NYHA-II: 12.8%, NYHA-III: 14.4%, and NYHA-IV: 23.4%, p=0.030). In patients with stage 4-5 CKD who were receiving renin-angiotensin-aldosterone system (RAAS) inhibitor therapy, more patients had hyperkalemia than those not receiving RAAS inhibitor therapy (23.4% and 12.5%, respectively).
Conclusion: In clinical practice, 14.3% of all patients with HF, 17.7% of all patients with CKD, and 20.5% of all patients with DM have hyperkalemia. The risk of hyperkalemia increases with advanced stages of CKD or NYHA and the risk is higher in patients receiving RAAS inhibitor therapy.

5.Comparison of clinical features and conventional echocardiographic characteristics of patients with heart failure with mid-range ejection fraction with and without interatrial block
Mustafa Doğduş, İlhan Koyuncu
PMID: 33350397  doi: 10.5543/tkda.2020.92345  Pages 206 - 213
Amaç: Sınırda ejeksiyon fraksiyonlu kalp yetersizliği (SEF-KY) ayrı bir kalp yetersizliği (KY) fenotipi olarak önerilmiştir. İnteratriyal blok (İAB) her iki atriyum arasında bir iletim gecikmesidir ve kardiyovasküler hastalıklar ile ilişkilidir. Düşük ejeksiyon fraksiyonlu kalp yetersizliği (DEF-KY) ve korunmuş ejeksiyon fraksiyonlu kalp yetersizliği (KEF-KY) hastalarında İAB’nin etkisini inceleyen birkaç çalışma olmasına rağmen, SEF-KY hastalarında İAB varlığının klinik önemini araştıran bir çalışma bulamadık. Bu nedenle, İAB eşlik eden ve etmeyen SEF-KY’nin klinik özelliklerini değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntemler: Sinüs ritminde olan, polikliniğe başvuran ardışık 520 SEF-KY hastası (244 İAB olan ve İAB olmayan 276 hasta) çalışmaya dahil edildi. On iki derivasyonlu standart yüzey EKG’ler kaydedildi. Hastaların klinik özellikleri, ekokardiyografik incelemeleri ve laboratuvar değerleri kaydedildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 67.4±11.1 yıldı ve %76.1’i erkekti. İAB olanlarda hipertansiyon (HT), diyabetes mellitus (DM) ve inme/geçici iskemik atak gibi daha fazla komorbidite vardı. P-dalga süresi ve yaş, sistolik kan basıncı ve sol atriyum volüm indeksi (LAVI) arasında istatistiksel olarak anlamlı güçlü pozitif doğrusal korelasyon gözlendi (sırasıyla, r=0.718, p<0.001; r=0.704, p<0.001; ve r=0.725, p<0.001).
Sonuç: Bu çalışma SEF-KY’de İAB’nin klinik önemini değerlendiren ilk çalışmadır. Bu uygulanabilir ve basit EKG belirtecinin klinik değerlendirmeye eklenmesinin SEF-KY’in yönetimine önemli ölçüde yol gösterebileceğini düşünüyoruz. İAB, yüksek riskli SEF-KY hastalarını tanımlamak, takip etmek ve uygun tedaviyi yönlendirmek için kullanılabilir.
Objective: Heart failure with mid-range ejection fraction (HFmrEF) has been proposed as a distinct heart failure (HF) phenotype. Interatrial block (IAB) is a conduction delay between the atria and is associated with cardiovascular disease. Although there are several studies examining the effect of IAB in patients with HF with reduced ejection fraction and HF with preserved ejection fraction, a literature review did not reveal any study investigating the clinical importance of the presence of IAB in patients with HFmrEF. Thus, the aim of this research was to evaluate clinical characteristics of HFmrEF with and without IAB.
Methods: A total of 520 consecutive patients with HFmrEF in sinus rhythm who were examined at outpatient clinics were enrolled in the study (244 patients with IAB and 276 patients without IAB). Surface 12-lead standard electrocardiograms (ECGs) were recorded. Clinical characteristics, echocardiographic examination results, and laboratory values of the patients were recorded.
Results: The mean age of the patients was 67.4±11.1 years, and 76.1% were male. The patients with IAB had more comorbidities, including hypertension, diabetes mellitus, and stroke/transient ischemic attack. A statistically significant, strong, positive linear correlation was observed between P-wave duration and age, systolic blood pressure, and left atrial volume index (r=0.718, p<0.001; r=0.704, p<0.001; and r=0.725, p<0.001, respectively).
Conclusion: To the best of our knowledge, the present study is the first to evaluate the clinical relevance of IAB in HFmrEF. Adding this simple ECG marker to the clinical evaluation could add significantly to the management of HFmrEF. IAB can be used to identify high-risk HFmrEF patients, as well as to guide follow-up and appropriate treatment.

6.Correlation of vascular risk age with pulse wave velocity in young patients with low absolute cardiovascular risk
Serkan Asil, Lale Tokgözoğlu, Hikmet Yorgun, Mevlana Giray Kabakçı, Kudret Aytemir, Necla Özer
doi: 10.5543/tkda.2021.25068  Pages 214 - 222
Amaç: Sistematik Koroner Risk Değerlendirmesi (SCORE), 10 yıllık ölümcül kardiyovasküler hastalık (KVH) riskini tahmin etmekte ve uygulanması Avrupa Kardiyoloji Derneği tarafından tavsiye edilmektedir. Risk faktörlerinden bağımsız olarak ölümcül KVH mutlak riski, genç insanlarda nispeten düşüktür. Riskin “risk yaşı” olarak ifade edilmesi, riskin anlaşılmasına yardımcı olabilir ve gerekli yaşam tarzı değişikliklerinin uygulanmasını kolaylaştırabilir. Temel amaç, vasküler risk yaşı ve SCORE risk değeri ile nabız dalga hızı (PWV) ölçümü ile gösterilen subklinik ateroskleroz seviyesi arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır.
Yöntemler: Bu çalışma kesitsel bir çalışma olarak tasarlandı. Elli yaş altında, daha önce herhangi bir aterosklerotik hastalık tanısı veya diabetes mellitus ve kronik böbrek hastalığı gibi eşdeğerleri olmayan hastalarda SCORE risk skalasına göre 10 yıllık ölümcül KVH riski hesaplandı. Her bir hastanın nabız dalga hızı, PWV cihazı kullanılarak non-invaziv olarak ölçüldü.
Bulgular: Çalışmaya toplam 300 hasta (156 kadın, 144 erkek) alındı ve yaş ortalaması 35.1±9.5 yıldı. Tüm çalışma popülasyonunun ortalama PWV değeri 6.3±1.3 m/sn ortalama vasküler risk yaşı 44.3±5.5 yıl ve medyan 10 yıllık ölümcül KVH risk skoru 0.4 (0.04-2.74) idi. PWV ile 10 yıllık ölümcül KVH riski (r=0.613; p<0.001) ve vasküler risk yaşı (r=0.684; p<0.001) arasında pozitif korelasyon saptandı.
Sonuç: SCORE tablosuna göre genç yaşlarına ve 10 yıllık düşük ölümcül kardiyovasküler hastalık riskine (<%1) rağmen, yüksek vasküler risk yaşı olan hastaların yüksek PWV değerlerine sahip oldukları bulundu. Bu sonuçlar, vasküler risk yaşının hesaplanmasının, genç hastalarda KVH riskinin değerlendirilmesinde kullanılabileceğini ve subklinik ateroskleroz ile ilişkili olabileceğini göstermektedir.
Objective: The systematic coronary risk evaluation (SCORE) estimates the 10-year risk of fatal cardiovascular disease (CVD), and its application is recommended. The absolute risk of CVD, independent of risk factors, is relatively low in young individuals. Expressing the risk as their “risk age” may aid in understanding the risk. This study aimed to demonstrate a possible correlation between vascular risk age, SCORE risk value, and the level of subclinical atherosclerosis evaluated using a pulse wave velocity (PWV) device.
Methods: This work was designed to be a cross-sectional study. The SCORE 10-year fatal CVD risk and vascular risk age were calculated for patients below the age of 50 years and without any previous diagnosis of atherosclerotic disease or equivalents. The PWV of each patient was measured non-invasively using a PWV device.
Results: The study population included a total of 300 patients with a mean age of 35.1±9.5 years. The mean PWV and mean vascular age of the entire study population were 6.3±1.3 m/s and 44.3±5.5 years, respectively, and the median 10-year risk of fatal CVD score was 0.4 (0.04-2.74). There was a positive correlation between PWV and the 10-year risk of fatal CVD (r=0.613; P<0.001) and vascular risk age (r=0.684; P<0.001).
Conclusion: Despite their young age and low to moderate 10-year risk of fatal CVD (<1%-5%) according to the SCORE chart, patients with a high vascular risk age were found to have high PWV values. These results show that calculations of vascular risk age might be used to assess the risk of fatal CVD in young patients and correlate with subclinical atherosclerosis.

7.Effect of atrial fibrillation on quality of life (AFEQT) questionnaire: A Turkish validity and reliability study
Fatma Güneş, Sakine Boyraz
doi: 10.5543/tkda.2021.41347  Pages 223 - 232
Amaç: Bu çalışma, atriyal fibrilasyonun yaşam kalitesi (AFEQT) anketinin geçerliliğini ve güvenilirliğini belirlemek ve atriyal fibrilasyon (AF) hastalarının yaşam kalitesini değerlendirmek için yapılmıştır.
Yöntemler: Çalışma, 18 yaşından büyük ve gönüllü olarak katılan 204 AF hastasını içeren bir metodolojik tasarım kullanılarak gerçekleştirildi. Veriler yapılandırılmış bir anket, AFEQT anketi ve Toronto Üniversitesi atriyal fibrilasyon şiddet ölçeği (AFSS) kullanılarak toplandı. AFEQT anketi Türkçeye çevrildi, kapsam geçerliliği için uzman paneline sunuldu. Ardından dilsel denklik ve kültürel uyumu sağlamak için 20 hasta ile gerçekleştirilen bir pilot çalışma yapıldı. AFEQT anketinin güvenilirliği için; iç tutarlık (Cronbach’s alpha) ve madde-toplam korelasyon katsayısı analizleri ile belirlendi.
Bulgular: AFEQT Cronbach’s alpha değeri 0.91 olarak bulundu ve genel -alt boyut madde-toplam korelasyon değerlerinin 0.36-0.91 arasında olduğu saptandı. AFEQT anketinin geçerliliği için; yapı geçerliliği, eş zaman geçerliliği ve ayırt edici geçerlilik analizleri yapıldı. AFEQT anketinin faktör yüklerinin 0.37 ile 0.94 arasında, doğrulayıcı faktör analizinde ise Ratio χ2/df=2.43 olduğu bulundu. AFEQT ve AFSS arasındaki eş zaman geçerliliğine bakıldığında, negatif yönde-yüksek düzeyde anlamlı bir ilişki saptandı. AF risk faktörleri AFEQT anketi ile karşılaştırıldığında, AF ile ilgili risk faktörlerinin hastaların yaşam kalitesini olumsuz etkilediği ve AFEQT anketinin ayırt edici geçerlilik açısından uygun olduğu belirlendi.
Sonuç: Türkçe AFEQT’nin güvenilir ve geçerli olduğu, AF’li hastaların yaşam kalitesini değerlendirmede kullanılabileceği önerilmektedir.
Objective: This study aimed to determine the validity and reliability of the atrial fibrillation effect on quality of life (AFEQT) questionnaire and evaluate the quality of life of patients with atrial fibrillation (AF).
Methods: This was a methodological study that included 204 patients with AF over the age of 18 who participated voluntarily in the study. Data were collected using a structured questionnaire, the AFEQT questionnaire, and the University of Toronto atrial fibrillation severity scale (AFSS). The AFEQT questionnaire was translated into Turkish and presented to an expert panel, after which a pilot study was carried out with 20 patients for linguistic equivalence and cultural adaptation. The reliability of the AFEQT questionnaire was determined using Cronbach’s alpha and item-total correlation coefficient analyses.
Results: The Cronbach’s alpha value was found to be 0.91, and the scale and subscale item-total correlation values ranged from 0.36 to 0.91. The validity of the AFEQT questionnaire was determined by construct, concurrent, and discriminant validity analyses. The factor loads of the AFEQT questionnaire ranged from 0.37 to 0.94 and the ratio was χ2/df=2.43 in the confirmatory factor analysis. A negative and highly significant relationship was found in concurrent validity between the AFEQT questionnaire and the AFSS. When AF risk factors were compared with the AFEQT questionnaire, it showed that AF-related risk factors negatively affected patients’ quality of life. The AFEQT questionnaire was suitable in terms of discriminant validity.
Conclusion: The Turkish AFEQT questionnaire was found to be reliable and valid; therefore, we recommend its use to evaluate the quality of life of patients with AF.

LETTER TO EDITOR
8.Aortic floating thrombi with lower limb ischemia and renal infarct in COVID-19: A remote thromboembolic complication
Cağdaş Topel, Ceren Yıldırım, Mustafa Ali Yavaş, Batuhan Yazıcı, Safa Göde
doi: 10.5543/tkda.2021.12901  Pages 233 - 236
Özet– Covid-19 salgını devam ederken, farklı komplikasyonları giderek daha fazla fark edilmekte ve hastalığın yeni mekanizmaları anlaşılmaktadır. Aortik serbest yüzen trombüs son derece nadirdir ve hızlı tanı, olası uç organ etkilerini hafifletmek için hayati önem taşır. Bu vaka sunumunda, daha önce Covid-19 pnömonisi nedeniyle taburcu edilen ve akut başlangıçlı alt ekstremite ağrısı ile başvuran, periferal emboli ve renal enfarkt ile sonuçlanan aortik serbest trombüs tanısı alan bir hastayı tartışıyoruz. Klinisyenlerin, Covid-19 ile ilişkili tromboembolik komplikasyonların farkında olması ve risk faktörleri olan hastaların yakın takibi, zamanında ve doğru teşhis ile yönetim için hayati önem taşımaktadır.
Summary– As the COVID-19 pandemic continues, its novel complications are being increasingly recognized, and new mechanisms of the disease are being unraveled. Aortic free-floating thrombus is exceptionally rare, and prompt diagnosis is vital to alleviate its detrimental end organ effects. We present a patient who was previously discharged owing to COVID-19 pneumonia, admitted with acute onset of lower limb pain, and was diagnosed with aortic free-floating thrombus ended up with embolic events. Clinicians should be aware of COVID-19-related thromboembolic complications, and close monitoring of patients with risk factors is vital for a timely and accurate diagnosis and management.

CASE REPORT
9.Transcatheter aortic valve implantation through the brachial artery
Şakir Arslan, Nermin Bayar, Çağın Mustafa Üreyen, Erkan Köklü, Göksel Çağırcı
PMID: 33847273  doi: 10.5543/tkda.2021.51892  Pages 237 - 241
Özet– Transkateter aort kapak implantasyonu (TAVİ) ciddi aort darlığı olan hastalarda giderek daha yaygın uygulanmaktadır. TAVİ işlemi için en sık kullanılan girişim yeri femoral arterdir. Ancak tıkayıcı periferik arter hastalığı olanlarda trans-apikal, trans-aortik, trans-aksiller trans-karotid ve trans-subklavian yolla girişim de bildirilmiştir. Bu raporda ise brakial arter yoluyla TAVİ işlemi yapılan bir olgu sunulmaktadır.
Summary– Transcatheter aortic valve implantation (TAVI) has been increasingly used in patients with severe aortic stenosis. The femoral artery is the most commonly used entry site for TAVI; however, other entry sites were also reported as transapical, transaortic, transaxillary/subclavian, and transcarotid in patients with occlusive peripheral arterial disease. In this report, a case of TAVI procedure through the brachial artery is presented.

10.Unicuspid aortic valve with false aortic dissection appearance: A case report
Barkın Kültürsay, Berhan Keskin, Seda Tanyeri, Ali Karagöz, Cihangir Kaymaz
doi: 10.5543/tkda.2021.27793  Pages 242 - 244
Özet– Uniküspit aort kapak, genellikle erken yaşlarda aort darlığı veya kombine aort darlığı ve yetersizliği şeklinde prezente olan nadir bir konjenital anomalidir. Asendan aort anevrizması ve aort diseksiyonu uniküspit aort kapağın önemli komplikasyonlarındandır. 27 yaşında erkek hasta acil servise yeni başlayan göğüs ağrısıyla başvurdu. Yatakbaşı transtorasik ekokardiyografi (TTE) ile asendan aort genişlemesi (47mm) ve hafif aort yetersizliği görüldü, ardından yapılan bilgisayarlı tomografik (BT) anjiyografi ile asendan aortada şüpheli diseksiyon flepi izlendi. Kalp damar cerrahı, radyolog ve kardiyolog acil olarak konsülte edildi. Kardiyolog tarafından yapılan TTE sonucu uniküspit unikomissural aort kapak görüldü, asendan aorta dilate izlendi fakat diseksiyon bulgusu saptanmadı. BT görüntüsündeki şüpheli diseksiyon hattı deneyimli radyolog ve kalp damar cerrahı tarafından perikart katlantısı olarak yorumlandı ve yalancı diseksiyon görüntüsü olarak değerlendirildi. Göğüs ağrısı geçen, BT görüntüsü yalancı pozitif olarak yorumlanan ve TTE’de asendan aort net olarak değerlendirilen hastada kalp ekibi tarafından ek görüntülemeye ihtiyaç duyulmadı. Akut aortik sendrom, akut koroner sendrom ve akut başlangıçlı göğüs ağrısının diğer sebepleri dışlanan hasta yakın takip önerilerek taburcu edildi. Aort diseksiyonu tanısı non-invaziv görüntüleme yöntemleri ile konur ve BT çoğu acil serviste ilk tercih edilen görüntüleme yöntemidir. Tek bir görüntüleme yöntemine bağlı kalmak yanlış yorumlara ve dolayısıyla gereksiz cerrahi müdahalelere yol açabilmektedir.
Summary– Unicuspid aortic valve (UAV) is a rare congenital anomaly that usually presents with aortic stenosis or mixed stenosis and regurgitation early in life. Ascending aortic aneurysm and aortic dissection are important complications of UAVs. A 27-year-old man presented to the emergency department with a complaint of acute chest pain. Bedside transthoracic echocardiography (TTE) showed dilatation of ascending aorta (47 mm) and mild aortic regurgitation; computed tomography (CT) angiography revealed a suspicious dissection flap within ascending aorta. A cardiovascular surgeon, a radiologist, and a cardiologist were immediately consulted. TTE performed by the cardiologist revealed a unicuspid unicommissural aortic valve and dilated ascending aorta with no signs of dissection. Aortic dissection image on CT angiogram was interpreted by an experienced radiologist and the cardiovascular surgeon as superior pericardial recess and considered as a false-positive dissection image. Given the patient was pain-free, the CT image was considered false positive and as TTE clearly visualized the ascending aorta, the heart team decided that no further imaging is required. After excluding acute aortic syndrome, acute coronary syndrome, and other causes of acute chest pain, the patient was discharged with close follow-up. Diagnosis of aortic dissection is based on noninvasive imaging modalities, and CT is the first-line imaging choice in most emergency departments. Depending on a single imaging modality may cause false interpretations and lead to unnecessary surgical explorations.

CASE IMAGE
11.Mitral valve prolapse accompanied by a posterior mitral leaflet cleft resembling a trileaflet mitral valve
Elnaz Salimi, Ali Hosseinsabet, Abbas Salehi- Omran
doi: 10.5543/tkda.2021.63307  Page 245
Abstract |Full Text PDF | Video

12.Heart bowtie
Maryam Shojaeifard, Leili Pourafkari, Nader Nader
doi: 10.5543/tkda.2021.50517  Page 246
Abstract |Full Text PDF | Video

LETTER TO EDITOR
13.Comparison of clinical features and conventional echocardiographic characteristics of patients with heart failure with mid-range ejection fraction with and without interatrial block
Ali Çoner
PMID: 33847277  doi: 10.5543/tkda.2021.28782  Pages 247 - 248
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
14.Kardiyoloji yayınlarında gündem ve yorumlar
Ertan Ural
Page 249
Abstract |Full Text PDF

15.Erratum
Archives Of The Turkish Society Of Cardiology Editorial Office
doi: 10.5543/tkda.2021.100  Page 250
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.