ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 36 (7)
Volume: 36  Issue: 7 - October 2008
ORIGINAL ARTICLE
1.Prevalence of coronary artery disease in low to moderate-risk asymptomatic women: a multislice computed tomography study
Elif Eroğlu, Fatih Bayrak, Gökmen Gemici, Tahsin Güneysu, Bülent Mutlu, Ali Kemal Kalkan, Muzaffer Değertekin
PMID: 19155656  Pages 439 - 445
Amaç: Geleneksel risk faktörleri kadınlarda erken aterosklerozun değerlendirilmesinde yetersiz kalabilmektedir. Çokkesitli bilgisayarlı tomografi (ÇKBT) koroner arter hastalığının (KAH) erken tanısında yaygın olarak kullanılmaya başlamıştır. Bu çalışmada, ÇKBT koroner arter kalsiyum (KAK) skorlaması ve koroner anjiyografi ile düşük ve orta riskli asemptomatik kadınlarda KAH prevalansı araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya, bilinen KAH ve diyabeti olmayan, geleneksel risk skorlamasına göre düşük-orta riskli 185 kadın alındı (ort. yaş 57±12). Çokkesitli bilgisayarlı tomografi ile KAK skorlama ve koroner anjiyografi yapıldı. Plak değerlendirmesi segmenter düzeyde yapıldı ve plaklar kalsifikasyon yönünden ve lümendeki darlık etkisine (>%50) göre sınıflandırıldı. Bir veya daha fazla >%50 plağı olan hastalar tıkayıcı KAH grubunda kabul edildi. Koroner anjiyografi ve KAK skorlama sonuçları karşılaştırıldı.
Bulgular: Koroner arter kalsiyum skorlama ile 63 olguda (%34.1), koroner anjiyografi ile 100 olguda (%54.1) KAH saptandı. İki grupta da olgular normal gruba göre daha ileri yaşta idi ve hipertansiyon ve dislipidemi sıklığı anlamlı derecede daha fazlaydı. Koroner anjiyografi ile ateroskleroz saptanan olguların 41’inde (%41) KAK skoru 0 idi ve bunların %14.6’sında tıkayıcı KAH vardı. Bu olgular, KAK skoru pozitif olan gruba göre daha gençti (p<0.01). Yaş (p<0.02) ve hipertansiyon (p<0.05) koroner anjiyografi ile saptanan KAH’nin bağımsız belirteçleri olarak bulundu.
Sonuç: Konvansiyonel yöntemle düşük-orta riskli sayılabilecek bir grup kadının aslında KAH açısından daha yüksek riskli olduğu ÇKBT koroner anjiyografi ile belirlenmiştir. Kadınlarda, özellikle hipertansiyon ve dislipidemi varlığında risk sınıflamasında ÇKBT koroner anjiyografi uygun bir yöntem olarak kullanılabilir.
Objectives: Traditional risk factors may underestimate the burden of subclinical atherosclerosis in women. Recently, multislice computed tomography (MSCT) has become widely available in detecting early coronary artery disease (CAD). We sought the prevalence of CAD in low to moderate-risk asymptomatic women by MSCT coronary artery calcium (CAC) scoring and coronary angiography.
Study design: The study included 185 women (mean age 57±12 years) without known CAD and diabetes, with low or moderate risk for CAD based on traditional risk scoring. Coronary artery calcium scoring and coronary angiography were performed by MSCT, which included a segment-based plaque detection and characterization of calcification. The plaques were classified based on the luminal stenotic effect (>50%). Patients with ≥1 stenotic plaque were classified as having obstructive CAD. Angiographic findings were compared with calcium scores.
Results: Coronary artery calcium scoring and coronary angiography detected CAD in 63 (34.1%) and 100 (54.1%) women, respectively. In both groups, women were significantly older and had higher prevalences of hypertension and dyslipidemia. Coronary angiography showed CAD in 41 women (41%; 14.6% were obstructive) without CAC. These women were significantly younger than those with a positive CAC score (p<0.01). Age (p<0.02) and hypertension (p<0.05) were found as independent predictors of CAD detected by coronary angiography.
Conclusion: Multislice computed tomography identified a subset of low-risk women who might be at higher risk than that suggested by current risk stratification strategies. Women, especially having hypertension and dyslipidemia may be potential candidates for further risk stratification by MSCT coronary angiography.

2.Does accompanying metabolic syndrome contribute to heart dimensions in hypertensive patients?
Mehmet Uzun, Cem Köz, Mustafa Yıldırım, Ata Kırılmaz, Mehmet Yokusoglu, Fethi Kılıçaslan, Eralp Ulusoy, Oben Baysan, Cemal Sağ, Bekir Sıtkı Cebeci
PMID: 19155657  Pages 446 - 450
Amaç: Metabolik sendrom (MetS) kardiyovasküler olay riskini artırmaktadır. Bu çalışmada hipertansiyonla birlikte MetS olan hastalarda kalp boyutları değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya koroner arter hastalığı olmayan 75 hipertansif hasta alındı (34 erkek, 41 kadın; ort. yaş 51±9). Hastalar, hipertansiyonla birlikte MetS olup olmamasına göre iki gruba ayırıldı. Yaş ve cinsiyet uyumlu 20 sağlıklı birey (9 erkek, 11 kadın; ort. yaş 50±5) kontrol grubunu oluşturdu. Metabolik sendrom tanısı beş tanı ölçütünden üçünün varlığında kondu. Hipertansiyon tanısı, ardışık üç ölçümde arteryel kan basıncının 140/85 mm Hg üzerinde olması veya antihipertansif tedavi varlığına dayandırıldı. Ekokardiyografik incelemede interventriküler septal kalınlık, sol ventrikül iç çapı, sol ventrikül arka duvar kalınlığı, aort çapı, sol atriyum çapı, nispi duvar kalınlığı ve sol ventrikül kütlesi ölçüldü.
Bulgular: Hipertansif hastaların 32’sinde (%42.7; 18 erkek, 14 kadın) MetS saptandı. Tüm hipertansiflerde ortalama MetS ölçüt sayısı 2.6±1.0 bulundu. Metabolik sendrom olan ve olmayan hastalarda interventriküler septum ve arka duvar kalınlığı, sol atriyum çapı, nispi duvar kalınlığı ve sol ventrikül kütlesi kontrol grubuna göre daha fazla idi (p<0.05). İki hipertansiyon grubu arasında tek anlamlı fark, MetS’li hastalarda sol atriyum çapının anlamlı derecede fazla olmasıydı (p=0.019). Sol atriyum çapı MetS ölçüt sayısı ile doğrudan ilişkili bulundu (r=0.51; p<0.001).
Sonuç: Sol ventrikül boyutları MetS’den etkilenmemektedir. Bu olgularda sol ventrikül boyutlarındaki değişikliklerden birincil olarak hipertansiyon sorumludur. Ancak, sol atriyal genişleme MetS’li olgularda daha belirgindir ve bu MetS’in her ölçütünün sol ventrikül diyastolik disfonksiyonu ile ilişkili olduğu gerçeğiyle açıklanabilir.
Objectives: Metabolic syndrome (MetS) is associated with increased risk for cardiovascular events. We evaluated heart dimensions in hypertensive patients with MetS.
Study design: The study included 75 hypertensive patients (34 males, 41 females; mean age 51±9 years) without coronary artery disease. Patients were evaluated in two groups depending on the presence or absence of MetS. Age and gender-matched 20 healthy subjects (9 males, 11 females; mean age 50±5 years) comprised the control group. The diagnosis of MetS was based on the presence of at least three of five MetS criteria. Hypertension was defined as arterial blood pressure exceeding 140/85 mmHg on three consecutive measurements or the use of antihypertensive drugs. Echocardiographic measurements included interventricular septal thickness, left ventricular internal diameter, posterior wall thickness, aortic diameter, left atrial diameter, relative wall thickness, and left ventricular mass.
Results: Metabolic syndrome was present in 32 hypertensive patients (42.7%; 18 males, 14 females). The mean number of MetS criteria was 2.6±1.0 in the hypertensive group. Compared to the control group, patients with or without MetS exhibited significantly increased interventricular septum and posterior wall thickness, left atrial diameter, relative wall thickness, and left ventricular mass (p<0.05). The only significant difference between the two patient groups was that MetS was associated with a greater left atrial diameter (p=0.019). Left atrial diameter was correlated with the number of MetS criteria (r=0.51; p<0.001).
Conclusion: Left ventricular dimensions are not influenced by MetS. Rather than MetS, hypertension is primarily responsible for changes in left ventricular dimensions. However, left atrial enlargement is more prominent in patients with MetS, suggesting that each MetS criterion contributes to left ventricular diastolic dysfunction.

3.The prevalence of angiographically significant coronary artery disease in patients with isolated secundum atrial septal defect
Serkan Çay, Sezgin Öztürk, Göksel Çağırcı, Mücahit Yetim, Zafer Büyükterzi
PMID: 19155658  Pages 451 - 455
Amaç: Yetişkinlerde, özellikle yaşlılarda atriyal septal defekte (ASD) koroner arter hastalığı (KAH) da eşlik edebilir. Bu çalışmada, ASD için kateterizasyon yapılan ve aynı seansta selektif koroner anjiyografi uygulanan hastalarda KAH sıklığı araştırıldı ve KAH’nin semptomlar ve risk faktörleri ile ilişkisi değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya izole sekundum tip ASD tanısıyla kateterizasyon yapılan ve aynı seansta selektif koroner anjiyografi uygulanan 138 ardışık hasta (40 erkek, 98 kadın; ort. yaş 54±10; dağılım 31-74) alındı. Hasta grubunda ortalama şant oranı 2.6±0.8 idi. Anjiyografide ≥%50 darlığa yol açan lezyon varlığı ciddi KAH olarak kabul edildi.
Bulgular: On iki hastada (%8.7) KAH saptandı. Bu gruptaki hastalar KAH bulunmayanlara göre daha yaşlıydı (61±10 ve 54±10, p=0.016) ve erkek cinsiyet daha baskındı (%83.3 ve %23.8, p<0.001). Risk faktörleri ve hemodinamik parametreler açısından KAH olan ve olmayan gruplar arasında fark yoktu. Laboratuvar bulgularında, KAH olmayan grupta yüksek trigliserid düzeyi dışında (123±64 mg/dl ve 71±40 mg/dl, p=0.006) fark saptanmadı. Angina, ciddi KAH bulunmayan grupta 28 (%22.2), KAH’li grupta dört (%33.3) hastada görüldü. Koroner arter hastalığı için angina pektorisin duyarlılığı %33.3, özgüllüğü %77.8, pozitif kestirim değeri %12.5, negatif kestirim değeri %92.5 bulundu. En az bir risk faktörü bulunmasında bu değerler sırasıyla %50, %33.3, %6.7 ve %87.5; en az bir risk faktörü ile birlikte angina olması durumunda ise %16.7, %82.5, %8.3 ve %91.2 idi.
Sonuç: Yetişkin nüfusta KAH sıklığı artmış olsa da, ASD’li hastalarda KAH oranı nispeten düşüktür. Bu nedenle, ASD’li hastalarda CAD saptanması için rutin uygulanan koroner anjiyografi komplikasyonları artıracak ve maliyet-etkinlik oranını azaltacaktır.
Objectives: Atrial septal defect (ASD) and coronary artery disease (CAD) may coexist in adults, especially in the elderly. The aim of this study was to determine the prevalence of CAD in patients undergoing both catheterization for ASD and selective coronary angiography and to evaluate the relationship of CAD with symptoms and risk factors.
Study design: The study included 138 consecutive patients (40 males, 98 females; mean age 54±10 years; range 31 to 74 years) who underwent catheterization for isolated secundum ASD and selective coronary angiography at the same session. The mean shunt was 2.6±0.8 in the patient group. Significant CAD was defined as the presence of ≥50% stenotic lesions during angiography.
Results: Significant CAD was detected in 12 patients (8.7%). Patients with CAD exhibited a higher mean age (61±10 vs 54±10 years, p=0.016) and male preponderance (83.3% vs 23.8%, p<0.001). Risk factors and hemodynamic parameters did not differ between the two groups. Laboratory parameters were also similar except for a higher triglyceride level in patients without CAD (123±64 mg/dl vs 71±40 mg/dl, p=0.006). Angina pectoris was present in four patients (33.3%) in the CAD group, compared to 28 patients (22.2%) without CAD. For angina pectoris to predict CAD, the sensitivity, specificity, positive and negative predictive rates were 33.3%, 77.8%, 12.5%, and 92.5%, respectively. The corresponding figures were 50.0%, 33.3%, 6.7%, and 87.5% for at least one risk factor, and 16.7%, 82.5%, 8.3%, and 91.2% for combination of angina pectoris with at least one risk factor.
Conclusion: Despite increased prevalence of CAD in adults, its prevalence is relatively low in patients with ASD. Thus, routine coronary angiography performed to detect CAD in patients with ASD increases complications and decreases cost-effectiveness.

4.The predictive value of plasma brain natriuretic peptide for the recurrence of atrial fibrillation six months after external cardioversion
Hasan Arı, Süleymen Binici, Selma Arı, Mehmet Akkaya, Vedat Koca, Tahsin Bozat, Muhammet Gürdoğan
PMID: 19155659  Pages 456 - 460
Amaç: Bu çalışmada dirençli atriyal fibrilasyonlu (AF) hastalarda başarılı kardiyoversiyon sonrası AF nüksünü öngörmede plazma beyin natriüretik peptid (BNP) düzeyinin değeri araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya, dirençli AF nedeniyle başarılı elektriksel kardiyoversiyon uygulanan, sol ventrikül fonksiyonu korunmuş 58 hasta (36 kadın, 22 erkek; ort. yaş 59) alındı. Hastaların kardiyoversiyon öncesi, kardiyoversiyon sonrası 30. dakika ve kardiyoversiyon sonrası altıncı aydaki plazma BNP düzeyleri ölçüldü ve AF nüksünü değerlendirmek için elektrokardiyografileri çekildi. Tüm hastalara işlem öncesinde ekokardiyografi yapıldı.
Bulgular: Altıncı ayda 38 hasta (%65.5) sinüs ritminde (SR) kalırken, 20 hastada (%34.5) AF görüldü. Tüm hasta grubunda işlem öncesindeki ortalama BNP düzeyi (255.6±159.6 pg/ml), kardiyoversiyon sonrası 30. dakikadaki BNP değerine (70.5±57.0 pg/ml) göre anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0.00006). Altıncı ayda AF görülen hastalarda başlangıç (p=0.035) ve altıncı aydaki (p=0.001) BNP değerleri sinüs ritmindeki hastalardan anlamlı derecede yüksek idi. Ayrıca, bu grupta kardiyoversiyondan 30 dakika sonra BNP düzeyinde görülen düşme miktarı anlamlıydı (-271.9±42.4 pg/ml ve -139.4±25.3 pg/ml; p=0.008). Kesim değeri 200 pg/ml alınarak yapılan ROC analizinde, BNP düzeyindeki bu düşüşün altıncı aydaki AF nüksünü öngörmedeki duyarlılığı %80, özgüllüğü %86 bulundu. Başlangıç BNP düzeyi AF süresiyle ilişkili bulunmadı; sol atriyum çapı ise BNP düzeyi ile anlamlı ters ilişki gösterdi (≤40 mm, 41-45 mm ve ≥45 mm için sırasıyla 394.6 pg/ml: 206.5 pg/ml ve 198.5 pg/ml; p=0.02).
Sonuç: Başlangıçtaki plazma BNP düzeyi ve başarılı kardiyoversiyon sonrası BNP düzeyindeki düşme miktarı, dirençli AF’li hastalarda AF nüksünü öngörebilir.
Objectives: The aim of this study was to assess the predictive value of plasma brain natriuretic peptide (BNP) level for the recurrence of atrial fibrillation (AF) after successful cardioversion in patients with persistent AF.
Study design: The study included 58 patients (36 females, 22 males; mean age 59 years) with preserved left ventricular function, who underwent successful electrical cardioversion for persistent AF. Plasma BNP levels were measured before, 30 minutes and six months after cardioversion and electrocardiography was performed to assess AF recurrence. Echocardiography was performed in all the patients before cardioversion.
Results: At six months, 38 patients (65.5%) were in sinus rhythm (SR), whereas 20 patients (34.5%) reverted to AF. The mean baseline BNP level was significantly higher than that measured 30 minutes after cardioversion (255.6±159.6 pg/ml vs 70.5±57.0 pg/ml; p=0.00006). Patients who reverted to AF had significantly higher baseline (p=0.035) and six-month (p=0.001) BNP levels. In addition, they had a significantly greater decrease in BNP levels 30 minutes after cardioversion than patients who remained in SR (-271.9±42.4 pg/ml vs -139.4±25.3 pg/ml; p=0.008). ROC analysis of this drop with the cutoff value of 200 pg/ml predicted AF recurrence at six months with 80% sensitivity and 86% specificity. There were no correlations between baseline BNP level and duration of AF. However, left atrium diameter showed a significant negative correlation with the baseline BNP level (for ≤40 mm, 41-45 mm, and ≥45 mm: 394.6 pg/ml, 206.5 pg/ml, and 198.5 pg/ml, respectively; p=0.02).
Conclusion: In patients with persistent AF, baseline plasma BNP level and the magnitude of its decrease after successful cardioversion may predict AF recurrence.

5.Combination of complete atrioventricular septal defect and tetralogy of Fallot: surgical management and its results
Tayyar Sarıoğlu, Ersin Erek, Yusuf Kenan Yalçınbaş, Yasemin Türekul, Arda Saygılı, Ayşe Sarıoğlu, Ayşe Ulukol
PMID: 19155660  Pages 461 - 466
Amaç: Komplet atriyoventriküler septal defekt (AVSD) ve Fallot tetralojisinin (TOF) birlikteliği nadir görülen bir doğuştan kalp anomalisidir. Bu çalışmada, AVSD+TOF tanısıyla tam düzeltme uygulanan hastaların sonuçları incelendi.
Çalışma planı: Yedi hastaya (5 kız, 2 erkek; yaş dağılımı 2.5-14) AVSD+TOF tanısıyla tam düzeltme ameliyatı yapıldı. Üç hastada Down sendromu vardı. Üç hasta daha önce sistemik-pulmoner şant ameliyatı geçirmişti. Ek anomali olarak iki hastada sol superior vena kava, bir hastada sol atriyal izomerizm, bir hastada musküler VSD, bir hastada çift çıkışlı sağ ventrikül vardı. Hastaların ameliyat öncesi tanıları ekokardiyografi ile kondu. Tam düzeltme ameliyatı iki-yama tekniği ile yapıldı. Sağ ventrikül çıkış yolu rekonstrüksiyonu için dört hastada transannüler, üç hastada infundibuler yama kullanıldı. Takip süresi altı ay ile dokuz yıl arasında (ort. 3.4±2.9 yıl) değişmekteydi.
Bulgular: Ameliyat sonrası erken ve geç dönemde kaybedilen hasta olmadı. İki hastada akciğer infeksiyonu ve sepsis nedeniyle hastanede yatış süresi uzadı (>1 ay). Takipler sonunda, fonksiyonel kapasite açısından beş hasta NYHA sınıf I, iki hasta ise sınıf II idi. Son ekokardiyografik kontrolde, beş hastada hafif derecede sol atriyoventriküler (AV) kapak yetersizliği, üç hastada hafif, bir hastada orta derecede sağ AV kapak yetersizliği saptandı. İki hastada rezidüel hafif pulmoner darlık, transannüler yama uygulanan üç hastada serbest pulmoner yetersizlik görüldü. Tüm hastaların sağ ve sol ventrikül fonksiyonları iyiydi ve tüm hastalar sinüs ritminde idi.
Sonuç: Uygun bir cerrahi strateji ve teknik ile AVSD+TOF anomalisi başarıyla düzeltilebilir. Pulmoner yetersizlik ve AV kapak fonksiyonları açısından hastaların uzun dönem takipleri sürdürülmelidir.
Objectives: Complete atrioventricular septal defect (AVSD) with tetralogy of Fallot (TOF) is a rare congenital heart anomaly. We evaluated surgical results of total repair in patients with TOF and AVSD.
Study design: Seven patients (5 girls, 2 boys; age range 2.5 to 14 years) underwent total repair for AVSD and TOF. Three patients had Down syndrome. Three patients had previous systemic-to-pulmonary shunt operations. Accompanying anomalies were left superior vena cava (n=2), left atrial isomerism (n=1), muscular VSD (n=1), and double outlet right ventricle (n=1). Preoperative diagnoses were based on echocardiographic examinations. The two-patch technique was used for surgical repair. Reconstruction of the right ventricular outflow tract was performed using transannular and infundibular patches in four and three patients, respectively. The follow-up period ranged from six months to nine years (mean 3.4±2.9 years).
Results: No mortality occurred throughout the follow-up period. Two patients had prolonged hospitalization (>1 month) due to pulmonary infection and sepsis. At the latest follow-up, functional capacity was NYHA class I in five patients, and class II in two patients. Final echocardiographic examinations showed mild left atrioventricular (AV) valve insufficiency in five patients, and mild (n=3) or moderate (n=1) right AV valve insufficiency. Two patients had mild residual pulmonary stenosis, and three patients with a transannular patch had free pulmonary insufficiency. All the patients had proper right and left ventricular functions and all were in sinus rhythm.
Conclusion: With a proper surgical strategy and technique, AVSD and TOF can be corrected successfully. Long-term follow-up is necessary for AV valve dysfunction and pulmonary insufficiency.

CASE REPORT
6.Antiphospholipid antibody syndrome leading to massive pulmonary embolism and sudden death
Fuat Gündoğdu, Yahya Ünlü, Nezihi Barış, Şakir Arslan
PMID: 19155661  Pages 467 - 469
Antifosfolipid antikor sendromunda venöz ve arteryel tromboz görülebilir. Pulmoner emboli ve intrakardiyak trombüs birlikteliğine çok nadir rastlanır. Otuz üç yaşında bir erkek hasta, akut arteryel embolizm nedeniyle geçirdiği ameliyattan üç ay sonra ciddi nefes darlığı yakınmasıyla başvurdu. Fizik muayenede, kan basıncı 80/60 mmHg idi ve sol akciğer alt bölümünde solunum sesleri zayıftı. Alt ekstremitede ciddi ödem vardı. Kardiyak oskültasyonda üçüncü kalp sesi işitildi. Elektrokardiyografide sadece sinüs taşikardisi izlendi. Transtorasik ekokardiyografide, ilki çok büyük olmak üzere, sağ atriyumda ve ana pulmoner arterde trombüs görüldü. Hematolojik testlerde antifosfolipid antikor titreleri yüksek bulundu. Hastada yoğun pulmoner emboli olabileceği düşünüldü. Acil ameliyat için hazırlık sırasında kardiyovasküler kollaps gelişen hastada kardiyopulmoner resüssitasyon başarılı olmadı ve hasta kaybedildi.
Antiphospholipid antibody syndrome is associated with venous and arterial thromboembolism. Coexistence of pulmonary embolism and intracardiac thrombus is rarely encountered. A 33-year-old male patient presented with severe dyspnea three months after surgery for acute arterial embolism. On physical examination, blood pressure was 80/60 mmHg and breath sounds were weaker in the lower zone of the left lung. Severe lower limb edema was noted. On cardiac auscultation, the third heart sound was elicited. Electrocardiography showed only a sinusal tachycardia. Transthoracic echocardiography revealed a huge thrombus in the right atrium and another thrombus in the main pulmonary artery. Hematological analysis showed a high titration of antiphospholipid antibodies. A diagnosis of massive pulmonary embolism was considered. During preparation for emergency operation, the patient developed cardiovascular collapse, which did not respond to cardiopulmonary resuscitation.

7.Obstruction of the left ventricular outflow tract caused by bicuspid aortic valve and discrete subaortic membrane
Cem Koz, Mehmet Yokuşoğlu, Oben Baysan, Mehmet Uzun
PMID: 19155662  Pages 470 - 472
En sık rastlanan doğuştan kardiyak anomali olan biküspid aort kapağı pek çok doğuştan kardiyak anomalilerle birlikte olabilir. Sol ventrikül çıkış yolu tıkanıklığına neden olan biküspid aort kapak ile diskret subaortik membranın birlikteliği çok nadirdir. Yirmi bir yaşında erkek hasta, efor ile nefes darlığı ve baş dönmesi yakınmalarıyla başvurdu. Transtorasik ekokardiyografide, parasternal kısa eksen görüntüde biküspid aort kapağın yanı sıra, parastenal uzun eksen renkli Doppler görüntülerde subaortik bölgede mozaiklenme izlendi. Parasternal uzun eksen görüntülerin daha dikkatli incelenmesiyle diskret subaortik membran görüntülendi. Aort kapak üzerinden yapılan devamlı akım Doppler incelemesinde aort akım hızı normal sınırlarda idi; ancak, Valsalva manevrası ile 30 mmHg’lik zirve gradiyent oluşmaktaydı. Bu iki anomali birlikteliğinin çok az bildirilmiş olması, diskret subaortik membranın ekokardiyografik inceleme sırasında gözden kaçması olabilir.
Bicuspid aortic valve is the most common congenital cardiac anomaly and it may often coexist with other congenital cardiac anomalies. Its coexistence with discrete subaortic membrane, causing obstruction of the left ventricular outflow tract is very rare. A 21-year-old male patient presented with complaints of exertional dyspnea and dizziness. On transthoracic echocardiography, the parasternal short-axis view showed a bicuspid aortic valve, and parasternal long-axis color Doppler view showed a mosaic pattern in the subaortic region. A more careful examination of the parasternal long-axis views revealed a discrete subaortic membrane. Continuous-wave Doppler flow velocity obtained from the aortic valve was normal; however, a peak gradient of 30 mmHg was observed with the Valsalva maneuver. The fact that there are very few reports on this rare coexistence may be due to failure to recognize discrete subaortic membrane during echocardiographic examination.

8.Single coronary artery anomaly: a report of three cases
Alper Canbay, Özlem Özcan, Sinan Aydogdu, Erdem Diker
PMID: 19155663  Pages 473 - 475
Rutin koroner anjiyografi sırasında raslantısal olarak tek koroner arter anomalisi saptanan üç olgu sunuldu. Başvuru yakınmaları sırasıyla göğüs ağrısı, angina pektoris ve egzersizle ortaya çıkan göğüs ağrısıydı. Bir olguda (erkek, yaş 69) tek koroner arterden, sol ön inen arter, sol sirkumfleks (LCx) arter ve sağ koroner arter (RCA) çıkım göstermekteydi (tip L-I). Hastada aterosklerotik lezyon saptanmadı. Göğüs ağrısı yakınmasının kardiyak kökenli olmadığı düşünüldü. On iki aylık izlemi sırasında da göğüs ağrısı tekrarlamadı. Bir diğer olguda (erkek, yaş 65), tek koroner arter sağ Valsalva sinüsünden çıkmakta ve RCA ve sol koroner sisteme dallanmaktaydı (tip R-I). Anjiyografide LCx ve RCA’da önemli darlık görülmesi nedeniyle hastaya koroner arter baypas cerrahisi yapıldı ve 12 aylık izlemi sırasında angina pektoris semptomları izlenmedi. Üçüncü olguda (kadın, yaş 48), tek koroner ostium sağ ve sol koroner sistemlere dal vermekteydi (tip R-II-B). Koroner arter aort ve pulmoner arter arasında seyrettiğinden, hastaya ameliyat önerildi; ancak hasta cerrahiyi kabul etmedi.
We presented three cases of anomalous single coronary artery detected incidentally during routine coronary angiography. The presenting symptoms were chest pain, angina pectoris, and exertional chest pain, respectively. In one case (male, 69 years), the single coronary artery gave off branches to the left anterior descending artery, left circumflex (LCx) artery, and right coronary artery (RCA) (type L-I). There were no atherosclerotic lesions. The patient’s chest pain was thought to have a noncardiac origin and it did not recur during a 12-month follow-up. In another case (male, 65 years), the single coronary artery originated from the right sinus of Valsalva, and gave off branches to the RCA and the left coronary system (type R-I). The patient underwent coronary artery bypass surgery for significant stenotic lesions in the LCx and RCA. He was free of angina pectoris within 12 months after surgery. In the third case (female, 48 years), a single coronary ostium gave branches to the right and left coronary systems (type R-II-B). As the course of the coronary artery was between the aorta and pulmonary artery, surgery was recommended, but the patient refused surgery.

9.A very rare cause of continuous murmur and coronary ischemia: high-flow coronary-to-pulmonary artery fistula
Fehmi Kaçmaz, Orhan Maden, Ali Rıza Erbay, Erdoğan İlkay
PMID: 19155664  Pages 476 - 478
Elli iki yaşında bir kadın hasta, göğüste rahatsızlık ve egzersizle ortaya çıkan ve boyna ve sol kola yayılan göğüs ağrısı yakınmalarıyla kliniğimize başvurdu. Hasta, göğüs ağrısının dilaltı nitrat kullanımıyla arttığını bildirdi. Koroner anjiyografide sol ana koroner arterle pulmoner arter arasında yüksek akımlı bir fistül görüldü. Sol koroner arterler normaldi; fakat, sağ koroner arterde darlık vardı. Koroner arter fistülü baypas cerrahisi ile başarılı bir şekilde bağlandı. Yüksek akımlı fistülden kaynaklanan miyokard iskemisinin, koroner çalma fenomeninin etkisiyle dilaltı nitrat kullanımıyla arttığı düşünüldü.
A 52-year-old woman presented with complaints of chest discomfort and angina radiating to the neck and left arm on exertion. She reported that the severity of angina was increasing after sublingual nitrate intake. Coronary angiography showed a high-flow fistula between the left main coronary artery and pulmonary artery. Left coronary arteries were normal, but there was a stenotic lesion in the right coronary artery. Coronary artery fistula was ligated successfully under bypass surgery. It was thought that the severity of myocardial ischemia caused by the high-flow fistula was aggravated by sublingual nitrate due to coronary steal phenomenon.

10.Percutaneous extraction of a short, 0.038-inch guide wire retained in the right common iliac artery
Başar Candemir, Kadir Polat, Alper Canbay
PMID: 19155665  Pages 479 - 481
İntravasküler yabancı cisimlerin özel olarak tasarlanmış aletlerle perkütan yolla çıkarılması standart tedavi yöntemidir ve cerrahi seçenek öncesinde uygun olan her olguda denenmelidir. Çıkarılan materyallerin büyük çoğunluğu, superior vena kava, sağ kalp boşlukları veya pulmoner arterde kalan kateter parçalarıdır. Altmış beş yaşında bir erkek hastaya yapılan tanısal koroner anjiyografi sırasında, sağ ana iliyak arterde kısa bir 0.038 inç kılavuz tel görüldü. Telin daha önce başka bir merkezde yapılan arteryel monitörizasyon sırasında içerde unutulduğu öğrenildi. Kılavuz tel, perkütan yolla, özel olarak tasarlanmış bir alet olmaksızın, “tel-balon” tekniklerinin birlikte kullanımıyla başarılı bir şekilde çıkarıldı.
Percutaneous extraction of intravascular foreign bodies with the help of specifically designed devices is the standard method of treatment and should be attempted in appropriate cases before any surgical approach. The majority of retrieved materials are catheter fragments localized in the superior vena cava, right side of the heart, or pulmonary artery. During diagnostic coronary angiography of a 65-year-old man, a short, 0.038-inch guide wire was identified in the right common iliac artery. It was erroneously left there during arterial monitoring performed at another center. The guide wire was successfully removed percutaneously using a combination of “wire-balloon” technique without any available specifically designed device.

11.A case of cardiac tamponade caused by tuberculous pericarditis
Alaettin Avşar, Nuran Kara Günay, Ataç Çelik, Mehmet Melek
PMID: 19155666  Pages 482 - 484
Yetmiş bir yaşında bir kadın hasta kardiyak tamponad tanısıyla kliniğimize yatırıldı. Acil olarak yapılan transtorasik ekokardiyografide, tüm kalpte belirgin basıya neden olan ileri miktarda perikard efüzyonu saptandı. Yapılan perikardiyosentezle 1 litreye yakın hemorajik sıvı aspire edildi. Perikardiyosentez materyalinin patolojik incelemesi benign bulundu, perikard sıvısında aside dirençli bakteri görülmedi, bakteri kültürü negatif sonuçlandı. Hastada tüberküloz perikarditine işaret eden tek gösterge, perikard sıvısında 76 U/l düzeyinde ölçülen adenozin deaminaz aktivitesiydi. Altı ay süreyle antitüberküloz tedavisi gören hastanın genel durumunda tam düzelme görüldü; diğer bulgularla beraber ekokardiyografi bulguları normal seyretti.
A 71-year-old woman was admitted with a diagnosis of cardiac tamponade. Emergency transthoracic echocardiography showed a large amount of pericardial effusion compressing the whole heart. Pericardiocentesis was performed immediately and nearly 1 liter of hemorrhagic fluid was aspirated. Pathological result of the pericardiocentesis material was benign, acid-resistant bacteria were not found in the pericardial fluid, and bacteria cultures were negative. The only parameter suggesting tuberculous pericarditis was adenosine deaminase activity in the pericardial fluid, which was measured as 76 U/l. With antituberculosis therapy for six months, the patient showed complete improvement; no signs of deterioration were observed and echocardiographic findings were normal.

REVIEW
12.Safety of magnetic resonance imaging in patients with implanted cardiovascular devices
Serdar Demir, Serkan Yüksel, Mahmut Şahin
PMID: 19155667  Pages 485 - 496
Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) radyolojik açıdan en ileri görüntüleme yöntemlerinden biridir. Kardiyovasküler cihaz taşıyan hastalarda, MRG sırasında istenmeyen etkileşimler sonucunda cihaz fonksiyonlarında ve tanısal bilginin kalitesinde bozulmalar olabilmektedir. Bu derlemede, kardiyovasküler cihaz taşıyan hastalarda MRG güvenliği gözden geçirildi.
Magnetic resonance imaging (MRI) is one of the most advanced diagnostic methods of radiologic imaging. In patients with implanted cardiovascular devices, there can be device malfunction and deterioration in the quality of diagnostic data as a result of MRI-related interferences. This article aimed to review MRI safety in patients with implanted cardiovascular devices.

CASE IMAGE
13.Spider in the Heart
Arda Şanlı Ökmen
PMID: 19155668  Page 497
Abstract |Full Text PDF

14.Large left ventricular pseudoaneurysm detected by 64-slice computed tomography
Fatih Bayrak, Başak Törüm Eroğlu, Ömer Beykal, Muzaffer Değertekin
PMID: 19155669  Page 498
Abstract |Full Text PDF

15.Pseudoaneurysm of the mitral-aortic intervalvular fibrosa after aortic valve replacement
Gökhan Kahveci, Nurşen Keleş, Fatih Bayrak, Bülent Mutlu
PMID: 19155670  Page 499
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
16.Answers of specialist
Oktay Ergene, Zeynep Oşar Siva
Pages 500 - 501
Abstract |Full Text PDF

17.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 502
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.