ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 27 (10)
Volume: 27  Issue: 10 - December 1999
1.Summaries of Articles

Pages 658 - 661
Abstract | English Full Text

EDITORYAL YORUM
2.Editorial
Altan ONAT
Pages 662 - 663
Abstract |Full Text PDF

3.Clinical Investigations 403Arg-Gln Missence Point Mutation of ß-Myosin-Heavy-Chain in Hypertrophic Cardiomyopathy Families in a Diverse Turkish Population and its Relation with Sudden Cardiac Death
Emine KÜÇÜKATEŞ, Murat ERSANLI, Nazmi GÜLTEKİN, Nur SAYHAN, Haşim MUTLU, Ersin KALFOĞLU, Recep ÖZTÜRK, Mehmet SEVEN, Funda ÖZTUNÇ
Pages 664 - 671
Bu çalışmada değişik coğrafi bölgelerden gelen hipertrofik kardiyomiyopati (HK) hastalarında ve aile bireylerinde 14. kromozomun 13. eksonunda olanjJ-MHC geninin 403Arx-->Gın missens nokta mutasyonu araştmlmıştır. Çalışmanm diğer bir amacı da, mutasyonun HK'de görülen genoıip- fenotip ilişkileri ve özellikle de ani kardiyak ölümdeki (AKÖ) rolünün incelenmesidir. Metod: Çalışmafeno/ip (+) 12 kadm, 21 erkek, 33 HK vakası; ve bunların aile ve akrabalarındanfeno/ip (-) 68 kadm ve 40 erkek, 103 olgu; toplanı 21 ailede 141 olguda yapıldı. Tüm olgularda soy ağacı ve ani kardiyak ölüm sorgu/andı, fizik muayene, iki boyutlu ekokardiyografik inceleme yapıldı. 32 HK (%97) vakası ve 96 (%89) fenorip (-) olguda olmak üzere toplam 128 (%91) olguda mutasyon araştırıldı. Genomik DNA Stratagene (No: 200600) çekirleme kiri ile izole edildi, takiben polinıeraz zincir tepkinıesi (PCR) ile amplifiye edildi ve resfl·iksiyon endonükleaz ile sindirilerek, jJ-MHC 13. eksondaki nıissens nokta nıutasyon bölgesi saptandı. Daha sonra PCR ürününün jel elektroforezinde normal olgularda 84 ve 70 bp'lik ikifragnıan , HK vakalarında ise 84, 70,52 ve 32 bp'lik dört fragnıan göstermesi ile genetik ta111 konuldu. Bulgular: 21 ailenin 3'iinde (%14.2) ve 32 olgımım 8'inde (%25) mu/asyon pozitif bulundu. Her 3 ailede de genetik incelemenin yapıldığı tüm fe not ip ( +) vakalarda m lllasyon ( +) idi. 403Arg--><:;Jn nıutasyonunım ( +) bulunduğu 2 ailede, fenotip (-) 2 olguda nıutasyonun (+)saptanması, nıurasyonun fenotipe etkinliğinde farklılıklar gösterebileceğini düşündürmekre idi. AKÖ mutasyon (+) 3 ailenin 2'sinde (%66.7), nıutasyon (-) 18 ailenin 10'unda (%55.6) toplanı olarak 21 ailenin 12'sinde (%57) saptandı. Sonuç: 403Arg....Cın missens nokta nıutasyonuna fenotip ( +) vakalarda %25, bu vakaların fenotip (-)akraba bireylerinde ise %2 oramnda rast/andı. AKÖ, m w asyon (+)ailelerde daha fazla saptanmakla beraber istatistiksel anlamlılık göstermedi.
Background: Recent identification of mutations in the 1)-myosin-heavy-chain (1)-MHC), a major responsible gene for hypertrophic cardiomyopathy (HCM) has provided the opportunity to characterize genotype-phenotype correlation in HCM families. The goal of this study is the investigation of the 403Arg4Gin missence point mutation in exon 13 of the 14 chromosome of the (3-MHC in patients and relatives of patients in Turkey, from different geographical regions. A further goal is the evaluation of the effects of the genotype on the phenotype as well as the sudden cardiac death (SCD) observed frequently in these cases. Methods: The study was carried out on 21 HCM families with 33 cases of HCM (13 females, 21 males) and 108 phenotype-negative relatives (68 females, 40 males), thus on a total of 14ı cases screneed by history, physical examination, electrocardiography and two-dimensional echocardiography. Blood was collected from 32 pts (97%) and 96 relatives (89%) for DNA extraction. Genomic DNA was isolated using DNA extraction kit (Stratagene No: 200600). The gene for B-MHC was amplified from the region of exon ı3 by PCR and followed by Dde I digestion of PCR product and gel electrophoresis and showed the fragments of 84 and 70 bp in normal individuals and four fragments of 84, 70, 52 and 32 in HCM pts. Results: In 3 (14.2%) of 21 families and 8 (25%) of 32 cases (25%) positive mutation was detected. All phenotype-positive cases in 3 families were found to be positive. The presence of a positive 403Arg4Gin mutation in 2 (2%) phenotype-negative relativesin 2 families with mutation suggests variability in the efficacity of the mutation on the phenotype. SCD was detected in ı2 of 2ı families. It was observed in 2 (66.7%) mutation-positive families and 10 (5.6%) mutation-negative families. Thus SCD occured more frequently in mutation-positive families, although a statistical significance could not be displayed. Conclusions: In our study on 403Arg->Gin missence point mutation, carried out for the first time in Turkey, positive mutation was detected in 25% of phenotype-positive cases, and 2% of phenotypenegative relatives; and no significant difference was found between the mutation positive and negative families in terrus of SCD.

4.Evaluation of the Effects of DDDR and VVIR Pacemakers on Cardiac Functions with Exercise Test and Echocardiography
Ertan ÖKMEN, İzzet ERDİNLER, Ahmet AKYOL, Enis OĞUZ, Şükrü EKŞİNAR, F. Tanju ULUFER
Pages 672 - 676
Kalıcı kalp pillerinin dolaşım hemodinamisi üzerine yapılan bir çok araştırmada farklı sonuçlar elde edilmiştir. Bunun nedenleri metodoloji, kullamlan protokoller, farklı hasta grup/anmn seçimi, atriyoventriküler (AV) senkroni, hız yamtlan, AV gecikme, ilave kalp hastalıklan mn olması gibi pek çokfaktörden oluşur. Çalışmamızda kalıcı kalp pillerinin DDDR ve W IR nıod/arı arasmda AV senkroninin, korunmuş hız yamtlanmn, ve ekokardiyografiele aortik hız-zaman eniegraline (HZE) göre ayarlanmış olan AV gecikmenin hemodinamik sonuçlarını ekokardiyografi ve egzersiz testi aracılığıyla karşılaştnmayı amaçladık. Yerleştirme süresi 1.5 ay ile 14 ay arasmda değişen, çift odacık/ ı, aktivite sensörlü, hız yanıtlı kalıcı kalp pili olan, yaş ortalanıası 55 (24-71 yaş), 10'u kadın 15 hasta araştırmaya dahil edildi. Kalıcı kalp pili yerleştirme nedenleri 12 hastada AV tam blok, iki hastada hasta sinüs sendromu, bir hastada 2:1 değişken dereceli AV hloktu. Araştırmaya alınan hastaların tümünde kronotropik yetersizlik mevcuttu. Çalışma 1 5'er günlük çapraz kontrollü olarak planlandı ve rastlantısal olarak pil modu DDDR veya W IR şeklinde programlanarak 15. gün sonunda diğer moda geçildi. Kalp pili modları değiştirilmeden ekokardiyografi ve egzersiz testi uygulandı. Egzersiz değerlerinde lter iki kalp pili nıodu arasında toplanı egzersiz süresi (DDDR: 5.36±1 .70 dk., WIR: 4.72±2.50 dk.), nıaksinıal kalp hızına ulaşma süresi (DDDR: 3.37±2.19 dk., VVIR: 3.94±2.46 dk.) ve toparlanma süresi (DDDR: 3.76±2.09 dk., VV IR: 3.00±2.21 dk.) açısmdan anlamlı fark saptannıazken , maksinıal kalp hızı değerleri (DDDR: 121±13 !dk., WIR: 107±13 !dk, p<0.005) ve tansiyon nabız çift çarpımı (DDDR: 22.36±4.30, WIR 18.32±5.40 (bin/ik ölçüde), p<0.005) istatistiksel olarak anlamlı derecede farklı saptandı. Ekokardiyografi değerleri açısmdan ejeksiyon fraksiyon u (EF) (DDDR:% 56±11, WIR:% 50±12, p<0.005), atını hacmi indeksi (AHi) (DDDR: 47±1 1 m/tmı, WIR: 39±12 mllnı2, p<0.005), aortik hız zaman entegra/i (HZE) (DDDR: 0.29, W IR 0.24, p<0.05) parametreleri yönünden DDDR kalp pili ile anlamlı derecede daha iyi sonuçlar elde edildi. Egzersiz değerlerinde maksimal kalp hiZI ve tansiyon nabız çift çarpım dışında her iki kalp pili modunda belirgin fark saptanmaması lı ız yamtlanmn her iki kalp pili modunda da korunnıasma ve egzersiz esnas111da kalp debisinin asıl olarak AV senkroniden çok hı z yamtı ile ilişkili olmasına bağlandı. Ekokardiyografik olarak ise DDDR modu üstiin bulundu. DDDR modu ile sağlanan bu daha iyi sol verlfrikül peıfornıansmm kalıcı kalp pili olan hastalarm günlük maksimale ulaşmayan egzersiz seviyelerini içeren yaşanılannda faydalı olabileceği diişiinüldii.
Studies on the effects of cardiac pacing on the hemodynamics of circulation, have been disparate due to combination of many factors such as methodology, protocols, different patient populations, atrioventricular (AV) synchrony, ra te response, AV delay and associated cardiac disease. This study was planned to compare the hemodynamic effects of AV synchrony, rate response and AV de lay, which was programmed according to velocity time integral (VTI) measured by echocardiography, between DDDR and VVIR pacing modes. ı5 patients (mean age 55 years old; 10 women) with activity sensor and rate responsive dua! chamber pacemakers were included to this study. Pacemaker indications were complete AV block (n=ı2), sick sinus syndrome (n=2) and 2: ı AV b lock w ith varying degrees of block (n=l). The study design was randomized and crossover. Before changing the program, echocardiography and exercise test were performed. In exercise test, the difference was not significant between these two modes when considering total exercise duration (DDDR: 5.36±1.70 min, VVIR: 4.72±2.50 min), period to reach maximal heart rates (DDDR: 3.37±2.ı9 min, VVIR: 3.94±2.46 min) and recovery period (DDDR: 3.76±2.09 min, VVIR:3.002±21 min) but maximal heart rate values (DDDR: 121±13, VVIR: 1 07±13, p<0.005) and blood pressure-heart rate product (DDDR: 22.36±4.30, VVIR: 18.32±5 .40 (x ı 000), p<0.005) w ere significant different. According to echocardiography, ejection fraction (EF) (DDDR: %56±1 1, VVIR: 50± 12, p<0.005); stroke volume index (SVI), (DDDR: 47±11 ml/m2, Türk Kardiyol Dem Arş 1999; 27: 658-661 VVIR: 39±12 ml/m2, p<0.005); velocity time integral (VTI) (DDDR: 0.29, VVIR: 0.24, p<0.05) were better with DDDR pacemaker mode as compared to those obtained with VVIR mode. There were no significant differences in exercise parameters between two pacemaker modes except maximal heart rate and double product, because rate response was preserved. Cardiac output during exereise was related primarily to heart rate, but not AV synchrony. Echocardiographically, DDDR pacemakcr was significantly bcttcr and it is concludcd that this good left ventricular performance obtained by DDDR pacemaker mode may be helpful in the daily life of the patients.

5.Usefulness of the Adminission Electrocardiogram for Identifying the Multi-vessel Disease in Anterior and Anterior-inferior Acute Myocardial Infarction
Turhan KÜRÜM, Erkan ÖZTEKİN, Fatih ÖZÇELİK, Hüseyin EKER, Cengiz KORUCU, Gültaç ÖZBAY
Pages 677 - 680
Bu çalışmada anterior akut miyokard infarktüsü (AMİ) ve anterior-inferior AMİ sırasında hastaların giriş EKG'lerinde infarktüsten sorumlu arter veya çok damar hastalığının tahmin edilmesi için giriş EKG'si ile koroner anjiyografik bulguların karşılaştırılması amaçlanmıştır. Üç yıl içerisinde anterior AMİ tanısı ile yatırılan 86 hasta çalışmaya alındı. Hastalar prekordiyal derivasyonlarda en az komşu iki derivasyonda >1 mm ST-segment elevasyonunun bulunmasıyla birlikte DII, DIII, aVF'den en az ikisinde >1 mm ST-segment elevasyonu veya ST-segment depresyonu göstermelerine göre değerlendirildi. Anjiyografi ilk 14 gün içinde yapıldı ve koroner arterlerde en az > % 50 darlık bulunması dikkate alındı. Hastalar damar tutulumu olarak sol ön inen arter (LAD) veya çok damar hastalığı olanlar şeklinde gruplandırıldı. Çok damar hastalığı LAD+Sirkumfleks arter (Cc) veya LAD+sağ koroner arter (RCA) veya LAD+Cc+RCA birlikteliği olarak kabul edildi. Buna göre a) inferior resiprok gösteren anterior AMİ'lü hastalar, b) inferior elevasyon gösteren anterior AMİ'lü hastalar, c) anterior AMİ geçiren bütün hastalar inferior bölgede ST-segment değişikliklerine göre LAD veya çok damar tutulumu bakımından incelendi. İnferior resiprok gösteren anterior AMİ'de aVL (p: 0.017) ve V6'da (p: 0.01) ST-segment depresyonu görülmesi çok damar hastalığı lehine olarak anlamlı bulundu. İnferior elevasyon gösteren anterior AMİ'lü iki grup arasında ST segment yüksekliği bakımından damar tutulumlarını öngörmede derivasyonlar arasında istatistiksel bir farklılık tesbit edilmedi. Anterior AMİ geçiren bütün olgular incelendiğinde DI, aVL, V4, V5 ve V6'da ST-segment depresyonunun bulunması çok damar hastalığı lehine istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p: 0.04, p: 0.03, p: 0.02, p: 0.04, p: 0.0009, sırasıyla). Sonuç olarak inferior resiproklu anterior AMİ geçiren hastalarda anterolateral derivasyonlarda ST-segment depresyonu bulunmasının, çok damar hastalığını giriş elektrokardiyografisinden öngörmede yararlı olacağı kanaatine varıldı.
This study compares the initial ECG with coronary angiographic findings in patients having electrocardiographic criteria for either an anterior AMI or anterior-inferior AMİ in order to determine whether the initial ECG can predict the IRA and whether the extent of coronary artery disease randers the ability to predict the culprit artery. Over a 3-year period, 86 patients met electrocardiographic criteria for anterior wall AMI (:2:1 mm ST,segment elevation at least two leads among leads V ı to V 6). Patients who underwent coronary angiography within 14 days of infaretion with unequivocal culprit lesion were included. The number of vessels with :2:50% luminal stenosis was recorded. Patients were divided into 2 groups based on whether the IRA was LAD or ınultivessed disease involving LAD. LAD+Cx or LAD+RCA or LAD+RCA+Cx). The patients with anteri or AMI w ere as sessed according to :2:0. 1 m V ST elevation or depression at least in two leads Dil, Dili, and a VF (as anterior-inferior AMI or inferi or reciprocal changes). All patients with anterior AMI were also assessed as only one group, irrespective of ST-segment elevation or depression in inferior leads. ST-segment depression in lead aVL (p:0.017) and V6 (p:O.Ol) were found significantly showing multivessel disease in patients with anterior AMI with inferior reciprocal changes. There was no difference between LAD or multivessel disease in patients with anterior-inferior AMI. ST-segment depression in lead I, aVL, V4, VS, and V6 were found statistically significant showing multivessel disease in patients with all anterior AMI irrespective of inferior ST changes (p:0.04, p:0.03, p:0.02, p:0.04, p:0.0009, respectively). In conclusion, on patients presenting with electrocardiographic criteria for an anteri or w all AMI with inferi or ST -segment depression, the presence of concomitant anterol ateral ST depression was a useful electrocardiographic criteria to predict multi-vessel disease.

6.Differentiation Between Occlusion of the Left Circumflex Artery and Right Coronary Artery from the Admission Electrocardiogram in Inferior Acute Myocardial Infarction
Turhan KÜRÜM, Erkan ÖZTEKİN, Fatih ÖZÇELİK, Hüseyin EKER, Cengiz KORUCU, Mevlüt TÜRE, Gültaç ÖZBAY
Pages 681 - 686
Bu çalışmada inferior akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçirmekte olan hastaların giriş elektrokardiyografilerinden infarktüsten sorumlu arteri (İSA) tahmin etmek için veya koroner arter hastalığının yaygınlığının İSA'i tahmin etme yeteneğini değiştirip değiştirmeyeceğini tayin etmek için giriş EKG'sinin anjiyografik bulgularla karşılaştırılması amaçlanmıştır. İnferior AMİ (DII, DIII, ve/veya aVF'de (1 mm ST-segment elevasyonu) nedeniyle yatırılan 151 hastadan 137 olguya AMİ sonrası ilk 14 gün içinde anjiyografik tetkik uygulandı. DI, aVL ve V1'den V6'ya kadar olan derivasyonlarda 1 mm ST-segment yüksekliği veya depresyonu araştırıldı. Koroner anjiyografi standart yöntemlerle yapıldı. (% 50 çap stenozu olan damarlar belirlendi. İSA'in sirkumfleks (Cc) veya sağ koroner arter (RCA) olmasına göre 2 ana grup oluşturuldu. Bu gruplar koroner arter hastalığının yaygınlığının EKG üzerine etkisini değerlendirmek için 4 alt gruba bölündü. İlk altgrup tek damar tutulumu olarak Cc veya RCA'dan oluştu. İkinci altgrup Cc veya RCA'nın İSA olması koşuluyla tek ve iki damar tutulumlarını kapsadı. Üçüncü altgrup tek, iki ve üç damar tutulumundan oluştu. Dördüncü altgrup sadece Cc+RCA veya RCA+Cc tutulumlarını kapsadı. İki ana grupta ve dört alt grupta İSA Cc olduğunda V1 veya V2'de ST depresyonunun olması RCA tutulumuna göre anlamlı derecede fazla bulundu (p:0.044, p:0.04, p:0.045, p:0.048, sırasıyla). İSA'in Cc olması durumunda V1 veya V2'de ST depresyonu bulunmasının sensitivitesi sırasıyla %100, %91, %84 ve %83, spesifitesi %47, %41, %37 ve %36, negatif prediktif değeri %100, %96, %88 ve %87 olarak bulundu. Sonuç olarak inferior AMİ bulguları gösteren hastalarda V1 veya V2'de ST-segment depresyonunun varlığı Cc tutulumu için duyarlı bulundu, ancak özgül bulunmadı. V1 veya V2'de ST-segment depresyonu yokluğunda Cc tutulumunun olmaması yüksek negatif prediktif değeri olarak elde edildi ve Cc tutulumunun mevcut koroner arter hastalığının yaygınlığından etkilenmediği görüldü.
This study compares the initial electrocardiogram (ECG) with coronary angiographic findings in patients having electrocardiographic criteria for inferior wall acute myocardial infaretion (AMI) in order to determine. whether the initial ECG can predict the infarcı related artery (IRA) and whether the extent of coronary artery disease alters the ability to predict the culprit artery. One-hundred and fifty one patients m et electrocardiographic criteria for inferi or AMI ( 1 mm ST-segment elevation in II, III, and/or aVF), with 137 undergoing coronary angiography within 14 days of infarction. One mm of ST-segment elevation or depression was considered significant including in the case of leads I, aVL, Vl to V6. Coronary ang.iography was performed in the standard fashion, with :2:50% stenosed arteries considered significant. Patients were divided into 2 main groups based on whether the IRA was circumflex (Cx) or the right coronary artery (RCA) and each group was subdivided into 4 additional groups in order to assess the influence of increasing extent of coronary disease. The first subgroup included patients in whom the IRA was the only significant stenosis of the Cx or RCA. The second subgroup included patients with one- or two-vessel disease. The third subgroup included patients with one-, two- or three-vessel disease. The fourth subgroup included patients with Cx+RCA or RCA+Cx. In the main group and all 4 subgroups, patients with Cx as IRA (rather than the right coronary) artery were significantly more likely to have ST depres s i on in V ı or V2 (p:0.044, p:0.04, p:0.045, p:0.048, respectively). The sensitivity of ST depression in leads VI or V2 for identifying the Cx as IRA w as 100%, 91%, 84% and 83% for groups I, Il, III, and IV, respectively, with specificities of 47%, 41%, 37%, and 36%, respectively. The negative predictive value of no ST depression in leads V 1 or V2 for the all groups were 100%, 96%, 88%, and 87%, respectively. In conclusion, in patients presenting with electrocardiographic criteria for inferior wall AMI the presence of concomitant precordial ST depression was a sensitive sign of Cx occlusion, although not specific. Absence of precordial ST depression had a high negative predictive value in excluding the Cx as a culprit vessel and was not affected by inercasing number of underlying coronary involvement.

7.Atrial Septal Aneurysm in Adult Patients
Serdar KÜÇÜKOĞLU, Haşim MUTLU, Zerrin YİĞİT, Hayriye KÜÇÜKOĞLU, İlham TOKATLI, Nazan KANAL, Barış ÖKÇÜN, Sinan ÜNER
Pages 687 - 691
Atriyal septal anevrizma (ASA), atriyal septumun genellikle fossa ovalis bölgesinde sağ veya sol atriyuma veya her ikisine doğru bombeleşme şeklinde deformitesidir. Transözafagiyal ekokardiyografinin (TÖE) kullanım alanına girmesi ile daha kolay tanınan bu patolojinin sıklığını, eşlik eden patolojileri ve klinik önemini araştırmayı amaçladık. Çalışmamıza kliniğimizde TÖE yapılan 1712 olgu alındı. 583 romatizmal kapak hastası çalışma dışı bırakıldı. Geri kalan 1129 olgu (515 erkek, 614 kadın) çalışma grubunu oluşturdu. ASA 1cm veya daha fazla sağ veya sol atriyuma veya her ikisine bombeleşmesi şeklinde tanımlandı. 43 olguda (% 3.8) ASA saptandı. ASA'lı olguların 15'i erkek, 28'i kadındı. ASA'lı olguların yaş ortalaması 41.0+16.7 idi. ASA'ya eşlik eden patolojiler sırasıyla % 27.9 patent foramen ovale (PFO), % 23.3 atriyal septal defekt (ASD), % 20.9 mitral valv prolapsusu (MVP) ve % 2.3 Ebstein anomalisi idi. ASA olguların % 25.6'sında tek patoloji idi. ASA'lı olguların 5'inde (% 11.6) geçirilmiş serebrovasküler olay (SVO) öyküsü vardı. Bu 5 olgunun 4'ünde inme etiyolojisinde rol oynayabilecek başka faktör saptanmadı. Sonuç olarak ASA, TÖE yapılan olguların % 3.8'inde saptanan, PFO, ASD ve MVP'nun eşlik ettiği veya tek başına görülebilen ve SVO kaynağı araştırmalarında ihmal edilmemesi gereken bir patolojidir.
Atrial septal aneurysm (ASA) is a localized deformity, generally at the level of fossa ovalis, seen asa protrusion of the atrial septum to the right or the left atrium or both. ASA is easily diagnosed by transesophageal echocardiography (TEE). We aimed to study the incidence, associated abnormalities and elinical significance of ASA in patients undergoing TEE examination. 1712 patients undergoing TEE w ere enrolled in the study. Five-hundred eightythree patients were excluded because of a diagnosis of rheumatic valve disease. ASA was defined as a bulging of the atrial septum to the right atrium or the left atrium or both for 1 cm or more. Forty-three patients (3.8%) had ASA. Twenty eight were women and 15 men. Mean age was 41.0 ± 16.7 . Related abnormalities were patent foramen ovale (27.9%), atrial septal defect (23.3%), mitral valve prolapses (20.9%) and Ebstein's anomaly (2.3%). 25.6% of ASA existed as isolated anomaly. Five patients (11.6%) had a history of cerebrovascular accident (CVA). Four of these had no other etiologic factor for CVA. In conclusion, ASA is found in 3.8% of patients undergoing TEE, frequently associated with patent foramen ovale, atrial septal defect or mitral valve prolapses. It should not be ignored as a potential risk factor for stroke.

8.Pulmonary Balloon Valvuloplasty for the Treatment of Isolated Pulmonary Valve Stenosis in the Newborn
Arda SAYGILI, Jean François PİECHAUD, Philippe BONHOEFFER, Gülhis BATMAZ, Damien BONNET, Daniel SİDİ, Jean KACHANER
Pages 692 - 696
Pulmoner balon valvüloplasti (PBV), yenidoğanın izole pulmoner stenozunda (PS) etkin ve tercih edilen bir tedavi yöntemidir. Bu çalışmanın amacı yenidoğan döneminde (YD) PBV yapılmış olan hastalarda erken ve geç sonuçların değerlendirilmesidir. Çalışmaya Ocak 1986 - Ocak 1997 tarihleri arasında izole PS tanısıyla PBV yapılmış olan 104 YD dahil edildi. Servisimize başvurduklarında bu bebeklerin median yaşları ve vücut ağırlıkları sırasıyla 4 gün ve 3.2 kg'dır. Bebeklerin 37'si prostoglandin E1 (PGE1) perfüzyon almaktaydı. Sağ ventrikül (RV) anatomisi hastaların tümünde tripartitti. Triküspit kapak anülüs genişliği 9 - 14 mm, ortalama 11 + 1.7 mm ölçüldü. PBV işlemi 87 hastada (% 83) başarılı oldu. Kullanılan balon - pulmoner anülüs çapı oranı ortalama 1.2'ydi ve 1.1 ile 1.5 arasında değişiyordu. RV ile pulmoner arter (PA) sistolik basınç farkı ortalama 82 + 24 mmHg iken girişim sonrası yine ortalam 19 + 17 mmHg'ya düştü. RV, sistemi basınç oranı ise ortalama 1.34 + 0.31'den, 0.65 + 0.25'e indi. Bir hastamız major bir komplikasyon olarak ventrikül delinmesi neticesinde kaybedildi. Kalan 16 hastada cerrahi müdahale yapılması gerekti. Girişim sonrası hastalar 8 ay - 9.5 yıl, ortalama 2.7 yıl takip edildiler. Restenoz nedeniyle 8 hastaya ikinci bir PBV uygulanması gerekti. Son ekokardiyografik (EKO) tetkikleri sırasında ortalama RV-PA sistolik basınç farkı 14 + 12 mmHg bulundu. Sonuç olarak PBV'nin YD döneminde etkili, nispeten basit ve güvenli bir tedavi metodu olduğu söylenebilir.
Pulmonary balloon valvuloplasty (PBV) represents the clıosen procedure for the management of isolated pulmonary valve stenosis (PS) of the newborn. The purpose of this study was to evaluate the immediate and medi u ın-terın results of PBV. Between January 1986 and 1997, 104 newbom underwent PBV for the treatment of PS with intact ventricular septuın. The median weight was 3,2 kg, and median age was 4 days. Twenty-five patients (23%) required prostaglandines Eı perfusion. All patients had a tripartite right ventricle. The tricuspid valve annulus ranged from 9 to 14 mm (ınean ll ± 1,7 ının). PBV was performed as a priınary procedure and was effective in 87 patients (83%). Balloon to pulınonary annulus ratio was measured 1,1 - 1,5 (mean 1,2). Iınmediately after dilatation, the mean transvalvular gradient decreased from 82 ± 24 mmHg to 19 ± 17 mmHg, and right ventricular 1 aortic systolic pressure ratio decreased from 1,3 ± 0,3 to 0,6±0,25. Perforation of the right ventricular outflow tract was the ınajor coınplication for one patient resulting in fatal outcome. Sixteen patients required surgical treatment. Median follow-up was 2,7 years (range 8 months to 9,5 years). Eight patients required repeated BPV for restenosis. At the last visit the mean peak instantaneous Doppler transvalvular gradient was 13±12 mmHg. In conclusion; PBV is effective, safe and represents the chosen procedure for the treatment of isolated pulmonary valvular stenosis in newborn.

9.Smoking Among Turkish Adults: Rising Trend in Women
Altan ONAT, Hüseyin AKSU, Nevzat USLU, İbrahim KELEŞ, Ali ÇETİNKAYA, Beytullah YILDIRIM, Necmetin GÜRBÜZ, Vedat SANSOY
Pages 697 - 700
TEKHARF Çalışmasının 1997/98 yazında gerçekleştirilen üçüncü dalgasında 1832'si eski kohort, 737'si yeni alınan kohort olmak üzere, 2569 erişkinde sigara içimindeki son durum ile geçen 8 yıl içerisindeki değişimler araştırıldı. Sigara alışkanlığında yaşlanmaya bağlı değişimler, cinsiyet ve yaş gruplarına özgü ortalama değerlere ilişkin eğriden hesaplanarak öngörüldü ve toplumdaki gerçek değişim, yaşlanmayla ilgili bu soyutlamadan sonra değerlendirildi. 8 yıl yaşlanmadan arındırılınca, başlangıca kıyasla sigara içiminde erkeklerde % 7.1'lik bir azalma, kadınlarda % 38'lik bir artış kaydedildi. Toplam örneklem temeline oturtulunca, yaş sabit tutulduğunda, bin erişkinden 1990 yılında sigara içen 594 erkek varken, bu sayı 8 yıl sonra 578'e indiği halde, aynı dönemde sigara içen kadın sayısı 178'den 216'ya yükseldi. Tiryaki kadınlarda, üstelik, tüketilen ortalama sigara miktarında da % 20 dolayında artış bulunduğu hesaplandı. Erişkinlerimizde 1990 ile 1998 yılları arasında sigara içimi konusunda toplam tüketimde ılımlı bir artış kaydedilirken, bunun altında iki cinsiyet arasında yatan ters eğilim (erkeklerde tiryakilikte hafif düşüşe karşılık, kadınlarda önemli artış) gözardı edilmemelidir. Halen 36.2 milyon erişkinimizden 14.3 milyonunun (10.4 milyon erkek ile 3.9 milyon kadının) düzenli sigara içtiği tahmin edilmektedir.
A cohort representing the adult population of Turkey was surveyed for the third time in 1998. A total of 2569 adults aged 27 years or over (comprising 1832 subjects of the original cohort and 737 persons newly enrolled) were examined. This report deseribes the prevalence of cigarette smoking, and analyzes relevant changes incurred over the past 8 years. Adjustment for aging by 8 years was carried out for each gender by taking into account the weighted differences of mean values in various age groups in the initial survey. During the period between 1990 and 1998, the proportion of smokers among adults at constant age rose by one-seventh (from 18.9% to 21.6%) in women, while in men a 3%-decline to 57.8% was noted. In addition, a rise by 20% was estimated in the ınean amount consumed by women whereas this figure decreased by 4% among men. The combined effect led to a 38% increase of cigarettes smoked by women over the past 8 years, a huge rise. It was estimated that among Turks aged 20 years or over 10.4 million men and 3.9 million women are current regular smokers. Key words:

DERLEME
10.Reviews Autonomic Nervous System and Arrhythmias
M. Bülent ÖZİN
Pages 701 - 707
Hem supraventriküler, hem de ventriküler aritmilerin oluşumunda, aritmiye zemin hazırlayan yapısal ortam ve tetikleyici faktörler kadar organizmanın o sırada içinde bulunduğu otonom denge de etkilidir. Her nekadar çeşitli deneysel çalışmalarda otonom sinir sisteminin bu rolü detaylı olarak gösterilmişse de klinikte gözlenen aritmilerde, otonom sistemin durumunu belirleyebilecek basit ve hassas testlerin mevcut olmamasından dolayı, otonom etkiler gizli kalabilmektedir. Taşiaritmilerin oluşumundan sorumlu tutulan mekanizmalar olan anormal otomatisite, tetiklenmiş aktivite ve reentrinin oluşumunda özellikle sempatik sinir sisteminin rolü büyüktür. Otonom sinir sistemi tarafından yoğun olarak inerve edilen sinüs ve atriyoventriküler düğümün aritminin vazgeçilmez bir parçası olarak yer aldığı birçok ritm bozukluğunda hem sempatik hem de parasempatik sinir sisteminin aritmilerin oluşumu, devamı, sonlanması ve önlenmesinde büyük etkinliği vardır. Ayrıca yapısal kalp hastalığı olan ya da olmayan bireylerde gelişen ciddi ventriküler aritmilerde ve ani ölümde otonom sinir sisteminin etkileri çeşitli tekniklerle gösterilmiştir. Otonom modülasyonun aritmilerin tedavisindeki etkinliği de özellikle beta blokerlerin yaygın kullanımıyla klinik uygulamaya da yansımıştır.
Autonomic tones is an essential factor in the genesis of both supraventricular and ventricular arrhythmias as well as the substrate for the arrhythmia and the triggering factors. Although the role of the autonomic nervous system has been well established in many elegant experimental studies, these effects may not seem to be obvious in many elinical arrhythmias due to lack of simple and sensitive tests to evaluate the autonomic nervous system. Autonomic nervous system, especially the sympathetic arm is involved in all of the proposed mechanisms in the genesis of tachyarrhythmias (abnormal automaticity, triggered activity and reentry). Sympathetic and parasympathetic nervous system play an essential role in the genesis, perpetuation, termination and prevention of arrhythmias where the parts of the heart, richly innervated by the autonomic nervous system such as the sinus node and the atrioventricular node are involved. Moreover, the role of the autonomic nervous system has been shown in various ventricular arrhythmias and sudden cardiac death. The unique antiarrhythmic action of beta blockers reflect the therapeutic efficacy of autonomic modulation.

11.The Prevention of Atrial Fibrillation by Atrial Pacing
Remzi KARAOĞUZ, Muharrem GÜLDAL
Pages 708 - 710
Antiaritmik ilaçların atriyal fibrilasyon ataklarının önlenmesinde etkisiz kaldığı ve yan etkileri nedeniyle kullanılamadığı durumlarda nonfarmakolojik tedavi yöntemleri uygulanabilmektedir. Bu yöntemlerden biri olan atriyal "pacing"'in atriyal fibrilasyon ataklarını önleyebildiği ilk olarak vagal atriyal fibrilasyonda ve daha sonra hasta sinüs sendromlu hastalarda dikkati çekmiştir. Belirgin inter-atriyal iletim gecikmesi olan hastalarda da etkili olabileceğini bildiren çalışmalar mevcuttur. İlk çalışmaların sonuçları olumlu olmasına rağmen, yürütülmekte olan geniş çok merkezli çalışmaların sonuçlanması bu yöntemin atriyal fibrilasyonun tedavisindeki yeri hakkında daha geniş bilgi sağlayacaktır.
The limited elinical efficacy and various side effects of antiarrhythmic drug therapies for atrial fibrillation have !ed to the exploration of nonpharmacologic therapeutic approaches. One of them is prophylactic atrial pacing methods. Prevention of atrial fi brillation by pacing was first reported in patients with vagally mediated paroxysmal atrial fibrillation and later in patients with sick sinus syndrome. Another category of patients who may benefit from preventive atrial pacing are those with clear evidence of inter-atrial conduction delay. The preliminary results of the first studies can be considered as encouraging. However large multicenter studies in progress will provide further insight into the value of this new therapeutic technique.

OLGU
12.Case Report Treatment of Malignant Vasovagal Syncope with Dual-chamber Rate-drop Response Pacemaker: A Case Report
İzzet ERDİNLER, Ahmet AKYOL, Ertan ÖKMEN, Kadir GÜRKAN, Tanju ULUFER
Pages 711 - 713
Otuzdokuz yaşındaki erkek hasta, bir yıl öncesinden başlayan presenkop semptomları mevcutken, son 4 ay içinde 5 kez senkop gelişmesi üzerine kliniğimize gönderildi. Eğik masa testinde belirgin kardiyoinhibitör yanıt saptandı. Oral atenolol ve teofilin tedavisinin senkopu önlemede yetersiz kalması üzerine hız düşmesine yanıtlı algoritma içeren çift odacıklı kalp pili uygulaması ile başarıyla tedavi edildi. Kalıcı kalp pili uygulamasından sonra da devam eden presenkop yakınmalarına yönelik ilaç tedavisi verilen hastanın 22 aylık takibinde hiç senkop atağı olmadı. Bu olgumuzda elde edilen başarı, medikal tedaviye dirençli habis vasovagal senkopun tedavisi amacı ile hız düşmesine yanıtlı algoritma içeren çift odacıklı kalp pillerinin uygulandığı sınırlı sayıdaki çalışmaların sonuçlarına uygunluk göstermektedir.
A 39-year-old male was referred to our hospital because of presyncope and syncope. During head-up tilt table test a marked cardioinhibitory response was observed. Treatment with oral atenolol and theophylline was insufficient in prevention of syncopes. A dual-chamber pacemaker w ith rate-drop response algorithm was implanted and oral drugs were continued for presyncope episodes. The patient was successfully treated with permanent pacemaker, and he did not have any syncopal episodes during 22 months, follow-up period. Patients with malignant vasovagal syncope who are refractory to conservative therapy, may be successfully treated by implantation of a dua! chamber rate-drop response pacemaker.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.