ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 47 (3)
Volume: 47  Issue: 3 - April 2019
INVITED EDITORIAL
1.Cardiovascular effects of laparoscopic sleeve gastrectomy
Niki Katsiki, Dimitri Mikhailidis
PMID: 30982811  doi: 10.5543/tkda.2019.16256  Pages 159 - 161
Abstract |Full Text PDF

ORIGINAL ARTICLE
2.Short-term effects of sleeve gastrectomy on weight loss and diastolic function in obese patients
Mustafa Aytek Şimşek, Ayça Türer Cabbar, Olcay Özveren, Sinan Aydın, Öge Taşçılar, Muzaffer Değertekin
PMID: 30982826  doi: 10.5543/tkda.2018.95994  Pages 162 - 167
Amaç: Bariatrik cerrahinin obez hastaların kalp yapısı ve fonksiyonlarını iyileştirdiği bilinmektedir. Bu çalışmada ‘sleeve’ gastrektominin (tüp mide ameliyatı) vücut ölçüleri ve diyastolik fonksiyon üzerinde kısa dönem etkilerini araştırdık.
Yöntemler: ‘Sleeve’ gastrektomi planlanan 41 ardışık obez hasta çalışmaya dahil edildi. Çalışma başlangıcında ve takipte vücut ölçümleri ve ekokardiyografik ölçümler kaydedildi. Toplam kilo kaybı yüzdesi ve fazla kilonun kayıp yüzdesi hesaplandı.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 42.85±11.47 idi, bunların 21’i (%51.1) kadındı. Ortalama vücut kitle indeksi (VKİ) 44.86±5.62 kg/m² idi. Ortalama takip süresi 91.24±44.48 gündü. Katılımcılarda istatistiksel anlamlı olarak kilo kaybı (26.64±10.5 kg), VKİ’de (8.84±3.93 kg/m²) ve vücut yüzey alanında (VYA) azalma (0.27±0.12 m²) saptandı. Mitral E hızında ve mitral annüler e hızında anlamlı artış; mitral A hızında, E/e oranında, sol ventrikül kitlesinde (LVM) ve sol atriyum hacminde (LAV) anlamlı azalma saptandı. Vücut ölçülerindeki değişiklik miktarı ile ekokardiyografik ölçümlerdeki değişim miktarları arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Sadece fazla kilonun kayıp yüzdesi ile LAV’deki azalma arasında orta derecede pozitif korelasyon saptandı.
Sonuç: ‘Sleeve’ gastrektomi ile ameliyat sonrası kısa dönemde anlamlı kilo kaybı ve diyastolik parametrelerde anlamlı iyileşme sağlanmıştır. Kilo kaybı miktarı ile ekokardiyografik parametreler arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır.
diac structure and function in obese patients. This study was an examination of the short-term effects of sleeve gastrectomy on body measurements and diastolic function.
Methods: A total of 41 consecutive obese patients who were scheduled to undergo a sleeve gastrectomy procedure were included in the study. Baseline body and echocardiographic measurements and the follow-up counterpart data, including total and excess weight loss percentages, were recorded.
Results: The mean age of the patients was 42.85±11.47 years. Of the total, 21 (51.1%) patients were female. The mean body mass index (BMI) was 44.86±5.62 kg/m². The mean duration of follow-up was 91.24±44.48 days. The participants demonstrated statistically significant weight loss (26.64±10.95 kg), as well as a decrease in BMI (8.84±3.93 kg/m²) and body surface area (0.27±0.12 m²). A significant increase in E velocity and mitral annular e velocity were observed, as well as a significant decrease in A velocity, E/e ratio, left ventricle mass, and left atrial volume (LAV). No significant correlations between the body measurement changes and changes in echocardiographic parameters were observed, with the exception that the excessive weight loss percentage was moderately correlated with a change in LAV.
Conclusion: Sleeve gastrectomy led to a significant decrease in body weight and improved diastolic function parameters in the short-term. No significant relationship was found between the amount of weight loss and change in echocardiographic measurements.

3.Ischemic changes in lead aVR is associated with left ventricular thrombus or high-grade spontaneous echocontrast in patients with acute anterior myocardial infarction
Yahya Kemal İçen, Yurdaer Dönmez, Abdullah Orhan Demirtaş, Hasan Koca, Mustafa Lütfullah Ardıç, Ayşe Selcan Koç, Fadime Karataş, Mevlut Koç
PMID: 30982814  doi: 10.5543/tkda.2018.57296  Pages 168 - 176
Amaç: Biz bu çalışmada, akut anteriyor miyokart enfarktüslü (ME) hastalarda, yüzeyel elektrokardiyografide aVR derivasyonundaki iskemik değişiklikler ile sol ventrikül trombüsü (LVT) veya yüksek dereceli spontan ekokontrastı (SEK) arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık.
Yöntemler: Yüzeyel EKG’de aVR derivasyonunda T dalga polaritesi (TPaVR) ve ST segment sapması (STaVR) sayısal olarak ölçüldü ve mutlak değerleri hesaplandı. Büyük mutlak değerin, küçük olana bölünmesiyle ST/TPaVR oranı elde edildi. Ekokardiyografik görüntülerden LVT veya yüksek dereceli SEK varlığı kaydedildi. Syntax skoru (SS), klinik SS (cSS) ve rezidüel SS’leri (rSS) anjiyografik görüntülerden hesaplandı.
Bulgular: Otuz dört hastada LVT veya yüksek dereceli SEK mevcuttu ve Grup 1 olarak adlandırıldı. Yüz yetmiş hastada herhangi bir LVT ya da yüksek dereceli SEK yoktu ve bu hastalar Grup 2 olarak belirlendi. P dalgası süresi, V2 ST-segment yüksekliği, TPaVR, cSS ve ST/TPaVR oranı, Grup 1’de anlamlı olarak daha yüksek bulundu. EF ve STaVR, grup 2’de anlamlı olarak yüksek bulundu. EF (OO: 0.9, %95 GA: 0.833–0.973, p=0.008), TPaVR (OO: 1.454, %95 GA: 1.074–1.967, p=0.015) ve ST/TPaVR oranı (OO: 1.6, %95 GA: 1.307–1.959, p<0.001) grup 1 için bağımsız belirteç olarak tespit edildi.
Sonuç: Anteriyor ME’li hastalarda; yüzeyel EKG’de aVR derivasyonundaki iskemik değişiklikler, LVT veya yüksek dereceli SEK ile yakından ilişkilidir.
Objective: The aim of this study was to investigate the relationship between ischemic changes in the lead aVR and left ventricular thrombus (LVT) or high-grade spontaneous echo contrast (SEC) in patients with acute anterior myocardial infarction (MI).
Methods: Quantitative T wave polarity in lead aVR (TPaVR) and ST segment deviation in the lead aVR (STaVR) measured from a surface electrocardiogram (ECG), as well as the absolute numerical values, were recorded. The ST/TPaVR ratio was obtained by dividing the larger absolute value by the smaller. The presence of LVT or high-grade SEC was recorded using echocardiograpy. The SYNTAX score (SS),
clinical SS (cSS), and residual SS (rSS) were calculated from angiography results.
Results: A total of 34 patients with LVT or high-grade SEC were included in Group 1. Group 2 comprised 170 patients who did not have any LVT or high-grade SEC. The P wave duration, V2 ST-segment elevation, TPaVR, cSS, and ST/TPaVR ratio were significantly higher in Group 1. The ejection fraction (EF) and STaVR were significantly higher in Group 2. The EF (Odds ratio [OR]: 0.9, 95% confidence interval [CI]: 0.833–0.973; p=0.008), TPaVR (OR: 1.454, 95% CI: 1.074–1.967; p=0.015), and ST/TPaVR ratio (OR: 1.6, 95% CI: 1.307–1.959; p<0.001) were determined to be independent predictors for Group 1.
Conclusion: Ischemic changes in the lead aVR are closely associated with LVT or high-grade SEC in anterior MI patients.

4.Are prolactin serum levels and coronary artery atherosclerosis correlated in postmenopausal women? A cross-sectional study
Alireza Amirzadegan, Elnaz Salimi, Ali Hosseinsabet
PMID: 30982813  doi: 10.5543/tkda.2018.45213  Pages 177 - 184
Amaç: Prolaktin düzeyi, ateroskleroza eğilimi artıran çeşitli durumlarla ilişkilidir. Aterom plaklarında prolaktin reseptörleri bulunmuştur. Ancak serum prolaktin düzeyiyle koroner arter aterosklerozunun yaygınlık ve ciddiyeti arasında korelasyon henüz çalışılmamıştır. Bu çalışma bu ilişkiyi incelemektedir.
Yöntemler: Selektif koroner anjiyografi adayı olan, serum prolaktin düzeyleri normal 414 postmenopozal kadın çalışmaya alındı. Hastaların lipit profilleri, serum prolaktin, tiroit uyarıcı hormon, C-reaktif protein, üre, kreatinin ve açlık kan şekeri düzeyleri ölçüldü. Her bir hastanın Gensini skoru hesaplandı. Çalışma popülasyonu serum prolaktin düzeyinin üçte birlik dilimlerine göre 3 gruba ayrıldı.
Bulgular: Tek değişkenli analizde 3 grubun Gensini skorları arasında istatistiksel açıdan anlamlı herhangi bir farklılık yoktu (p=0.075). Çok değişkenli analizde, serum prolaktin düzeyinin Gensini skoru için bağımsız bir belirleyici olmadığı (p=0.430), buna karşılık yaş, hipertansiyon ve diyabetin bağımsız belirleyiciler olduğu saptandı.
Sonuç: Bu çalışmada, postmenopozal kadınlarda serum prolaktin düzeyiyle Gensini skoruyla ifade edilen koroner arter aterosklerozu arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir korelasyon bulunmadı.
Objective: Prolactin is correlated with some conditions that predispose individuals to atherosclerosis. Prolactin receptors have been found in atherosclerotic plaques. However, the correlation between the serum prolactin level and the extension and severity of coronary artery atherosclerosis has yet to be studied.
Methods: In total, 414 postmenopausal women candidated for selective coronary angiography with normal serum prolactin levels were enrolled. The patients’ lipid profile and levels of serum prolactin, thyroid-stimulating hormone, C-reactive protein, urea, creatinine, and fasting blood sugar were measured. The Gensini score for each patient was calculated. The study population was divided into 3 groups according to the tertile of the serum prolactin level.
Results: There was no statistically significant difference in terms of the Gensini score between the 3 groups in the univariate analysis (P = 0.075). The multivariable analysis showed that the serum prolactin level was not an independent determinant of the Gensini score (P = 0.430), whereas age, hypertension, diabetes and dyslipidemia were the independent determinants of the Gensini score.
Conclusions: There was no statistically significant correlation between the serum prolactin level and coronary artery atherosclerosis expressed as the Gensini score in our sample of postmenopausal women.

5.Hematological indices in renovascular hypertension: A propensity score matching analysis
Ahmet Seyfeddin Gurbuz, Semi Öztürk
PMID: 30982819  doi: 10.5543/tkda.2018.72436  Pages 185 - 190
Amaç: Bu yazıda, renovasküler (RVH) ve esansiyel hipertansiyon (EH) olan hastalarda nötrofil lenfosit oranı (NLO) ve ortalama trombosit hacmini (OTH) içeren çeşitli hematolojik kan sayımı parametrelerinin farklılığını değerlendirdik.
Yöntemler: Renovasküler hipertansiyonlu 51 hasta ve EH’li 173 hastaya eğilim skoru eşleme analizi uygulandı. Eşleştikten sonra 49 çift hasta karşılaştırıldı.
Bulgular: Eşleşmeden önce, RVH hastaları anlamlı olarak daha yüksek NLO değerlerine sahipti [1.35 (aralık, 1.14–1.76) ve 1.05 (aralık, 0.81–1.3), (p<0.001)] ve OTH [8.7 (aralık, 8.3–9.5) ve 8.4 (aralık, 7.3–9.2), (p=0.002)] değerlere sahipti. Eğilim skoru eşleme analizi sonrası (49’a karşı 49 hasta), yaş, cinsiyet, aterosklerotik risk faktörleri, ateroskleroz sıklığı, kullanılan ilaçlar açısından benzer özellikte gruplar elde edildi. Eşleşme sonrası, RVH olan hastalarda NLO anlamlı olarak yüksek kalırken [1.00 (aralık, 0.76–1.40) ve 1.35 (aralık, 1.15–1.75)] p≤0.001, OTH gruplar arasında farklılık göstermedi. NLO, çok değişkenli lojistik regresyonda RVH ile bağımsız olarak ilişkilendirilen tek parametre idi (Odds Oranı=5.563, %95 Güven Aralığı=2.089–14.814, p<0.001). ROC eğrisi analizinde NLR >1.16, %72 duyarlılık ve %60 özgüllük ile RVH’yi tahmin ettirmekteydi [(AUC)=0.724, %95 GA=0.624–0.823, p≤0.001].
Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları, RVH hastalarında basit ve klinik bir inflamasyon parametresi olan NLO’nun arttığını göstermiştir.
Objective: Various hematological blood count parameters, including the neutrophil-to-lymphocyte ratio (NLR) and mean platelet volume (MPV), were analyzed to assess differences in patients with renovascular (RVH) and essential hypertension (EH).
Methods: A propensity score analysis was performed to match 51 patients with RVH and 173 patients with EH. After matching, 49 pairs of patients were compared.
Results: Before matching, patients with RVH had significantly higher NLR values [1.35 (range: 1.14–1.76) vs. 1.05 (range: 0.81–1.3); p<0.001] and MPV [8.7 fL (range: 8.3–9.5 fL) vs. 8.4 fL (range: 7.3–9.2 fL; p=0.002]. After propensity score matching was performed (49 vs 49 patients), age, sex, atherosclerosis risk factors, frequency of atherosclerosis, and the medications used were similar between groups. The NLR was significantly greater in patients with RVH [1.00 (range: 0.76–1.40) vs 1.35 (range: 1.15–1.75; p<0.001]. The MPV did not differ significantly between groups. The NLR was the only parameter independently associated with RVH in a multivariate logistic regression [odds ratio: 5.563, 95% confidence interval (CI): 2.089–14.814; p≤0.001]. Receiver operating characteristic curve analysis results indicated that NLR >1.16 predicted RVH with a sensitivity of 72% and a specificity of 60% [area under curve: 0.724, 95% CI: 0.624–0.823; p≤0.001].
Conclusion: The results of the present study demonstrated that NLR, which is a simple, clinical parameter of inflammation, was elevated in patients with RVH.

6.Prediction of new onset atrial fibrillation in patients with acute pulmonary embolism: The role of sPESI Score
Ekrem Şahan, Suzan Şahan, Murat Karamanlıoğlu, Murat Gül, Omaç Tüfekçioğlu
PMID: 30982821  doi: 10.5543/tkda.2018.78241  Pages 191 - 197
Amaç: Akut pulmoner emboli (APE) ciddi bir klinik durumdur ve atriyal fibrilasyon (AF) klinik pratikte en sık görülen aritmidir. Pulmoner Emboli Ciddiyet İndeksi (PESI) APE’de kısa dönem mortaliteyi öngören skorlama sistemidir. Bu çalışmada, APE’li hastalarda PESI skoru ile yeni gelişen AF ilişkisini bulmayı amaçladık.
Yöntemler: Mayıs 2012 ile Aralık 2015 arasında başvuran 869 hastanın bilgileri geriye dönük olarak değerlendirildi. Tüm hastaların PESI skorları hesaplandı. Hipertansiyon, koroner veya yapısal kalp hastalığı, hepatik veya böbrek disfonksiyon, kronik obstrüktif akciğer hastalığı, tiroit disfonksiyon, diyabet veya uyku apne, enflamatuvar veya enfeksiyon hastalığı öyküsü, yeni travma veya cerrahi, steroid veya nonsteroid enflamatuvar ilaç kullanımı bulunan hastalar dışlandı. Kırk iki (%4.8) yeni-AF’li hasta dahil edildi.
Bulgular: Yaş, cinsiyet, sistolik ve diyastolik kan basıncı, kalp hızı, açlık glikoz düzeyi, serum kreatinin, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu, trikuspit anüler düzlem hareket değeri ve pulmoner arter sistolik basınç ölçümleri AF olan ve olmayan hastalar arasında anlamlı farklılık göstermedi (p >0.05).Yeni-AF hastalarında daha uzun LVEDD ve LAD değerleri mevcuttu (p <0.05). Yeni-AF grubunda PESI skoru daha yüksekti (93±23 ve 75±17; p<0.001). LVEDD, LAD, ürik asit, bilirubin, albumin, troponin değerleri ve PESI skoru Yeni-AF için tek değişkenli öngörücüler olarak bulundu.
Sonuç: Çalışmamızda yüksek PESI skoru yeni gelişen AF ile ilişkili bulundu. APE hastalarında, 82.50’den büyük PESI skoru yeni-AF öngörücüsü olarak kullanılabilir.
Objective: Acute pulmonary embolism (APE) is a serious clinical situation and atrial fibrillation (AF) is the most common arrhytmia in clinical practice. The Pulmonary Embolism Severity Index (PESI) is an accepted risk stratification tool used to predict short term mortality in APE. The aim of this study was to evaluate the relationship between the PESI score and new-onset AF in patients with APE.
Methods: The records of 869 APE patients admitted between May 2012 and December 2015 were evaluated retrospectively. The PESI score was calculated for every patient. Clinical variables associated with new-onset AF in APE were assessed after the exclusion of patients with hypertension, coronary or hemodynamically significant valvular heart disease, hepatic or renal dysfunction, chronic obstructive pulmonary disease, thyroid dysfunction, diabetes mellitus, sleep apnea, any history of inflammatory or infectious disease, or recent trauma. New-onset AF was detected in 42 (4.8%) patients.
Results: Age, gender, systolic and diastolic blood pressure, heart rate, fasting glucose level, serum creatinine, left ventricle ejection fraction, tricuspid annular plane systolic excursion value, and pulmonary artery systolic pressure measures were not significantly different between patients with and without AF. New-AF patients demonstrated larger LVEDD and LAD dimensions (p <0.001 for both). The PESI score was higher in the new-onset AF group (93±23 vs.75±17; p <0.001). LVEDD, LAD, levels of uric acid, bilirubin, albumin, and troponin, and PESI score were univariate predictors of new-onset AF.
Conclusion: In patients with APE, the PESI score was positively correlated with new-onset AF. A PESI score greater than 82.50 may be useful to predict new-onset AF in these patients.

7.Snapshot evaluation of heart failure in Turkey: Baseline characteristics of SELFIE-TR
Mehmet Birhan Yılmaz, Ahmet Çelik, Yüksel Çavuşoğlu, Lütfü Bekar, Ersel Onrat, Mehmet Eren, Merih Kutlu, Kenan Yalta, Ahmet Temizhan, Barış Kılıçaslan, Hasan Güngör, Mahmut Açıkel, Mesut Demir, Ramazan Akdemir, Mehdi Zoghi, Lale Tokgözoğlu
PMID: 30982817  doi: 10.5543/tkda.2019.66877  Pages 198 - 206
Amaç: Kalp yetersizliği (KY) 21. yüzyılın önemli bir sağlık sorunudur ve ülkemizdeki sıklığı %2.9’dur. Bu hastalığın ülke profili, farklı fenotiplerin sıklığı ve özellikleri, risk faktörleri net olarak ortaya konulmamıştır. Bu çalışmada, ülkemizi temsil eden bir örnekte KY hastaları (SELFIE-TR – Snapshot Evaluation of Heart Failure Patients in Turkey) incelenmiştir.
Yöntemler: Ülkemizdeki 12 NUTS-1 bölgesinden en az iki kardiyoloji uzmanının çalıştığı 23 merkez çalışmaya davet edildi. Merkezler, Ekim veya Kasım aylarından tercih ettiği bir tanesinde, tercih edilen ay içindeki 4 haftanın yine tercih edilen bir gününde, tanısı kılavuzlara uygun olarak doğrulanmış KY hastalarını ardışık olarak çalışmaya dahil ettiler.
Bulgular: Tüm grubun (n=1054) yaş ortalaması 63.3±13.3 yıl idi (E/K oranı: 751/303, %71.3/%28.7). Tüm kohortta kronik KY/akut KY hasta sayıları sırasıyla 712 ve 342; düşük ejeksiyon fraksiyonlu KY (DEF-KY), sınırda ejeksiyon fraksiyonlu KY (SEF-KY) ve korunmuş ejeksiyon fraksiyonlu KY (KEF-KY) hasta sayıları sırasıyla 801 (%76), 176 (%16.7), 77 (%7.3) olarak tespit edildi. Kronik KY olan hastalar akut KY olan hastalara göre daha gençti (61.1±13.3 yıl ve 67.9±12.1 yıl, p<0.001). Tüm kohortta, KY hastalarının %46’sında hipertansiyon, %27.5’inde diyabet (DM), %12.8’inde kronik obstrüktif akciğer hastalığı ve %45.2’sinde önceden geçirilmiş miyokart enfarktüsü olduğu görüldü. DEF-KY fenotipi olan kronik KY hastalarında ACEi/ARB, beta bloker ve MRA kullanım oranları sırasıyla %74.7, %89.7 ve %60.9 olarak saptandı.
Sonuç: SELFIE-TR çalışması ülkemizdeki KY hastalarının anlık fotoğrafını gösteren ilk çalışma olması sebebiyle önemli bilgiler sunmaktadır. Bu bilgiler, kılavuza uygun önleyici ve tedavi edici yaklaşımların geliştirilmesi açısından faydalı olabilir.
Objective: Heart failure (HF) is an important health issue of the 21st century and the prevalence in Turkey has been reported as 2.9%. A national profile, frequency data, characteristics of different phenotypes, and risk factors have not yet been well established. The Snapshot Evaluation of Heart Failure Patients in Turkey (SELFIE-TR) was an analysis of a representative sample of HF patients from Turkey.
Methods: A total of 23 centers with at least 2 cardiologists from the 12 NUTS-1 regions of Turkey were invited to participate in the research. The contributing centers shared the data of a consecutive enrollment of HF patients, as confirmed by an investigator, on a pre-selected day of each week for the month of October or November of 2015.
Results: The mean age of the entire cohort was 63.3±13.3 years (male/female ratio: 751/303, 71.3%/28.7%). There were 712 acute HF patients and 342 chronic HF patients. The total number of HF patients with reduced ejection fraction (HFrEF), heart failure with mid-range ejection fraction, and heart failure with preserved ejection fraction was 801 (75%), 176 (16.7%), and 77 (7.3%), respectively. The patients with chronic HF were younger than those with acute HF (61.1±13.3 years vs 67.9±12.1 years; p<0.001). Among the whole cohort, hypertension was observed in 46%, diabetes mellitus was present in 27.5%, chronic obstructive pulmonary disease was present in 12.8%, and previous myocardial infarction was noted in 45.2%. In patients with HFrEF, the use of an angiotensin-converting enzyme inhibitor or angiotensin receptor blocker, a beta blocker, or a mineralocorticoid receptor antagonist was noted in 74.7%, 89.7%, and 60.9%, respectively.
Conclusion: The SELFIE-TR findings provide important insight, since it is the first study to make a snapshot of HF patients in our country. These data may help to create standardized prevention and treatment strategies.

8.Idiopathic dilated cardiomyopathy in children: Prognostic indicators
Mehmet Emre Arı, Tamer Yoldaş, Utku Arman Örün, Selmin Karademir
PMID: 30982820  doi: 10.5543/tkda.2018.72809  Pages 207 - 215
Amaç: Dilate kardiyomiyopati (DKM) sol ventrikül işlevlerinde bozukluk ve kalp yetersizliği ile seyreden ve prognozu kötü olan bir hastalıktır. Tanısal ve terapötik gelişmelere rağmen etiyoloji hala bilinmemektedir. Çalışmamızda idiyopatik DKM tanısıyla izlenen hastalarımızın yaşam süresini etkileyen faktörleri değerlendirmek istedik.
Yöntemler: Ekim 2005–Ekim 2017 tarihleri arasında idiyopatik DKM tanısı konulan 79 hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, klinik bilgileri, sol ventrikül fonksiyonları, tedavi ve izlemleri hastane kayıtlarından incelendi. Prognoza etki edebilecek faktörlerden; semptomların başlama yaşı, cinsiyet, anne-baba akrabalığı, telekardiyogramda kardiyomegali varlığı, ekokardiyografide azalmış ejeksiyon fraksiyonu (EF), kısalma fraksiyonu (KF), mitral yetersizlik derecesi ve intrakardiyak tromboz gelişimi değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların yaşları 20±60 ay, erkek/kız oranı ise 1.02/1 idi. Hastaların en sık kalp yetersizliği semptom ve bulguları (n=59, %74.7) ile başvurduğu görüldü. En sık görülen fizik muayene bulgusu üfürüm (n=53, %67.1) ve taşikardi (n=48, %60.8) idi. Olguların %73.4’ünde telekardiyografide kardiyomegali vardı. Ekokardiyografi değerlendirmesinde EF ve KF değerleri sırasıyla %35.7±1.3 ve %17.3±6.5 iken 42 (%53.2) hastada 2. derece ve üzerinde mitral yetersizlik olduğu görüldü. İzlem süresi 20±38.1 (1–156) ay idi. Dört olguda (%5.1) intrakardiyak tromboz saptandı. Mortalite oranı %36.7 olarak bulundu. Sağ kalım sürelerine göre prognostik faktörlere bakıldığında; anne baba arasında akrabalık olması, EF ve telekardiyografide kardiyomegali olmasının sağkalım süresini anlamlı derecede kısalttığı görüldü.
Sonuç: Anne baba arasında akrabalık olması, tanı anında telekardiyografide kardiyomegali olması ve EF değerlerinin düşük olması DKM hastalarında sağkalım sürelerini etkileyen en önemli belirteçlerdir.
Objective: Dilated cardiomyopathy (DCM) is a disorder featuring left ventricular dysfunction, heart failure, and a poor prognosis. The etiology is still unclear, despite diagnostic and therapeutic developments. This study was an evaluation of factors affecting the life span of a group of idiopathic DCM patients.
Methods: A total of 79 patients from between October 2005 and October 2017 with a diagnosis of idiopathic DCM were evaluated retrospectively. Demographic characteristics, clinical information, left ventricular function, treatment, and follow-up of the patients were reviewed based on hospital records. Age, gender, parental consanguinity, cardiomegaly on telecardiography, reduced ejection fraction (EF) and shortening fraction (SF), degree of mitral regurgitation, and intracardiac thrombosis were determined to affect prognosis.
Results: The patients were aged 20±60 months, and the male/female ratio was 1.02/1. The patients most frequently presented with heart failure signs and symptoms (n=59, 74.7%). The most common physical examination findings were a murmur (n=53, 67.1%) and tachycardia (n=48, 60.8%). Cardiomegaly was observed on telecardiography in 73.4% of the patients. The EF and SF values were 35.7±12.6% and 17.3±6.5%, respectively. In all, 42 (53.2%) patients had mitral regurgitation of grade 2 or higher. The duration of follow-up was between 1 and 156 months (20±34.9 months). Intracardiac thrombosis was detected in 4 (5.1%) patients. The mortality rate was 36.7%. When the prognostic factors were compared according to survival time, it was determined that survival was reduced in cases of parental consanguinity, low EF, and cardiomegaly.
Conclusion: The most important negative markers affecting the length of survival of DCM patients were parental consanguinity, cardiomegaly detected on telecardiography, and a reduced EF level.

HOW TO?
9.Reduced biventricular pacing: What is the mechanism and how to manage it?
Enes Gül, Sohaib Haseeb, Mohammad Melhem, Osama Al Amoudi, Adrian Baranchuk
PMID: 30982815  doi: 10.5543/tkda.2019.64864  Pages 216 - 217
Abstract |Full Text PDF

REVIEW
10.Ethical overview of health research with regard to the protection of personal health data
Banu Gökçay, Berna Arda
PMID: 30982810  doi: 10.5543/tkda.2019.15957  Pages 218 - 227
Tıp uygulaması içerisinde retrospektif dosya araştırmaları önemli oranda yapılmaktadır. Ancak yeni yasal düzenlemeler ışığında her türlü genetik veriye ilişkin araştırma için özel onam gerektiği gibi, prospektif nitelik taşımayan dosya araştırmaları için de gönüllü/hasta/katılımcı onam formu alınması gerekmektedir. Makalede kişisel sağlık verilerinin korunmasına ilişkin temel başlıklar olan aydınlatılmış onam, mahremiyetin korunması, iyi anonimizasyon uygulamaları araştırma etiği ve tıp hukuku açısından ele alınacaktır.
Retrospective file research is very common in daily medical practice. Approval is required under current law for the review of personal genetic data, and the informed consent of all research subjects is necessary before conducting non-prospective research. In this article, the protection of personal data will be reviewed within the context of informed consent, the protection of confidentiality, the use of good anonymization techniques, research ethics, and medical law.

CASE REPORT
11.Successful transcatheter mitral valve replacement in a patient with bioprosthetic valvular degeneration and severe regurgitation
Beytullah Çakal, Sinem Deniz Çakal, Oguz Karaca, Mehmet Onur Omaygenc, Aydın Yıldırım
PMID: 30982818  doi: 10.5543/tkda.2018.69679  Pages 228 - 231
Transkateter aort kapak, dejenere mitral biyoprotez kapak işlev bozukluğu olan ve tekrar ameliyat riski yüksek olgularda dünyada yüzlerce hastada başarılı bir şekilde kullanılmıştır. Transseptal yaklaşım teknik olarak daha zor olsa da transapikal yaklaşıma kıyasla daha az invaziv, muhtemel daha düşük mortaliteye sahip olup hastanın daha hızlı toparlanması ile ilişkilidir. Burada, dejenere biyoprotez kapağa sahip bir olguda transseptal yaklaşımla başarılı mitral kapak değişimini anlatan ülkemizdeki nadir uygulanmış olan olguyu bildiriyoruz. Bu yazıda, dejenere biyoprotez mitral kapak varlığında güvenli ve etkin bir şekilde perkütan kapak içi kapak implantasyonundan bahsedilmiştir.
The implantation of aortic transcatheter heart valves has been successfully performed throughout the world in hundreds of patients with severe dysfunction of a degenerated mitral bioprosthesis or those at high surgical risk for re-operation. The transseptal approach may be more technically challenging, but is a less invasive procedure and may have a lower mortality rate compared with a transapical approach, and also offers a quick patient recovery. This report is a description of a rare case in Turkey: a successful transseptal mitral valve replacement in a case of a failed bioprosthetic valve. This case illustrates the feasibility and safety of percutaneous valve-in-valve implantation to treat a degenerated bioprosthesis.

12.Simultaneous kissing stent technique for bifurcation lesion in a saphenous Y-graft
Emrah Bayam, Muzaffer Kahyaoglu, Ahmet Güner, Özkan Candan, Müslüm Şahin
PMID: 30982827  doi: 10.5543/tkda.2018.98370  Pages 232 - 234
Safen venöz greftte (SVG) koroner arter bifurkasyon hastalığı oldukça nadirdir. Safen venöz greftte hastalığı, tekrarlayan koroner arter baypas greft cerrahisi (KABG) ile artan morbidite ve mortalite, yüksek prosedürel komplikasyon oranları ve stent restenozu veya perkütan koroner girişimle tekrar revaskülarizasyon gerektiren oklüzyon nedeniyle tedavide zorlu bir lezyon olmaya devam etmektedir. Burada, KABG öyküsü olan ve akut koroner sendrom tanısı alan bir hastada ters Y SVG bifurkasyon hastalığında simultane ‘kissing stent’ tekniği kullanılan bir olgu bildirdik.
Coronary artery bifurcation disease of a saphenous vein graft (SVG) is extremely rare. SVG disease remains a challenging lesion to treat because of increased morbidity and mortality with repeated coronary artery bypass graft (CABG) surgery, a high rate of periprocedural complications, and in-stent restenosis or occlusion requiring repeat revascularization with percutaneous coronary intervention. Presently described is use of the simultaneous kissing stent technique to treat inverted Y SVG bifurcation disease in a patient with a prior CABG and new-onset acute coronary syndrome.

13.A rare and overlooked mechanical complication of partial nephrectomy: Accelerated hypertension due to renal artery stenosis
Yusuf Ziya Şener, Uğur Canpolat, Mustafa Sertaç Yazıcı, Enver Atalar
PMID: 30982812  doi: 10.5543/tkda.2018.26199  Pages 235 - 238
Sekonder hipertansiyon tüm hipertansiyon olgularının %5–10’unu oluşturmaktadır ve renal arter darlığı sekonder hipertansiyonun en sık görülen nedenlerinden biridir. Her ne kadar aterosklerotik damar hastalığı ve fibromusküler displazi renal arter darlığının en sık nedenleri olsa da, vaskülit ve travma gibi diğer nadir etiyolojik nedenler rol oynayabilir. Erken evre renal karsinom tedavisinde parsiyel nefrektomi standart tedavi yaklaşımıdır, bu cerrahi girişim esnasında travmatik renal arter darlığı gelişebilir. Çok nadir görülen istenmeyen yan etki olsa da, literatürde sadece birkaç olgu sunumu mevcuttur. Bu nedenle, bu yazıda parsiyel nefrektomi sonrası travmatik renal arter darlığına ikincil akselere hipertansiyon gelişen bir hastanın başarılı perkütan tedavisi sunulmuştur.
Secondary hypertension accounts for 5% to 10% of all hypertensive cases, and renal artery stenosis is one of the most common causes of secondary hypertension. Although atherosclerotic vascular disease and fibromuscular dysplasia are the leading causes of renal artery stenosis, there are other, rare etiologies, such as vasculitis and trauma. A partial nephrectomy is the standard of care treatment option for early stage renal carcinoma patients. Traumatic renal artery stenosis can occur during this surgical intervention, though it is a very rare adverse event, and only a few case reports have been reported in the literature. This report is the description of successful percutaneous treatment of accelerated hypertension secondary to traumatic renal artery stenosis after a partial nephrectomy.

14.Unexpected entrapment during surgery of anomalous circumflex coronary artery arising from right coronary artery
María Elena Arnáiz García, Jose María González-Santos, María Elena Pérez-Losada, Javier López-Rodríguez, Javier Arnáiz
PMID: 30982823  doi: 10.5543/tkda.2018.89757  Pages 239 - 242
İleri derecede romatizmal kalp kapak tutulumu olan hastaya aort ve mitral kapak replasmanı ile birlikte triküspit halka anuloplastisi uygulandı. Hastada genişlemiş sağ ventrikülün (SağV) ön yüzeyi boyunca seyreden sağ koroner arterden (SağKA) köken alan çıkış anomalili bir sol sirkumfleks koroner arter (SSKA) mevcuttu. Ameliyattan hemen sonra, inferiyor ve lateral miyokart iskemisi belirtileri gelişti. Acilen yapılan koroner anjiyografi sol sirkumfleks koroner arterin sıkıştığını gösterdi. Aortotomi sırasında aort kökünün açınmını optimize etme amacıyla SağV çıkım yoluna yerleştirilmiş ilave bir sütürün koroner arteri sıkıştırdığı belirlendi. Daha önce SSKA oklüzyonu saptanan benzer bir olgu bildirilmemiştir. Burada bu komplikasyonun başarılı bir şekilde tedavisi anlatılmıştır.
A patient with advanced rheumatic heart valve disease underwent aortic and mitral valve replacement with tricuspid ring annuloplasty. There was an anomalous left circumflex coronary artery (LCCA) arising from the right coronary artery (RCA) running along the anterior surface of an enlarged right ventricle (RV). During the immediate postoperative course, signs of inferior and lateral myocardial ischemia developed. An emergent coronary angiography revealed LCCA entrapment. An additional suture placed in the RV outflow tract used to optimize exposition of the aortic root during the aortotomy was determined to be the origin of the coronary entrapment. No similar case of LCCA occlusion has previously been reported. This is a description of successful management of this complication.

CASE IMAGE
15.Percutaneous device closure of a ruptured aortic sinus of Valsalva aneurysm in a patient with a mechanical bileaflet aortic valve
Alimohammad Hajizeinali, Ali Hosseinsabet
PMID: 30982825  doi: 10.5543/tkda.2018.91650  Page 243
Abstract |Full Text PDF | Video

16.A case of carcinoid tumor diagnosed by a cardiologist
Veysel Özgür Barış, Samir Adigozalzade, Hatice Taşkan, Serkan Asil, Uygar Çağdaş Yüksel
PMID: 30982822  doi: 10.5543/tkda.2018.85068  Page 244
Abstract |Full Text PDF | Video

17.Prosthetic aortic vascular graft infection due to left arm cellulitis
Fatih Sivri, Ufuk Eryılmaz, Erdem Ali Özkısacık
PMID: 30982824  doi: 10.5543/tkda.2018.91376  Page 245
Abstract |Full Text PDF

18.Left ventricle pseudoaneurysm detected eight months after myocardial infarction
Mustafa Yılmaztepe, Cihan Öztürk, Fatih Mehmet Uçar, Çağlar Kaya, Muhammet Gürdoğan
PMID: 30982816  doi: 10.5543/tkda.2018.59607  Page 246
Abstract |Full Text PDF | Video

LETTER TO EDITOR
19.Letter to the Editor
Ramin Hacıyev, Serkan Ünlü, Mehmet Rıdvan Yalçın, Gülten Taçoy, Atiye Çengel
Page 247
Abstract |Full Text PDF

CARTOON
20.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 248
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.