ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 30 (7)
Cilt: 30  Sayı: 7 - Temmuz 2002
1.
İngilizce Özetler
Summaries of Articles

Sayfalar 398 - 401
Makale Özeti |Tam Metin PDF

2.
Türk Yetişkinlerinde Dislipidemik Hipertansiyon: Yaygınlığı ve Koroner Riske Bindirdiği Yük
Dyslipidemic Hypertension Among Turkish Adults
Altan ONAT, Sadık TOPRAK, Köksal CEYHAN, Vedat SANSOY
Sayfalar 402 - 409
Yetişkinlerimizde dislipidemik hipertansiyonun (DH) yaygınlığını ve koroner risk yüklemedeki rolünü araştırmak üzere, TEKHARF 2000/01 yılı takibine ilişkin veritabanı incelendi. Popülasyon örneklemi, ölçümler ve tanımlar daha önce yayınlanmıştı. Kan basıncı sistolik <130 ve diyastolik <85 mmHg bulunan ve antihipertansif ilaç kullanmayan bireyler normotansif olarak nitelendirildi. Geriye kalan hipertansif bireylerden DH tanımı için, Amerikan NCEP kılavuzunda metabolik sendromla (MS) ilgili olarak kan basıncı, trigliserid ve HDL-kolesterol için öne sürülen kriterler ele alındı; kan basıncı yüksek-normal ya da hipertansif değerler gösteren, ama trigliserid ve HDL-K düzeyleriyle ilgili her iki kriteri doldurmayan kişiler ise "basit hipertansif" ya da kısaca hipertansif olarak tanımlandı. DH, 30 yaş ve üzerindeki erkeklerimizin %20'sinde, kadınlarımızın %21'inde tesbit edildi; tüm hipertansiyonluların %35'ini oluşturdu. Basit hipertansiyonlulara kıyasla, DH'da bel çevresi, açlık serum insülin, apolipoprotein (apo) B, HDL-dışı kolesterol düzeylerinin ve total kolesterol/HDL-kolesterol oranının yüksekliği göze çarptı. Kadınlarda basit hipertansiyonlularla benzer yaşta, erkeklerde 5 yaş daha genç ortaya çıkan DH, tanım gereği, MS ifade ediyordu. DH'lu erkekler tüm MS'luların 5/8'ini, DH'lu kadınlar 4/9'unu teşkil etti. Diyabet veya glukoz intoleransı, DH'da iki kata yakın daha sık rastlandı. Basit hipertansiyonlulara kıyasla, DH'da prevalan koroner hastalık olasılığı kadınlarda sadece %23, erkeklerde %100 daha yüksekti. DH'un yaygınlığı sonucu, ülkemizdeki tüm koroner hastaları arasında DH'dan kaynaklananların payı %33 bulundu. DH'lular arasında total kolesterol'ün >200 mg/dl ya da apo B'nin (130 mg/dl veya CRP'nin (4 mg/L olması kriterleri aracılığıyla, prevalan KKH olasılığını %94'lük negatif öngördürücü değer ve %50'yi aşan doğrulukla belirlemenin mümkün olduğu anlaşıldı. Sonuç olarak KKH'na yakalanan Türk yetişkinlerinin önemli bir bölümünün altında yattığı ve 5 milyonu aşkın kişide varolduğu tahmin edilen DH, yaştan bağımsız biçimde normotansif bireylere göre iki kat fazla, basit hipertansiflere kıyasla erkeklerde %52'lik ilave bir koroner risk bindirmektedir. DH'da prevalan yüksek KKH olasılığı için, total kolesterol >200 mg/dl'lik sınırı (ya da apo B veya CRP'yi) içeren kriterleri birer "screening" test olarak kullanılabilir.
The cohort 2000/01 of the Turkish Adult Risk Factor Study was investigated cross-sectionally with respect to dyslipidemic hypertension (DH) with the purpose of assessing its extent and the excess burden of coronary heart disease (CHD) risk it imparted among Turkish adults. The population sample and methodology of the ongoing study had previously been published. Individuals with a systolic pressure < 130, a diastolic pressure <85 mmHg and not being on antihypertensive medication were designated as normotensive. Of the remaining hypertensive participants, DH was considered in those having values of blood pressure, plasma triglyceride and HDL-cholesterol consistent with the metabolic syndrome criteria of the recent NCEP guidelines, whereas those exhibiting high-normal or hypertensive values but not meeting criteria of both triglycerides and HDL-cholesterol wer designated as "simple hypertensives" or, briefly, as hypertensives. DH was found in 20% of men and 21% of women among a cohort of 1860 persons in whom fasting triglyceride measurements were available, and constituted 35% of all hypertensives. As compared to simple hypertensives, DH was characterized by higher values of waist circumference, fasting serum insulin, apolipoprotein (apo) B, nonHDL-cholesterol and total/HDL-cholesterol ratio. Male DH formed 5/8th and female DH 4/9th of all subjects with MS. Age-adjusted likelihood of CHD was 65% higher in men but only 18% higher in women than simple hypertensives. DH was estimated to be the mechanism underlying one of each 3 cases of CHD in Turkey. One of two alternatives in DH, either a level of total cholesterol >200 mg/dl (or of apo B'nin ?130 mg/dl or CRP'nin ?4 mg/L) allowed to determine the likelihood of prevalent CHD with a total diagnostic accuracy of 50% or more. We conclude that DH, estimated to be inherent in over 5 million Turkish adults, adds a substantial excess CHD risk even to that of simple hypertension. The use of high total cholesterol values in DH may serve as a simple screening test to differentiate those subjects with DH at high risk.

DERLEME
3.
Mitral Darlığında Sol Atriyal Appendikste Spontan Eko Kontrastı ve Trombus Oluşumu ile İlişkili Akım Hızı Sınır Değerleri
Cut-off Limits for Left Atrial Appendage Flow Velocities Associated with Spontaneous Echo Contrast and Thrombus Formation in Mitral Stenosis
Nihal ÖZDEMİR, Cihangir KAYMAZ, Osman KARAKAYA, Murat AKÇAY, Murat YÜCE, Cihan ÇEVİK, Murat BİLALOĞLU, Olcayto İNCEDERE, Cevat KIRMA, Mehmet ÖZKAN
Sayfalar 410 - 416
Sol atriyum appendiks (SAA) içinde spontan eko kontrastı (SEK) ve /veya trombus (TR) bulunuşu, azalmış SAA akım hızları ile ilişkili bulunmuş olup, SEK ve TR sıklığı mitral darlığı (MD) olgularında artmaktadır. Bununla birlikte, MD olgularında SAA içinde SEK ve lümeni tümüyle doldurmayan TR bulunuşu ile ilişkili SAA akım hızı sınır (cut-off) değerleri yeterince araştırılmamıştır. Çalışmamız, SEK ve/veya TR bulunan MD olgularında SAA akım hızı spektrumunu değerlendirmeyi ve SAA'da SEK ve TR oluşumu için öngörücü olabilecek akım hızı sınır (cut-off) değerlerini araştırmayı amaçlamaktadır. Çalışma grubu saf veya dominant MD tanısıyla transözofajiyal ekokardiyografi (TEE) uygulanan 283 olgudan (E 102, K 181, yaş ort. 43±26) oluşturulmuştur. Olguların 155'inde (%54.8) ritm atriyal fibrilasyon, diğerlerinde sinusal ritimdi. Zirve SAA çıkış ve giriş akım hızları (ÇAH ve GAH) TEE ile ölçüldü. Appendiksi tümüyle dolduran TR olguları çalışma dışı bırakıldı. Appendiks içinde SEK ve TR bulunuşu bakımından SAA akım hızlarının "receiver operating characteristics" (ROC) eğrisi ve "cut-off " değerleri araştırıldı. Appendiks içinde SEK ve TR sırasıyla 70 (%24.7) ve 57 (%20.1) olguda bulundu. Olgular SAA içinde sadece SEK bulunanlar (grup 1), SEK ve TR bulunanlar (grup 2) ve SEK veya TR bulunmayanlar (grup 3 ) olarak sınıflandı. Seri genelinde SAA ÇAH ve GAH bakımından taban ve apeks arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Ayrıca, gerek taban ÇAH ve GAH arasında, gerekse apeks ÇAH ve GAH arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Grup 2'de atriyal fibrillasyon sıklığı, grup 1 ve grup 3'tekinden (%91.6 ve %38.4, %46, p<0.05) yüksekti. Grup 1 ve 2 arasında sol atriyum çapı, mitral kapak alanı, SAA ÇAH ve GAH bakımından fark bulunmadı (p>0.05). Buna karşılık, mitral kapak alanı, SAA ÇAH ve GAH, grup 3'te grup 1 ve 2'dekinden anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Sol atriyal appendikste SEK bulunuşu için akım hızı cut-off değeri 0.15 m/s, TR için cut-off değeri 0.13 m/s olarak belirlendi. Sonuç olarak; MD bulunan olgularda SAA içinde SEK ve TR varlığı ile ilişkili akım hızı cut-off değerleri 0.12 ve 0.13 m/s olarak belirlenmiştir. Bu değerlerin altındaki SAA akım hızlarına sahip olup, SEK veya TR bulunmayan olguların takibinin bu sınırların geçerliliği ve öngörücü değerine dair önemli katkılar sağlayabileceğini düşünüyoruz.
Spontaneous echo contrast (SEC) and /or thrombus (THR) in left atrium appendage (LAA) were known to be associated with reduced blood flow velocities, and their frequency was found to be increased in patients with rheumatic mitral valve stenosis (MS). However, cut-off limits of LAA flow velocities relate to SEC and THR formation within the LAA in patients with MS were not investigated. The purpose of our study is to investigate the LAA flow velocity (FV) spectrum in patients of MS with SEC and /or THR, and to determine the cut-off limits of LAA-FV which may be predictive for SEC and non-obliterating THR formation within LAA in these patients. Study population comprised 283 patients (M 102, F 181, mean age 43±26) who underwent transesophageal echocardiography (TEE) because of a pure or predominant MS. Atrial fibrillation was detected in 155 (54.8%) patients, and sinus rhythm was present in the remainder. Peak outward and inward LAA- FV were measured during TEE procedure. Patients with LAA occluded by THR were excluded from the study. Receiver operating characteristics curve (ROC) and cut-off values of peak FV associated with SEC and THR formation within the LAA were investigated. Spontaneous echo contrast and THR within the LAA were detected in 70 (24.7%) and 57 (20.1%) patients, respectively. Patients with SEC, with both SEC and THR, and without SEC or THR were classified as group I, II, and III, respectively. Both the peak outward and inward FV's detected in orifice and apex of LAA were not found to be different (p>0.05). Moreover, outward and inward FV's were not different for each location of LAA (p>0.05). Incidence of atrial fibrillation were higher in group II as compared with group I and III (91.6% vs 38.4% and 46%, p<0.05). Left atrial diameter, mitral valve area, outward and inward FV of LAA were not different between group I and II (p>0.05). However, mitral valve area, outward and inward FV of LAA were higher in group III as compared with group I and II (p<0.05). Cut-off value of FV for SEC in the LAA was 0.15 m/s, and for THR in the LAA was 0.13 m/s. We conclude that LAA FV cut-off limits for SEC in the LAA is 0.13 m/s, and for THR is 0.12 m/s in patients with MS. Prospective follow-up of patients having FV below these limits and without SEC or THR may give additional data concerning the validity and predictive value of these limits.

ORIJINAL ARAŞTIRMA
4.
Gestasyonel Hipertansiyonun Sol Ventrikül Geometrisine Etkisi
The Effect of Gestational Hypertension on Left Ventricular Geometry
İbrahim DEMİR, Hüseyin YILMAZ, Emre ALTEKİN, İbrahim BAŞARICI, Cengiz ERMİŞ, Gürkan ZORLU
Sayfalar 417 - 421
Amaç: Gebelikte kalb hızı, atım volümü, kalp debisi, sol ventrikül kitlesi artarken periferik vasküler direnç düşer. Bazı gebeliklerde 3. trimestirde karşılaşılan gestasyonel hipertansiyon (GHT) geçici bir hipertansiyon modeli olarak kabul edilmektedir. Geçici hipertansiyonun kardiyak geometri üzerine olan etkisi ise bilinmemektedir. Bu çalışmadaki amacımız GHT gelişen gebelerde akut basınç yüklenmesinin sol ventrikül geometrisine (SVG) etkisini araştırmaktır. Materyal ve Metod: Gestasyonel hipertansiyon tanısı almış yaş ortalaması 28.7±8.9 yıl olan 43 gebe çalışmaya alındı (Grup A). Gestasyonel hipertansiyon kan basıncının >140/90 mmHg olması kriterine göre koyuldu. Kan basıncı normal, yaş ortalaması 25.7±5.7 yıl olan sağlıklı 56 gebe kontrol grubu olarak alındı (Grup B). Gebelere doğum öncesi sol lateral dekubitus pozisyonunda transtorasik ekokardiyografik değerlendirme yapıldı. M-mode görüntülerinden sol ventrikül (SV) sistol sonu (SS) ve diyastol sonu (DS) çapı, SV septum ve arka duvar kalınlığı ölçüldü. Sol ventrikül kitle indeksi (SVKİ) ve göreceli duvar kalınlığı (GDK) Devereux ve Ganau formülünden hesaplandı. Sol ventrikül geometrisi, göreceli duvar kalınlığı ve SVKİ'e bakılarak normal (N), konsantrik hipertrofi (KH), eksantrik hipertrofi (EH), ve konsantrik 'remodeling' (KR) olarak ayrıldı. Bulgular: Hipertansif gebelerde SVKİ 138±13.8 g/m2, GDK 0.46±0.09 normal gebelerde ise 117±15 g/m2 ve 0.4±0.03 bulundu (p=0.01, p=0.03 sırasıyla). Geometrik patern hipertansif gebelerde %38.9 N, %19.4 EH, %14 KH, %27.7 KR olarak bulunurken normal gebelerde sırasıyla %78.6, %7, %5.4, %9 saptandı (p<0.001). Sonuç: Bu bulgularla GHT olan gebelerde SVKİ ve GDK normal gebelerde olduğundan daha fazladır. En sık bulunan anormal geometrik patern ise EH ve KR'dir.
Heart rate, stroke volume, cardiac output and left ventricular mass increase during pregnancy while peripheral vascular resistance decreases. Gestational hypertension (GHT) which is noted in some pregnancies during the third trimester is considered as a temporary condition. Its effects on left ventricular geometry (LVG) is not known. In this study we aimed to assess the effects of this acute pressure overload in GHT on the LVG. Forty-three pregnant women (mean age 28.7±8.9 years) with gestational hypertension were included in the study (Group A). Blood pressure levels over >140/90 mmHg were considered as GHT in this group. Fifty-six pregnant women (mean age 25.7±5.7 years) with normal blood pressures formed the control group (Group B). Transthoracic echocardiographic evaluation was performed at left lateral decubital position for all women before delivery. Left ventricle (LV) end-systolic (ES) and end-diastolic (ED) diameters, LV septal and posterior wall thickness were measured and LV mass index (MI) and relative wall thickness (RWT) were calculated using Devereux and Ganau formulas. LVG was defined as normal (N), concentric hypertrophic (CH), eccentric hypertrophic (EH) and concentric remodeling (CR). LVMI and RWT were 138±13.8 g/m2 and 0.46±0.09 and 117±15 g/m2 and 0.4±0.03 in Group A and Group B, respectively (p=0.01, p=0.03). LVG was %38.9 N, %19.4 EH, %14 CH, %27.7 CR in hypertensive pregnants and was %78.6 N, %7 EH, %5.4 CH, %9 CR in normotensive pregnants (p<0.001). These findings suggest that LVMI and RWT are greater in GHT compared to normotensive pregnants. Abnormal geometric pattern most frequently observed are eccentric hypertrophy and concentric remodeling

5.
Östrojen ve Hormon Replasman Tedavilerinin Aort Sertliği Üzerine Etkileri
The Effects of Estrogen and Hormone Replacement Therapy on Aortic Stiffness
Şevket GÖRGÜLÜ, Mehmet EREN, Seden ÇELİK, Bahadır DAĞDEVİREN, Tayfun GÜROL, Zeynep TARTAN, Sacit CİNSOY, Orhan ÖZER, Necdet SÜER, Tuna TEZEL
Sayfalar 422 - 427
Amaç: Östrojen replasman tedavisi (ÖRT) ve hormon replasman tedavisinin (HRT) aort sertliği üzerine olan etkilerini incelemek. Materyel ve Metod: Jinekoloji polikliniğinde muayene olan gerek doğal yollarla gerekse cerrahi işlemden dolayı menopoza giren ve hormonal tedavi verilmesi düşünülen hastalardan iki çalışma grubu oluşturuldu. Birinci gruba 2 mg östrodiol hemihidrat+1mg noretisteron asetat (HRT) başlanırken, ikinci gruba 2 mg östrodiol hemihidrat (ÖRT) başlandı. Her iki grubun hastalarında hem tedavi öncesi hem de tedavinin 12. haftasında olmak üzere aortun sertlik parametreleri olan strain, distensibilite ve beta indeksine bakıldı. M-mode çubuğu aort kapağının 3 cm distalindeki çıkan aort bölgesinden geçecek şekilde yerleştirildikten sonra alınan traseden çıkan aortun sistolik ve diyastolik çapları alındı. Aort trasesinin öne doğru olan maksimum hareketin olduğu yerden sistolik ve EKG'nin R pikine uyan bölgeden de diyastolik çap ölçüldü. Hemen ekokardiyografik muayene sonrası sağ koldan standart manşon ve sfigmomanometre ile kan basıncı ölçüldü. Aortik strain ve distensibilite ekokardiyografi ile elde edilen çıkan aorta çapları ve sfigmomanometre ile ölçülen kan basıncı parametreleri kullanılarak hesaplandı. Bulgular: ÖRT tedavisi ile, beta indeksinde (5.2±2.5' ya karşı 3.2±2.2, p=0.001) ve distensibilitede (5.2±3.7' e karşı 6.1±4.1 cm2.dyn-1.10-3, p=0.036) düzelme saptanırken HRT ile her üç parametrede (strain için %10.7±4.7 ye karşı 12.8±7.6, beta indeksi için 4.9±2.1 e karşı 3.3±2.4 ve distensibilite için 4.6±2.1 e karşı 5.6±4.1 cm2.dyn-1.10-3, hepsi için p<0.05) iyileşme elde edildi. Sonuç: Hem ÖRT ve hem de HRT nin aort sertliği üzerine iyileştirici etkileri olup, progesteronun aort fonksiyonları üzerine olumsuz etkisi gözlenmemiştir.
Objective: The main objective of this study was to investigate the effects of estrogen replacement therapy (ERT) and hormone replacement therapy (HRT) on aortic stiffness. Methods: The study groups were composed of postmenopausal women who were first examined in a gynecology clinic and thought to be suitable candidates for hormonal therapy. Group I was composed of 20 naturally menopausal women who were receiving 2 mg estradiol hemihidrate+noretisteron acetate, while group II consisted of 22 surgically menopausal women who received 2 mg estradiol hemihidrate. Each group was evaluated in respect to aortic elasticity properties before and after 12 weeks of hormonal therapy. Ascending aorta diameters were measured on the M-mode tracing at a level 3 cm above the aortic valve. The systolic diameter was measured at the maximal anterior motion of the aorta, whereas the diastolic diameter was measured at the peak of the QRS complex on the simultaneously recorded electrocardiogram. The right brachial artery systolic and diastolic pressures were obtained immediately before and after the echocardiographic study using conventional sphygmomanometry. Aortic strain and distensibility were calculated by using ascending aorta diameters and blood pressure measurements. Results: There were significant decreases for heart rate (85±13 vs 79±12 bpm, p=0.015), and beta index (5.2±2.5 vs 3.2±2.2, p=0.001) with ERT. Distensibility (5.2±3.75 vs 6.1±4 cm2.dyn-1.10-3, p=0.036) was increased by this therapy. HRT was observed to reduce heart rate (79±12 vs. 75±12 bpm, p=0.026) and improve aortic elasticity properties (for strain 10.7±4.7 vs. 12.8±7.6 %, for beta index 4.9±2.1 vs. 3.3±2.4 and for distensibility 4.6±2.1 vs. 5.6 ±4.1 cm2.dyn-1.10-3). Conclusion: Both ERT and HRT exerts improvement on aortic elasticity properties while progesterone has no adverse effect on thisi improvement.

DERLEME
6.
Hiperofisi Olan ve Olmayan Hipertansif Hastalarda Doku Doppler Yöntemi ile Elde Edilen Mitral Anüler Velositelerin Değerlendirilmesi
Assessment of Mitral Annular Velocity Provided by Doppler-Tissue Imaging Technique in Hypertensive Patients with or Without Hypertrophy
Bahattin BALCI, Mustafa YAZICI, Özcan YILMAZ, Osman YEŞİLDAĞ
Sayfalar 428 - 433
Sol ventrikül hipertrofisinin varlığında, global diyastolik fonksiyon parametrelerinin daha fazla bozulduğu bilinmektedir. Ancak, sol ventrikül hipertrofisinin bölgesel diyastolik fonksiyonlar üzerine olan etkisi henüz yeterince araştırılmış bir konu değildir. Bu çalışmada JNC-VI raporunda belirtilen kriterlere göre hafif-orta derece hipertansiyonu olan 50 hastada diyastolik mitral anüler velositelerinin hipertrofi varlığında nasıl değişim gösterdiği araştırıldı. Sol ventrikül hipertrofisinin varlığı, sol ventrikül kitle indeksine göre saptandı. Sol ventrikül hipertrofisi 27 hastada yoktu (grup I). Kalan 23 hastada sol ventrikül hipertrofisi hipertansiyona eşlik etmekteydi (grup II). Kontrol grubu olarak 24 sağlıklı kişi alındı. Mitral anüler segmentlerden (bazal septum, bazal lateral, bazal anterior ve bazal inferior) pik sistolik (Sm), pik erken diyastolik (Em), pik geç diyastolik (Am) velositeler ile Em/Am oranı ve erken diyastolik dalganın deselerasyon zamanı kaydedildi, standart M-mode ve Doppler parametreleri ölçüldü. Yaş, cinsiyet ve global diyastolik fonksiyon parametreleri açısından bu üç grup arasında istatistiksel fark yoktu. Em ve Am velositesileri ile Em/Am oranı grup II'de diyastolik disfonksiyon lehine daha fazla bozulmasına rağmen, grup I'den istatistiksel olarak farklı değildi. Emdt süresi grup II'de sadece bazal anterior segmentte grup I'den anlamlı derecede farklı bulundu. Em/Am<1 oluşuna göre grup II'de bulunan hastalarda incelenen 4 segmentin büyük çoğunluğunda (3.32±1.02 segment) diyastolik fonksiyon bozuk bulundu. Grup I'de segmentlerin yarıdan fazlasında (2.15±1.54 segment) diyastolik fonksiyon bozukluğu vardı. Kontrol grubunda diyastolik fonksiyon bozukluğu olan segment sayısı (0.54±0.82 segment) çok azdı. Bu bulguların yanısıra, diyastolik fonksiyon bozukluğu olan segment sayısının yaş (r=0.66), sol ventrikül kitle indeksi (r=0.35), sistolik (r=0.58) ve diyastolik (r=0.54) kan basıncı ile ilişkili olduğu saptandı (hepsi için p<0.05). Sonuç olarak, hipertansiyonda bölgesel diyastolik fonksiyon bozulmaktadır. Hipertansiyona sol ventrikül hipertrofisinin eşlik etmesi halinde, bölgesel diyastolik fonksiyondaki bozulma daha belirgin olmaktadır.
Global diastolic function parameters are much more impaired in the presence of left ventricular hypertrophy. But, effect of left ventricular hypertrophy on regional diastolic function is a subject requiring farther investigation. The change in diastolic mitral annular velocity in the presence of left ventricular hypertrophy was investigated in 50 patients who had mild to moderate degrees of systemic hypertension according to the criteria defined in the JNC-VI report. The presence of left ventricular hypertrophy was determined according to left ventricular mass index. Left ventricular hypertrophy was absent in 27 patients (group I). There was left ventricular hypertrophy accompanying systemic hypertension in the remaining 23 patients (group II). Twenty-four healthy subjects were taken as control group. Peak systolic (Sm), peak early diastolic (Em), peak late diastolic (Am) velocities and deceleration time of early diastolic wave (Emdt) were recorded from the mitral annular segments (basal septum, basal lateral, basal anterior and basal inferior). Additionally, standard M-mode and Doppler parameters were measured. There was no statistical difference among these 3 groups with respect to age, sex and global diastolic function parameters. In spite of the fact that Em, Am velocities and their ratio (Em/Am) were much more impaired in favour of diastolic dysfunction in group II, the different did not reach rignificance from group I. Emdt duration in group II was significantly found from group I only in the basal anterior segment. In group II patients, based on the existence of Em/Am <1, diastolic function was found impaired in the great majority of four segments examined (3.32±1. segments) and was present in more than half of segments in group I (2.15±1.54 segments). By contrast, number of segments with diastolic dysfunction was very few in the control group (0.54±0.82 segments). Furthermore, correlation existed between the number of segments with diastolic dysfunction and age (r=0.66), left ventricular mass index (r=0.35), systolic (r=0.58) and diastolic (r=0.66) blood pressure (p<0.05 in all of them). We conclude that regional diastolic function is impaired in systemic hypertension. If left ventricular hypertrophy accompanied systemic hypertension, impairment in the regional diastolic function is much more prominent.

7.
Kalp Transplantasyonlu Hastalarda Ekokardiyografik Değerlendirme
Echocardiographic Evaluation of Patients with Heart Transplant
Cemil GÜRGÜN, Sanem NALBANTGİL
Sayfalar 434 - 440
Kalp transplantasyonu son dönem kalp yetersizliğinin tedavisinde uygulanan en etkin yöntemlerdendir. Bununla birlikte erken dönemde görülen organ reddi ve enfeksiyon, ilerleyen yıllardaki vaskülopati bu grup hastaların tedavi başarısını sınırlamaktadır. Komplikasyonların erken tanı ve tedavisi hayatta kalımı arttırması dolayısıyla önemlidir. Girişimsel yöntemlerin bu komplikasyonların kesin tanısında kullanılabilirliğine rağmen, tanı ve takipte ekokardiyografik değerlendirme önemli yer tutar. Özellikle yeni ekokardiyografik metodlardan doku Doppler görüntüleme (TDI) ve stres ekokardiyografisi, "Integrated Backscatter" (IBS) akut rejeksiyonların ve vaskülopatinin tanısında kullanılmaktadırlar. Yazımızda transplantasyon kalbinin özellikleri, işlem sonrası komplikasyonların tanı ve takibinde ekokardiyografinin rolü hakkında bilgi vermeyi amaçladık.
Heart transplantation has evolved as the most definitive therapy for end-stage heart failure. However, acute rejection and infection in early postoperative period and vasculopathy in following years have limited the outcome of these patients. It is important to recognize and treat these complications in the early period to improve survival. Although invasive tests are being used to establish the diagnosis, noninvasive tests like echocardiography may provide useful information in the follow-up of the patients. New echocardiographic methods such as tissue Doppler imaging (TDI), stress echocardiography and integrated backscatter (IBS) have shown to be helpful in detecting acute rejection. In this review, we aim to provide information regarding routine echocardiographic characteristics of a transplanted heart and about the use of echocardiography in the follow-up and diagnosis of complications.

8.
Anjiyotensin Dönüştürücü Enzim Geni Polimorfizmi ve Kardiyovasküler Hastalıklar
Angiotensin-Converting Enzyme Polymorphisms and Cardiovascular Diseases
Cem BOSTAN, Sezer KARCIER - (MÜNİBOĞLU)
Sayfalar 441 - 448
Endotel hücrelerinde membrana bağlı olarak bulunan anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) anjiyotensin I (AI)'in anjiyotensin II (AII) ye dönüşümünü ve bradikininin parçalanmasını sağlayarak dolaşımdaki homeostazda önemli rol oynar. Dolaşımdaki AII düzeyi, AI düzeyi ve ACE aktivitesine bağımlıdır. Dolaşımdaki ACE nin çoğu vasküler endotelden kaynaklanır. Fonksiyonel olarak benzer, birbiri ile ilişkili dolaşımda ve dokuda olmak üzere iki renin anjiotensin sistemi (RAS) vardır. Doku RAS aktivitesinin artmasında ACE düzeyi en önemli faktördür. Böylece doku AII düzeyi de artar. Son zamanlarda tesbit edilen ACE geni polimorfizmi, ACE ekspresyonunda değişikliklere neden olur. Anjiyotensin dönüştürücü enzim geni polimofizminin çeşitli iskemik ve iskemik olmayan kardiyovasküler hastalıklarla ilişkili olduğu ileri sürülmektedir. Hipertansiyonla ACE geni polimorfizmi arasında ilişki olmadığı bildirilmekte ise de, aksine raporlar da vardır. Bu konu halen tartışmalıdır. Anjiyotensin dönüştürücü enzim geni polimorfizmi ile sol ventrikül hipertrofisi (SVH) arasında ilişki olduğu hakkında fikir birliği vardır. Bu gen ACE düzeyini arttırdığından, AII oluşumu artışı ve bradikinin kallikrein sisteminin bloke oluşu nedeniyle nitrik oksit (NO) ve diğer vazodilatör prostaglandinlerin salınımı azalır , endotel disfonksiyonu ortaya çıkar. Endotel disfonsiyonu aterosklerozun öncüsüdür. DD genotipli kişilerde yüksek ACE düzeyleri AII oluşumunu arttırdığından çeşitli mekanizmalarla iskemik olaylar başlayabilir. Halen anjiyotensin dönüştürücü enzim geni polimofizmi ile miyokard infarktüsü , dilate kardiyomiyopati (KMP), hipertrofik KMP ve koroner anjiyoplasti sonrası restenozun ilişkisi tartışılmaktadır. İleride yapılacak çeşitli çalışmalarla ACE geni veya polimorfizminin kardiyovasküler hastalıkların fizyolojik ve patolojik özellikleri üzerinde etkili bağımsız bir risk faktörü olduğu onaylanırsa, hastalar genotiplerine göre çeşitli risk kategorilerine ayrılarak uygun tedavileri yapılabilecektir.
Angiotensin converting enzyme (ACE), bound to the cell membrane of endothelial cells catalyzes the conversion of A I to A II and degradation of bradykinins. Circulating AII levels depend on AI levels and ACE activity. Major source of circulation ACE is the vascular endothelium. There are two distinct, functionally similar and interrelated RASs : tissue RAS and the circulatory RAS. The increase in tissue RAS activity and consequent increase in tissue A II level is predominantly influenced by ACE levels. Angiotensin converting enzyme gene (ACEG) polymorphism is thought to be associated with ischaemic and nonischaemic cardiovascular disease. The relatonship between ACEG polymorphism and hypertension is still controversial whereas the relation with left ventricular hypertrophy is well established. "The enhanced ACE activity caused by this gene polymorphism not only increases the A II generation, it's also associated with the blokadge of bradykinin-kallikrein system which stimulates the release of NO and other vasodilatory prostaglandins. The resulting endothelial dysfunction is a significant precursor to atherosclerosis. Subjects with DD genotype have an increased risk of ischaemic events attributed to high ACE and A II levels. The association between ACEG polymorphism and myocardial infarction, dilated / hypertrophic cardiomyopathy and post PTCA restenosis is still contraversial. Further studies confirming the ACEG or ACEG polymorphism as an independent risk factor in the physiologic and pathologic characteristics of cardiovascular disease would enable the clinicians to stratify patients into various risk categories and to institute appropriate risk factor modulations.

OLGU
9.
Ekstrakorporeal Litotripsi Sonrası Gelişen Miyokard Hasarı ve Ventriküler Aritmi Olgusu
Development of Myocardial Injury and Ventricular Arrhythmia Following Extracorporeal Lithotripsy
Seden ÇELİK, Ertan ÖKMEN, Şevket GÖRGÜLÜ, Neşe ÇAM, Tuna TEZEL
Sayfalar 449 - 451
Ekstrakorporeal şok dalga litotripsisi üriner sistem taşlarının tedavisinde sıkça tercih edilen bir tedavi yöntemidir. Bu işlem esnasında ve sonrasında oluşan ventriküler aritmiler bildirilmiştir. Ancak litotripsi nedeni ile gelişen miyokard hasarı ve iskemik komplikasyonlar oldukça nadirdir. Ekstrakorporeal litotripsi sonrasında angina ve ventriküler aritmi gelişen, elektrokardiyografi ve talyum sintigrafisinde iskemik bulgular saptanan genç bir hastayı sunuyoruz.
Extracorporeal schock wave lithotripsy is a frequently preferred therapy modality for urinary system calculus. Ventricular arrhythmias occurring during or after lithotripsy procedure have been reported. However, myocardial injury and ischemic complications due to lithotripsy are very rare. We are reporting a young patient who had angina, ventricular arrhythmia, and ischemic findings in electrocardiography and Tl-201 perfusion scintigraphy following extracorporeal lithotripsy.

DERLEME
10.
Anjiografik Olarak Normal Koroner Arterleri Olan Bir Hastada Çok Sayıda Bal Arısı Sokmasına Bağlı Miyokardiyal Toksisite Bulguları
Honey-Bee Sting Myocardial Toxicity in a Patient with Angiographically Normal Coronary Arteries
M.Tarık SİRKECİ, Y.Ayten FERAHBAŞ, Abdurrahman OĞUZHAN, Serap UTAŞ
Sayfalar 452 - 454
Arı sokmasına bağlı olarak lokal reaksiyonlardan anaflaktik şoka kadar değişen klinik tablolar ortaya çıkabilmektedir. Kardiyak troponin T(cTnT) miyokardiyal hasarın duyarlı ve özgül bir belirtecidir. Arı sokmasına bağlı kreatininfosfokinaz (CPK) ve kreatininfosfokinaz - miyokard bandı (CPK-MB) düzeylerinde artışın olduğu bildirilmesine rağmen, cTnT düzeylerinin anlamlı plazma konsantrasyonu seviyesine ulaştığına dair literatür kaydına rastlanılmamıştır. Arı zehirindeki bazı maddelerin direkt miyokardiyal toksisiteye sebep olduğunu düşündüğümüz olgumuz, arı sokmasına bağlı cTnT yüksekliği saptanan ilk olgudur.
The clinical findings due to bee-sting are widely variable from local reaction to anaphylactic shock. Cardiac troponin T (cTnT) is a specific and sensitive marker for myocardial injury. According to our knowledge, data are lacking in the literature inform on the elevation of plasma level of cTnT rather than of creatinine phosphokinase (CPK) and CPK- myocardial band (CPK-MB) after bee-sting. We describe a case of a 59-year-old man in whom cTnT was significantly elevated as a result of direct myocardial toxicity of bee venom.

11.
Right Coronary Artery Originating From Distal Left Circumflex Artery - A Rare Anomaly
Hasan TURHAN, Ş.Funda BIYIKOĞLU, Ramazan ATAK, Ertan YETKİN, Erdal DURU
Sayfalar 455 - 457
Single coronary artery is a rare congenital anomaly of the coronary circulation. Right coronary artery originating from distal left circumflex is an extremely rare variety of single coronary artery. In this paper, we presented a patient with single coronary artery system, in whom the right coronary artery originated from the distal left circumflex. No other associated cardiac anomaly was detected.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi