ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 46 (4)
Volume: 46  Issue: 4 - June 2018
EDITORIAL COMMENT
1.Septal ablation
Ertan Ural
PMID: 29853690  doi: 10.5543/tkda.2018.09076  Pages 239 - 241
Abstract |Full Text PDF

ORIGINAL ARTICLE
2.Stapling for wound dehiscence after cardiac implantable electronic device implantation
Fuad Habash, Ozan Paydak, Naga Venkata Pothineni, Peyton Card, Asif Sewani
PMID: 29853691  doi: 10.5543/tkda.2018.57059  Pages 242 - 247
Amaç: İmplante edilebilir elektronik cihazları (İEEC) yerleştirilmesi sonucu komplikasyon olarak %0.3 oranında yara açılması bildirilmiştir. Yara açılmasında tedavi yöntemi olarak pens atma (stapling) yöntemi daha önce bildirilmemiştir. Bu yazıda yara açılmasında tek bir merkezin deneyimi ve tedavi yöntemi sunuldu.
Yöntemler: 2009 ila 2016 yılları arasında toplam 759 İEEC takılan hastaların tümünün hasta kayıtları geriye dönük olarak gözden geçirildi.
Bulgular: Yara açılması olan toplam 11 (%1.4) hasta vardı. Hastaların çoğu 9/11 hasta kadın olup 11 hastanın 5’i (%45.5) diyabetikti, yakın zamanlı kemoterapi nedeniyle ikisinin bağışıklık sistemi risk altındaydı. Cihazın enerji kaynağı değiştikten sonra 6, daha üst model biventriküler cihaz kullandıktan sonra 2, biventriküler kardiyoversiyon defibrilatörü (ICD) implantasyonundan sonra 1, iki odacıklı kalp pili yerleştirilmesi sonrası 1 ve deri altına ICD yerleştirilmesi sonrası ise 1 hastada yara açılması oluştu. İşlemlerden ortalama 6 hafta (dağılım, 1–20 hafta) sonra yara açılması oluşmuştu. Hastaların hepsinde steril koşullar altında, intravenöz narkotik analjezikler verildikten sonra açılmış yaralara pens atılmıştı (stapling). Sekiz hastaya IV antibiyotikler verildi ve hastaların hepsi en az 2 hafta oral antibiyotikler aldı. Çalışmaya kabul edilen 11 hastanın 8’inde (%72.7) kan kültürleri negatifti. Ancak 5 hastanın yara kültürleri pozitifti. Stapling telleri ortanca 16 (9–36 gün) günde çıkartıldı. Bu hastaların tümü stapling yöntemiyle başarılı bir şekilde tedavi edilmiş olup cihazların hiçbirinin çıkartılması gerekmemiştir.
Sonuç: Cihaz implantasyonuna bağlı yara açılmasında steril koşullar altında pens atma (stapling) kabul edilebilir bir tedavi stratejisi olabilir. Bu işlem poliklinikte uygulanabilir ve gereksiz yere cihazın çıkartılmasından kaçınmaya yardımcı olabilir.
Objective: Wound dehiscence (WD) has been reported as a complication in 0.3% of cardiac implantable electronic device (CIED) procedures. Stapling has not previously been reported as a treatment modality for WD. Presently described is the experience of a single center with WD and its management.
Methods: A retrospective chart review of all patients who underwent CIED implantation between 2009 and 2016, a total of 759 devices, was performed.
Results: There were a total of 11 (1.4%) patients with WD. The majority 9/11 patients were female, 5 of 11 (45.5%) had diabetes, and 2 of the 11 patients were immunocompromised due to recent chemotherapy. WD occurred in 6 patients after generator change, in 2 patients after a biventricular device upgrade, in 1 patient after biventricular implantable cardioverter defibrillator (ICD) implantation, in 1 patient after dual-chamber pacemaker implantation, and in 1 patient after subcutaneous ICD implantation. The median time of WD was 6 weeks post procedure (range: 1–20 weeks). In all of the patients, wound stapling was performed under sterile conditions after administering intravenous narcotic analgesics. Eight patients received intravenous antibiotics and all patients received at least 2 weeks of oral antibiotics. Blood cultures were negative in 8/11 (72.7%) patients. However, the wound cultures in 5 patients were positive. The staples were removed in a median of 16 days (range: 9–36 days). All of these patients were successfully treated with stapling and none of the devices required extraction.
Conclusion: Stapling under sterile conditions may be an acceptable treatment strategy to manage WD after device implantation. This can be performed as an outpatient procedure and can help avoid unnecessary device extraction.

3.The relationship between low thiol levels and major adverse cardiovascular events after primary percutaneous coronary intervention in patients with STEMI
Oğuz Akkuş, Mustafa Topuz, Hasan Koca, Hazar Harbalioğlu, Onur Kaypaklı, Mehmet Kaplan, Ömer Şen, Atilla Bulut, Hakim Çelik, Özcan Erel, Mustafa Gür
PMID: 29853692  doi: 10.5543/tkda.2018.82668  Pages 248 - 259
Amaç: Bu çalışmanın amacı, primer perkütan koroner girişim yapılan ST-segment yükselmeli miyokart enfarktüsü (STEMI) hastalarında periprosedürel faktörlerle düşük tiyol seviyelerinin ilişkisi olup olmadığını ve 6 aylık takipte prognoza etkilerini belirlemektir.
Yöntemler: Primer perkütan koroner girişim yapılan 241 STEMI ve normal koroner anjiyografi saptanan 67 bireyden oluşan kontrol grubu dahil edildi.
Bulgular: Yaş, kontrast nefropatisi, N-terminal beyin natriüretik peptit (NT-proBNP), stent uzunluğu ve kreatinin native thiol için, NT-proBNP, kontrast nefropatisi ve kreatinin total tiyol ile ilişkili faktörler iken; NT-proBNP disülfit ile ilşkili faktör olarak saptandı. Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu, nativ tiyol, total tiyol, düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) ve serum albümin altı aylık majör istenmeyen kardiyovasküler olaylar (MACE) gelişimine etki eden en etkili parametreler olarak bulundu.
Sonuç: ST-segment yükselmeli miyokart enfarktüs hastalarında sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu, nativ, total tiyol, LDL ve serum albümin uzun dönem morbititeye etki eden faktörler olarak değerlendirilebilir.
Objective: The aim of this study was to investigate whether low thiol levels are associated with peri-procedural factors during primary percutaneous coronary intervention (pPCI) upon admission with ST-segment elevation myocardial infarction (STEMI), and the prognostic value at 6-month follow-up.
Methods: A total of 241 consecutive acute STEMI patients who underwent pPCI and a control group of 67 individuals with a normal coronary angiography were enrolled in the study.
Results: While age, contrast-induced nephropathy, N-terminal prohormone of brain natriuretic peptide (NT-proBNP), stent length, and creatinine were related to native thiol, NT-proBNP, contrast-induced nephropathy, and creatinine were related to total thiol. NT-proBNP was also related to the disulphide level. The left ventricular ejection fraction (LVEF) and the levels of native thiol, total thiol, low-density lipoprotein, and serum albumin were found to be independent predictors of major adverse cardiovascular events (MACEs) during 6 months of follow-up.
Conclusion: Initial lower native thiol, total thiol, LVEF, LDL, and serum albumin may be used to identify patients with an increased long-term risk of unfavorable cardiac events in case of STEMI.

4.The relationship between monocyte/high-density lipoprotein ratio and Selvester QRS score in patients with STEMI
Lütfü Aşkın, Mustafa Çetin, Serdar Türkmen, Hakan Taşolar, Erdal Aktürk
PMID: 29853693  doi: 10.5543/tkda.2018.36151  Pages 260 - 267
Amaç: Monositlerin yüksek yoğunluklu lipoproteine (MHR) oranı kardiyovasküler hastalıkta yeni bir prognostik faktör olarak son zamanlarda önerilmektedir. Çalışmalar ST yükselmeli miyokart enfarktüsü (STEMİ) prognozunun tahmini için Selvester QRS skorunun değerini belgeledi. Bununla birlikte, STEMİ hastalarında QRS skoru ile MHR arasındaki ilişkiyi inceleyen bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada STEMİ’li hastalarda MHR ve QRS skoru arasındaki ilişki incelenmiştir.
Yöntemler: ST yükselmeli miyokart enfarktüslü 99 ardışık hasta Haziran ve Eylül 2016 yılları arasında geriye dönük olarak değerlendirildi. Tüm hastalarda EKG, monosit sayısı ve lipid panellerinin (1. gün, 2. gün ve sonra) seri ölçümleri yapıldı ve ardından MHR bu zaman noktalarında hesaplanmıştır. Hastalar, tahmin edilen enfarktüs boyutuna göre medyan değerlere göre iki gruba ayrıldı: QRS skoru <6 ve QRS skoru ≥6.
Bulgular: Monositlerin yüksek yoğunluklu lipoproteine oranı hastanede 1. günde yüksek QRS skor grubunda daha yüksekti (p=0.001). Tek değişkenli lojistik regresyon analizinde MHR değeri QRS skoruyla ilişkiliydi ve QRS skorunun bağımsız tahmincisi olarak bulundu (OO: 0.390, %95 GA: 0.252–0.605, p<0.001).
Sonuç: Daha yüksek bir MHR, enflamasyon ve oksidatif stresin bir göstergesi olarak kullanılır ve yüksek bir QRS puanı ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Buna ek olarak, STEMİ hastalarında izlem sırasında bu skorların bağımsız bir önbelirleyicisi olduğuna karar verdik.
Objective: The ratio of monocytes to high-density lipoprotein (MHR) has recently been recommended as a new prognostic factor in cardiovascular disease. Studies have documented the value of the Selvester QRS score for prediction of prognosis of ST-elevation myocardial infarction (STEMI). However, no study has examined the association between the QRS score and MHR in patients with STEMI. The present study analyzed the relationship between MHR and QRS score in patients with STEMI.
Methods: A cohort of 99 consecutive patients who experienced STEMI between June and September 2016 was retrospectively evaluated. Serial electrocardiogram, monocyte count, and lipid panel measurements (day 1, day 2, and after discharge) were performed in all patients, and MHR was calculated. The patients were classified into 2 groups based on the median values according to the estimated infarct size: QRS score <6 and QRS score ≥6.
Results: The MHR was higher in the high QRS score group on day 1 in hospital (p=0.001). The MHR value was associated with QRS score in univariate logistic regression analysis and was found to be an independent predictor of the QRS score (Odds ratio: 0.390, 95% Confidence interval: 0.252–0.605; p<0.001).
Conclusion: A higher MHR serves as an indicator of inflammation and oxidative stress and was reported to be associated with a high QRS score. In addition, it was found to be an independent predictor of such scores during follow-up in patients with STEMI.

5.Impact of 25(OH)D3 on spontaneous reperfusion and SYNTAX score in patients with ST-elevation myocardial infarction
Oğuz Akkuş, Mustafa Topuz, Fahrettin Öz, Hazar Harbalıoğlu, Hasan Koca, Mehmet Kaplan, Ömer Şen, Atilla Bulut, Mustafa Gür
PMID: 29853694  doi: 10.5543/tkda.2018.49393  Pages 268 - 275
Amaç: Bu çalışmada, ST yükselmeli miyokart enfarktüsünde (STEMI) spontan reperfüzyon (SR), 25-hidroksivitamin D3 (25[OH]D3) ve SYNTAX skoru arasındaki ilişkileri incelemeyi planladık.
Yöntemler: Geriye dönük olarak STEMI tanısı ile perkütan koroner girişim (PKG) uygulanan toplam 148 hasta çalışmaya alındı.
Bulgular: Perkütan koroner girişim öncesi TIMI 3 akıma sahip (spontan reperfüzyon) toplam 36 hasta grup 1, TIMI 0-2 akıma sahip toplam 112 hasta grup 2 olarak ayrıldı. SYNTAX skoru ve majör istenmeyen kardiyak olay (MACE) sıklığı grup 2’de daha yüksek bulundu (sırasıyla, p=<0.001, p=0.012). Ortalama 25(OH)D3 seviyesi grup 1 hastalarda belirgin olarak yüksek saptandı (p=0.003). Yaş, Killip sınıfı, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ve serum N-terminal pro-B-tip natriüretik peptit SYNTAX skoru ve 25(OH)D3 ile korelasyon gösterirken, troponin-I, C-reaktif protein ve kreatinin sadece SYNTAX skoru ile zayıf korelasyon gösterdi. Spontan reperfüzyon için yapılan multilojistik regresyon analizinde, SYNTAX skoru (p<0.001), Rentrop kollateral varlığı (p=0.049) ve troponin-I seviyesi (p=0.004) belirgin, 25(OH)D3 (p=0.079) ve düşük yoğunluklu lipoprotein (p=0.055) seviyeleri ise istatistiksel olarak sınırda anlamlı bulundu.
Sonuç: ST yükselmeli miyokart enfarktüsü hastalarında düşük 25(OH)D3 seviyeleri spontan reperfüzyonun olmayışı, artmış SYNTAX skoru ve hastane içi mortalite ile ilişkili olabilir.
Objective: The aim of this study was to evaluate the potential relationship between 25-hydroxyvitamin D3 (25[OH]D3), the Synergy between PCI with Taxus and Cardiac Surgery (SYNTAX) score, and spontaneous reperfusion (SR) in patients with ST-elevation myocardial infarction (STEMI).
Methods: A total of 148 consecutive patients with acute STEMI who underwent primary percutaneous coronary intervention were retrospectively enrolled in the study.
Results: In all, 36 patients with a TIMI 3 flow score (spontaneous reperfusion [SR]) before coronary intervention constituted Group 1, and 112 patients with a TIMI flow score of 0-2 served as Group 2. The SYNTAX score and the in-hospital major adverse cardiovascular event (MACE) rate were significantly higher in Group 2 (p<0.001, p=0.012, respectively). The mean 25(OH)D3 level was significantly higher in Group 1 (p=0.003). Age, Killip class, left ventricular ejection fraction, and N-terminal pro-B-type natriuretic peptide were correlated with the SYNTAX score, and 25(OH)D3, troponin-I, C-reactive protein, and creatinine were weakly correlated with the SYNTAX score. Multilogistic regression analysis indicated that the SYNTAX score (p<0.001), Rentrop collateral (p=0.049), and troponin-I (p=0.004) were significantly effective at predicting SR, and 25(OH)D3 (p=0.079) and high-density lipoprotein (p=0.055) were borderline effective.
Conclusion: A lower level of 25(OH)D3 may be associated with the absence of SR, increased disease severity, and in-hospital MACE rates in patients with STEMI.

6.Can hemodialysis change QRS axis in patients without cardiovascular disease?
Ahmet Korkmaz, Abdulkadir Yıldız, Harun Kundi, Funda Başyigit, Havva Tugba Gürsoy, Özgül Uçar Elalmış, Abdurrahman Akyüz, Mehmet İleri, Ümit Güray
PMID: 29853695  doi: 10.5543/tkda.2018.37666  Pages 276 - 282
Amaç: Hemodiyaliz (HD) sırasında hacim ve elektrolit konsantrasyonlarındaki hızlı değişimlere bağlı olarak, bazı elektrokardiyografi (EKG) değişiklikleri veya aritmiler görülebilir. Bu çalışma, son dönem böbrek yetersizliği (SDBY) olan hastalarda HD sonrası elektrokardiyografik QRS aks ve diğer EKG parametreleri değişikliklerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
Yöntemler: Kardiyovasküler hastalığı olmayan, sinüs ritmi olan ve kronik HD tedavisi gören 46 hasta (%65 erkek, ortalama yaş 52±15 yıl) çalışmaya dahil edildi. Kan örnekleri, 12-derivasyonlu EKG ve ekokardiyogramlar HD’den hemen önce ve sonra kaydedildi. QRS aksı ve diğer elektrokardiyografik, ekokardiyografik, elektrolit parametreleri ve hacim değişiklikleri analiz edildi.
Bulgular: Serum üre, kreatinin, potasyum ve BNP konsantrasyonları HD’den sonra anlamlı olarak azaldı ve HD’den sonra serum kalsiyum düzeyleri anlamlı olarak arttı. HD sonrası vücut ağırlığı anlamlı olarak azaldı. HD sonrası QRS süresi, PR intervali, P dalga aksıı, QRS aksıı, QT ve QTc aralığı açısından istatistiksel olarak anlamlıı değişiklik gözlenmedi. Hemodiyaliz sonrası QRS aksındaki herhangi bir değişime göre değişkenler karşılaştırıldığında, biyokimyasal değerler, HD süresi, ultrafiltrasyon hacmi, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ve diğer ekokardiyografi bulguları arasında anlamlı bir farklılık yoktu.
Sonuç: Son dönem böbrek yetersizliği, HD karmaşık ve dinamik süreçlerdir ve bu hastalarda QRS aksındaki değişim nadiren vurgulanmaktadır. Bizim çalışmamızda, kardiyovasküler hastalığı bulunmayan hastalarda HD ile QRS aksında anlamlı bir değişiklik olmadı.
Objective: Due to rapid changes in volume and electrolyte concentration during hemodialysis (HD), some electrocardiographic (ECG) changes or arrhythmias can be seen. The aim of this study was to assess ECG QRS axis changes and other ECG parameters after HD in patients with end-stage renal disease (ESRD).
Methods: A total of 46 patients (65% male, mean age 52±15 years) with a sinus rhythm and without cardiovascular disease who were undergoing chronic HD treatment were included to the study. Blood samples, 12-lead electrocardiograms, and echocardiograms were recorded immediately before and at the end of an HD session. The QRS axis and other electrocardiographic, echocardiographic, electrolyte parameter, and volume changes were analyzed.
Results: The serum urea, creatinine, potassium, and B-type natriuretic peptide concentrations significantly decreased after HD, and the serum calcium levels significantly increased after HD. Body weight significantly decreased after HD. There was no significant difference in the QRS duration, PR interval, P-wave axis, QRS axis, or QT and QTc interval following HD. Based on a comparison of variables according to the any QRS axis change after HD treatment, there was no significant difference in biochemical values, HD time, ultrafiltration volume, left ventricular ejection fraction, or other echocardiographic findings.
Conclusion: ESRD and HD are complex and dynamic processes, and the change in the QRS axis is rarely emphasized in these patients. In our study, there was no significant change in the QRS axis with HD in patients without cardiovascular disease.

7.The prevalence of cardiovascular diseases, risk factors, and cardiovascular drug therapy in very elderly Turkish patients admitted to cardiology clinics: A subgroup analysis of the ELDER-TURK study
Gülay Gök, Ümit Yaşar Sinan, Nil Özyüncü, Mehdi Zoghi, Elder- Türk Investigators
PMID: 29853696  doi: 10.5543/tkda.2018.49579  Pages 283 - 295
Amaç: Bu çalışmanın amacı, kardiyoloji kliniklerine başvuran 80 yaş üstü hastaların kardiyovasküler ilaç kullanımı ve temel klinik özelliklerini belirlemek ve ELDER-TURK (Epidemiology of Cardiovascular Disease in Elderly Turkish Population) çalışmasına katılan 65-79 yaş arası hastaların risk faktörleri ve kardiyovasküler hastalıklarını karşılaştırmaktır.
Yöntemler: ELDER-TURK çalışmasına Mart 2015 ve Aralık 2015 tarihleri arasında kardiyoloji kliniklerine takip olan 65 yaş üstü 5694 hasta alındı. Kardiyoloji kliniklerinde takip edilen 80 yaş ve üstü olan 1098 hastanın (Grup II) kardiyovasküler hastalık prevalansı ve risk faktörü 65–79 yaş arasındaki 4596 hasta grubu (Grup I) ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Grup I’in ortalama yaşı 71.1±4.31 (%50.2 erkek), Grup II’nin ortalama yaşı 83.5±3.12 idi (%47.5 erkek). Hipertansiyon prevelansı %71.3, diabetes mellitus prevelansı %24.6, koroner arter hastalığı prevelansı %44.7, atriyal fibrillasyon prevelansı %35.9 ve böbrek yetersizliği prevelansı %15.5 olarak saptandı. Çok ileri yaş hasta grubunda diabetes mellitus, koroner arter hastalığı, böbrek yetersizliği ve atriyal fibrilasyon gibi kardiyovasküler hastalık risk faktörleri ve komorbid hastalık prevelansında istatistiksel farklılıklar saptandı (sırasıyla, p<0.001, p=0.002, p <0.001, p<0.001). İleri yaş hastaların %28.7’si beta bloker, %10.1’i anjiotensin inhibitorü, %28.4’ü anjiotensin reseptör blokeri, %32.7 mineralokortikoid reseptör antagonisti kullanmaktaydı.
Sonuç: Kardiyoloji kliniklerinde takipli çok ileri yaş Türk hastaları ile ilgili, kardiyovasküler hastalık prevelansı, ko-morbid hastalıklar ve ilaç kullanımları açısından değerli bir veri tabanı toplandı ve incelendi.
Objective: The aim of this study was to determine the baseline clinical characteristics and the cardiovascular drug usage of patients aged ≥80 years who were admitted to cardiology clinics and to compare the cardiovascular disease and risk factors with patients aged 65-79 years who participated in the Epidemiology of Cardiovascular Disease in Elderly Turkish Population (ELDER-TURK) study.
Methods: The ELDER-TURK study included 5694 patients aged over 65 years who were followed up at cardiology clinics between March 2015 and December 2015. The prevalence of cardiovascular diseases and the risk factors of 1098 patients aged ≥80 years (Group II) were compared with 4596 patients aged 65–79 years (Group I).
Results: The mean age of Group I was 71.1±4.31 years (male: 50.2%) and the mean age of Group II was 83.5±3.12 years (male: 47.5%). The prevalence rate was 71.3% for hypertension, 24.6% for diabetes mellitus (DM), 44.7% for coronary artery disease (CAD), 35.9% for atrial fibrillation (AF), and 15.5% for renal failure. A statistical difference in the prevalence of comorbid conditions and cardiovascular disease risk factors, such as DM, CAD, renal failure, and AF was seen in the very elderly group (p<0.001, p=0.002, p<0.001, p<0.001, respectively). In all, 28.7% of the very elderly were using a beta-blocker, 10.1% an angiotensin system inhibitor, 28.4% an angiotensin receptor blocker, and 32.7% a mineralocorticoid receptor antagonist.
Conclusion: Valuable data about the prevalence of cardiovascular and comorbid diseases and medication usage among Turkey`s very elderly patients who were admitted to cardiology clinics was gathered and analyzed.

CASE REPORT
8.Is subcutaneous fat tissue embolization effective and safe as a septal reduction technique in a patient with hypertrophic obstructive cardiomyopathy?
Elnur Alizade, Sabahattin Gündüz, Ahmet Güner, Khagani Isgandarov, Selçuk Pala
PMID: 29853697  doi: 10.5543/tkda.2018.49383  Pages 296 - 300
Hipertrofik obstrüktif kardiyomiyopati, kalıtsal bir kalp hastalığıdır ve artmış sol ventrikül çıkış yolu gradiyenti ile kendini gösterir. Çoğu olguda, bazal septal hipertrofi ve anteriyor mitral yaprakçığın sistolik anteriyor hareketi, sol ventrikül çıkış yolu tıkanıklığının anahtar bileşenleridır. Sıklıkla kabul gören bir tedavi modeli olan septal redüksiyon terapisinin amacı, bu tıkanıklığı gidermektir. Miyektomi septal redüksiyon tedavisi için iyi bilinen ve etkili bir cerrahi teknik olmasına rağmen, transkoroner alkol septal ablasyon ameliyatı reddeden veya cerrahi girişim için uygun olmayan hastalarda alternatif bir tedavi yöntemidir. Daha önce literatürde yeni bir septal redüksiyon yöntemi tanımlanmıştır. Bu olgu sunumunda, yeni septal redüksiyon tekniği ile hipertrofik obstrüktif kardiyomiyopatili 57 yaşındaki bir kadının başarılı bir şekilde tedavi edildiğini bildiriyoruz.
Hypertrophic obstructive cardiomyopathy is an inheritable cardiac disease that typically manifests with an increased left ventricular outflow tract gradient. In most cases, basal septal hypertrophy and systolic anterior motion of the anterior mitral valve leaflet are the key components of the left ventricular outflow tract obstruction. The goal of septal reduction therapy, a widely accepted treatment modality, is to remove this obstruction. Although myectomy is a well-established and effective surgical technique for septal reduction therapy, transcoronary alcohol septal ablation is an alternative therapy for patients who decline to have surgery or who are not suited to a surgical intervention. A new septal reduction method has also been described in the literature. This case report describes the successful treatment of hypertrophic obstructive cardiomyopathy in a 57-year-old female using the new septal reduction technique.

9.Percutaneous treatment of high-output right heart failure with pulmonary hypertension due to a large iliac arteriovenous fistula using a patent ductus arteriosus occluder
Özgür Yaşar Akbal, Aykun Hakgör, Fatih Yılmaz, Seda Tanyeri, Cihangir Kaymaz
PMID: 29853698  doi: 10.5543/tkda.2018.63847  Pages 301 - 305
Bu yazıda, sol ana iliyak arter ile sol ana iliyak ven arasında, muhtemelen iyatrojenik sebeple oluşmuş bir arteriyovenöz fistüle (AVF) sahip olan ve yüksek debili sağ kalp yetersizliği bulguları ile kendini gösteren 41 yaşındaki bir erkek hasta sunuldu. Hastanın invaziv kalp kateterizasyonu ile ölçülen hemodinamik verileri, ciddi şant akımının sebep olduğu prekapiller pulmoner hipertansiyon (PH) ile uyumlu saptandı ve sonrasında bu AVF 16 mm Amplatzer™ patent duktus arteriyozus cihazı ile perkütan yolla başarılı bir şekilde kapatıldı. Kapatma işleminden sonra hastanın şikayetlerinin ve klinik bulgularının dramatik bir şekilde düzelmesine rağmen, hafif PH varlığının devam etmesi sebebiyle, uzun dönem pulmoner vasküler hastalık gelişimini önlemesi adına bosentan tedavisi başlandı.
Presently described is the case of a 41-year-old male patient with signs of high-output right heart failure (HF) due to a possibly iatrogenic arteriovenous fistula (AVF) between the left common iliac artery and the left common iliac vein. Invasively evaluated hemodynamic measurements were consistent with severe shunting, which resulted in precapillary pulmonary hypertension (PH). The AVF was successfully closed with a non-dedicated, 16-mm Amplatzer patent ductus arteriosus occluder (St. Jude Medical, Inc., St. Paul, MN, USA). Although his signs and symptoms were documented to be dramatically improved after closure, because mild PH persisted, adjuvant pulmonary arterial hypertension-targeted treatment with bosentan was initiated to prevent late pulmonary vascular disease.

10.Left atrial appendage closure using Amulet device in a patient with prior percutaneous atrial septal defect closure
Cem Çöteli, Uğur Canpolat, Ergün Barış Kaya, Mehmet Levent Şahiner, Kudret Aytemir
PMID: 29853699  doi: 10.5543/tkda.2018.44884  Pages 306 - 308
Perkütan sol atriyal apendiks (SAA) kapatılması atriyal fibrilasyonu (AF) ve oral antikoagulasyona kontra-endikasyonu bulunan hastalarda inmenin önlenmesinde alternative bir tedavi şeklidir. Ancak daha önce perkütan atriyal septal defekt (ASD) ya da patent foramen ovale (PFO) kapama cihazı konulan hastalarda perkütan SAA kapatılmasının teknik açıdan başarısı ile ilgili çok az bilgi vardır. Bu nedenle, bu olguda daha önce perkütan ASD kapama işlemi yapılan hastada Amplatzer™ Amulet™ kapama cihazı (St. Jude Medical) kullanılarak perkütan yolla başarılı SAA kapama işlemi sunulmuştur.
Percutaneous left atrial appendage (LAA) occlusion is an alternative therapeutic option for stroke prevention in patients with atrial fibrillation and contraindications for oral anticoagulation. There are few data available regarding the technical success of percutaneous LAA closure in patients with the previous implantation of an atrial septal defect (ASD) or a patent foramen ovale closure device. This is the description of a case of a successful LAA closure performed with an Amplatzer Amulet occluder device (St. Jude Medical, Inc., St. Paul, MN, USA) in a patient with a previous history of percutaneous ASD.

11.The other side of the coin in primary tricuspid valve disease: The incremental value of 3D echocardiography
Münevver Sarı, Gökhan Kahveci, Duhan Fatih Bayrak, Abdulkadir Uslu, Selçuk Pala
PMID: 29853700  doi: 10.5543/tkda.2018.16860  Pages 309 - 312
Günlük pratikte, birçok nedene bağlı olarak gelişebilen primer triküspit kapak yetersizliği sekonder triküspit kapak yetersizliğinden daha az sıklıkta görülmektedir. Bu yazıda, spontan korda rüptürüne bağlı posteriyor yaprakçık prolapsusu ve kalıcı pacemakerın çıkarılması sırasında oluştuğunu düşündügümüz iyatrojenik posteriyor yaprakçık doku kaybı nedeniyle ileri triküspit kapak yetersizliği olan iki hasta sunuldu. Triküspit kapağın değerlendirilmesi, transtorasik ve bazen transözofajiyal ekokardiyografi ile çok seviyeli görüntüleme gerektirir ki; etiyolojiyi, kapak yetersizliğinin ciddiyetini, tedavi seçeneklerini ve zamanını belirlemek ve girişim sırasında rehberlik için seçilecek tekniklerdir. Üç boyutlu ekokardiyografi, tüm triküspit kapak yaprakçıklarını aynı anda görüntülemeyi ve hangi yaprakçıkların patolojiden etkilendiğini saptama avantajını sağlar.
Primary tricuspid valve regurgitation may be encountered in daily practice as a result of multiple etiologies. Described herein are the cases of 2 patients with severe primary tricuspid regurgitation. The underlying mechanism was posterior leaflet prolapse due to spontaneous chordae rupture in 1 case, and iatrogenic posterior leaflet tissue loss during removal of a permanent pacemaker in the other. Transthoracic and transesophageal echocardiography, which permit assessment of the tricuspid valve with multilevel imaging, are the techniques of choice for accurate detection and understanding of the etiology, the severity of valve regurgitation, and the determination of treatment options, in addition to providing assistance with timing and guidance during intervention. Three-dimensional echocardiography offers the ability to visualize the entire tricuspid valve and to identify which leaflets are affected by the pathology.

12.Atrial flutter and nonconducted bigeminy premature atrial contraction in a neonate with cardiac rhabdomyoma
Yakup Ergül, Erkut Öztürk, Alper Güzeltaş
PMID: 29853701  doi: 10.5543/tkda.2017.72177  Pages 313 - 317
Yenidoğan döneminde rabdomiyomlar kalp tümörlerinin çoğunluğunu oluşturur ve klinik bulguları değişkenlik gösterir. Rabdomiyom semptomları kalp içi tıkanıklıklar, miyokart tutulumu ve ritim bozukluklarına bağlıdır. Kalp rabdomiyomlarının çoğu takipte geriler. Ancak yenidoğan döneminde dirençli atriyum veya ventrikül aritmileri nedeniyle bazılarının tıbbi veya cerrahi müdahaleye ihtiyacı olmaktadır. Bu yazıda iletilmeyen atriyal erken atımlar ile ilgili bradikardi ve kalp rabdomiyomu ile ilişkili dirençli atriyum flatteri saptanan ve başarıyla tedavi edilen sekiz günlük bir yenidoğan olgusu sunuldu.
During the neonatal period the majority of cardiac tumors seen are rhabdomyomas, and the clinical manifestations are notably variable. Symptoms of rhabdomyoma depend on the presence of intracardiac obstructions, myocardial involvement, or rhythm disturbances. Most cardiac rhabdomyomas regress in follow-up, but some need medical/surgical intervention during the neonatal period as a result of resistant atrial or ventricular arrhythmia. The present case study is a description of an 8-day-old neonate with atrial bigeminy that caused nonconducted premature pulse-related bradycardia, and cardiac rhabdomyoma-related resistant atrial flutter that were detected and successfully treated.

INVITED REVIEW
13.Ethical and legal problems arising from off-label use of medical devices and some solution recommendations
Perihan Elif Ekmekçi, Berna Arda
PMID: 29853702  doi: 10.5543/tkda.2018.04706  Pages 318 - 325
Tıbbi cihazların endikasyon dışı (off-label) kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. İlaçların endikasyon dışı kullanımının yasal ve etik açıdan kurallara bağlanmış olmasına rağmen benzer düzenlemeler tıbbi cihazlar alanında bulunmamaktadır. Alandaki yasal boşluklar ve hekime tanınmış geniş insiyatif alanı, uygulamada sorunlar yaşanmasına yol açmakta ve hekimi bu tür uygulamalar sonucunda ortaya çıkabilecek cezai yaptırımlar karşısında savunmasız bırakmaktadır. Bu tür kullanımların bilimsel olarak kanıtlanmış bilgiye dayalı olarak yapılmaması, yarar sağlamaya dayalı iyi niyetle çıkılan yolda yeterli risk değerlendirmesi yapılamaması nedeniyle ciddi zararlara yol açma potansiyeli önemli etik sorunlar yaratmaktadır. Ayrıca endikasyon dışı tıbbi cihaz uygulamalarında hastadan aydınlatılmış onam alınması sürecinde hekimin ciddi yükümlülükleri bulunmaktadır. Özellikle, hassasiyetle korunması gereken incinebilir hasta gruplarında hekimin etik sorumlulukları daha da artmakta ve hekimin yanı sıra hasta yerine karar veren aileye de bazı sorumluluklar getirmektedir. Bu alandaki yasal düzenlemeler ile etik norm ve rehberlerin geliştirilmesi, karar verme sürecinde etik kurulların etkin rol alması hastalar, bilim insanları, sivil toplum kuruluşları, tıbbi cihaz sektöründe etkinlik gösteren firmalar, etik alanında çalışan uzmanlar ve yasal otorite gibi tüm paydaşların bir arada çalışması sorunun çözümüne ilişkin yol almada önemli olacaktır.
The off-label use of medical devices is becoming increasingly widespread. Though the off-label use of drugs has been controlled with the establishment of legal and ethical rules, similar regulations have not been implemented for medical devices. Legal gaps in this field, and the broad initiative granted to physicians have led to the emergence of problems in practice, and physicians are vulnerable to potential criminal sanctions that may emerge as a consequence of these off-label applications. Since the off-label use of medical devices cannot rely on scientifically proven, evidence-based information, evaluation of the risks creates critically important ethical problems that may have serious deleterious effects, despite the good intent of a physician tying to be helpful. During the process of obtaining informed consent from the patient for the off-label use of a device, the physician has crucial responsibilities. The ethical responsibilities of physicians particularly increase in vulnerable patient groups that should be protected from harm. In addition to the physician, the family members who make decisions on behalf of the patient also assume some responsibilities. The development of ethical norms and guidelines enforced by legal regulations concerning this issue, an effective role for ethics committees in the decision-making process, and collaboration between patients, scientists, nongovernmental organizations, medical device companies, specialists in the field of medical ethics, and legal authorities will be important in solving this problem.

CASE IMAGE
14.Connection between the right coronary artery and the coronary sinus vein resembling a ruptured sinus of Valsalva aneurysm
Fatemeh Omidi, Alimohamad Hajizeinali, Reza Mohseni- Badalabadi, Ali Hosseinsabet
PMID: 29853703  doi: 10.5543/tkda.2017.06060  Page 326
Abstract |Full Text PDF | Video

15.Coronary aneurysm causing fistulization and compression of the left atrium
Burak Açar, Sefa Ünal, Mustafa Bilal Ozbay, Derya Tok, Halil Lütfi Kısacık
PMID: 29853704  doi: 10.5543/tkda.2017.70745  Page 327
Abstract |Full Text PDF | Video

16.Right atrial appendage thrombus
Muzaffer Kahyaoğlu, Alev Kılıçgedik, Çetin Geçmen, Ender Özgün Çakmak, İbrahim Akın İzgi
PMID: 29853705  doi: 10.5543/tkda.2017.12893  Page 328
Abstract |Full Text PDF

17.Low anterior axillary implantation of an ICD in a patient with recurrent bilateral pectoral infection
Serkan Çay, Fırat Özcan, Özcan Özeke, Dursun Aras, Serkan Topaloğlu
PMID: 29853706  doi: 10.5543/tkda.2017.03881  Page 329
Abstract |Full Text PDF

LETTER TO EDITOR
18.Hypersensitivity to corticosteroids, Kounis syndrome, myocardial infarction with normal coronary arteries, and triamcinolone
Nicholas N Kounis, Ioanna Koniari, George D Soufras, Emannouil Chourdakis, Periklis Davlouros, George Hahalis
PMID: 29853707  doi: 10.5543/tkda.2018.91572  Pages 330 - 331
Abstract |Full Text PDF

19.Discovering an overlooked fact in atrial fibrillation: Iron deficiency
Adnan Kaya, Osman Kayapınar
PMID: 29853708  doi: 10.5543/tkda.2018.66424  Page 332
Abstract |Full Text PDF

20.Authors’ reply
Muhammed Keskin, Dilek Ural
PMID: 29853709  Pages 332 - 333
Abstract |Full Text PDF

21.Iron deficiency and atrial fibrillation
Metin Okşul, Yusuf Ziya Şener, Ahmet Emre Gültekin
PMID: 29853710  doi: 10.5543/tkda.2018.96968  Pages 333 - 334
Abstract |Full Text PDF

22.Authors’ reply
Muhammed Keskin, Dilek Ural
PMID: 29853711  Page 334
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
23.Kardiyoloji yayınlarında gündem ve yorumlar
Ertan Ural
Page 335
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.