ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 38 (8)
Volume: 38  Issue: 8 - December 2010
ORIGINAL ARTICLE
1.Evaluation of atrial conduction time by P wave dispersion and tissue Doppler echocardiography in prehypertensive patients
Necip Ermiş, Nusret Açıkgöz, Erdoğan Yaşar, Hakan Taşolar, Jülide Yağmur, Mehmet Cansel, Halil Ataş, Hasan Pekdemir, Ramazan Özdemir
PMID: 21248451  Pages 525 - 530
Amaç: Prehipertansiyon gelecekte gelişebilecek hipertansiyon için öngördürücüdür ve artmış kardiyovasküler morbidite ve mortalite riski taşır. P dalgası dispersiyonu (PD) ve doku Doppler ekokardiyografi (DDE) ile gösterilebilen atriyum içi/atriyumlar arası ileti zamanı uzaması atriyum fibrilasyonu gelişimi ile ilişkilidir. Çalışmamızda prehipertansif hastalarda atriyal ileti zamanını PD ve DDE ile değerlendirmeyi amaçladık.
Çalışma planı: Çalışmamızda prehipertansif 46 hastada (22 erkek, 24 kadın; ort. yaş 56.5±12.3) ve normotansif 39 sağlıklı gönüllüde (19 erkek, 20 kadın; ort. yaş 55.8±11.7) P dalga süresi ve dispersiyonu 12 derivasyonlu elektrokardiyografi ile ölçüldü ve atriyal elektromekanik çiftleşme aralığı (PA) DDE ile değerlendirildi.
Bulgular: Maksimum P dalga süresi (Pmaks) ve PD prehipertansiflerde kontrol grubuna göre daha uzun bulundu (Pmaks için 110.1±13.8 ve 91.4±7.7 msn, p<0.001; PD için 55.7±11.1 ve 36.8±5.7 msn, p<0.001). Lateral ve septal mitral halkalardan ölçülen atriyal PA kontrol grubuna kıyasla prehipertansif grupta daha uzun idi (Lateral PA için 76.5±10.1 ve 65.4±10.4 msn, p<0.001; septal PA için 59.0±6.4 ve 53.5±7.5 msn, p=0.002). Hem atriyumlar arası (lateral PA-triküspit PA) hem de atriyum içi (septal PA-triküspit PA) ileti zamanları prehipertansif grupta kontrol grubuna kıyasla uzamış bulundu (sırasıyla 25.8±9.3 ve 17.0±9.5 msn, p<0.001; 9.2±3.7 ve 6.7±3.0 msn, p=0.008). Korelasyon analizinde, Pmaks ve PD atriyumlar arası (sırasıyla r=0.38, p<0.001 ve r=0.40, p<0.001) ve atriyum içi (sırasıyla r=0.31, p=0.01 ve r=0.38, p<0.001) elektromekanik gecikme ile anlamlı ilişki gösterdi.
Sonuç: Atriyal elektromekanik çiftleşme zamanı ve PD’nin prehipertansiflerde anlamlı derecede uzamış olması, prehipertansif hastalarda atriyum fibrilasyonu gelişme riskine işaret edebilir.
Objectives: Prehypertension is a predictor for the future development of hypertension and represents an increased risk for cardiovascular morbidity and mortality. Prolonged intra/interatrial conduction times demonstrated by P wave dispersion (PD) and tissue Doppler echocardiography (TDE) are related to the development of atrial fibrillation. The aim of this study was to evaluate atrial conduction time by PD and TDE in patients with prehypertension.
Study design: In 46 prehypertensive patients (22 males, 24 females; mean age 56.5±12.3 years) and 39 normotensive healthy controls (19 males, 20 females; mean age 55.8±11.7 years), we measured P wave duration and dispersion on 12-lead electrocardiography, and atrial electromechanical coupling intervals (PA) by TDE.
Results: Maximum P wave duration (Pmax) and PD were prolonged in prehypertensives compared to controls (Pmax 110.1±13.8 vs. 91.4±7.7 msec, p<0.001; PD 55.7±11.1 vs. 36.8±5.7 msec, p<0.001). Atrial PAs measured at the lateral and septal mitral annuluses were significantly delayed in the prehypertensive group (lateral PA 76.5±10.1 vs. 65.4±10.4 msec, p<0.001; septal PA 59.0±6.4 vs. 53.5±7.5 msec, p=0.002). Both interatrial (lateral PA-tricuspid PA) and intra-atrial (septal PA-tricuspid PA) conduction times were delayed in the prehypertensive group (25.8±9.3 vs. 17.0±9.5 msec, p<0.001; 9.2±3.7 vs. 6.7±3.0 msec, p=0.008, respectively). Correlation analysis showed that both Pmax and PD were correlated with interatrial (r=0.38, p<0.001 and r=0.40, p<0.001, respectively) and intra-atrial (r=0.31, p=0.01 and r=0.38, p<0.001, respectively) electromechanical delays.
Conclusion: Our finding of significant prolongation of atrial electromechanical coupling and PD may indicate an increased risk for the development of atrial fibrillation in prehypertensive subjects.

2.Efficacy and outcome of primary percutaneous coronary intervention in patients with ST-elevation myocardial infarction due to saphenous vein graft occlusion
Mehmet Ergelen, Hüseyin Uyarel, Mehmet Gül, Ayça Türer, Ersin Yıldırım, Mehmet Bozbay, Deniz Demirci, Duygu Ersan, Ceyhan Türkkan, Mahmut Uluganyan, Tuna Tezel
PMID: 21248452  Pages 531 - 536
Amaç: Safen ven greft (SVG) tıkanıklığına bağlı ST yükselmeli miyokart enfarktüsü (STYME) gelişen hastalarda, primer perkütan koroner girişimin (PKG) etkinliği ve sonuçları değerlendirildi.
Çalışma planı: 2003-2009 yılları arasında, STYME nedeniyle primer PKG uygulanan ardışık 2646 hasta (ort. yaş 56.6 ±11.8) çalışmaya alındı. Hastaların tüm klinik ve anjiyografik verileri ve hastane içi ve uzun dönem (ortanca 22 ay) sonuçları geriye dönük olarak toplandı. Primer PKG’nin SVG’lere (n=21) ve doğal damarlara (n=2625) uygulanmasına göre hastalar iki gruba ayrıldı.
Bulgular: Safen ven grefti tıkanıklığı olan grupta, doğal damarlara girişim yapılan gruba göre koroner baypas (%100 ve %2.3, p<0.001), geçirilmiş miyokart enfarktüsü (%52.4 ve %10.8, p<0.001) ve diabetes mellitus (%52.4 ve %25.1, p=0.002) öyküsü oranları daha yüksek, anteriyor miyokart enfarktüsü sıklığı daha düşük (%9.5 ve %49.3, p<0.001) bulundu. Tirofiban kullanımı (%71.4 ve %48.2, p=0.01) ve üç damar hastalığı (%81 ve %25.6, p<0.001) oranları SVG lezyonu olan grupta daha yüksekti. Doğal damarlarla kıyaslandığında, SVG lezyonlarında başarılı primer PKG oranı daha düşüktü (%61.9 ve %84.7, p=0.01). İki grup arasında hastane içi ve uzun dönem kardiyovasküler olay ve mortalite açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Çokdeğişkenli regresyon analizinde primer PKG’nin SVG’ye uygulanması başarısız işlem için bağımsız bir belirleyici olarak bulundu (OO 6.76, %95 GA 2.05-22.21; p=0.002).
Sonuç: Primer PKG’nin tıkalı SVG’lerdeki işlem başarısı doğal damarlara göre daha düşük olmasına karşın, bu durum STYME ile başvuran hastalarda girişim sonrası kardiyovasküler olay ve mortalite oranlarını olumsuz etkilememiştir.
Objectives: We evaluated the efficacy and outcome of primary percutaneous coronary intervention (PCI) in patients with ST-segment elevation myocardial infarction (STEMI) due to saphenous vein graft (SVG) occlusion.
Study design: We reviewed 2,646 consecutive patients (mean age 56.6±11.8 years) who underwent primary PCI for STEMI between 2003 and 2009. All clinical and angiographic data and in-hospital and long-term (median 22 months) outcomes were retrospectively collected. The patients were classified into two groups based on the lesions treated with primary PCI, i.e., native vessels (n=2,625) and SVG (n=21).
Results: Compared to patients with occluded native vessels, patients with SVG occlusion had significantly higher rates of coronary bypass operation (100% vs. 2.3%, p<0.001), previous myocardial infarction (52.4% vs. 10.8%, p<0.001), and diabetes mellitus (52.4% vs. 25.1%, p=0.002), but lower frequency of anterior myocardial infarction (9.5% vs. 49.3%, p<0.001). Tirofiban use (71.4% vs. 48.2%, p=0.01) and three-vessel disease (81% vs. 25.6%, p<0.001) were significantly more common in the SVG group. The rate of successful primary PCI was lower in SVG occlusions compared to native vessels (61.9% vs. 84.7%, p=0.01). The two groups did not differ significantly with respect to in-hospital and long-term cardiovascular events and mortality (p>0.05). In multivariate logistic regression analysis, application of PCI to SVG was found to be an independent predictor for unsuccessful procedure (OR 6.76, 95% CI 2.05-22.21; p=0.002).
Conclusion: Although the success rate of primary PCI in SVG lesions was lower compared to native vessels, this did not have an adverse effect on postprocedural cardiovascular events and mortality in patients presenting with STEMI.

3.The effects of thyroid hormones and interleukin-8 levels on prognosis after congenital heart surgery
Ayşe Baysal, Ahmet Şaşmazel, Ayşe İnci Yıldırım, Tuncer Koçak, Hasan Sunar, Rahmi Zeybek
PMID: 21248453  Pages 537 - 543
Amaç: Bu çalışmada doğuştan kalp hastalığı nedeniyle kardiyopulmoner baypas (KPB) ile ameliyat edilen hastalarda tiroit fonksiyonları ve interlökin-8 değerlerinin prognoz üzerine etkileri değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya ardışık 41 hasta (19 erkek, 22 kız; ort. yaş 3.4±3.1; dağılım 0.3-12) alındı. Ameliyat sonrasında düşük kardiyak debi durumu (DKDD) gelişmesine göre hastalar iki ayrı gruba ayrıldı. Düşük kardiyak debi durumu tanımında oliguri, taşikardi, metabolik asidoz gelişimi ve plazma laktat düzeyinde artış yer aldı. Ameliyat öncesinde ve ameliyat sonrası 48. saatte plazma total tiroksin (tT4), total triiyodotironin (tT3), serbest triiyodotironin (fT3), serbest tiroksin (fT4), tiroit stimülan hormon (TSH), interlökin-8 (IL-8) düzeyleri ölçüldü.
Bulgular: Ameliyat sonrasında dokuz hastada (%22) DKDD gelişti. Ameliyat öncesi tiroit hormon düzeyleri, laktat ve IL-8 düzeyleri iki grupta benzer bulunurken, DKDD gelişen grupta tT3 ve fT3 düzeyleri anlamlı derecede düşük, laktat ve IL-8 düzeyleri anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.05). Korelasyon analizinde, ameliyat sonrası IL-8 düzeyi, KPB süresi (r=0.66), mekanik ventilasyon süresi (r=0.68), inotropik destek ihtiyacı (r=0.59) ile anlamlı ilişki gösterdi (p<0.001). Öte yandan DKDD ile anlamlı ilişki gösteren parametreler şunlardı: Ameliyat öncesi tT4 (r=-0.32, p=0.043), ameliyat sonrası fT3 (r=-0.44, p=0.004), mekanik ventilasyon süresi (r=0.56, p<0.001), yoğun bakımda kalış süresi (r=0.45, p=0.003) ve kros-klemp süresi (r=0.43, p=0.005). Regresyon analizinde DKDD’yi belirleyen en önemli bağımsız belirtecin ameliyat öncesi tT4 düzeyi (t=-2.092, p=0.045) olduğu görüldü. Dört hasta (%9.8) ameliyat sonrası erken dönemde kaybedildi. Bu hastaların hepsi DKDD gelişen gruptaydı.
Sonuç: Bulgularımız, doğuştan kalp cerrahisi sonrasında DKDD gelişiminin, 48. saatteki düşük tT3 ve fT3 düzeyleri ve artmış IL-8 düzeyi ile ilişkili olduğunu, ameliyat öncesi tT4 düzeyinin ise bağımsız belirleyici olduğunu göstermektedir.
Objectives: We evaluated the effects of thyroid hormone levels and interleukin-8 levels on prognosis in patients undergoing congenital heart surgery under cardiopulmonary bypass (CPB).
Study design: The study included 41 consecutive children (19 boys, 22 girls; mean age 3.4±3.1 years; range 0.3 to 12 years). The patients were divided into two groups based on the presence or absence of postoperative low cardiac output state (LCOS). The definition of LCOS included oliguria, tachycardia, metabolic acidosis, and increased plasma lactate level. Plasma total (tT4) and free (fT4) thyroxine, total (tT3) and free (fT3) triiodothyronine, thyroid stimulating hormone (TSH), and interleukin-8 (IL-8) levels were measured preoperatively and at 48 hours postoperatively.
Results: Postoperatively, nine patients (22%) developed LCOS. While the two groups were similar with respect to preoperative levels of thyroid hormones, lactate, and IL-8, postoperative tT3 and fT3 levels were significantly lower, and lactate and IL-8 levels were significantly higher in the LCOS group (p<0.05). In correlation analysis, postoperative IL-8 level showed significant correlations with CPB time (r=0.66), duration of mechanical ventilation (r=0.68), and inotropic requirement (r=0.59) (for all p<0.001). On the other hand, LCOS was significantly correlated with the following: preoperative tT4 (r=-0.32, p=0.043) and postoperative fT3 (r=-0.44, p=0.004) levels, duration of mechanical ventilation (r=0.56, p<0.001), intensive care unit stay (r=0.45, p=0.003), and cross-clamp time (r=0.43, p=0.005). Regression analysis showed preoperative level of tT4 as the independent predictor of LCOS (t=-2.092, p=0.045). Mortality occurred in four patients (9.8%) in the early postoperative period, all of whom were in the LCOS group.
Conclusion: Our findings suggest that the development of LCOS after congenital heart surgery is associated with decreased total and free T3, and increased IL-8 levels at 48 hours, and preoperative tT4 level is an independent predictor of LCOS.

4.Adherence to statin therapy and LDL cholesterol goal attainment in type 2 diabetics and secondary prevention patients: the role of education and knowledge
Ömer Yiğiner, Namık Özmen, Fatih Özçelik, Tuğrul İnanç, Ejder Kardeşoğlu, Ömer Uz, Zafer Işılak, Mustafa Aparcı, İrfan Şahin, Erol Arslan, Bekir Sıtkı Cebeci
PMID: 21248454  Pages 544 - 550
Amaç: Lipit düşürücü tedavi gören hastaların büyük kısmında lipit değerleri kılavuzlara uygun şekilde kontrol altında değildir. Çalışmamızda tip 2 diyabetik ve ikincil koruma hastalarında statin kullanımına uyum ve LDL-kolesterol hedefine ulaşma düzeyleri değerlendirildi.
Çalışma planı: Hedef LDL-kolesterol değeri 100 mgr/dl altı olan ve en az bir yıldır statin tedavisi gören 194 hastaya (131 erkek, 63 kadın; ort. yaş 57±11) iki bölümden oluşan bir anket uygulandı. Birinci bölümde hastaların demografik ve klinik özellikleri, hiperlipidemi süresi, diyetisyen ile görüşme durumu, risk faktörleri ve varsa antilipidemik ilacı kesme nedenleri irdelendi. İkinci bölüm ise hastaların hiperkolesterolemi konusunda bilgi düzeylerini ölçen 23 sorudan (toplam puan 30) oluşmaktaydı.
Bulgular: Çalışma grubunun %31.4’ü (n=61) birincil korumadaki diyabetik hastalar, %68.6’sı (n=133) ikincil koruma hastalarıydı. LDL-kolesterol ortalaması 122.6±28.7 mgr/dl ve hedef değere ulaşma oranı %23.7 (n=46) bulundu. Diyabetik hastalarda hedef değere ulaşma ikincil koruma hastalarından anlamlı derecede düşüktü (%6.6 ve %31.6, p<0.0001). Bilgi skoru ortalaması 18.2±5 bulundu. Ortanca değer (18 puan) eşik olarak alındığında, hedefe ulaşma oranı, puanı ≥18 olanlarda (%32), <18 olanlara (%14.9) göre anlamlı derecede yüksekti (p=0.0066). Diyetisyenle görüşmüş hasta sayısı 77 idi (%40). Lise ve üstü eğitimli hastalarda ve diyetisyenle görüşmüş hastalarda bilgi puanı ≥18 olanların oranı eğitimi daha düşük düzeyli ve diyetisyenle görüşmemiş hastalara oranla daha yüksekti (p<0.0001). Hastaların %56.2’sinin (n=109) bir dönem ilacı kestiği belirlendi. Bu durumun en sık nedeni kolesterol değerinin normale düşmesi (%35) idi.
Sonuç: LDL-kolesterol hedefine hastaların ancak yaklaşık %24’ünde ulaşılmıştır. Hiperkolesterolemi hakkındaki bilgi düzeyi arttıkça hedef değere ulaşma oranları da artmaktadır.
Objectives: Lipid levels of most patients receiving antilipidemic therapy are not under control as proposed by the guidelines. We evaluated adherence to statin therapy and LDL cholesterol goal attainment in type 2 diabetic and secondary prevention patients.
Study design: A total of 194 patients (131 men, 63 women; mean age 57±11 years) who had been on statin therapy for at least a year for a target LDL cholesterol level of <100 mg/dl were administered a two-part questionnaire. The first part inquired demographic and clinical characteristics, duration of hyperlipidemia, referral to a dietician, risk factors and, if present, the reasons for drug discontinuation. The second part consisted of 23 questions (total score 30) inquiring the knowledge levels of patients about hypercholesterolemia.
Results: There were 61 primary (31.4%, diabetics) and 133 secondary (68.6%) prevention patients. The mean LDL level was 122.6±28.7 mg/dl. The incidence of attaining target LDL level was only 23.7% (n=46), being lower in diabetics compared to secondary prevention patients (6.6% vs. 31.6, p<0.0001). The mean knowledge score was 18.2±5. When the threshold score was taken as 18 (median), attainment of the target LDL level was significantly higher in patients having a score of ≥18 (32%) compared to those with a lower score (14.9%). There were 77 patients (40%) who sought dietician counseling. Patients with a high school or higher education and those with dietician counseling had higher knowledge scores compared to those with a lower education level and without dietician counseling (p<0.0001). Intermittent drug discontinuation was seen in 109 patients (56.2%), the most common reason being decrease in cholesterol levels to normal (35%).
Conclusion: Target LDL level was achieved in only about 24%. As the knowledge on hypercholesterolemia accrues, the success rate of LDL cholesterol goal attainment increases.

5.Incremental diagnostic value of color M-mode propagation velocity of the descending thoracic aorta to exercise electrocardiography
Yılmaz Güneş, Hasan Ali Gümrükçüoğlu, Yüksel Kaya, Mustafa Tuncer
PMID: 21248455  Pages 551 - 557
Amaç: Egzersiz elektrokardiyografi testinin (EET) duyarlığı ve özgüllüğü sınırlıdır. Son zamanlarda inen torasik aortun renkli M-mod yayılım hızının (AYH) koroner arter hastalığı (KAH) ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada EET pozitif saptanmış olan hastalarda KAH’yi öngörmede AYH’nin ek katkısı olup olmadığı araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmada, göğüs ağrısı olan ve orta derecede KAH olasılığı nedeniyle EET yapılan 342 hastada AYH ölçüldü. Egzersiz testi pozitif bulunan 199 hastaya koroner anjiyografi yapıldı.
Bulgular: Ortalama AYH değeri EET pozitif olan hastalarda 44.5±20.8 cm/sn, normal olan hastalarda 63.5±19.6 cm/sn idi. Yüz otuz dört hastada (%67.3) ciddi KAH saptandı; bunların 41’inde tek damar, 52’sinde iki damar, 41’inde üç damar hastalığı vardı. Normal koronerleri olan hastalara göre KAH saptananlarda AYH anlamlı olarak daha düşüktü (33.8±13.2 ve 66.6±15.6 cm/sn, p<0.001). Koroner arter hastalığını öngörmede AYH ≤41 cm/sn değerinin duyarlığı %85.1, özgüllüğü %93.8 bulunurken, AYH >61 cm/sn değeri ise %94 özgüllük ile normal koroner arterleri öngörmekteydi. Egzersiz elektrokardiyografi testi pozitif, fakat AYH değeri yüksek olan hastalarda, AYH eşiği >41 cm/sn ve >61 cm/sn olarak alınmış olsaydı, hastaların sırasıyla %30.7’sinde (61/199) ve %21.6’sında (43/199) gereksiz anjiyografi yapılmamış olacaktı (negatif öngörü değerleri sırasıyla %75.3 ve %84.3). Korelasyon analizinde AYH, Duke skoru (r=0.587, p<0.001) ve tutulan koroner arter sayısı (r=-0.767, p<0.001) ile anlamlı ilişki gösterdi. Diğer ekokardiyografik parametreler ile AYH arasında anlamlı ilişki saptanmadı.
Sonuç: Renkli M-mod AYH ölçümü özellikle yanlış pozitif EET’lerin dışlanmasını sağlayarak EET’nin tanısal değerini artırabilir, klinisyenleri KAH’nin değerlendirilmesinde diğer invaziv olmayan yöntemleri kullanmaya yönlendirebilir.
Objectives: Exercise electrocardiography test (EET) has limited sensitivity and specificity. Recently, color M-mode-derived propagation velocity of the descending thoracic aorta (APV) has been shown to be associated with coronary artery disease (CAD). We evaluated the incremental value of APV for better prediction of CAD in EET-positive patients.
Study design: Color M-mode APV was measured in 342 patients undergoing EET for chest pain and an intermediate likelihood of CAD. Coronary angiography was performed in 199 patients having a positive EET.
Results: The mean APV was 44.5±20.8 cm/sec in patients with a positive EET compared to 63.5±19.6 cm/sec in those with a normal test. Significant CAD was detected in 134 patients (67.3%), involving one vessel (n=41), two vessels (n=52), and three vessels (n=41). Patients with CAD had significantly lower APV values compared to patients with normal coronary arteries (33.8±13.2 vs. 66.6±15.6 cm/sec, p<0.001). An APV value of ≤41 cm/sec predicted CAD with 85.1% sensitivity and 93.8% specificity. An APV of >61 cm/sec had 94% specificity for the estimation of normal coronary arteries. A threshold of >41 cm/sec and a threshold of >61 cm/sec would have avoided unnecessary coronary angiography in 30.7% (61/199) and 21.6% (43/199) of patients with a positive EET but high APV values, with negative predictive values of 75.3% and 84.3%, respectively. In correlation analysis, APV was significantly correlated with Duke treadmill score (r=0.587, p<0.001) and the number of coronary vessels involved (r=-0.767, p<0.001), but not with any of the echocardiographic parameters.
Conclusion: Measurement of APV may improve diagnostic value of EET and may be specifically valuable to exclude false positive EET results, leading the physician to other noninvasive tests for further evaluation of CAD probability.

CASE REPORT
6.Late stent thrombosis after paclitaxel-eluting stent placement in a patient with essential thrombocytosis
Talat Keleş, Nihal Akar Bayram, Tahir Durmaz, Engin Bozkurt
PMID: 21248457  Pages 558 - 560
Bu yazıda, esansiyel trombositozlu bir hastada ilaç salınımlı stent yerleştirme sonrası gelişen geç stent trombozu sunuldu. Üç ay önce sol ön inen artere paklitaksel salınımlı stent yerleştirilen 51 yaşındaki erkek hasta şiddetli retrosternal göğüs ağrısı yakınmasıyla başvurdu. İki ay öncesinde hastanın trombosit sayımı yüksek (1063000/mm3) bulunmuş ve durumu esansiyel trombositoz olarak yorumlanmıştı. Hasta standart ikili antitrombosit tedavi (aspirin ve klopidogrel) görmekteydi. Elektrokardiyografide V1-V6 derivasyonlarında ST-segment yükselmesi izlendi. Acil koroner anjiyografide paklitaksel salınımlı stent yerinde trombotik tam tıkanıklık gözlendi. Balon anjiyoplasti uygulanan hastada başarılı sonuç alınarak TIMI 3 akım elde edildi. İşlem sonrasında hastanın göğüs ağrısı yakınması kayboldu. Trombosit sayımı 388000/mm3 idi. Sorunsuz bir işlem sonrasında medikal tedavi verilerek hasta taburcu edildi. Esansiyel trombositozlu hastalarda ilaç salınımlı stent kullanımı uygun olmayabilir.
We report on a case of late stent thrombosis after drug-eluting stent placement in a patient with essential thrombocytosis. A 51-year-old male patient with a three-month history of paclitaxel-eluting stent placement to the left anterior descending artery presented with a complaint of severe retrosternal chest pain. A high platelet count (1,063,000/mm3) was detected two months prior to presentation, which was interpreted as essential thrombocytosis. He was on standard dual antiplatelet therapy (aspirin and clopidogrel). The electrocardiogram showed ST-segment elevation in leads V1-V6. Emergent coronary angiography revealed thrombotic total occlusion at the location of the paclitaxel-eluting stent. Balloon angioplasty was performed yielding a satisfactory result and TIMI 3 flow. Following the procedure, there was no chest pain. His platelet count was 388,000/mm3. He was discharged on medical therapy following an uneventful hospital course. Patients with essential thrombocytosis may not be eligible for drug-eluting stent placement.

7.Very late drug-eluting stent thrombosis in a patient with an INR of 4.4
Başar Candemir, Sadi Güleç, Aydan Ongun Özdemir, Deniz Kumbasar
PMID: 21248458  Pages 561 - 563
İlaç salınımlı stent yerleştirme sonrası ikili antitrombosit tedavinin ne kadar sürdürüleceği hala kesin yanıt bekleyen önemli bir konudur. Elli yaşında erkek hasta ani başlangıçlı göğüs ağrısıyla yatırıldı ve çok geç dönem stent trombozuna bağlı akut anteriyor miyokart enfarktüsü tanısı kondu. Hastaya 38 ay önce sol ön inen koroner arter proksimaline iki adet sirolimus salınımlı stent yerleştirilmişti. Düzenli olarak warfarin ile birlikte 75 mgr/gün klopidogrel tedavisi gören hasta, 10 gün önce basit bir diş tedavisi nedeniyle klopidogrel kullanmayı bırakmıştı. Fizik muayene bulguları ve laboratuvar testleri, INR değerinin 4.4 olması dışında normaldi. Hastaya 300 mgr klopidogrel yükleme dozu verildi ve acil olarak kateter laboratuvarına alındı. Sol sistem anjiyografisinde, proksimal stent bölgesinde sol ön inen arter proksimalinde tam tıkanıklık görüldü. Başarılı revaskülarizasyon işlemi sonrasında hasta semptomsuz olarak taburcu edildi.
Duration of dual antiplatelet therapy after drug-eluting stent implantation is still an important issue awaiting a definite answer. A 50-year-old male patient was admitted with acute-onset chest pain and was diagnosed to have acute anterior myocardial infarction due to very late stent thrombosis. He had a 38-month history of two sirolimus-eluting stent implantation in the proximal left anterior descending (LAD) coronary artery. He had been on warfarin along with clopidogrel 75 mg/day until he decided to cease clopidogrel before a minor dental procedure 10 days before. Findings of physical examination and laboratory tests were normal except for an INR value of 4.4. After a loading dose of 300 mg clopidogrel, he was immediately taken to the catheterization laboratory. Angiography of the left system showed total occlusion of the proximal LAD with a thrombus at the level of the proximal stent. He was successfully revascularized without any complication and was discharged free of symptoms.

8.Accessory mitral papillary muscle causing severe aortic insufficiency
Alper Ucak, Burak Onan, İbrahim Alp, Ahmet Turan Yılmaz
PMID: 21248456  Pages 564 - 567
İnterventriküler septumdan köken alan aksesuvar mitral papiller kas nadir bir doğuştan bozukluktur. Yirmi yaşındaki erkek hasta eforla gelişen nefes darlığı yakınmasıyla başvurdu. Kalp muayenesinde sağ üst parasternal bölgede 3/4 dereceli diyastolik üfürüm duyuldu; apikal pulsasyonlar prekordiyum üzerinde kolayca alınabiliyordu. Transtorasik ekokardiyografide ciddi aort yetersizliği, sol ventrikül genişlemesi ve kordu ile birlikte aksesuvar papiller kas saptandı. Kordun interventriküler septumdan sol ventrikül çıkış yolunda (SVÇY) anteriyor mitral yaprakçığa kadar uzandığı gözlendi. Mitral yetersizlik yoktu. Renkli Doppler görüntülemede anormal mitral bağlantının türbülans oluşturduğu izlendi ve SVÇY’de 20 mmHg’lik hafif basınç gradiyenti ölçüldü. Hastanın aort kapağını değiştirmek için yapılan ameliyatta aort yaprakçıklarında dejeneratif değişiklikler görüldü. Mitral kapak fonksiyonunun korunması için aksesuvar papiller kas yerinde bırakıldı ve iki yaprakçıklı mekanik prostetik aort kapağı takıldı. Sekiz aylık takip döneminde hastada sol ventrikül sistolik disfonksiyonu ve mitral yetersizliğe ait bir bulguya rastlanmadı, prostetik kapağın fonksiyonu normal idi.
Accessory mitral papillary muscle originating from the interventricular septum is a rare congenital anomaly. A 20-year-old male patient presented with a complaint of exertional dyspnea. On cardiac examination, a grade 3/4 diastolic murmur was heard over the right upper parasternal area, and the apical pulsations were easily palpable over the precordium. Transthoracic echocardiography showed severe aortic regurgitation, dilatation of the left ventricle, and an accessory papillary muscle with its chordae, extending from the interventricular septum to the anterior mitral leaflet in the left ventricular outflow tract (LVOT). There was no mitral regurgitation. Color Doppler imaging showed turbulence set up by the abnormal mitral attachment and an associated mild pressure gradient of 20 mmHg across the LVOT. At surgery for aortic valve replacement, degenerative changes in the aortic leaflets were noted. The accessory papillary muscle was spared to maintain mitral valve functions and an aortic bileaflet mechanical prosthetic valve was implanted. During eight months of follow-up, he was well without any signs of left ventricular systolic dysfunction and mitral regurgitation, with a functioning prosthetic valve.

9.Kearns-Sayre syndrome presenting as somatomedin C deficiency and complete heart block
Yakup Ergül, Kemal Nişli, Arda Saygılı, Aygün Dindar
PMID: 21248459  Pages 568 - 571
Kearns-Sayre sendromu (KSS) en sık nöromusküler doku, endokrin bezleri ve kardiyak ileti sisteminin tutulduğu nadir bir mitokondri hastalığıdır. On bir yaşında erkek çocuk, son iki saat içinde gelişen bilinç bulanıklığı, solunum düzensizliği ve bradikardi nedeniyle yatırıldı. Hastaya hemen entübasyon yapıldı. Tıbbi öyküsünde hastada altı yıldır büyüme geriliği ve uzağa refraksiyon defekti olduğu, somatomedin C eksikligi nedeniyle 15 aydır tedavi gördüğü ve üç aydır iki taraflı pitozis olduğu öğrenildi. Fizik muayenede bilinci kapalı olan hastanın zirve kalp hızı 40/dk, kan basıncı 60/20 mmHg ve nabzı zayıf idi. Laboratuvar incelemesinde kan laktat ve piruvat düzeyleri yüksek, laktat/piruvat oranı artmış bulundu. Elektrokardiyografide tam atriyoventriküler blok, ekokardiyografide mitral kapakta sarkma saptandı. Hastaya acilen geçici transvenöz kalp pili takılması sonrasında kalp hızı ve klinik durumunda düzelme görüldü. Daha ileri inceleme için yapılan kraniyal manyetik rezonans görüntülemede, her iki beyin yarıküresinde subkortikal beyaz cevherde, ikitaraflı talamus, putamen, beyinsapı, dorsal medulla ve ortabeyinde hiperintens sinyal değişiklikleri izlendi. Tipik klinik ve manyetik rezonans bulguları KSS öntanısını kesinleştirdi. Hastanın sağ ventrikülüne kalıcı kap pili takıldı.
Kearns-Sayre syndrome (KSS) is a rare mitochondrial disease in which neuromuscular structures, endocrine glands, and cardiac conduction systems are most commonly involved. An 11-year-old boy was admitted with blurred consciousness, respiratory instability, and bradycardia of two-hour onset. He was immediately intubated. His medical history included growth retardation and myopic refractive defect for six years, therapy for somatomedin C deficiency for 15 months, and bilateral ptosis for three months. On physical examination, he was unconscious, had a peak heart rate of 40/min, blood pressure of 60/20 mmHg, and a weak pulse. Laboratory findings showed elevated blood lactate and blood pyruvate levels and an increased lactate/pyruvate ratio. The electrocardiogram showed complete atrioventricular block and echocardiography showed mitral valve prolapse. Following implantation of a temporary transvenous cardiac pacemaker, his heart rate and clinical condition improved. Further analysis with cranial magnetic resonance (MR) imaging demonstrated hyperintense signal changes in the subcortical white matter of the two cerebral hemispheres, bilateral thalamus, putamen, cerebral peduncles, dorsal medulla, and midbrain. The typical clinical and MR findings confirmed the initial diagnosis of KSS. A permanent cardiac pacemaker was implanted into the right ventricle.

10.A case of myocarditis mimicking acute coronary syndrome associated with H1N1 influenza A virus infection
Durmuş Yıldıray Şahin, Mesut Demir, Behice Kurtaran, Ayhan Usal
PMID: 21248460  Pages 572 - 575
H1N1 influenza virüsüne bağlı miyokardit daha önce bildirilmemiştir. Bu yazıda, akut koroner sendromu taklit eden ve H1N1 influenza virüsünün neden olduğu akut fulminant miyokarditli bir olgu sunuldu. Elli yaşında erkek hasta üç gündür var olan nefes darlığı, ateş, öksürük, kusma, ve atipik göğüs ağrısı ile yatırıldı. Vücut ısısı 39.2 °C, nabzı 115 atım/dk ve kan basıncı 80/40 mmHg olan hastanın elektrokardiyografisinde anteriyor derivasyonlarda sinüs taşikardisi, 1 mm ST-segment yükselmesi ve R dalga yokluğu, anterolateral derivasyonlarda ise ST çökmesi görüldü. Göğüs radyogramında iki taraflı, yaygın alveolar infiltratlar izlendi. Kardiyak enzimleri yükselmiş idi. Aspirin, klopidogrel, düşük molekül ağırlıklı heparin, metoprolol ve ACE inhibitörü ile tedaviye rağmen, yatışın ilk gününde hastada hemodinamik instabilite gelişti. Ekokardiyografik incelemede anteroseptal, apikal ve lateral duvarda hipokinezi, sol ventrikül diyastolik disfonksiyonu ve tüm kalp odacıklarında genişleme saptandı. Koroner anjiyografide anormal bulguya rastlanmadı. Miyokardit öntanısıyla antikoagülan ve antiagregan tedaviler kesilerek, ampirik olarak geniş spektrumlu antimikrobiyal tedaviye ve oseltamivir (2x75 mgr/gün) ile antiviral tedaviye başlandı. Hastanın klinik durumu belirgin derecede düzeldi. Nazofarengeal örneklerin inceleme sonucu H1N1 influenza A virüsü için pozitif bildirildi. Hasta yatışın 15. gününde durumu iyi olarak taburcu edildi.
Myocarditis due to H1N1 influenza infection has not been previously described. We report on a case of acute fulminant myocarditis caused by H1N1 influenza A virus infection that mimicked acute coronary syndrome. A 50-year-old man was admitted with dyspnea, fever, cough, vomiting, and atypical chest pain of three-day history. His body temperature, pulse rate, and blood pressure were 39.2 °C, 115 beats/min, and 80/40 mmHg, respectively. Electrocardiography showed sinus tachycardia, 1-mm ST-segment elevation, and absence of R wave progression in anterior leads, and ST depression in anterolateral leads. The chest radiogram revealed diffuse bilateral alveolar infiltrates. Cardiac enzymes were elevated. Despite treatment with aspirin, clopidogrel, low-molecular weight heparin, metoprolol, and an ACE inhibitor, he developed hemodynamic instability on the first day of admission. Echocardiographic examination showed anteroseptal, apical, and lateral wall hypokinesia, left ventricular diastolic dysfunction, and dilatation of all the chambers. There was no abnormal finding on coronary angiography. The diagnosis was considered to be myocarditis; thus, anticoagulant and antiaggregant therapies were discontinued, and empirical broad-spectrum antimicrobial treatment was initiated together with antiviral oseltamivir (2x75 mg/day). The patient’s clinical condition significantly improved. Nasopharyngeal samples were positive for H1N1 influenza A virus. He was discharged on the 15th in good medical condition.

11.Arterial tortuosity syndrome in two cases
Abdullah Erdem, Nurdan Erol, Cenap Zeybek, Ahmet Çelebi
PMID: 21248461  Pages 576 - 579
Kıvrımlı arter (tortuosity) sendromu (KAS), büyük ve orta boyutlu arterlerde uzama, kıvrımlaşma, anevrizma oluşumu ve darlık lezyonlarıyla kendini gösteren, otozomal resesif geçişli, oldukça nadir bir bağ dokusu hastalığıdır. Bu yazıda üfürüm nedeniyle inceleme sırasında KAS tanısı konan iki olgu sunuldu. İlk olgu 11 yaşında bir erkek idi. Olguda tipik yüz görünümü ve hiperelastisite vardı ve daha önce inguinal herni nedeniyle ameliyat edilmişti. Ekokardiyografide ana pulmoner arterde anevrizmatik genişleme ve periferik darlıklar gözlendi. Anjiyografide ve bilgisayarlı tomografi anjiyografide pulmoner arter sisteminde anevrizmatik ve stenotik lezyonlar ve aortun ana dallarında yaygın kıvrımlaşma saptandı. Olguya ana pulmoner arter ve dallarına rekonstrüksiyon cerrahisi uygulandı. İkinci olgu üç aylık bir kız bebek idi. Tipik yüz görünümü, hiperelastisite ve belirgin hipotoni olan hastanın ekokardiyografisinde aortik arkus net olarak görüntülenemedi. Anjiyografik görüntülemede distal pulmoner arterlerde ikitaraflı hafif darlık, arkus aorta ve tüm ana dallarında yaygın kıvrımlaşma saptandı.
Arterial tortuosity syndrome (ATS) is a rare autosomal recessive connective tissue disease characterized by elongation, tortuosity, aneurysmatic formation, and stenotic lesions in large and medium-size arteries. We present two cases of ATS diagnosed during cardiac examination for murmurs. The first was an 11-year-old boy who had an atypical facial appearance and hyperelasticity. He had a prior operation for inguinal hernia. Echocardiography showed aneurysmatic dilatation in the main pulmonary artery and peripheral stenotic lesions. Angiography and computed tomography angiography confirmed aneurysmatic formation in the main pulmonary artery and multiple stenotic lesions in peripheral arteries and showed elongation and tortuosity of the major branches of the aorta. Surgical reconstruction of the pulmonary arterial system was performed. The second was a 3-month-old girl with an atypical facial appearance, hyperelasticity, and marked hypotonia. The aortic arch could not be visualized during echocardiography. Angiographic examination showed mild bilateral stenosis of distal pulmonary arteries, elongation and tortuosity of the aortic arch and its main branches.

REVIEW
12.Evaluation of exercise capacity in pulmonary arterial hypertension
Rengin Demir, Mehmet Serdar Küçükoğlu
PMID: 21248462  Pages 580 - 588
Pulmoner arter hipertansiyonu (PAH) pulmoner vasküler dirençte artışla karakterize, sağ ventrikül yetersizliğine yol açan ve yaşamı tehdit eden bir hastalıktır. En sık klinik semptomları dispne ve egzersiz intoleransıdır. Bu hastalarda egzersiz kapasitesinin ölçülmesi hastalığın rutin takibinde ve hastalık şiddetinin belirlenmesinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Maksimal, semptomla sınırlı kardiyopulmoner egzersiz testi (KPET) egzersiz kapasitesinin değerlendirilmesinde altın standart olarak kabul edilmektedir. Bu testle egzersiz sırasında kardiyovasküler, solunum ve metabolik sistemlerin fonksiyonu değerlendirilebilir. Bununla birlikte, egzersize fizyolojik sınırlılıkları en doğru şekilde belirleyebilmek için hastanın maksimal efor yapmasını gerektirir, bu da bazı hastalar için zor ve riskli olabilir. Ayrıca, özel egzersiz cihazları ve ölçüm sistemleri, deneyimli ve eğitimli personel gerektirir. Bu nedenle, PAH’li hastalarda egzersiz kapasitesini değerlendirmek için KPET’nin klinikte rutin kullanımı her zaman mümkün olmayabilir. Egzersiz kapasitesini belirlemek için KPET’ye pratik ve basit bir seçenek 6 dakika yürüme testidir (6DYT). Kolay uygulanabilir, güvenilir ve tekrarlanabilir bir test olan 6DYT, KPET’den farklı olarak, günlük fiziksel aktiviteler için gereken eforla daha uyumlu olan submaksimal egzersiz düzeyini yansıtır. Bu derlemede PAH’li hastalarda KPET ve 6DYT’nin takip ve prognozdaki rolü ele alındı.
Pulmonary arterial hypertension (PAH) is a life-threatening disease characterized by increased pulmonary vascular resistance that leads to right ventricular failure. The most common clinical features of PAH are dyspnea and exercise intolerance. Measurement of exercise capacity is of considerable importance for the assessment of disease severity as well as routine monitoring of disease. Maximal, symptom-limited, cardiopulmonary exercise test (CPET) is the gold standard for the evaluation of exercise capacity, whereby functions of several systems involved in exercise can be assessed, including cardiovascular, respiratory, and metabolic systems. However, in order to derive the most useful diagnostic information on physiologic limitations to exercise, CPET requires maximal effort of the patient, which can be difficult and risky for some severely ill patients. Moreover, it requires specific exercise equipment and measurement systems, and experienced and trained personnel. Thus, routine clinical use of CPET to assess exercise capacity in patients with PAH may not always be feasible. A practical and simple alternative to CPET to determine exercise capacity is the 6-minute walk test (6MWT). It is simple to perform, safe, and reproducible. In contrast to CPET, the 6MWT reflects a submaximal level of exertion that is more consistent with the effort required for daily physical activities. This review focuses on the role of CPET and 6MWT in patients with PAH.

CASE IMAGE
13.Giant sclerosing hemangioma of the lung causing compression to the heart
Ahmet Çelik, Mahmut Akpek, Bekir Çalapkorur, İbrahim Özdoğru
PMID: 21248463  Page 589
Abstract |Full Text PDF

14.Huge aortic aneurysm and dissection detected by the right parasternal echocardiographic window
Murat Başkurt, Nihan Turhan, Serdar Küçükoğlu
PMID: 21248464  Page 590
Abstract |Full Text PDF

15.Pseudoaneurysm of the subclavian artery
Kutay Vurgun, Cansın Tulunay Kaya, Mustafa Kılıçkap, Sadık Bilgiç
PMID: 21248465  Page 591
Abstract |Full Text PDF

CASE REPORT
16.Giant Eustachian valve mimicking cor triatriatum dexter
Çağdaş Akgüllü, Ercan Erdoğan
PMID: 21248466  Page 592
Abstract |Full Text PDF

CASE IMAGE
17.Hydatid cyst of the interventricular septum
Erkan Ayhan, Emre Akkaya, Ahmet Ekmekçi, Gökhan Çiçek
PMID: 21248467  Page 593
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
18.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 594
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.