ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 18 (2)
Volume: 18  Issue: 2 - April 1990
1.Summaries of Articles

Pages 68 - 72
Abstract | English Full Text

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.Assessment of Clinical and Angiographic Predictors of Restenosis after PTCA
Hakan KÜLTÜRSAY, Atila EMRE, Tanju ULUFER, Conrad SIMPFENDORFER
Pages 73 - 77
Bu çalışmanın amacı, perkütan transluminal koroner anjiyoplasti (PTKA) sonrası resteroz gelişiminin prediktörleri olabilecek klinik ve anjiyografik kriterleri araştırmaktı. Çalışmanın materyelini, Cleveland Clinic Foundation'da, 1984-1989 yılları arasında, çok damar, çok lezyon PTKA uygulanmış ve daha sonra kontrol anjiyografileri yapılabilmiş olan, yaş ortalamaları 67+7, 64'ü erkek, 79 hasta oluşturmuştur. Kontrol anjiyografilerinde restenoz saptanan ve saptanmaya gruplar ayrılarak, bu gruplar çeşitli klinik ve anjiyografik kriterler açısından kıyaslanmıştır. Klinik parametre olarak alınan yaş, cins, diabetes mellitus, hipertansiyon, gut hastalığı, sigara, hiperlipemi, aile öyküsü, angina pektoris fonksiyonel derecesi ve işlem sonrası uygulanan ilaç tedavisi gruplar arasında anlamlı fark göstermemiştir. Anjiyografik kriterlerden rezidüel darlık derecesi (P<0.01), sol ön inen dal lokalizasyonu (P<0.005) ve sol ventrikül fonksiyon bozukluğu (P<0.05) restenoz gelişen grupta anlamlı şekilde farklı bulunmuştur. Sonuç olarak, bu tür anjiyografik özelliklerin varlığında, PTKA sonrası anjiyografik takiplerin gerekli olduğu kanaatine varılmıştır.
The aim of the present study was to investigate clinical and angiographic predictors of restenosis after percutaneous transluminal coronary angioplasty (PTCA). The material of the study consisted of 79 patients (64 male) having a mean age 57±7. These patients had multilesion-multivessel PTCA between 1984-1989 and have been rechecked angiographically. Groups developing restenosis or not were compared in regard to different clinical and angiographic criteria. Clinical criteria (age, sex, diabetes mellitus, hypertension, gout, cigarette smoking, hyperlipidemia, familial history, angina pectoris functional class and post-PTCA drug therapy) did not show any significant difference between the two groups. A higher degree of residual stenosis (P<0.01), left anterior descending localization (P<0.005) and left ventricular functional disturbances (P<0.005) were significantly different parameters in the group with restenosis. It is therefore suggested that, in the presence of these angiographic features, frequent angiographic controls after PTCA will be necessary.

3.Myocardial Infarction in Patient Aged 70 years or Older
Gültaç ÖZBAY, Armağan TUĞRUL, Mebrure YÜCE, Derya MENGÜ, Fatih ÖZÇELİK
Pages 78 - 82
Yaşlılarda akut miyokard infarktüsü (AMİ) nün morbidite ve mortalitesinin farklı olabileceği düşüncesiyle 70 ve üzeri yaş (?70 yaş) olan 102 hastanın klinik verileri 70 yaşından genç (<70 yaş) 446 hastanınki ile retrospektif olarak kıyaslandı. Yaşlı grupta hastaların %35'i, daha genç grupta % 19'u kadındı. Yaş ilerledikçe kadın ve erkek ortalama (ort) yaş farkı azalmaktaydı. 70 yaşından genç grupta anterior (p<0.01), 70 ve üzeri yaş grubunda subendokardiyal yerleşim daha fazlaydı (p<0.01). 70 yaş grubunda transmural miyokard infarktüsü daha fazla bulundu (p<0.05). ?70 yaş grubunda kalb yetmezliği (p<0.001) ve kardiyojenik şok sıklığı (p<0.05) daha fazla idi. İki grubun ort QRS skorları ve ?70 yaş grubunda kalp yetmezliği gösteren ve göstermeyenlerin ort QRS skorları arasında anlamlı fark bulunmamakla birlikte, <70 yaş grupta anlamlı fark bulundu. Yaşlı grupta tehlikeli ritm ve ileti bozuklukları genç gruba kıyasla daha sık görüldü. ?70 yaş grubunun hastane total mortalitesi %23.1, <70 yaş grubun %12.6, ?70 yaş grubunda kalp yetersizliği sonucu mortalite %13.7, <70 yaş grubunda ise %7.8 saptandı. Böylece, yaşlılarda AMİ seyrinde daha sık ritm ve ileti bozukluğu ve kalp yetmezliğinin oluştuğu, kalp yetmezliğinin infarktüs alanının genişliği ile sıkı ilişkili olmadığı, buna karşılık daha genç grupta infarktüs alan genişliği ile daha sıkı ilişkili olabileceği kanısına varılmış ve bunlara bağlı olarak erken mortalitenin yaşlılarda daha yüksek olduğu gösterilmiştir.
The clinical data of 102 patients with myocardical infarction whose ages were 70 years or older (=70 years) were compared retrospectively with those of 44 younger patients (<70 years). 35 % of patients in the older and 19 % of those in the younger group were females. With advancing age the difference of mean ages between males and females diminished. Anterior location in the group of <70 years (P<0.01) and subendocardial location in the group of =70 years (P<0.01) were more frequent. Transmural myocardial infarctions were found more frequently in the group of <70 years. Although the incidence of hypertension in the older group was more frequent, the incidence of diabetes was not different between the two groups. Heart failure was more frequent and more severe in the older group. Mean QRS scores of the older and younger groups and between patients with or without heart failure in the older group were not different. Serious rhythm and conduction disturbances were more frequent in the group of =70 years. Hospital mortality rates were 23.1 % and 12.5 % in the older and younger groups, respectively. Death rate due to heart failure was 13.7 % in the older and 7.8 % in the younger group. In conclusion, more frequent rhythm disturbances and heart failure were seen in the elderly. Although the occurrence of heart failure was not closely associated with infarct area in the older, it is thought that such association was closer in the younger. Consequently, a higher early mortality is observed in older people.

4.Effect of Captopril on Left Ventricular Diastoli Function in Patients with Coronary Artery Disease
Cahit KOCAKAVAK, Ferruh GÜRKAYNAK, Hatice ŞAŞMAZ, Siber GÖKSEL, Emine KÜTÜK, Yalçın SÖZÜTEK
Pages 83 - 88
Bu plasebo kontrollu çalışma 20 normal kontrol kişi ve koroner arter hastalığı (KAH) bulunan 20 hasta üzerinde yapıldı ve bir anjiyotensin inhibitörü olan kaptopril'in KAH bulunan hastaların sol ventrikül diyastolik fonksiyonu üzerine olan etkisi araştırıldı. LV diyastolik fonksiyonu "pulsed" Doppler ekokardiyografi ile değerlendirildi. Hastalarda 3 gün süre ile tüm kardiyoaktif ilaçlar kesildi. Sadece angina hissettiklerinde, dilaltı isosorbid dinitrat almalarına izin verildi. Daha sonra, hastalara oral olarak, günde 2 defa 12.5 mg kaptopril veya plasebo 1 hafta süre ile verildi. Ertesi hafta, kaptopril alan hastalara plasebo, plasebo alanlara kaptopril verildi. Her bir dönem sonunda, hastalar fizik muayene ve "pulsed" Doppler ekokardiyografi ile değerlendirildi. Kontrol grubu ile hasta grubu, erken zirve doluş hızı (E), geç zirve doluş hızı (A), E/A oranı, akselerasyon yarı zaman (AHT), deselerasyon yarı zaman (DHT) ve deselerasyon hızı (DR) yönünden karşılaştırıldığında, bu parametrelerin tümüne göre, LV diyastolik fonksiyonun hasta grubunda bozulmuş olduğu görüldü. Hasta grubunda, plasebo ile kıyaslandığında, kaptopril kalp hızında anlamlı değişiklik oluşturmazken, sistolik ve diyastolik kan basıncında ve "double product" ta önemli düşüşe neden oldu. Ayrıca, kaptopril E,A,E/A oranı, DHT ve DR parametrelerine göre, hasta grubunun diyastolik fonksiyonunda önemli iyileşmeye neden oldu. Sonuç olarak çalışmamız, KAH olan hastalarda, kaptopril'in Lv diyastolik fonksiyonunda belirgin iyileşme sağladığını ve bu iyileşmenin miyokardın oksijen gereksiniminin azalmasına ve muhtemelen miyokardın kan akımındaki artışa bağlı olduğunu düşündürmektedir.
This placebo-controlled study was performed on 20 normal control subjects and 20 patients with coromary artery disease (CAD), and the effect of captopril, an angiotensin-converting inhibitor, on left ventricular diastolic function in patients with CAD was assessed by using pulsed Doppler echocardiography. In the patients, all cardioactive medications were stopped for 3 days, except for sublingual isosorbide dinitrate (if they expienced angina). Then, captopril or placebo was given to patients orally at a dose of 12.5 mg twice daily for a weck and in the following week, patients who had received placebo were given captopril. At the end of each period, patients were evaluated by physical examination and pulsed Doppler echocardiography. In contrast to the control group early, peak filling rate (E), late filling rate (A), E/A ratio acceleration half time (AHT), deceleration half time (DHT) and deceleration rate (DR) were all impaired in the patient group. When compared to placebo in the patient group, captopril caused a significant decrease in systolic and diastolic blood pressures and the double product, while it did not change heart rate significantly. Captopril also improved significantly in the patient group the LV parameters E, A, E/A ratio, DHT and DR. This study suggested that captopril significantly improved LV diastolic function in patients with CAD and that this improvement was due to a decrease in myocardial oxygen requirement and presumably to an increase in myocardial blod flow.

5.Role of Gender in Acute Myocardial Infarction
Gültaç ÖZBAY, Armağan TUĞRUL, Mebrure YÜCE, Yavuz BOZKURT
Pages 89 - 92
Akut miyokard infarktüsü (AMİ) nün kadınlarda risk faktörleri, morbidite ve mortalitesinin erkeklerinkenden farklarını araştırmak amacıyla AMİ'lü 122 kadın ve 426 erkek hastanın klinik verileri retrospektif olarak incelendi. Kadın-erkek oranı yaklaşık 1/3.5 idi. Kadınların ortalama (ort.) yaşı erkeklerinkinden 7 yüksekti (P<0.001). Kadınlarda subendokardiyal yerleşim (P<0.001), erkeklerde anterior (P<0.05) ve inferior yerleşim (P<0.05) daha sık bulundu. Gerek diyabet (P<0.0001), gerekse hipertansiyonun (P<0.0001) AMİ'ne eşlik etmesi erkeklere kıyasla kadınlarda daha sıktı. AMİ'de kadınlarda erkeklere kıyasla kalp yetmezliği ileri derecede sık karşılaşıldı (P<0.0001). Erkeklerin ort QRS skoru kadınlarınkinden fazla bulundu (P<0.01). Kadınlarda kalp yetmezliği olan ve olmayan grupların ort QRS skorları arasında anlamlı fark olmamasına karşılık, erkeklerde kalp yetmezlikli olanların ort QRS skoru kalp yetmezliği olmayanlarınkinden yüksek çıktı (P<0.001). Kadınlard erkeklere kıyasla tehlikeli ritm ve ileti bozukluk türleriyle daha sık karşılaşıldı. Toplam hastne mortalitesi kadınlarda %20.5, erkeklerde % 12.9 bulundu. Kadınlarda kalp yetmezliğine bağlı mortalite %18, erkeklerde ise %10.3 idi. Sonuç olarak kadınlarda AMİ'nün gerek ritm ve ileti bozuklukları ve gerekse kalp yetmezliği nedeniyle morbidite ve mortalitesinin erkeklerinkinden daha yüksek olduğu saptandı.
The clinical data of 122 female and 426 male patients (ratio: 1:3.5) admitted with acute myocardial infarction to a coronary care unit were examined retrospectively for differeneces of mortality and morbidity between the two sexes. The mean age of females were 7 years higher than those of males (P<0.001). Subendocardial myocardial infarction were more frequent while inferior and anterior myocardial infarction were less frequent in women. Both diabetes (26 % vs 14 %) and hypertension (38 % vs 16 %) in association with acute myocardial infarction more seen more frequent in women as compared to men. Heart failure as a result of acute infarction was more common in females. The mean QRS score of males was found higher than in females (P<0.01). Although no significant difference existed between the mean of QRS scores in the two groups, the mean of QRS score of male patients with heart failure was noted to be higher than those without heart failure. A variety of serious rhythm disturbances and conduction defects in women were encountered more frequently than in men. Total hospital mortality rates in females and males were 20.5 % and 12.9 %, respectively. Mortality rates due to heart failure in women and men were 18.0 % and 10.3 %, respectively. In conslusion, the mortality and morbidity in acute myocardial infarction in women, notably due to heart failure and or rhythm and conduction disturbances is higher than in men.

6.Right Ventricular Pressure Assessed by Echocardiography in Patients with Ventricular Septal Defect
Siber GÖKSEL, Hatice ŞAŞMAZ, Cahit KOCAKAVAK
Pages 93 - 96
Ventriküler septal defektli olgularda CW Doppler ekokardiyografi ile sağ ventrikül basıncının tayini yaş aralığı 5-27 (ortalama 12.2) olan 14 hasta üzerinde araştırıldı. Doppler ekokardiyografi ile bulunan sağ ventrikül basınçları 20-89 mmHg (ortalama 45.5 mmHg), hemodinamik olarak saptanan sağ ventrikül basınçları 16-100 mmHg (ortalama 47.7 mmHg) olup, veriler arasında korelasyon gözlendi (r=0.92, p<0.05). Pulmoner infundibüler ve valvüler darlıklı olgular araştırma kapsamına alınmadılar. Renkli Doppler ekokardiyografi ile izole ventriküler septal defektli olgularda sağ ventrikül basıncının noninvasif olarak güvenilir bir şekilde hesaplanabileceği gözlendi.
In 14 cases, whose mean age was 12.2 (5-27), right ventricular pressure estimated by CW Doppler echocardiography varied between 20-89 mmHg (m=45.5 mmHg), whereas hemodynamically measured right ventricular pressure in the same patients varied between 16-100 mmHg (m=44.7 mmHg). There was a positive correlation between the two data (r=0.92). Patients with pulmonary stenosis (infundibular or valvular) were not included in this study. It is concluded that, in patients with isolated ventricular septal defect right ventricular pressure can be estimated noninvasively by color-Doppler echocardiography.

7.Aortic Valve Replacement in Children
Hassan RAFFA
Pages 97 - 99
14 yaşından küçük 83 çocukta aort kapağı değiştirildi; bunların 9'unda aort darlığı eşlik ediyordu. Beşi hariç hepsi erkek olan çocukların 71'i fonksiyonel sınıf III, 12'si sınıf IV te bulunuyordu. Önceleri 15 çocuğa domuz perikardından bioprotez kapak yerleştirilmişken, 1983 yılından beri yalnız mekanik iki-yaprakçıklı (16'sı St. Jude, 52'si Duromedics) kapak implante edildi. Erken postoperatif dönemde üç çocuk kaybedildi (mortalite %3.6). Tromboembolizmi önlemek amacıyla dipyridamole veya aspirin kullanılan tüm çocuklarda, emboli sıklığı hasta-yılı başına %2 bulundu. Aort kapak replasmanına çocuklarda seyrek başvurulduğu için, bu cerrahi deneyim bildirildi.
Children and pre-teenage patients below 14 years of age conslitute about 20% of patients presenting with valvular heart disease in developing countries. Cardiac valve replacement in children involves technical, long-term therapeutic ramifications and social problems that are different from those encountered in the adult population requiring valve replacement. Practical problems of durability, anticoagulation in children (especially in developing countries) outgrowing the prosthesis, potential infective endocarditis, compliance of children to treatment and problems related to childbearing in the female patient, are all important aspects and must be taken into consideration when evaluating a child with severe valvular dysfunction requirinig aortic valve replacement.

8.Cardiac Performance After Diltiazem in Digitalized Patients with Atrial Fibrillation
Mahmut KARAKUZU, Hale AKBAYLAR, Sema GÜNERİ, A.Mithat ÖZER
Pages 100 - 102
Kronik atrial fibrilasyonlu ve günde 0.25 mg dozda düzenli olarak digoksin alan 15 hastada, 10 gün süreyle 180 mg (3x60mg) diltiazem verilmesinin kalp hızı, kan basıncı ve efor süresine etkisi treadmill efortesti ile araştırıldı. Diltiazem istirahat, submaksimal ve maksimal efor dönemi ve efor sonrası üçüncü dakikada kalp hızını anlamlı olarak azalttı (p<0.01). Kan basıncı üzerine ise bir etkisi olmadı. Toplam efor süresi diltiazem tedavisinden sonra yaklaşık %30 artış gösterdi. Kronik atrial fibrilasyonlu ve digoksin kullanan hastalara günde 180 mg diltiazem eklenmesinin hastanın efor kapasitesini olumlu yönde etkilediği sonucuna varıldı.
Heart rate, blood pressure and exercise duration were evaluated by treadmill test in 15 patients having chronic atrial fibrillation and taking 0.25 mg digoxin per day, before and after diltiazem treatment at a daily dose of 180 mg for 10 days. Diltiazem significantly reduced heart rate during rest, submaximal and maximal exercise periods and 3 minutes after exercise (p<0.01). It did not affect blood pressure. Total exercise duration increased about 30% after diltiazem treatment. It was conluded that the addition of diltiazem (180 mg per day) to patients who have chronic atrial fibrillation and are taking digoxin, affected their cardiac performance positively.

9.Double-Orifice Mitral Valve
Kaya SÜZER, Tufan PAKER, Ayşe SARIOĞLU, Ali KÖNER, Tayyar SARIOĞLU, Rüstem OLGA, Yurdakul YURDAKUL, Aydın AYTAÇ
Pages 103 - 106
Hacettepe Üniversitesi Pediatrik Göğüs ve Kalp-Damar Cerrahisi ve İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim dallarında 1966-1989 yılları arasında altı hasta ender görülen bir konjenital anomali olan çift orifisi mitral kapak (ÇOMK-Double orifice mitral valve) nedeniyle ameliyat edildi. Hastalardan birinde izole patoloji olarak bulunan ÇOMK, diğer beş hastada atrioventriküler kanal tipinde defektlere eşlik etmekteydi. İzole patoloji olarak ÇOMK bulunan hastada ağır mitral yetersizliği nedeniyle mitral kapak replasmanı gerekti. Mitral kapakta ana orifisin posteromedial komissüründe kleft olan üç hastada, kleftin onarılması ile mitral yetersizliği giderildi. Diğer iki hastada ise fonksiyon bozukluğu olmadığı için mitral kapağa herhangi bir müdahalede bulunulmadı. Operatif ve erken postoperatif dönemde herhangi bir komplikasyon göstermeyen hastalar ortalama 66 aylık (7 ay-13 yıl) uzun takiplerde çok iyi durumda hayatlarını sürdürmektedir.
Double orfice mitral valve (DOMV), a rare congenital cardiac anomaly, was seen in six patients who have undergone open heart surgery at the Department of Pediatric Thoracic and Cardoivascular Surgery, Hacettepe University Hospital and at the Department of Cardiovascular Surgery, Cardiology Institute, University of Istanbul, from 1976 to March, 1989. DOMV was associated with atrioventricular canal defect in all but one patients. The patient with isolated DOMV had severe mitral insufficiency necessitating mitral valve replacement. In three patients who had a cleft in the mitral valve, satisfactory mitral competence was achieved by primary repair of the cleft. In the remaining two cases, the mitral valve was left intact since there was no mitral valve dysfunction.

10.Relationship Between Precatheterization QT Interval and Ventricular Fibrillation During Coronary Angiography
Mehmet METİN, Atiye ÇENGEL, Esen DANYAL, Övsev DÖRTLEMEZ, Halis DÖRTLEMEZ
Pages 107 - 109
Bu çalışmada, koroner anjiyografi esnasında ventrikül fibrilasyonuna giren 10 hastanın anjiyogramlarını, kateter öncesi elektrokardiyogramlarını ve diğer tetkiklerini retrospektif olarak inceledik ve bulgularımızı, yaş, cins ve sol ventrikül fonksiyonları bu gruba benzeyen kontrol grubu ile kıyasladık. Bütün olgularda anjiyografik kontrast ajan olarak lopromid 0.769 g kullanıldı. Geçirilmiş miyokard infarktüsü prevalansı ve kateter bulguları her iki grupta da aynı idi. Fakat ventrikül fibrilasyonlu grupta prekateterizasyon QTc süresinin uzun oluşu istatistiki yönden anlamlı idi (p<0.01). Böylece, koroner anjiyografinin önemli ve sık görülen komplikasyonu olan ventriküler fibrilasyonun, prekateterizasyon QTc uzunluğu ile ilişkili olduğu söylenebilir.
We examined retrospectively angiograms, precatheterization electrograms and records of 10 consecutive patients who had ventricular fibrillation during coronary angiography, and compared these patients to controls matched for age, sex and left ventricular function. Iopromid (0.769 g) was used as the angiographic contrast agent in all instancess. Catheterization findings and the prevalene of prior myocardial infarction were similar in both groups. However, precatheterization corrected QT (QTc) intervals in the ventricular fibrillation group (0.49±0.02s) were significantly longer than in the control group (0.42±0.02s). Prolongation of precatheterization QTc interval in the ventricular fibrillation group was significant (p<0.01). It was concluded that ventricular fibrillation, an important and frequent complication of coronary angiography, has a relationship to prolongation of the precatheterization QTc interval.

11.Hypertrophic Obstructive Cardiomyopathy and its Surgical Treatment
Yaman ZORLUTUNA, C.Levent BİRİNCİOĞLU, Oğuz TAŞDEMİR, Cevat YAKUT, Ahmet ERALP, Kemal BAYAZIT
Pages 110 - 114
1968-1989 yılları arasında T.Y.İ.H. Kardiyovasküler Cerrahi Kliniğinde 19 hipertrofik obstrüktif kardiyomiyopati olgusuna cerrahi tedavi uygulandı. 7 kadın, 12 erkek hastanın yaş ortalaması 26 olup, yaş dağılımı 6-55 arasındaydı. Hastaların ventrikül-aorta arası sistolik gradienti 50-212 mmHg arasında saptandı. İzole tip 11, diffüz tip 2, miks tip 6 hasta ameliyat edildi. Bunlardan 7'sine miyektomi, 3'üne miyektomi ve membran rezeksiyonu, 4'üne miyektomi ve mitral anuloplasti, birine miyektomi ve mitral valv replasmanı, 3'üne miyektomi ve aorta valvotomi birine apiko-aortik kapaklı gref uygulandı. Erken dönemde 2 hasta kaybedildi. Ortalama 24 aylık takip döneminde başka ölüm kaydedilmedi.
Between 1968 and 1989, 19 patients with hypertrophic obstructive cardiomyopathy have been operated at Turkey's Yüksek İhtisas Hospital. The patients (7 female and 12 male) were between 6 and 55 years of age at the time of operation (mean 26 years). Peak systolic pressure gradients from the left ventricle to aorta ranged from 50 mmHg to 212 mmHg. Surgical treatment was performed in 11 patients with "selective septal" type, in 2 patients with diffuse type, in 6 patient with mixed type. In 7 patients myectomy, in 3 patients myectomy and resection of membrane, in 4 patients myectomy and mitral annuloplasty, in 1 patient myectomy and mitral valve replacement, in 3 patients myectomy and aortic valvotomy, in 1 patient apico-aortic valve conduit were performed. In the early period 2 patients died were performed. In the early period 2 patients died. In a mean follow-up period of 24 months no further fatality was noted.

12.R-wave Amplitude Changes During Exercise and Diagnosis of Coronary Artery Disease
Mustafa ÖZCAN, Vedat SANSOY, Afife BERKYÜREK, Mefküre PLATİN, İsmail EREN, Deniz GÜZELSOY, Cem DEMİROĞLU
Pages 115 - 120
Egzersiz sırasında oluşan R dalga yüksekliği değişimlerinin koroner arter hastalığı (KAH) tanısındaki değerini araştırmak amacıyla 88 sağlıklı kişi ve göğüs ağrısıyla başvurup koroner anjiyografisi normal bulunan 40 olguda elde edilen değerler, 63'ü miyokard infarktüsü geçirmiş 143 KAH'lı olgudaki bulgularla karşılaştırıldı. Tümüne semptomla sınırlı, çok aşamalı treadmill egzersiz testi yapılan 128 sağlıklı olgunun 94'ünde (%73) R dalgasında azalma, 20'sinde (%16) artma görüldü, 14'ünde (%11) değişmedi. KAH'lı 143 olgunun ise R dalgası 64'ünde (%45) arttı, 47'sinde (%33) azaldı, 32'sinde (%22) değişmedi. R dalga yüksekliğinde artma veya değişmeme anormal cevap olarak alındığında duyarlılık %67, özgüllük %68, tanı değeri (diagnostic accuracy) %88 bulundu. ST segment çökmesinin ise duyarlılığı %68, özgüllüğü %80, tanı değeri %92 idi. Her iki kriter birlikte kullanıldığında, duyarlılık %89.5'a yükselirken özgüllüğün %57.5'a düştüğü, tanı değerinin ise %88 olduğu gözlendi. Tek damar hastalığı olan 27 olgunun 16'sında (%59), iki damar hastalığı olan 42 olgunun 30'unda (%71), üç damar hastalığı olan 74 olgunun 50'sinde (%68) R dalga yüksekliği egzersiz sonunda arttı veya değişmedi. Bir ve iki damar hastalarıyla üç damar hastaları arasında bu yönden anlamlı fark saptanmadı. Sol ventrikül kasılma bozukluğu gösteren 62 olgunun 48'inde (977), sol ventrikül fonksiyonu normal 81 olgunun 48'inde (%59) R dalgası yüksekliği arttı veya değişmedi (p<0.05). Sonuç olarak egzersizle oluşan R dalga yüksekliği değişimlerinin KAH tanısında ST segment değişimi kadar duyarlılığı olup, özgüllüğünün düşük, tanı değerinin ise ST segmentininkine yakın olduğu, her iki parametre birlikte kullanıldığında duyarlılığın artmasına karşın özgüllüğün düştüğü, tanı değerinin ise ST segmentininkine yakın olduğu saptandı. Bu bulgularla egzersize R dalga yüksekliği cevabının KAH tanısında geleneksel ST segment kriterine katkıda bulunmadığı sonucuna varıldı.
To investigate the diagnostic value of exercise-related R wave amplitude changes, the responses of 88 asymptomatic healthy subjects and 40 patients with chest pain and no significant coronary artery diease (CAD) were compared with those of 143 patients with CAD 63 of whom had a previous myocardial infarction. All underwent maximal, multistaged treadmill exercise testing. Of 128 normal subjects 94 (73%) had a decrease in R wave amplitude, 20 (16%) had an increase in amplitude, and 14 (11 %) had no change. Among 143 patients with significant CAD, R wave amplitude increased in 64 (45 %), decreased in 47 (33%) and did not change in 32 (22 %). When an increase or no change in R wave was taken as evidence of an abnormal response, the sensitivity was 67 % and specificity 68 %. The sensitivity and specificity of ST segment criterion was 68% and 80 %, respectively. When both criteria were combined, the sensitivity increased to 89.5% while the specificity decreased to 58 %. With respect to abnormal response in R wave amplitude, the difference between patient groups with one-two-or three-vessel disease was not significant. R wave amplitude increased or did not change in 77% of patients with left ventricular hypokinesia, while 59% of patients with normal function had an increase or no change in R wave (p<0.05). It is concluded that the sensitivity and diagnotic accuracy of R wave criterion is as much as that of ST segment's but its specificity is lower. The combination of both criteria may increase the sensitivity, decrease the specificity with respect to ST segment criterion without a significant change in diagnostic accuracy. Thus R wave response to exercise is not considered contributory to the ST segment criterion in the diagnosis of CAD.

13.Mitral Valve Replacement After Closed Mitral Commissurotomy
Sabri DAĞSALI, Murat DEMİRTAŞ, Atilla KANCA, İlhan GÖKYAY, Cem ALHAN, Erdoğan DEMİRAY
Pages 121 - 123
İstanbul Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Merkezinde Kasım 1979 ile Temmuz 1989 arasında daha önce kapalı mitral komissürotomi (KMK) yapılan hastalardan 58'ine mitral ve/veya diğer kapak lezyonları nedeniyle açık girişimde bulunmak zorunda kalınmıştır. Reoperasyon nedenleri arasında ilk sırayı 19 olgu (%33) ile mitral restenoz aldı. Hastalar 18-52 yaşları arasında (ortalama 38) olup 37'si kadın, 21'i erkek idi. Preoperatif hastaların %72'si NYHA fonksiyonel sınıflandırmasına göre III. ve IV. derecede bulundu. 7 hasta (%12) erken, 4 olgu (%7) geç dönemde kaybedildi. Postoperatif izlemde hastların %72'si NYHA'a göre fonksiyonel I. ve II. derecede oldukları görüldü. KMK sonrası reoperasyon genellikle ilk girişimden 5-20 yıl sonra yapılmaktadır. KMK sonrası sürvi ve fonksiyonel durumun belirlenmesinde ve reoperasyona götüren faktörler olarak pulmoner hipertansiyonun derecesi, ilave kapak lezyonları ve enfeksiyon başta gelmektedir.
Between November 1979 and July 1989 58 patients proviously operated with closed mitral commissurotomy (CMC) at the Center of Cardiovascular and Thoracic Surgery in Istanbul underwent open cardiac reoperations for mitral and/or other valvular lesions. Major cause of reoperation was mitral restenosis (19 cases). There were 37 female and 21 male patients whose ages ranged from 18 to 52 years (mean 38). Preoperatively, 72% were in NYHA functional class III and IV. There were 7 early (12%) and 4 late deaths (7%). Postoperative functional class showed 72% of these patients to be in class I and II. The patients were reoperated 5-20 years after the first operation. Associated valvular lesions, infections and pulmonary hypertension are the leading factors which determine the functional state, reoperation period and survival patients with previous CMC.

14.Application of Percutaneous Transluminal Coronary Angioplasty in Unstable Angina Pectoris
Mehmet MERİÇ, Yılmaz NİŞANCI, Kamil ADALET, Taner GÖREN, Sabahattin UMMAN, Dursun ATILGAN, Nevres KOYLAN, Ertan ONURSAL, Cemil BARLAS, Ferruh KORKUT, Özen GÜVEN, Önal ÖZSARUHAN, Faruk ERZENGİN, Remzi ÖZCAN, Güngör ERTEM, Kemalettin BÜYÜKÖZTÜRK, Rasim BERKMEN
Pages 124 - 128
İstikrarsız angina pektoris (İAP) saptanan 32 hastada (6 kadın, 26 erkek, yaş ortalaması 50±9 sene) toplam 38 lezyona koroner anjioplasti uygulandı. Perkütan transluminal koroner anjiyoplasti (PTKA) Gruentzig metoduna uygun olarak yapıldı. 26 hastada tek damara geri kalan 6 hastada aynı seansda 2 lezyona anjiyoplasti uygulanhdı. Primer başarı % 84.2 olarak saptandı. Mortalite % 6.2 ve minor komplikasyon oranı % 25 idi. Restenoz oranı % 9.4 olarak tesbit edildi. Stabilize İAP'li 20 hastada primer başarı oranı % 78.2, major komplikasyon oranı % 10, minor komplikasyon oranı % 10 ve restenoz oranı % 0 olarak bulundu. Tedaviye refrakter İAP'li 12 hastada primer başarı oranı % 93.3 idi, major komplikasyon gelişmedi; minor komplikasyon oranı % 50 ve restenoz oranı % 25 olarak tesbit edildi. İAP'de bypass cerrahisine alternatif bir tedavi metodu olan PTKA'nın kabul edilebilir bir risk ve yüksek başarı oranı ile yapılabildiği sonucuna varıldı.
Percutaneous transluminal coronary angioplasty (PTCA) was applied to 38 coronary lesions in 32 patients (6 females, 26 males, average age 50±9 years) with unstable angina pectoris. The procedure of PTCA was based on the method of Grüntzig. We performed single angioplasty in 26 patients and complex angioplasty in 6 patients. The overall primary success was 84.2 percent. The ratios of major and minor complications were found to be 6.2 and 25 percent. Restenosis was observed in 10 percent of patients. In 20 patients with stabilized unstable angina pectoris the primary success rate was 78.2 %, the mortality and minor complication rate of PTCA were 10 % and 10 %. Restenosis occurred in none of the patients of this group. In 12 patients with nonstabilized unstable angina pectoris the primary success rate was higher (93.3 %), major and minor complication rate of PTCa were 0 % and 50 %. Restenosis ratio was found to be 25 percent. We concluded that PTCA in patients with unstable angina pectoris can be applied with an acceptable risk and high success rate.

OLGU
15.Subacute Rupture of the Free Left Ventricular Wall Following Acute Myocardial Infarction: Successful Surgery in a Case
Atiye ÇENGEL, Mehmet METİN, Mehmet ALKAN, Ali YENER, Övsev DÖRTLEMEZ, Halis DÖRTLEMEZ
Pages 133 - 135
Akut miyokard infarktüsünden sonra görülen sol ventrikül serbest duvarının rüptürleri genellikle kardiyak tamponad ve ani ölüme yol açar. Bazı durumlarda ise yapışık perikard dokuları ile sınırlandırılarak bir kese ya da yalancı anevrizma oluşumu ile sonlanır. Burada, akut miyokard infarktüsünden 5 hafta sonra, tedaviye dirençli bir perikardiyal efüzyonun varlığı nedeni ile sol ventrikül serbest duvarının rüptüründen şüphe edilen, ekokardiyografi ile yalancı anevrizma görünümü ya da rüptür yeri saptanamayan ve ancak sineventrikülografi ile tanı konularak cerrahi olarak sağıtılan bir subakut rüptür olgusu sunulmaktadır.
Free left ventricular wall rupture following acute myocardial infarction usually results in cardiac tamponade and sudden death. Occasionally, the bleeding to the pericardial sac is arrested by the surrounding pericardial tissue causing a pseudoaneurysm formation. The case herein reported presented with a refractory pericardial effusion, one month after an anterior myocardial infarction. While echocardiography failed to reveal a pseudoaneurysm or to localize a rupture, cineventriculography disclosed the diagnosis of a minimal rupture from the left ventricular free wall. The patient was successfully treated by surgery.

16.Orthotopic Heart Transplant in Turkey With 5 Months' Follow-Up
Ömer BAYEZİD, Mehmet BALKANAY, Mahmut CARİN, İbrahim ÖZTEK, Ahmet ÖCAL, Ömer IŞIK, Hüsnü SEZER, Serdar ENER, Çiğdem YAKUT, Tuncer KOÇAK, Selma SEZER, Nuri ÇAĞLAR, Mehmet ÖZDEMİR, Cevat YAKUT
Pages 136 - 141
7 Eylül 1989 tarihinde Koşuyolu Kalp ve Araştırma Hastanesi'nde başarılı bir kalp transplantasyonu gerçekleştirildi. Koroner arter hastalığı sonucu son evre konjestif kalp yetersizliği gelişmiş 58 yaşında bir erkek hastda kalp kateterizasyonu yapılarak kötü sol ventrikül fonksiyonları ile birlikte iskemik kardiyomiyopati kesin tanısı konulmuştur. Hastada ortotopik kalp transplantasyonu gerçekleştirildi. İmmünosupresyon cyclosporine, azathioprine ve düşük doz steroid ile birlikte üç günlük antithymocyte globulin uygulaması ile yapıldı. Transplantasyonun ilk haftası içinde orta derecede 3 rejeksiyon episodu gözlendi. Bu rejeksiyon episodları intravenöz methylprednisolone ve ATG uygulamalarıyla tedavi edildi. Transplante edilen kalbin erken dönemde fonksiyonları tatminkar bulundu.
A successful heart transplantation was performed at Koşuyolu Heart and Research Hospital, İstanbul, on September 7, 1989. Tnhe patient was a 58 year-old male. He had end-stage heart failure due to coronary artery disease with global ventricular dysfunction. Cardiac catheterization findings were consistent with the presence of ischemic cardiomyopathy and very poor ventricular function. The patient underwent orthotopic cardiac transplantation. Immunosuppression was based on cyclosporine, azathioprine and low dose steroid with an initial 3-day course of antithymocyte globulin. Three rejection episodes occurred within the first 6 weeks of transplantation and all were moderate. These episodes were treated with a course of intravenous methylprednisolone and ATG. The early function of the trnsplanted heart at 5 months has been satisfactory.

17.Complete Occlusion of the Left Main Coronary Artery: Report of two cases
İnci FIRATLI, Muzaffer ÖZTÜRK, Cihat BAKAY, Vedat AYTEKİN, Zafer BURSALI, Cem'i DEMİROĞLU
Pages 142 - 144
Sol ana koroner arter (SAKA) tam tıkanıklığı koroner arteriografi yapılan olgularda % 0.1 oranında bulundu. KAKA'de tam tıkanma görülen iki olgunun klinik, hemodinamik ve angiografik bulguları sunuldu. Angiografide SAKA kısa bir segmentten sonra tıkalı idi. Sağ koroner arter her iki olguda dominanı olup, olgulardan birinde (A.Y.) posterolateral dalda darlık bulunuyordu. Her iki olguda sağdan sola zengin kollateraller mevcuttu. Sol koroner sistemin distal dalları sağdan sola kollaterallerle görünür hale geliyordu. Bir olguda (A.Y.) sol ventrikül fonksiyonu bozulmuştu ve koroner angiografiden sonra çeşitli antiaritmiklere dirençli ventriküler taşikardi (VT) nöbetleri görüldü. Her iki olguya koroner bypass uygulandı. Postoperatif 8. ay kontrolünde olgulardan birinde eforla gelen göğüs ağrısı mevcuttu.
We described the clinical, hemodynamic and angiographic findings of two patients who had complete occlusion of the left main coronary artery which occurs roughly in one out of 1000 patients undergoing coronary arteriography. Left main coronary artery was completely occluded after a short proximal segment in one of the patients (A.Y.). Rihgt coronary artery was dominant, and there was a significant narrowing in the posterolateral branch. There were extensive collaterals from right to left. Distal branches of the left coronary system were visualized via the collaterals from right to left in both patients. One of the patients (A.Y.) had poor left ventricular function and ventricular tachycardia episodes were seen soon after the angiography, which were resistant to various antiarrhythmic agents. Both of the patients underwent coronary bypass surgery. One of them (A.Y.) had exercise induced angina pectoris in the 8th month of the postoperative follow-up period.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.