ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 35 (7)
Cilt: 35  Sayı: 7 - Ekim 2007
EDITÖRYAL YORUM
1.
Avrupa Kardiyoloji Derneği (ESC) ST-Segment Yükselmesi Olmayan Akut Koroner Sendromlarda Tanı ve Tedavi Kılavuzu 2007
The European Society of Cardiology (ESC) - 2007 Guidelines for the Diagnosis and Treatment of Non-ST-Segment Elevation Acute Coronary Syndromes
Oğuz Yavuzgil
Sayfalar 401 - 405
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2.
Üç yıllık bir dönemde kardiyak cerrahi yoğun bakım ünitemizde kan yoluyla yayılan nozokomiyal infeksiyonların sıklığı
The incidence of nosocomial bloodstream infections in our cardiac surgical intensive care unit during a three-year period
Emine Küçükateş, Erhan Kansız, Nazmi Gültekin
Sayfalar 406 - 411
Amaç: Kan yoluyla yayılan nozokomiyal infeksiyonlar tüm dünyada önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Bu infeksiyonlar, yoğun bakım hastalarında servis hastalarından 2-7 kat daha fazla görülür. Bu çalışmada, 18 yataklı kardiyak cerrahi yoğun bakım ünitesine (CYBÜ) yatan hastalarda kan yoluyla yayılan nozokomiyal infeksiyon etkeni patojenlerin belirlenmesi amaçlandı.
Çalışma planı: Ocak 2000-Aralık 2002 tarihleri arasında, kalp ameliyatı sonrasında kardiyak CYBÜ’ye yatırılan 1316 hastada (886 erişkin, 430 çocuk) gelişen kan yoluyla yayılan nozokomiyal infeksiyonlar ve etkenleri araştırıldı.
Bulgular: Kan yoluyla yayılan nozokomiyal infeksiyon etkeni olarak 60 hastada (%4.6) 93 mikroorganizma izole edildi. Bunların %38.3’ü primer infeksiyondu. Bu olguların 36’sı erişkin (%60), 24’ü çocuk (%40) hastaydı. Sekonder infeksiyonlar intravasküler cihaz kullanımına (%23.3), alt solunum yolu (%20), cerrahi yara (%8.4) ve üriner sistem (%5) infeksiyonlarına ve diğer nedenlere (%5) bağlıydı. En sık izole edilen mikroorganizma koagülaz negatif stafilokok (%30) idi; bunu Pseudomonas aeruginosa (%8.4) ve Acinetobacter baumannii (%6.7) izlemekteydi. Kan yoluyla yayılan nozokomiyal infeksiyonlar en sık doğumsal kalp hastalıkları nedeniyle yapılan kalp ameliyatları (%40) ve koroner arter baypas greftleme ameliyatlarını takiben görüldü (%33.3). Genel ölüm oranı %4.5 (59 hasta) bulundu. Mortalite oranı nozokomiyal infeksiyon gelişen hastalarda yaklaşık altı kat yüksekti (14 hasta, %23.3).
Sonuç: Çalışmamız, kardiyak CYBÜ hastalarında kan yoluyla yayılan nozokomiyal infeksiyonları önlemenin ve etkenlerini belirlemenin önemini vurgulamaktadır.
Objectives: Nosocomial bloodstream infections (BSI) cause significant morbidity and mortality worldwide. These infections occur two to seven times more often in intensive care unit (ICU) patients than in ward patients. The aim of this study was to determine the frequency of nosocomial BSI pathogens among patients admitted to our 18-bed cardiac surgical ICU (SICU).
Study design: We investigated SICU-acquired BSIs and associated pathogens in 1316 patients (886 adult, 430 pediatric) admitted to the cardiac SICU following cardiac operations between January 2000 and December 2002.
Results: A total of 93 microorganisms of nosocomial BSIs were identified in 60 patients (4.6%), including both primary (38.3%) and secondary BSIs. Of these, 36 were adult patients (60%), and 24 were pediatric patients (40%). Secondary BSIs were due to intravascular devices (23.3%), lower airway tract infections (20%), surgical wound infections (8.4%), urinary tract infections (5%), and other causes (5%). The most frequently isolated species were coagulase-negative staphylococci (30%), Pseudomonas aeruginosa (8.4%), and Acinetobacter baumannii (6.7%). The most common cardiac surgical procedures associated with BSI were congenital cardiac operations (40%), followed by coronary artery bypass grafting procedures (33.3%). The overall mortality rate was 4.5% (59 patients). Mortality was six-fold higher in patients with BSI (14 patients, 23.3%) than those without BSI.
Conclusion: Our study emphasizes the importance of infection prevention and identification of pathogens leading to BSIs in cardiac SICU patients.

3.
Konjestif kalp yetersizliği olan hastalarda karvedilol tedavisinin büyük endotelin, atriyal ve beyin natriüretik peptid düzeyleri üzerine etkisi
The effect of carvedilol on big endothelin, atrial and brain natriuretic peptide levels in patients with congestive heart failure
Serdar Sevimli, Mustafa Yılmaz, Ahmet Kızıltunç, Fuat Gündoğdu, Şakir Arslan, Hakan Hamit Alp, Enbiya Aksakal, Hakan Taş, Hanefi Yekta Gürlertop, Hüseyin Şenocak
Sayfalar 412 - 416
Amaç: Bu çalışmada, konjestif kalp yetersizliği olan hastalarda karvedilol tedavisinin plazma büyük endotelin (büyük ET), atriyal natriüretik peptid (ANP) ve beyin natriüretik peptid (BNP) düzeylerine etkisi değerlendirildi.
Ça­lış­ma pla­nı: Çalışmaya semptomatik konjestif kalp yetersizliği olan 20 hasta (6 kadın, 14 erkek; ort. yaş 57±11) alındı. Tüm hastalar sinüs ritmindeydi ve dinlenme ejeksiyon fraksiyonu ≤%40 idi. Karvedilol tedavisine en düşük dozda (2 x 3.125 mg) başlandı; doz iki haftada bir artırılarak hastanın tolere edebileceği en yüksek doza çıkıldı. Üç ay süreli, ort. 42.5±13.6 mg dozda karvedilol tedavisinden önce ve sonra kan örnekleri alındı ve transtorasik ekokardiyografi yapıldı. Büyük ET, ANP ve BNP düzeyleri değerlendirildi ve bunların sol ventrikül fonksiyonları ve NYHA (New York Heart Association) fonksiyonel sınıfı ile ilişkileri araştırıldı.
Bul­ gu­lar: Üç aylık karvedilol tedavisi sonunda, kalp hızı (p<0.001), sistolik kan basıncı (p<0.05) ve sol atriyum çapında (p<0.001) anlamlı düşüş; sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (p<0.001) ve NYHA fonksiyonel sınıfında (p<0.05) anlamlı düzelme görüldü. Karvedilol tedavisi ANP, BNP ve büyük ET düzeylerinde anlamlı düşüşe yol açtı (p<0.001). Büyük ET, ANP ve BNP düzeyleri, sol ventrikül boyutları ve sistolik fonksiyonlarıyla ve NYHA fonksiyonel sınıfıyla anlamlı ilişki gösterdi. Bunlar içinde en iyi korelasyon sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ile idi (sırasıyla, r= -0.498, p=0.001; r= -0.642, p<0.001; r= -0.656, p<0.001).
So­nuç: Konjestif kalp yetersizliği olan hastalarda karvedilol tedavisi, BNP, ANP ve büyük ET düzeylerini düşürmekte, NYHA fonksiyonel sınıfı ve sol ventrikül sistolik fonksiyonlarında düzelmeye yol açmaktadır.
Objectives: We investigated the changes in plasma big endothelin (big ET), atrial natriuretic peptide (ANP), and brain natriuretic peptide (BNP) levels during carvedilol therapy in patients with congestive heart failure (CHF).
Study design: The study included 20 patients (6 females, 14 males; mean age 57±11 years) with symptomatic CHF. All the patients had sinus rhythm and resting ejection fraction ≤40%. Carvedilol therapy was initiated with a minimum dose (2 x 3.125 mg), which was increased biweekly to reach the maximum tolerable dose. Blood samples were obtained and transthoracic echocardiography was performed before and after three months of a mean carvedilol dose of 42.5±13.6 mg. Big ET, ANP, and BNP levels were assessed and correlations were sought with left ventricular functions and the NYHA (New York Heart Association) functional class.
Results: After three months, significant decreases were detected in heart rate (p<0.001), systolic blood pressure (p<0.05), and left atrial diameter (p<0.001), accompanied by a significant increase in left ventricular ejection fraction (EF) (p<0.001), and a remarkable improvement in NYHA class (p<0.05). Significant decreases were observed in ANP, BNP, and big ET levels with carvedilol treatment (p<0.001). Big ET, ANP, and BNP levels showed significant correlations with left ventricular dimensions and systolic functions, and NYHA functional class. Among these, the best correlation was with LVEF (r= -0.498, p=0.001; r= -0.642, p<0.001; r= -0.656, p<0.001; respectively).
Conclusion: Carvedilol therapy is associated with decreased BNP, ANP, and big ET levels and with improvements in NYHA functional class and left ventricular systolic functions in patients with CHF.

4.
İskemik mitral yetersizlikli hastalarda QRS süresi ekokardiyografik parametrelerle yakından ilişkilidir
QRS duration is closely related to echocardiographic parameters in patients with ischemic mitral regurgitation
Nurten Sayar, Nazmiye Çakmak, Ahmet Lütfullah Orhan, Hale Yılmaz, Hüsnü Atmaca, Zekeriya Nurkalem, Mehmet Ergelen, Burak Tangürek, Hakan Hasdemir, Hüseyin Aksu, Ahmet Taha Alper, Mehmet Eren
Sayfalar 417 - 422
Amaç: QRS süresinin uzaması, sol ventrikül (SV) mekanik senkronizasyon bozukluğunun bir göstergesidir. İskemik mitral yetersizlik (MY), mekanik senkronizasyon bozukluğuna da yol açan sol ventrikül geometrisinin bozulmasından kaynaklanır. Bu çalışmada, sol ventrikül sistolik fonksiyonlarını, geometrisini ve mitral aparat deformasyonunu gösteren ekokardiyografik parametrelerin QRS süresi ile ilişkisi araştırıldı.
Ça­lış­ma pla­nı: Çalışmaya, en az orta derecede iskemik mitral yetersizliği ve miyokard infarktüsü veya koroner revaskülarizasyon öyküsü olan 29 hasta (19 erkek, 10 kadın; ort. yaş 64±3) alındı. Tüm hastalara yapılan ekokardiyografik incelemede SV ejeksiyon fraksiyonu, SV hacimleri, efektif regürjitan orifis, tethering mesafesi, tethering alanı, sistol sonu küresellik indeksi ve pulmoner arter basınçları ölçüldü. Hastalar, QRS süresi için kesim değeri 120 msn alınarak iki grupta değerlendirildi.
Bul­gu­lar: Ortalama MY derecesi 2.8±0.8 idi. QRS süresi 19 hastada 120 msn’den düşük, 10 hastada ise ≥120 msn bulundu. Uzamış QRS süresine (≥120 msn) anlamlı derecede düşük SV ejeksiyon fraksiyonu ve yüksek SV hacimleri ve mitral kapağı deformasyon indeksleri eşlik etmekteydi. QRS süresi şu parametrelerle yakın ilişki gösterdi: SV ejeksiyon fraksiyonu (r=-0.62, p<0.001), SV sistol sonu hacim indeksi (r=0.58, p<0.0001), SV diyastol sonu hacim indeksi (r=0.46, p=0.014), vena kontrakta (r=0.37, p=0.016), mitral anülüs çapı (r=0.42, p=0.004), tethering mesafesi (r=0.43, p=0.005), tethering alanı (r=0.44, p=0.003) ve sistol sonu küresellik indeksi (r=-0.39, p=0.01). Çoklu regresyon analizinde QRS süresini etkileyen tek bağımsız değişkenin SV ejeksiyon fraksiyonu olduğu görüldü (ß= -1.1, p=0.025).
So­nuç: İskemik MY’li hastalarda QRS süresi, SV sistolik fonksiyonları, geometrisi ve mitral aparat deformasyonu ile yakından ilişkili bir parametredir.
Objectives: Prolonged QRS duration is associated with mechanical dyssynchrony. Ischemic mitral regurgitation (MR) results from geometric changes in left ventricular (LV) shape, which also causes mechanical dyssynchrony. The aim of this study was to define the correlation of QRS duration with echocardiographic parameters reflecting LV function, shape, and mitral deformation in patients with ischemic MR.
Study design: The study included 29 patients (19 males, 10 females; mean age 64±3 years) who had at least moderate ischemic MR and a history of myocardial infarction or coronary revascularization. All the patients underwent echocardiography where LV ejection fraction, LV volumes, effective regurgitant orifice, tethering distance, tethering area, end-systolic sphericity index, and pulmonary artery pressures were measured. The patients were assessed in two groups formed based on the cutoff value of 120 ms for QRS duration.
Results: The mean MR severity was 2.8±0.8. QRS duration was <120 ms in 19 patients, and ≥120 in 10 patients. Prolonged QRS duration (≥120 ms) was accompanied by significantly lower LV ejection fraction and higher LV volumes and mitral valve deformation indices. QRS duration was in correlation with the following: LV ejection fraction (r=-0.62, p<0.001), LV end-systolic volume index (r=0.58, p<0.0001), LV end-diastolic volume index (r=0.46, p=0.014), vena contracta (r=0.37, p=0.016), mitral annulus diameter (r=0.42, p=0.004), tethering distance (r=0.43, p=0.005), tethering area (r=0.44, p=0.003), and end-systolic sphericity index (r=-0.39, p=0.01). Multiple regression analysis showed that LV ejection fraction was the only independent variable affecting QRS duration (ß= -1.1, p=0.025).
Conclusion: QRS duration is closely correlated with LV systolic functions and geometry and mitral apparatus deformation in patients with ischemic MR.

5.
Bazal kalp hızının beta-bloker tedavisinin antihipertansif etkinliği üzerine etkisi
The effect of basal heart rate on the antihypertensive efficiency of beta-blocker treatment
Alper Canbay, Özlem Özcan, Nermin Bayar, Erdem Diker, Sinan Aydoğdu
Sayfalar 423 - 426
Amaç: Beta-blokerler hipertansiyon tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Beta-bloker tedavisinde kalp hızında azalmanın önemli bir rolü olmasına karşın, kalp hızı ile beta-blokerlerin etkinlikleri arasındaki ilişki hakkında çok az veri vardır. Bu çalışmada, esansiyel arteryel hipertansiyonlu hastalarda bazal kalp hızının beta-bloker tedavisinin antihipertansif etkinliği üzerindeki etkileri araştırıldı.
Ça­lış­ma pla­nı: Bu ileriye dönük çalışmaya, antihipertansif tedavi görmeyen ve kalp hızını etkileyebilecek herhangi bir hastalığı olmayan, I/II derece esansiyel arteryel hipertansiyonlu 20 hasta (13 erkek, 7 kadın; ort. yaş 53±10) alındı. Tüm hastaların gündüz ve geceki sistolik, diyastolik ve arteryel kan basınçları ve kalp hızlarının belirlenmesi için 24 saatlik ambulatuvar kan basıncı izlemesine başvuruldu. Daha sonra, 50 mg/gün dozla oral metoprolol süksinat tedavisine başlandı. Yirmi gün sonunda 24 saatlik ambulatuvar kan basıncı izlemesi tekrarlandı.
Bul­gu­lar: Tedavi sonunda güniçi ortalama sistolik, diyastolik ve arteryel kan basınçları anlamlı düşüş gösterdi (p<0.001); gece ölçülen basınçlarda da anlamlı düşüş görüldü (sırasıyla p=0.021, p=0.039, ve p<0.001). Gündüz ve geceki ortalama kalp hızlarındaki düşüşler de anlamlıydı (p<0.001). Güniçi bazal kalp hızı ile arteryel kan basıncındaki gündüz düşüşü arasında anlamlı ilişki izlendi (r=0.666, p=0.001). ROC (receiver operating characteristics) eğrisi analizinde, güniçi bazal kalp hızının 72/dk veya üzerinde olduğu hastalarda, arteryel kan basıncında elde edilen düşüşün anlamlı derecede daha fazla olduğu görüldü (p=0.04).
So­nuç: Bulgularımız, bazal kalp hızı yüksek olan hastaların arteryel hipertansiyon için beta-bloker tedavisinden daha fazla yarar gördüklerini göstermektedir.
Objectives: Beta-blockers are widely used in the treatment of hypertension. Although decrease in heart rate has a major role in beta-blocker treatment, data are limited on the association between heart rate and the effectiveness of beta-blockers. This study was designed to evaluate the effect of basal heart rate on the efficiency of beta-blocker treatment in patients with essential arterial hypertension.
Study design: This prospective study included 20 patients (13 males, 7 females, mean age 53±10 years) with grade I/II essential hypertension, who did not receive any antihypertensive drugs and did not have any disease affecting the heart rate. Following 24-hour ambulatory blood pressure monitoring for daytime and nighttime systolic, diastolic, and arterial blood pressures, and mean heart rates, oral metoprolol succinate treatment (50 mg/day) was started. At the end of 20 days, 24-hour ambulatory blood pressure monitoring was repeated.
Results: There were significant decreases in mean daytime systolic, diastolic, and arterial (p<0.001) blood pressures (p<0.001) with corresponding decreases in nighttime blood pressures (p=0.021, p=0.039, and p<0.001, respectively). Changes in daytime and nighttime mean heart rates were also significant (p<0.001). There was a significant correlation between the daytime basal heart rate and the decline in daytime arterial blood pressure (r=0.666, p=0.001). ROC (receiver operating characteristics) curve analysis showed that patients with a daytime basal heart rate of 72/min or higher had a significantly greater reduction in arterial blood pressure (p=0.04).
Conclusion: Our results suggest that patients with higher basal heart rates benefit more from beta-blocker treatment for arterial hypertension.

OLGU BILDIRISI
6.
İntrakardiyak tümörü andıran mitral anülüs kalsifikasyonu
Atypical mitral annular calcification mimicking an intracardiac tumor
Uğur Önsel Türk, Emin Alioğlu, İstemihan Tengiz, Ertuğrul Ercan
Sayfalar 427 - 429
Mitral anülüs kalsifikasyonu özelikle yaşlı kişilerde görülen oldukça yaygın bir ekokardiyografik bulgudur. Sıklıkla posterior atrioventriküler olukta görülür. Genellikle mitral kapak fonksiyonlarında önemli bir anormalliğe yol açmaz. İntramiyokardiyal uzanımı nadirdir. Öyküsünde hipertansiyon tanısı olan 67 yaşında kadın hasta nefes darlığı ve çarpıntı yakınmalarıyla başvurdu. Fizik muayenesinde aritmi ve artmış kan basıncı dışında özellik yoktu. Elektrokardiyogramda, ventriküler hızı 80/dk olan atriyal fibrilasyon ve inkomplet sağ dal bloku izlendi. Göğüs grafisinde orta derecede genişlemiş kalp görüntüsü izlendi; transtorasik ekokardiyografide, posterior perianüler bölgede, posterior mitral yaprakçık tabanı ile sol ventrikül duvarı arasında, kalp tümörünü andıran yuvarlak ekojenik bir kitleye rastlandı. İkiboyutlu, renkli ve spektral Doppler görüntülemede mitral darlık ya da yetersizlik bulgusu yoktu. Kontrastsız kardiyak manyetik rezonans görüntülemede (MRG), sinyal yoğunluğu göstermeyen kalsifiye kitlenin posterior mitral anülüsü ve posterobazal miyokard duvarını tuttuğu görüldü. Kontrastlı MRG’de perfüzyon izlenmedi. Tanı, posterior mitral anülüsten yanındaki miyokard duvarına uzanım gösteren mitral anülüs kalsifikasyonu şeklinde kondu.
Mitral annular calcification (MAC) is a common echocardiographic finding in geriatric population and is usually seen in the posterior atrioventricular groove. In general, MAC does not affect mitral valve functions. Intramyocardial extension is rare. A 67-year-old woman presented with shortness of breath and palpitation. She had a history of hypertension. Physical examination was unremarkable except for arrhythmia and raised blood pressure. The electrocardiogram showed atrial fibrillation with a ventricular rate of 80/min and an incomplete right bundle branch block. A chest radiogram showed a moderately enlarged heart silhouette, transthoracic echocardiography demonstrated a round echogenic mass in the posterior periannular region between the base of the posterior mitral leaflet and contiguous left ventricular wall, suggestive of a cardiac tumor. There were no findings of mitral stenosis or regurgitation in 2D, color and spectral Doppler imaging. Unenhanced cardiac magnetic resonance imaging (MRI) revealed involvement of the posterior mitral annulus and posterobasal myocardial wall, and calcified nature of the mass with no signal intensity. Contrast-enhanced MRI showed no perfusion of the mass. The mass was diagnosed as MAC extending from the posterior mitral annulus to the adjacent myocardial wall.

7.
Ventriküler septal defekt nedeniyle ameliyat edilen bir hastada rezidüel şantı taklit eden sağ koroner arter anevrizması
Right coronary artery aneurysm mimicking a residual shunt in a patient with previous ventricular septal defect repair
Mehmet Özaydın, Oktay Peker, Ercan Varol, Süleyman M Aslan
Sayfalar 430 - 432
Ventriküler septal defekt (VSD) nedeniyle 10 yıl önce ameliyat edilen 20 yaşında erkek hasta rezidüel VSD şantı şüphesiyle araştırıldı. Fizik muayenede sternumun sol alt kenarında 2/6 sistolik ve hafif diyastolik üfürümler duyuldu. Transtorasik ekokardiyografide sol atriyumda dilatasyon, orta derecede mitral, hafif derecede aort yetersizliği görüldü. Renkli Doppler ekokardiyografide aort kapağı komşuluğunda, rezidüel VSD şantına benzeyen mozaik renkli jet akım izlendi. Ancak, bu akım sağ koroner artere ait idi. Koroner anjiyografi ve kalp kateterizasyonunda, çapı 11 mm olan sağ koroner arter anevrizması, aortta psödokoarktasyon ve orta derecede mitral, hafif derecede aort yetersizliği saptandı. Rezidüel VSD görülmedi. Rezidüel VSD şantına benzeyen mozaik renkli jetin sağ koroner arter anevrizmasıyla ilgili olduğu sonucuna varıldı. Hasta için aspirinle tıbbi tedavi planlandı.
A 20-year-old male was examined because of the suspicion of a residual ventricular septal defect (VSD) shunt following a VSD repair of a 10-year history. On physical examination, there was a grade 2/VI systolic and a mild diastolic murmur over the left lower sternal border. Transthoracic echocardiography showed a dilated left atrium and moderate mitral and mild aortic regurgitation. Color Doppler echocardiography showed a mosaic-colored jet near the aortic valve that appeared to be a residual VSD shunt. The jet was the flow of the right coronary artery (RCA). Coronary angiography and cardiac catheterization revealed an aneurysm of the RCA, 11 mm in size, pseudocoarctation of the aorta, and moderate mitral and mild aortic regurgitation. No residual VSD was detected. It was concluded that the jet was associated with the aneurysmal RCA. Medical treatment with aspirin was scheduled for the patient.

8.
Akut pulmoner tromboembolizm sırasında atriyoventriküler tam blok ve senkop gelişimi
Complete atrioventricular block and syncope during acute pulmonary thromboembolism
Ömer Alyan, Özcan Özdemir, Fehmi Kaçmaz, Serkan Topaloğlu
Sayfalar 433 - 435
Akut pulmoner tromboembolizmde sağ dal bloku, T dalga ve ST-segment değişiklikleri en yaygın görülen elektrokardiyografi (EKG) bulgularıdır. Tam atriyoventriküler blok ise sadece bir olguda bildirilmiştir. Altmış üç yaşında kadın hasta tekrarlayan senkop atakları ve ani başlayan dispne ile başvurdu. Yatış EKG’sinde tam atriyoventriküler blok saptandı. Daha önce benzer semptomları olmayan hastanın üç ay önce çekilen EKG’si tamamen normal idi. Hastaya femoral venden geçici pacemaker takıldı. Fizik ve laboratuvar bulguları nedeniyle akut pulmoner emboliden şüphelenilen hastaya yapılan pulmoner arter anjiyografisinde sağ pulmoner arter proksimalinin neredeyse tamamen tıkalı olduğu görüldü. Koroner arterler ise normal bulundu.Streptokinaz infüzyonu ile trombolitik tedavi ve arkasından standart heparin infüzyonu ile klinik düzelme sağlandı ve atriyoventriküler blokun çözüldüğü görüldü. Hasta 15 gün sonra, oral warfarin tedavisi verilerek taburcu edildi.
The most common electrocardiographic (ECG) findings in acute pulmonary thromboembolism (PTE) are right bundle branch block, T wave, and ST-segment changes. Complete atrioventricular (AV) block has hitherto been reported in only one patient with PTE. A 63-year-old female patient presented with recurrent syncope and sudden-onset dyspnea. There was complete AV block in the admission ECG. She never had similar complaints before and an ECG taken three months before was completely normal. A temporary pacemaker was placed through the femoral vein. Physical and laboratory findings were suggestive of acute pulmonary embolism. Pulmonary artery angiography demonstrated nearly total occlusion of the proximal right pulmonary artery. Her coronary arteries were normal. Thrombolytic therapy with streptokinase infusion followed by standard heparin infusion resulted in clinical improvement and resolution of complete AV block. The patient was discharged on the 15th day with oral warfarin treatment.

DERLEME
9.
Koroner sinüs anatomisi ve klinik önemi
The anatomy of the coronary sinus and its clinical significance
Mustafa Karaca, Mustafa Hakan Dinçkal, Güray Öncel
Sayfalar 436 - 440
Koroner sinüs karmaşık bir yapı ve önemli elektrofizyolojik özelliklere sahiptir. Atriyoventriküler noda yakınlığı, interatriyal septumun aşağısında bulunması, sağ ve sol atriyuma komşuluğu ve elektriksel özellikleri kardiyak aritmilerde önemli bir rol oynar. Koroner sinüs kanülasyonu sayesinde, sol atriyum ve sol ventrikül kaynaklı aritmilerin haritalanması, tanınması ve ablasyon tedavileri yapılabilir. Son zamanlarda, biventriküler uyarma için sol ventriküle açılan bir yol olarak kullanılmaktadır. Bu yazıda koroner sinüs anatomisi ve klinik önemi değerlendirildi.
The coronary sinus (CS) has a complex structure and notable electrophysiologic properties. Its close proximity to the atrioventricular nodal complex, situation below the interatrial septum, and vicinity of the right and left atria, and its electrical characteristics could play an important role in cardiac arrhythmias. Cannulation of the CS has enabled mapping, identification, and ablation therapy of arrhythmias arising from the left atrium and left ventricle. More recently, the CS has become a gateway to the left ventricle for biventricular pacing. This review revisits the anatomy and clinical importance of the CS.

OLGU GÖRÜNTÜSÜ
10.
Üçdamar hastalığını düşündüren yaygın koroner spazm ve intrakoroner nitrogliserin uygulamasının gereksiz girişimleri önleyici rolü
Multivessel coronary vasospasm mimicking three-vessel coronary artery disease and the role of intracoronary nitroglycerin to prevent unnecessary interventions
Mutlu Vural, Bayram Bağırtan, Oktay Sancaktar
Sayfa 441
Günlük uygulamada perkütan koroner girişim (PKG) kararı alınmış hastaların işleme alındıklarında ciddi darlıklarının çözüldüğü sık tecrübe edilmektedir. Bunun da ötesinde koroner baypas ameliyatı olan hastaların sonradan normal koroner arterlerinin olduğunun anlaşılması bizi şaşırtabilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde üç damar hastalığı sonucu baypas ameliyatı yapılırken ölen bir hastada otopsi sonucunda normal koroner arterlerin gösterilmesi çarpıcıdır. Bu makalede daha önceden bilinen göğüs ağrısı, bayılma ya da kalp hastalığı olmayan 58 yaşında erkek olgunun anjiyografik görüntülerini sunduk. Sigara kullanmak dışında aterosklerotik riski bulunmayan hastada hahvehanede yoğun sigara dumanı altındayken göğüs ağrısı başlamış ve sonrasında bayılmıştır. Acile geldiğinde akut inferolateral miyokard infarktüsü tanısı ile acilen kateter salonuna alınmış ve sağ koroner arterde (RCA) ciddi darlıkların olduğu görülmüştür (Resim 1-A). Sol sistemde sol ön inen arter (LAD), sirkümfleks arter ve 1.diyagonel arterde de önemli darlıklar izlenmiştir (Resim2-A). EKG'de II, III, aVF ve V5-6 uçlarında ST yükselmesi olması üzerine ilk planda RCA’ya birincil perkütan translüninal koroner anjiyoplasti (PTKA) kararı alınmıştır. Balon ya da stent çapını belirlemek için önce intrakoroner nitrogliserin (200 microgram) uygulandığında RCA’nın normal olduğu görülünce birincil PTKA işlemine son verilmiştir (Resim 1-B). Bu aşamada sol koroner sisteme de intrakoroner nitrogliserin uygulanmış ve LAD ortasındaki uzun önemsiz plak dışında tüm lezyonların çözüldüğü ve damarların çapının ortalama iki kat arttığı gözlenmiştir (Resim 2-B). Sonuç olarak, yaygın koroner spazmın çok damar hastalığını taklit edebileceği akılda tutulmalıdır. İntrakoroner nitrogliserin yapmak gibi kolay bir yaklaşımla uygun olmayan tıbbi tedavi, PKG ya da koroner baypas ameliyatı önlenerek gereksiz kaynak kaybı, hastada sakatlık ya da ölüm gibi olumsuz olayların önüne geçilebilir.
No engilish abstract

11.
Transtorasik ekokardiyografi ile tanı konan pulmoner tromboemboli
Pulmonary thromboembolism diagnosed by transthoracic echocardiography
Özgül Uçar, Hülya Çiçekçioğlu, Zehra Güven Çetin, Bora Demirçelik
Sayfa 442
48 yaşında kadın hasta nefes darlığı ve karında şişlik yakınmaları ile başvurdu. Transtorasik ekokardiyografide ana pulmoner arter bifurkasyonuna oturmuş,sol pulmoner artere doğru uzanan büyük trombüs saptandı.
48-year-old female patient presented with the complaints of shortness of breath and abdominal distention. Transthoracic echocardiography revealed a large thrombus settled on pulmonary artery bifurcation which extended through left pulmonary artery.

DIĞER YAZILAR
12.
Uzman Yanıtları
Answers of Specialist
Cengiz Ermiş, Can Hasdemir, Merih Baykan
Sayfalar 443 - 444
Makale Özeti |Tam Metin PDF

13.
Kardiyoloji yayınlarında gündem ve yorumlar
Comments on cardiology publications
Ertan Ural
Sayfa 445
Makale Özeti |Tam Metin PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama

Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi