ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 24 (2)
Volume: 24  Issue: 2 - March 1996
1.Summaries of Articles

Pages 68 - 72
Abstract | English Full Text

2.Clinical Investigations Trends in Blood Pressure Levels in Turkish Adults: 5-year Follow-up of Original Cohort
Altan ONAT, Dursun DURSUNOĞLU, Vedat SANSOY, Kenan DÖNMEZ, İbrahim KELEŞ, Barış ÖKÇÜN, Göksel KAHRAMAN
Pages 73 - 81
Türk erişkin popülasyonunu temsil eden orijinal TEKHARF Çalışması kohortunun üçte ikisine yakın bir bölümü beş yıl sonra yeni bir taramayla izlendi. İzlenen hayattaki 2132 kişinin kan basıncı usulünce ölçülerek yeni gelişmeler değerlendirildi. Beş yıl yaşlanmayla çeşitli yaş gruplarındaki ortalama sistolik ve diyastolik kan basıncının kadınlarda 4.5/2.2 mmHg, erkeklerde 2.8/1.4 mmHg yükselmesi öngörüldü. Bu yaş ayarlaması uygulanınca, ortalama sistolik ve diyastolik kan basıncının Türkiye genelinde her iki cinsiyette sabit kaldığı anlaşıldı. Ancak 50-69 yaşlarındaki kadınlarda anılan iki kan basıncı ortalama 4/3 mmHg yükseldi. Kohortta ilaç kullanan ya da > 140 ve/veya > 90 mmHg üzerindeki hipertansiyon prevalansı kadınlarda % 39.3, erkekte % 30.1 bulundu. Bu oran iki cinsiyette genç yaş grubunda % 13.6 ve 9.8, orta yaş grubunda % 59.1 ve 40.9, 65 yaş ve üzerindekilerde % 84.6 ve 68.3 boyutlarındaydı. Beş yılda yeni hipertansiyon gelişme ihtimali kadınlarda % 13.7, erkeklerde % 8.3 olarak saptandı. Halkımızda kan basıncı yüksek olan bireylerin üçte birinin ilaç kullandığı, bunların tam yarısının tansiyonunu hafif yüksek ya da normal düzeylerde tutabildiği, takip taramasından anlaşıldı. Sonuç olarak ülkemizde halen 3.5 milyon kadın ve 2.1 milyon erkekte orta veya şiddetli derece hipertansiyonlu olduğu, hafif hipertansiyon da katıldığında, bu rakamların 6 milyon ile 4.4 milyonu bulduğu söylenebilir.
Two-thirds of the original cohort representing the Turkish adult population in ı 990 could be traced in the summer of ı995 . Excepting ı ı8 subjects who were known to have died, a total of 2ı32 men and women were examined for blood pressure among other risk factors. Mean value of two readings in sitting position was taken in each survey. From the weighted differences of mean values in various age groups in the initial survey, it w as predicted that aging by 5 years would result in a rise by 4.5/2.2 mmHg of systolic and diastolic pressure, respectively, in women, and by 2.8/1.4 mmHg in men. When these increments were adjusted for aging, mean systolic and diastolic blood pressures were noted to have remained stable overall in Turkish adults in both genders. Solely, in women aged 50-69 years, the two blood pressure values increased by 4/3 mmHg. Hypertension (defined as a systolic pressure ~ ı40 and/or a diastolic pressure ~ 99 mmHg, or being under antihypertensive medication) was prevalent in 39.3%, of women and 30. ı% of men. The se prevalence figures consisted of 13.6% and 9.8%, respectively, in young adults (ages 25-44) and rose to 84.6% and 68.3%, respectively, in participants aged 65 or over. It was observed that one-third of hypertensive individuals was using antihypertensive drugs, and exactly one-half of them were able to maintain their blood pressure within normal or mildly hypertensive levels. It was deduced that 5.8 million women and 4.4 million men in Turkey were hypertensive.

3.Significance of QTc Prolongation on Ventricular Arrhythmias in Patients with Left Ventricular Hypertrophy Secondary to Essential Hypertension
Kaan KULAN, Cemal TUNCER, Cansel KULAN, Özhan GÖLDELİ, Baki KOMSUOĞLU
Pages 82 - 87
Çalışmada esansiyel hipertansiyona bağlı sol ventrikül hipertrofisi (LVH) gelişen hastalarda, LVH'nin aritmojenik etkisi, LVH'de QT süresi ve QT süresi ile ventrikül aritmilerinin ilişkisi araştırılmıştır. Çalışma yaş ortalaması 52±5 yıl olan 28'i erkek, 10'u kadın 38 hipertansif LVH olan, yaş ortalaması 51±6 yıl olan 23'ü erkek 7'si, kadın 30 hipertansif LVH olmayan, yaş ortalaması 49±6 yıl olan 22'si erkek, 8'i kadın 30 normotonsif olguda yapıldı. QT süreleri DII derivasyonunda QRS kompleksinin başlangıcından T dalgasının sonuna kadar olan süre ölçülerek hesaplandı. Bazett formülü ile kalp hızına göre düzeltildi (QTc). Ventrikül aritmileri 24 saatlik ambulatuvar elektrokardiyografide kaydedildi. Modifiye Lown ve Wolf sınıflamasına göre sınıf 3, 4 ventriküler aritmiler kompleks aritmiler olarak değerlendirildi. Hipertansif LVH olanlardan kompleks ventrikül aritmilerinde artma görüldü (p<0.05). Sol ventrikül kitlesi ile QTc süresi arasında pozitif yönde korelasyon olduğu tespit edildi (r=0.58, p<0.0001). hipertansif LVH gelişenlerde ortalama QTc süresinin 378±44 ms olduğu ve bu sürenin hipertansif LVH gelişmeyenler ve normotansiflerdekinden daha fazla olduğu görüldü (p<0.001). Sonuç olarak, hipertansif LVH gelişen hastalarda kompleks ventrikül aritmilerinin arttığını, bu aritmilerin QTc süresi uzun olan hastalarda daha fazla olduğunu ve hipertansif LVH olan hastalarda kompleks ventrikül aritmilerinin QTc süresinin uzaması sonucu gelişebileceğini düşündük.
The present study was designed to detect the arrhythrnogenic effect of left ventricular hypertrophy (L VH), QTc duration, and the relationship between the QT duration and ventricular arrhythmias in patients w ith L VH secondary to essential hypertension (EH). We studied 68 hypertensive patients with L VH (28 men and 10 women, mean age 52±5 years) and without LVH (23 men and 7 women, mean age 51±6 years). Thirty healthy normotensive subjects (22 men and 8 women, mean age 49±6 years) were selected to serve as the control group. We investigated the frequency of ventricular arrhythmias by means of 24-hours ambulatory electrocardiographic monitoring; and grade 3 and 4 arrhythmias according to modified Lown and Wolf classification were accepted as complex arrhythmias. The QT interval was measured from the beginning of the QRS complex to the end of the T wave in lead II. Using Bazett formula, QT interval was corrected (QTc) for heart rate. Complex ventricular arrhythmias were observed more in hypertensive patients with LVH than in hypertensive patients without L VH and in normotensive subjects (p<0.05). Also, a positive correlation was found between QTc duration and left ventricle mass (r=0.58, p

4.QT Dispersion in Patients with Ventricular Tachyarrhythmias Following Acute Myocardial Infarction
Serdar AKSÖYEK, M. Kemal BATUR, Enver ATALAR, M. Giray KABAKCI, Kenan ÖVÜNÇ, Mehmet KABUKÇU, Kudret AYTEMİR, Ali OTO
Pages 88 - 92
Ventriküler repolarizasyon bozukluğunun önemli taşiaritmilere neden olduğu bilinmektedir. Yüzeyel elektrokardiyogram (EKG)'dan ölçülen QT dispersiyonu (QTD)'nun ventriküler repolarizasyon bozukluğunu yansıttığı bildirilmiştir. Bu çalışmada akut miyokard infarktüsü geçiren 142 hastanın hastaneye başvuruş EKG'leri incelendi. Hastalardan 50'sinde hastanedeki izlemleri sırasında ventriküler taşikardi (VT) (sürekli 22, süreksiz 11) veya ventriküler fibrilasyon (VF) (17 hasta) gelişti, 92 hastada ise izlemleri boyuna VT ya da VF saptanan hastalarda QTD, QTc dispersiyonu (QTcD), maksimum komşu QTD (adjQTD), maksimum komşu QTcD (AdjQTcD) değerleri sırasıyla 84.9±16.1 msn, 93.6±18.9 msn, 44.2±14.1 msn ve 49.2±16.8 msn iken, izlemleri boyunca VT ya da VF saptanmayan hastalarda bu değerler sırasıyla 51.3±19.1 msn, 55.3±19.1 msn, 31.3±10.4 msn ve 33.7±10.7 msn idi ve aradaki fark istatistiki olarak anlamlı bulundu (p<0.01). İzlemleri sırasında VT ya da VFgelişen grupta QRSD değeri 15.8±7.7 msn iken VT ya da VF gelişmeyen grupta bu değer 15.1±4.9 msn idi ve aradaki fark istatistiki olarak anlamlı değildi (p>0.05). İzlemleri sırasında VT gelişen 33 hastada QTD, QTcd, Adj QTcd değerleri sırasıyla 83.5±16.1 msn, 91.1±18.4 msn, 44.2±14.8 msn ve 48.0±16.2 msn iken, VF gelişen 17 hastada bu değerler sırasıyla 87.5±16.2 msn, 98.4±19.6 msn, 44.4±13.2 msn ve 51.5±18.1 msn idi ve aradaki fark istatistiki olarak anlamlı değildi (p>0.05). İnfarktüsün lokalizasyonuna göre QTD, QTcD, AdjQTD ve AdjQTcd değerlerinde VT ya da gelişen grupta (anteriyör duvar için sırasıyla 84.8±16.5 msn, 95.1±19.9 msn, 43.2±13.8 msn ve 49.4±17.1 msn, inferiyör duvar için sırasıyla 85.1±15.9 msn 91.0±17.4 msn, 44.5±15.2 msn ve 47.9±14.9 msn) ve VT ya da VF gelişmeyen grupta (anteriyör duvar için sırasıyla 51.3±19.0 msn, 55.3±19.1 msn, 31.3±10.7 msn ve 33.7±10.8 msn, inferiyör duvar için sırasıyla 50.3±18.1 msn, 54.1±18.5 msn, 31.4±10.4 msn ve 33.4±9.9 msn) istatistiki anlamlı bir farklılık bulunmadı (p>0.05). Bu sonuçlar QT dispersiyonunun akut miyokard infarktüsünde aritmojenik riski saptamada kullanılabilecek kolay elde edilebilir, çoğunlukla doğru, noninvazif bir metod olduğu izlenimini vermektedir.
Regional inhomogeneity of ventricular repolarizatiTürk on has been known to be the cause of serious tachyarrhythmias. QT dispersion (QTD) measured on surface electrocardiogram (ECG) has been reported to reflect disparities in ventricular recovery times. Electrocardiographic tracings of ı42 patients with acute myocardial infaretion (MI) were reevaluated. While 50 patients developed ventricular tachycardia (VT) (sustained 22, nonsustained ı ı) or ventricular fibrillation (VF) (17 patients), 92 had none during their hospitalization. QT dispersion (QTD), QTcD, maximum adjacent (AdjQTD) and maximum adjacent corrected (AdjQTcD) values were 84.9±ı6.ı ms, 93.6±ı8.9 ms, 44.2±ı4.ı ms and 49.2±16.8 ms in patients with VT/VF and 51.3±19.ı ms, 55.3±19.1 ms, 31.3±10.4 ms and 33.7±10.7 ms in patients without VTNF, respectively (p0.05). In patients with VT only, the QTD, QTcd, Adj QTD and Adj QTcd values were 83.5±ı6.ı ms, 91.1±ı8.4 ms, 44.2±ı4.8 ms and 48.0±ı6.2 ms, respectively and in patients with VF alone these values were 87.5±ı6.2 ms, 98.4±ı9.6 ms, 44.4±ı3.2 ms and 51.5±18.1 ms, respectively. The difference between the two groups did not reach statistical significance. With respect to localization of MI; QTD, QTcd, AdjQTD and AdjQTcd values in patients with VTNF (anterior 84.8±16.5 ms, 95.ı±l9.9 ms, 43 . 2±ı3.8 ms and 49.4±ı 7.ı ms, inferior 85.1±15.9 ms, 91.0±17.4 ms, 44.5±15.2 ms and 47.9±14.9 ms, respectively) and in patients without VT, VF (anterior 51.3±ı9.0 ms, 55.3±19.1 ms, 31.3±10.7 ms and 33.7±ı0.8 ms, inferior 50.3±18.1 ms, 54.1±18.5 ms, 31.4±10.4 ms and 33.4±9.9 ms, respectively) did not have a statistically significant difference. The results of the study imply that QT dispersion in acute MI might be an easily accessible, reasonably accurate, noninvasive method in the prediction of arrhythmogenic risk.

5.Comparison of Mitral Heart Valve Prostheses: ATS Versus St Jude-Medical
Hakan KARPUZ, Michel HURNI, Xavier JEANRENAUD, Nicole AEBİSCHER, Hossein SADEGHI, Lukas KAPPENBERGER
Pages 93 - 96
ATS iki yaprakçıklı, rotasyon edilebilecek şekilde tasarlanmış düşük profilli ve pyrolite karbondan yapılmış yeni bir kalp kapağı protezidir. Bu yeni kapağın hemodinamik performansı, mitral pozisyonda implantasyonundan bir yıl sonra Doppler-ekokardiyografi ile değerlendirilmiş ve gayet iyi tanınan diğer iki yaprakçıklı St Jude medikal kapağı ile karşılaştırılmıştır. Randomize edilmiş bu prospektif çalışmada incelemeye alınan 20 hastadan 11'inde ATS, 9'unda ise ST Jude medikal kapağı kullanılmıştır. Ekokardiyografik incelemede aşağıdaki parametreler ölçülmüş ve hasaplanmıştır: maksimal ve ortalama basınç gradiyeni, efektif orifis alanı ve performans indeksi. Çalışmamızın verdiği bir yıllık ön sonuçlar, bu yeni ATS kapağının mitral pozisyonda, Doppler-ekokardiyografi ile değerlendirilen hemodinamik fonksiyonunun çok iyi olduğunu ve St Jude medikl kapağı ile benzerlik gösterdiğini ortaya koymuştur.
ATS is a new rotatable, bileaflet pyrolytic carbon valve with a low profile. The haemodynamic performance of this new valve was assessed by Doppler-echocardiography and compared with the well-known bileaflet St Jude-Medical prosthesis, one year after implantation in mitral position. Among 20 patients who received an ATS and the remaining 9 patients a St Jude valve the following parameters were measured and calculated: maximum and mean pressure gradients, effective orifice area and performance index. After one year of follow-up, the preliminary results of this study showed that the haemodynamic parameters by Doppler-echocardiography of this new ATS valve is excellent and similar to the St Jude medical valve in mitral position.

6.Relation of Myocardial Viability of the Status of Collateral Flow in Total Occlusion of Infarct-related Artery: Impact of Collateral Flow on Preservation of Left Ventricular Function
Ayşe Emre PINARLI, Birsen ERSEK, Kemal YEŞİLÇİMEN, Seyfi USLUBAŞ, Kadir GÜRKAN, Atilla YAVUZ, Metin GÜRSÜRER, Mehmet AKSOY, Tolga DOĞRU, Selçuk GÖRMEZ
Pages 97 - 101
İnfarktüs alanında canlı miyokard ile kollateral akım ilişkisini değerlendirmek ve kollateral dolaşımın sol ventrikül fonksiyonu üzerine etkisini irdelemek amacı ile ilk kez miyokard infarktüsü (Mİ) geçiren ve sol ön inen koroner arter (LAD) proksimali tam tıkalı 20 anteriyor Mİ olgusu incelendi. İnfarktüsün geçirildiği tarihten itibaren 9±6 hafta içinde koroner anjiyografi uygulanan hastalarda kollateral dolaşım 0-3 arası değerler alan kollateral indeks (Kİ) olarak belirlendi. Canlılık kantitatif planar stres redistribüsyon TI-201 tutulumunda > % 50 azalma olan (ciddi perfüzyon defekti) ve geç görüntülerde redistribüsyon göstermeyen (sabit defekt) 10 olguda TI-201 reinjeksiyon protokolü uygulandı. Olgular infarktüs alanında canlılık tespit edilenler (grup 1, n=10) ve edilmeyenler (grup 2, n=10) olarak iki gruba ayrıldı. Kİ, 1. grupta 2.6±0.5 iken 2. grupta 0.9±0.7 olarak saptandı (p<0.001). Ayrıca 1. grupta sistol sonu volüm indeksi (ESVİ), diyastol sonu volüm indeksi (EDVI), sistol sonu şekil indeksi (SSI) ve diyastol sonu şekil indeksi (DSI) anlamlı düşük bulunurken (p<0.01), p<0.0001, p<0.05, p<0.05), ejeksiyon fraksiyonu (EF) ve infarktüs alanında bölgesel duvar hareketi 2. gruba kıyasla anlamlı yüksek bulundu (p<0.05, p<0.05). Bu bulgular yakın dönemde miyokard infarktüsü geçirmiş olgularda kollateral aktımın canlılık ile yakından ilişkisi olduğunu ve kollateral dolaşımın sol ventrikül fonksiyonu üzerine olumlu etkisi olduğunu düşündürmektedir.
This study attempted to determine the assodation between viable myocardium in the infarct area and collateral flow and also to assess the role of collateral flow on preservation of left ventricular function. We studied 20 patients with a first recent anterior myocardial infaretion who had total occlusion of the proximal part of the left anterior descending coronary artery. The time interval between myocardial infaretion and coronary angiography was 9±6 weeks. Angiographic collateral flow was assigned a numeric score between O and 3 (collateral index). Myocardial viability was determined by quantitative planar stress redistribution 20 ı -Tl scintigraphy. 201 -Tl reinjection protocol was used in 10 patients who had a >50% decrease in 201-Tl uptake on early images (severe perfusion defect) showed no redistribution on standard 3-hour images (persistent defect). Patients were divided into two groups according to the presence (group 1, n=10) .or absence (group 2, n= lO) of viable myocardium in the infarcı area. Callateral index was significantly higher in group ı than in group 2 (2.6±0.5 vs 0.9±0.7, p

7.Effect of Adding Diltiazem of Cold Blood Potassium Cardioplegia on Myocardial Protection
Ahmet BALTALARLI, Rıza TÜRKÖZ, B. Hayrettin ŞİRİN, Levent YILIK, Cengiz ÖZBEK, Ayhan AKÇAY, Banu DENGİZ, Mansur ŞAĞBAN
Pages 102 - 106
İskemi ve reperfüzyon hasarının önlenmesi amacıyla kardiyoplejik solüsyona kalsiyum kanal blokerleri eklenmesi, halen tartışmalı bir konudur. Bu prospektif çalışmada potasyumlu soğuk kan kardiyoplejisine indüksiyon fazında diltiazem ilave edilmesinin miyokard korunması üzerindeki etkileri araştırıldı. Elektif aorta-koroner bypass cerrahisi planlanan 20 olgu rastgele seçilip, eşit sayıda iki gruba ayrıldı. Her iki grupta da soğuk kan kardiyoplejisi kullanıldı. Diltiazem grubunda, ilk doz kardiyopleji solüsyonuna indüksiyon fazında 150 mikrogram/kg diltiazem eklendi. Bütün olgularda, reperfüzyonun hemen başında ve 30. dakikasında, koroner sinüs ve radyal ater kan örneklerinden yapılan ölçümlerle laktat ektraksiyonu hesaplandı. Yoğun bakımda, postoperatif 6. ve 18. saatlerde CK-MB düzeyleri saptandı. Her iki grupta preoperatif ve erken postoperatif dönemlerde kaydedilen hemodinamik bulgular karşılatırıldı. Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında diltiazem grubunda, reperfüzyonun hemen başında miyokard laktat üretiminin anlamlı olarak daha az olduğu gözlendi. (p<0.01). Reperfüzyonun 30. dakikasında hesaplanan laktat ekstraksiyonu her iki grupta birbirine yakın bulundu (p>0.05). Postoperatif dönemde CK-MB düzeyi kontrol grubunda anlamlı olarak daha yüksek seyretti (p<0.05). Preoperatif ve postoperatif dönemde her iki grupta benzer hemodinamik bulgular saptandı. Sonuçta potasyumlu soğuk kan kardiyoplejisine diltiazem eklenmesinin iskemik zedelenmeyi ve reperfüzyon hasarını azalttığı ve miyokard korunmasında olumlu rol oynadığı düşünüldü.
It is still controversial whether the use of calcium channel blackers in cardioplegic solutions decreases ischemic and reperfusion damage. In this study, the effect of diltiazem addition to cold blood potassium cardioplegia in the induction phase on myocardial protection was investigated. A prospective, randomized trial was instituted to evaluate the hemodynamic and myocardial metabolic recovery in 20 patients undergoing elective aortocoronary bypass with either diltiazem in cold blood potassium cardioplegia (diltiazem group, n=lO) or cold blood potassium cardioplegia (control group, n=IO). In the diltiazem group, 150 mg/kg diltiazem was added to the cardioplegic solution in the induction phase of cardioplegia. In all cases, blood samples for measurement of lactate level and cakulation of lactate extraction were taken from coronary sinus and radial artery at the beginning and the 30th minute of reperfusion period. CK-MB levels were measured in the intensive care at postoperative 6th and 18th hours. Tle hemodynamic findings of both diltiazem and control groups were compared in the preoperative and early postoperative periods. Lactate production was significantly lower in the diltiazem group at the beginning of the reperfusion period (p0.05). CK-MB level was significantly higher in the control group in the postoperative period. Similar hemodynanic findings were obtained in both groupsin the preoperative and the early postoperative periods. We concluded that diltiazem addition to cold blood potassium cardioplegia decreases ischemic and reperfusion damage and has a beneficial effect on myocardial protection.

8.Left Verticular Functions in Children with Aortic Stenosis assessed by Echocardioglaphy
Nazlıhan GÜNAL, Arman BİLGİÇ
Pages 107 - 112
Aort stenozlu hastalarda sol ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyonlarının ve bu fonksiyonlar arasındaki etkileşimin ekokardiyografi ile saptanması amacıyla 1-15 yaşlarında 39 valvüler, 4-16 yaşlarında 15 subvalvüler aort stenozlu hasta ile kontrol grubu olarak aynı yaştaki 40 sağlıklı çocuk incelenmiştir. Subvalvüler aort stenozlu hastaların 12'sinde diskret subaortik membran; 3'ünde fibromüsküler subaortik daralma mevcuttur. Sistolik fonksiyonlar; M-mod ekokardiyografi ile ölçülen ejeksiyon fraksiyonu (EF) ve kısalma fraksiyonu (KF) değerleri ile saptanmış, sol ventrikül kitle indeksi hesaplanmıştır. Valvüler aort stenozu grubunda EF ve KF değerlerinin değişmediği, subvalvüler stenoz grubunda ise arttığı; sol ventrikül kitle indeksinin ise her iki grupta da arttığı saptanmıştır. Pulse wave Doppler ekokardiyografi ile saptanan diyastolik fonksiyon parametrelerinden E hızının (erken diyastolik doluş hızı) her iki aort stenozu grubunda da azaldığı, A hızının (atriyal kontraksiyon ile olan geç doluş hızı) arttığı ve E/A oranının azaldığı saptanmıştır. İki grupta da normalize pik doluş hızı (nPFR) değerlerinde azalm, atriyal doluş hızında (AFR) ise artma olduğu görülmüştür. İzovolemik relaksasyon zamanı (IVRT) tüm hastalarda uzamıştır. Valvüler aort stenozlu hastalarda sol ventrikül kitlesi ile IVRT arasında pozitif, IVRT ile E/A ve LVMI ile EF arasında ise negatif yönde zayıf ilişki bulunmuştur. Sonuç olarak, asemptomatik ve stenozu hafif ya da orta derecede olan aort stenozlu hastalarda sistolik fonksiyonlar normal iken sol ventrikül diyastolik doluş özelliklerinin değişebileceği gösterilmiştir.
This study comprises 39 patients with valvular, 15 with subvalvular aortic stenosis and 40 healthy children for the evaluation of left ventricular systolic and diastolic functions by echocardiography. Ejection fraction (EF), fractional shortening (FS) and left ventricular mass indexes (L VMI) w ere estimated by means of M-mode echocardiographic parameters. EF and FS values were normal in valvular, and increased in subvalvular aortic stenosis. L VMI w as significantly increased in both groups. Early filling velocity was decreased, atrial filling velocity (A velocity) was increased and E/A ratio was decreased in both aortic stenosis groups. Normalized peak filling rate was decreased and atrial filling rate was increased. Isovolumic relaxation time IVRT was prolonged in all patients. A weak: positive correlation between LVMI and IVRT, and a negative correlation between IVRT and E/A, as well as between LVMI and EF were detected in patients with valvular aortic stenosis. We concluded that diastolic properties of the left ventricle may be changed even in asymptomatic patients with mild and moderate aortic stenosis, in addition to the normal systolic functions.

9.Coronary Artery Anomalies in Tetralogy of Fallot
İ.Levent SALTIK, Ayşe SARIOĞLU, Gülhis BATMAZ, Rasim ENAR, Y.Barbaros KINOĞLU, Sibel ŞENER
Pages 113 - 117
Fallot tetraloji'li hastalarda koroner arter anatomisini ve anomalilerini preoperatif olarak belirlemek ve tam düzeltme ameliyatı öncesi değerlendirmeyi daha güvenli olarak yapabilmek amacıyla Nisan 1994 ile Temmuz 1995 tarihleri arasında 62 Fallot tetraloji'li hastaya selektif koroner anjiyografi uygulandı. 36'sı erkek (% 58), 26'sı kız olan hastaların yaşları 1 yaş ile 13 yaş (ort. 3.16±2.17), ağırlıkları 6.7 kg ile 32 kg (ort. 12±4.44) arasında değişmekteydi. Koroner arterler transvenöz teknikle kateterize edilerek sol lateral, sol ön oblik, 30° sol oblik 40° kaudal ("aortic orifice view"), arka-ön ve sağ ön oblik pozisyonlarda koroner anjiografi kayıtları alındı. Koroner anjiografilerin değerlendirilmesinde; 3 hastada (% 4.8) tek koroner orifis (1 hastada tek sağ, 2 hastada tek sol koroner orifis), 1 hastada (% 1.6) sağ koroner arterden çıkan ve sağventrikül çıkış yolunu (RVOT) çaprazlıyan sol anteriyör desandan arter (LAD), 4 hastada (% 6.5) aksesuar LAD (ikisi RVOT'nu çaprazlıyor), 9 hastada (% 14.5) geniş konal dal, 13 hastada (% 20.9) koroner - bronşial kollateral, 1 hastada (% 1.6) sağ koroner arter-sağ atrium fistülü tesbit edildi. Anormal koroner arter -RVOT ilişkisi en iyi "aortic orifice view pozisyonunda görülmekteydi. Çalışmanın sonunda Fallot tetralojisinde selektif koroner anjiografi ile koroner arter anatomisinin ve sık görülen anomalilerinin detaylı bir şekilde görüntülenebileceği ve bu şekilde preoperatif değerlendirmenin daha güvenli ve ayrıntılı olarak yapılabileceği sonucuna varıldı.
In order to evaluate the preoperative coronary arterial anatomy in patients with tetralogy of Fallot before total correction, we used a new selective coronary angiographic method in 62 patients between April 1994 - July 1995. There were 62 patients (36 male and 26 female) aged ı - 13 (mean 3.ı6 ± 2.ı7) years, their weight ranged from 6.7 to 32 (mean ı2±4 . 44) kg. Coronary angiography was performed in the lateral, left anterior oblique, 30° left anterior oblique, 40° caudal (aortic orifice view), posterior-anterior and right anterior oblique positions. In the evaluation of the coronary angiograms, we found single coronary orifice in 3 (%4.8) patients (1 with single right, 2 with single left), a left anterior descending (LAD) arising from the right coronary artery and crossing the right ventricular outflow tract (RVOT) in ı patient (1.6 %), accessory LAD (two of them crossing the RVOT) in 4 patients (6.5 %), large conal branch in 9 atients (1 4.5 %), coronary-branchial eellateral in 13 patients (20.9 %) and right coronary artery-right atrium fistula in ı patient. The anomalous coronary artery-RVOT relation was seen best in the "aortic orifice view" position. We conclude that selective coronary angiography can demonstrate in detail the coronary arterial anatomy and anomalies which are frequently seen in patients with tetralogy of Fallot

OLGU
10.Case Reports Sinus Node Function and Electrophysiologic Alteration Following Superior-Septal Incision
Serdar ENER, Erdem DİKER, O. Akın SERDAR, Ali Rıza KAZAZOĞLU, Alper SERÇELİK, Jale CORDAN, Mete CENGİZ
Pages 118 - 122
"Superior-septal yaklaşım" kullanılarak mitral kapak onarımı yapılan sinüs ritmindeki iki olguda sinüs düğümü işlevleri ile sinoatrioventriküler ileti özelliklerini araştırmak için elektrofizyolojik çalışma yapıldı. Düzeltilmiş sinüs düğümü toparlanma zamanı (<200msec), ve H-V süreleri (<50msec) normal sınırlarda bulundu. P-A süresinin uzadığı belirlendi. Sinüs düğümünün en yüksek kronotropik yanıtı her iki olg3uda da mükemmeldi (169 ve 199/dak). Bu bulgular "superior-septal kesi" ile sinüs düğümü arteri kesilse de, erken dönemde sinüs düğümü işlevlerinin bozulmadığı şeklindeki klinik izlenimi desteklemektedir. Yüzey EKG'de P-R süresinde uzama ve farklı P dalgası morfolojisi görülür. Superior-septal kesi sonrası bu EKG değişiklikleri muhtemelen sinüs veya atrioventriküler düğüm işlevlerinin bozulmasıyla ilişkisiz olup intraatrial ileti gecikmesine bağlıdır. Atrial pacemaker kompleksinden başlayan aktivasyon ön ve orta öncelikli ileti yollarının kesilmesi nedeniyle yalnız posterior yolu izler. AV düğüme ulaşmak için tek yol elektriksel vektörü değiştirir, bu nedenle P dalgası morfolojisi değişir ve PR segmentinde uzamayla sonuçlanan intraatrial ileti gecikmesine yol açar. Bu bulgular yalnız iki olgu ile sınırlı olsamakla birlikte, superior-septal kesi sonrası elektrofizyolojik değişimi açıklamaya yardımcı olabilir. Elektrofizyolojik değerlendirmeyle birlikteki daha geniş klinik çalışmalar sinüs ritmindeki olgularda bu kesinin serbestçe kullanımını sağlayabilir.
Electrophysiologic study was performed in two cases in sinus rhythm who had mitral valve repair using superior-septal approach, in order to evaluate sin us node function and sinoatrioventricular conduction. Corrected sinus node recovery time ( <200 msec), and H-V intervals (<50 msec) were found in normal limits. Long P-A intervals were recognised. Maximum chronotropic response of the sinus node was excellent (169-199/min) in both cases. These findings support the elinical impression that sinus node function is well preserved although the sinus node artery is severed due to the superior-septal incic sion. P-R lengthening and different P wave morphology appeared on surface ECG compared to preoperative ECG findings. Superior-septal incision causes such ECG alterations probably due to the intraatrial conduction delay rather than either impaired sinus or AV nodal function. Activation propagation originating from atrial pacemaker complex goes only through the posterior preferential pathway because the anterior and middle ones were cut off. This single path to reach the AV node changes the e1ectrical veeter so that the P wave morphology becomes different, and causes intraatrial conduction delay with consequent PR segment prolongation. These findings, although limited with only two cases, may help understand electrophysiologic alterations following superior-septal incision. Further elinical studies involving electrophysiologic evaluation may encourage liberal use of this incision in cases with sinus rhythm.

11.Pacemaker Twiddler's Syndrome: Report of four cases
Ali OTO, Mehmet KABUKÇU, Kudret AYTEMİR, M. Bülent ÖZİN, Serdar AKSÖYEK, Kenan ÖVÜNÇ, Giray KABAKCI, Lale TOKGÖZOĞLU
Pages 123 - 125
Seyrek görülen bir kalıcı kalp pili fonksiyon bozukluğu olan "twiddler" sendromunda kalp pili akım jenaratörü, pil cebinde hasta tarafından bilinçli veya bilinçsiz olarak döndürülür. Elektrot akım jeneratörünün çevresinde döner. Sonuçta elektrot kırılır veya endokardiyal ucu yerinden ayrılır. Kalp pilinin kendisinde bir sorun olmadığı halde fonksiyonları bozulur. Bu yazıda "twiddler" sendromu olan dört hasta sunulmuştur. Her dört hastanın pil cebini dışarıdan oval olarak kaşıması veya ovalaması hastaların üçünün geriyatrik yaş grubunda olması ve subkutan yağ dokusunun birinci hastada çok fazla (aşırı obesite nedeni ile) ikinci, üçüncü ve dördüncü hastada çok az (aşırı zayıflık nedeniyle) olmasının bu durumun oluşumuna zemin hazırladığı düşünülmüştür. Tanı her dört hastada semptomların varlığı, EKG, fluroskopik inceleme ve teleradyografi bulguları ile konmuştur. Bir ve üçüncü hastada yeni bir elektrod kullanılarak, ikinci ve dördüncü hastada elektrod düzeltilip yeniden pozisyon verilerek tedavi yapılmıştır. "Twiddler" sendromu çok zayıf, çok şişman veya yaşlı hastalardaki kalp pili fonksiyon bozukluklarında ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Bu durumu önlemek için açılan pil cebinin uygun genişlikte olması, elektrodun jeneratörün yanında kas fasiyasına sabitleştirilmesi ve jeneratörün pektoral kaşın fasiyası altına yerleştirilmesi önerilmektedir. Ayrıca hastalara kalp pili cebi ile oynamamalarının gerekliliği de söylenmelidir.
Pacemaker twiddler's syndrome deseribes an infrequent cause of pacemaker fail ure as a result of spontaneous, subconscious or purposeful twisting of pulse generator in its pocket leading to the endocardial electrode rotation areund the pulse generator and retraction into the superior vena cava or subelavian vein. In this report we deseribe four patients with pacemaker twiddler's syndrome encountered during the last ten years. All four patients mentioned frequ~nt oval massage on the pacemaker pocket. The first patient was very obese and the second; third and fourth patients were very thin. The obese patient had abundant subcutaneous fat tissue, and in the very slim patients the subcutaneous tissue was loose. Three of four patients were elderly. These predisposing factors might be important in the development of this condition. All four patients were symptomatic. The diagnosis of twiddler's syndrome was made on symptoms, ECG and fluoroscopic or chest X-ray findings. In the first and third patients, a new lead was implanted and in the second and fourth patients the same lead was repositioned and reimplanted .. In conclusion, twiddler's syndrome must be considered in patients with pacemaker dysfunction especially in the elderly, thin or abese patients. It may be prevented by an appropriately sized pocket and fixing the electrodes at the site of the implanted device and placing and fixing the pacemaker under the pectoralis muscle fascia.

12.Percutaneous Balloon Valvuloplasty in Newborn with Critical Pulmonary Stenosis: Report of Two Cases
İ. Levent SALTIK, Gülhis BATMAZ, Ayşe SARIOĞLU, Servet ÖZTÜRK, Sevda ARAT
Pages 126 - 128
Kritik pulmoner stenoz ve intakt ventriküler septumu olan 5 ve 7 günlük iki yenidoğana Enstitümüz'de perkütan balon valvüloplasti uygulandı. Teknik yetersizlik nedeniyle her iki hastada stenotik kapağın dilatasyonunda çapı en fazla 4 mm olan koroner anjioplasti balonu kullanılabildi. Yetersiz dilatasyona rağmen hastalardaki klinik siyanoz kayboldu ve prostaglandin infüzyonu ve acil cerrahi girişime ihtiyaçları kalmadı. İlk işlemden 2.5 ay sonra birinci hastaya uygun balonla valvüloplasti işlemi tekrarlandı. Hastalar halen klinik durumu iyi olarak izlenmektedir.
Percutaneous balloon angioplasty was performed in two neonates with critical pulmonary stenosis with intact ventricular septum aged 5 and 7 days. Because of technical insufficiency, only coronary angioplasty balloons with maximum diameter of 4 mm were used in each patient. The gradients were only reduced by 30 and 40 mm Hg, respectively; however, elinical cyanosis of the patients ameliorated, prostaglandin infusion could be discontinued and urgent surgery was no longer needed. After 2.5 months, the angioplasty was repeated in one patient. Both patients are still in good elinical condition.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.