ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 18 (3)
Volume: 18  Issue: 3 - July 1990
1.Summaries of Articles

Pages 148 - 152
Abstract | English Full Text

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.Clinical Investigations Extent of Coronary Artery Involvement, Wall Motion Abnormalities and Left Ventricular Diastolic Function
Cahit KOCAKAVAK, Ferruh GÜRKAYNAK, Hatice ŞAŞMAZ, Yalçın SÖZÜTEK, Siber GÖKSEL
Pages 153 - 157
Bu çalışma koroner arter hastalığı (KAH) olan 170 hasta ile 20 kişilik normal kontrol grubu üzerinde yapıldı. Koroner arter tutulumunun yaygınlığı ile duvar hareket bozukluğu (DHB)'nun istirahat sırasındaki vsol ventrikül diyastolik fonksiyonu (LVDF) üzerine olan etkisi "pulsed" Doppler ekokardiyografi ile araştırıldı. Çalışmada değerlendirilen parametreler; yaş, erken maksimal doluş hızı (E) / geç maksimal doluş hızı (A) oranı, deselerasyon yarı zamanı ve deselerasyon hızı. Normal kontrol grubu ile KAH'lı grup karşılaştırıldığında 1, 2 ve 3 damar hastalığı olup da DHB bulunmayan hastalarda normallere göre LVDF'nun önemli derecede bozulmuş olduğu görüldü (P<0.001). Doppler parametrelerindeki bozukluklara göre 1, 2 ve 3 damar hastaları arasında anlamlı fark görülmedi (p>0.05). Diğer yandan, KAH'lı grupta DHB olanlarla olmayanlar arasında da anlamlı farklılık görülmedi. Sonuç olarak, çalışmamız koroner arter tutulum yaygınlığının ve DHB bulunması veya bulunmamasının KAH'lı hastalarda global LVDF bozukluğunu önemli şekilde etkilemediğini düşündürmektedir.
The present study was performed on 170 patients with coronary artery disease (CAD) and 20 normal control subjects. The influences of the extent of artery involvement and wall motion abnormalities (WMA) on left ventricular diastolic function (LVDF) at rest were assessed by pulsed Doppler echocardiography. Following parameters were evaluated: age, early "peak" filling rate (E)/late "peak" filling rate (A) ratio, deceleration half time and deceleration rate, When the normal control group and CAD patient group were compared for the Doppler parameters, significant impairment in LVDF was seen in patients with 1, 2 and 3-vessel disease and no WMA (p<0.001). Regarding the Doppler abnormalities, no significant differences were found among patients with 1, 2 and 3-vessel disease and no WMA. Furthermore, no differences were found in Doppler measurements of the CAD patient group between those with and those without WMA (p>0.05). In conclusion, our study suggests that the extent of involvement of coronary arteries and the presence of WMA do not significantly influence the impaired global LVDF in patients with CAD.

3.Long-Term Follow-up of Carpentier-Edwards Porcine Bioprosthesis
Ünsal ERSOY, Ahmet HATİPOĞLU, Gökhan İPEK, A.Yüksel BOZER
Pages 158 - 162
Ağustos 1976 ile Mayıs 1986 yılları arasında toplam 69 hastaya 69 Carpentier-Edwards porcine biyoprotez kapak replasmanı yapıldı. Vak'aların 20'si erkek, 49'u kadın olup yaş ortalaması 30,1 idi. Bu vak'aların 60'ında (% 87) Carpentier-Edwards biyoprotezi mitral pozisyonda, 9'unda ise (% 13) triküspid kapak pozisyonunda kullanılmıştır. Postoperatif devrede hastalar hemodinamik,kapak disfonksiyonu, gelişen infektif endokardit, tromboemboli, sütür yetersizliği geriprostetik kaçak, hemoliz ve mortalite yönünden değerlendirildiler. Bu hastalardan 53'ü postoperatif 1-10 yıl takip edildi. Üç hastada (% 5.6) periferik emboli, 23 hastada (% 47) kapak disfonksiyonu ve 3 hastada (% 5.6) infektif endokardit tespit edildi. Hemoliz ve sütür yetersizliği görülmedi. Toplam mortalite % 7.5 (4 vak'a) idi.
From 1976 to 1986, sixty-nine Carpentier-Edwards standard porcine bioprostheses (60 mitral, 9 tricuspid) were implanted in 69 patients. Twently of them were male and 49 were female. Mean age at implantation was 30,1 years. Follow-up and investigation were carried out in 53 patients for 1-10 postoperative years to evaluate the end results of this type of valve replacement that included various aspects of hemodynamic values, development of valve dysfunction, rate of thromboembolic events, valve suture deficiency, infectious endocarditis, hemolysis and mortality rate. Postoperatively, the functional capacity of all patients was improved: peripheral emboli developed in 3 cases (% 5.6). valve dysfunction was noted in 23 (% 47) and infective valve endocarditis in 3 patients (% 5.6), but signs of valve suture deficiency or hemolysis was not observed. Total mortality rate was 7,5 percent corresponding to 3 operative death and one death during the long-term follow-up period.

4.Eletrocardiographic findings in Hemorrhagic Stroke: II. Intracerebral Hematoma
Emre KUMRAL, Mehmet İŞLER, Ender TERZİOĞLU, Hasan YILMAZ, Kamuran KUMRAL
Pages 163 - 165
İntraserebral hematomu (İSH) olan 82 hastanın elektrokardiyogramları (EKG) akut dönemde incelendi. Hastaların % 94'ünde değişik tipte EKG anormallikleri saptandı. En sık olarak QT uzamasına, T inverziyonuna ve ST değişikliklerine rastlandı. Özellikle beyinsapına yakın veya içine olan kanamalarda QT uzaması, T inverziyonu, ST değişiklikleri ve U dalgası oran olarak fazla görüldü. İntraserebral hematomlarda görülen bu EKG anormalliklerinin beyinsapı ve hipotalamusdaki kardiyovasküler regülasyonu sağlayan merkezlerin etkilenmesine bağlı olabileceği düşünüldü.
We evaluated the ECGs of 82 patients which had intracerebral hemorrhage in the acute phase. A variety of ECG changes were seen in 94 per cent of patients. We observed commonly QT prolongation, T-wave inversion and ST segment changes. QT prolongation, ST changes and prominent U waves were seen more frequently in brainstem bleedings. ECG abnormalities seen in intracerebral hemorrhage are considered to result from disturbances of the cardiovascular regulation center lacated in the hypothalamus and brainstem.

5.Plasma ß-Thromboglobulin and Platelet Factor 4 in Patients with Coronary and Rheumatic Heart Diseases
Osman YEŞİLDAĞ, Semra DÜNDAR, Şevket UĞURLU, Sırrı KES, Ali OTO, Şerafettin KİRAZLI
Pages 166 - 169
Bu çalışmada 21 koroner hastası, 22 romatizmal kalp hastası, 21 protez kapak hastası ve 15 sağlıklı kontrolde plazma beta-tromboglobulin (BTG), trombosit faktör 4 (PF4) ve trombosit sayımı belirlendi. Koroner arter hastalarında, diğer gruplara göre BTG ve PF4 belirgin ölçüde yüksek bulundu (p<0.05). Bütün gruplarda BTG ve PF4, normal kontrollerden yüksekti (p<0.05). Protez kapak takılmış olanlarda paradoks olarak BTG ve PF4, takılmamış olanlara göre daha düşük bulundu (p<0.05). Tüm gruplarda trombosit sayımı yönünden fark yoktu (p>0.05). Sonuç olarak trombosit inhibitör ilaçların etkinliğinin kontrolü için BTG ve PF4 tayininin yararlı olabileceği bu çalışmamızda gösterilmiştir.
Plasma levels of beta-thromboglobulin (BTG), platelet factor 4 (PF4) and counts were determined in 21 coronary heart patients, 22 rheumatic heart patients, 21 prosthetic valve patients and 15 healthy sujects. The levels of BTG and PF4 in coronary patients were higher than in the other groups (p<0.05), while those of all patients were higher than the levels in normal healthy controls (p<0.05). Lower BTG and PF4 levels in prosthetic valve patients than in rheumatic heart patients (without prosthesis) could be related to the use of anti-platelet durgs. Platelet counts were not significantly different between any group (p>0.05). This study suggested that the determination of plasma BTG and PF4 may be useful in assessing the therapeutic efficacy of anti-plateletaggregation treatment.

6.Dilitiazem Therapy in Stable Angina Petoris: A Placebo-Controlled Study
M.Giray KABAKÇI, Ali OTO, Erdem ORAM, Aydın KARAMEHMETOĞLU, Aysel ORAM, Şevket UĞURLU
Pages 170 - 175
Bu çalışmada kalsiyum kanal blokörü olan diltiazemin, stabil angina pektorisi olan 18 hastada (5 kadın, 13 erkek, ortalama yaş 53.0±1.7) etkinliği araştırıldı. İki hafta plasebo, 4 hafta diltiazem (180-360 mg/gün) verilen hastalara başlangıçta, plasebo sonrasında ve diltiazem sonrasında bisiklet ergometrik egzersiz testi yaptırıldı. Diltiazem angina pektoris sıklığını ve sublingual nitrat tüketimini plaseboya göre önemli ölçüde azalttı (p<0.001). 1 mm ST segment depresyonu, angina pektorisin başlaması için geçen süre ve toplam egzersiz süresi diltiazem ile belirgin şekilde uzama gösterdi (p<0.001). Efor testi sonunda ST segmentinin başlangıç haline gelmesi için geçen süre diltiazem ile plaseboya göre kısaldı (p<0.001). Egzersiz testi sırasında oluşan ST depresyonunda submaksiml ve maksimal egzersiz düzeyinde azalma gözlendi (p<0.001). Diltiazem ile kalp hızı istirahat ve submaksimal egzersiz düzeyinde plaseboya göre azalırken (p<0.001 ve p<0.01) maksimal egzersiz düzeyinde değişmedi (p>0.05). Kalp hızı ve sistolik kan basınının çarpımıyla belirlenen double product değeri, istirahatte ve submaksimal eforda azalırken (p<0.001 ve p<0.02), maksimal eforda değişiklik göstermedi (p>0.05). Dört haftalık diltiazem tedavisinin açlık plazma şekeri, serum ALT, AST, kreatinin, ürik asit, total kolesterol ve trigliserid düzeyleri üzerinde bir değişiklik oluşturmadığı (p>0.05) ve hastalarda önemli bir yan etki meydana getirmediği gözlendi. Bu bulgularla diltiazemin kalp yetersizliği ve ciddi ileti bozukluğu olmayan stabil angina pektorisli hastalarda önemli bir yan etki beklemeksizin güvenle kullanılabilecek, etkin br antianginal ilaç olduğu kanısına varıldı.
The antianginal and metabolic effets of dilitiazem were investigated in 18 patients (5 female, 13 male, mean age 53.0±1.7) with stable angina pectoris during 2 weeks of placebo and 4 weeks of diltiazem (180-360 mg/day) trial periods. The patients performed a symptom-limited supine bicycle exercise test at the beginning of the study and at the end of the placebo and diltiazem periods. The frequency of angina and consumption of sublingual nitrates were decreased significantly by diltiazem (p<0.001, diltiazem vs placebo). Mean exercise time, time to onset of angin pectoris and 1 mm ST segment depression of placebo period were increased at the end of the diltiazem therapy (all p<0.001). Heart rate and myocardial oxygen demand as indicated by rate-pressure product were decreased by diltiazem at rest (both p<0.001) and at a submaximal workload (p<0.01) and p<0.02, respectively), but remained unchanged at the level of peak exercise (p>x0.05 for both) when compared to placebo. ST segment depression at submaximal and peak exercise and ST segment recovery time after completion of exertion were reduced significantly by diltiazem treatment (p<0.001). In addition no significant changes in plasma total cholesterol, triglyceride, ALT, AST, uric acid, glucose and creatinine levels were observed after 4 weeks of diltiazem treatment. We coulld not detect any serious side effects. These findings confirm that diltiazem is an effective antianginal agent lacking undesirable side effects and can be used safely in the management of patients with chronic stable angina pectoris wh have no congestive heart failure or serious conduction defects.

7.Gallopamil Treatment in Chronic Stable Angina Pectoris: A Double Blind, Placebo-Controlled Study
A.Eftal YÜCEL, Ferhan ÖZMEN, Mehmet KABUKÇU, Haldun MÜDERRİSOĞLU, Sırrı KES, Aydın KARAMEHMETOĞLU
Pages 176 - 181
Gallopamilin antianjinal etkileri çift kör, plasebo kontrollü olarak, ergometrik egzersiz testi yapılarak, kronik stabil anjina pektorisli, yaş ortalamaları 53.8±9.1 olan toplam 14 hastada (10 erkek, 4 kadın) incelendi. Egzersiz testleri her tedavi periyodu sonrası, ilaç dozu verilmeden önce ve verildikten sonra yapıldı. Hastaların haftalık anjinal atak sayısı ve nitrat tüketiminde plaseboya göre sırasıyla %81 ve %79 oranında azalma oldu (P<0.0001 ve P<0.01). İstirahat kalp hızı ilaç verildikten sonra plaseboya göre anlamlı şekilde azaldı; 74.1±8'den 65.7±10.4'e düştü (P<0.001). Gallopamil verilmeden öncekine göre gallopamil verildikten sonra kalp hızı düştü (P<0.005). Efor sırasında kalp hızları açısından ilaç ve plasebolar arasında fark saptanmadı. İlaç verilmeden önce istirahat kan basınçları plaseboya göre farksız olmasına rağmen, ilaç verildikten sonra plaseboya göre sistolik ve diastolik basınçlarda düşme görüldü (P<0.01). İlaç verildikten sonraki istirahat hız-basınç ürünü değerleri plasebodan düşüktü (P<0.0001). Egzersiz süresi plaseboya göre ilaç verilmeden önce ve verildikten sonra uzadı (P<0.01 ve P<0.0001). Plasebosunda 308.4±10.6 saniye olan egzersiz süresi değeri gallopamil verildiktensonra 421.9±114.1'e yükseldi. Maksimum ST çökmesi ilaç verildikten sonra plaseboya göre anlamlı şekilde azaldı (P<0.001). Bu bulgularla, gallopamilin kronik stabil angina pektoris tedavisinde etkili olduğu sonucuna varıldı.
Antiangial effect of gallopamil was investigated as a double blind, placebo-controlled study in 14 patients with chronic stable angina pectoris (10 men, 4 women, mean age 53.8±9.1). Ergometric exercise stress test was performed in all patients before and after two-week drug or placebo periods. Number of anginal attacks per week and nitrate consumption declined after gallopamil when compared to placebo (81% and 79%; p<0.001 and p<0.01). Resting heart rate, systolic and diastolic blood pressures statistically significantly diminished after gallopamil therapy (p<0.005 and p<0.01). While resting ratepressure product walues were less than that of placebo period in gallopamil period, exercise tolerance increased 36% after gallopamil treatment compared with placebo. Also the amount of ST segment depression significantly decreased in patients receiving gallopamil (p<0.001). It was concluded that, gallopamil is an effective agent in the treatment of chronic stable angina pectoris.

8.Coronary Atherosclerosis and Angina Pectoris in Aortic Valvular Heart Disease
Zafer BURSALI, Rasim ENAR, Nuran YAZCIOĞLU, Cem'i DEMİROĞLU
Pages 182 - 185
Bu çalışma aort kapak hastalığı (AH) bulunan olgularda angina pektoris (AP) ve koroner arter hastalığı (KAH) sıklığını ve ilişkisini araştırmak gayesi ile 73'ü AH toplam 237 kapak hastasında yapıldı. AP sıklığı tüm AH'lılarda % 52, aort stenozlularda (AS) % 62.5, aort yetersizliğinde (AY) % 44.4 ve kombine AS-AY'de % 51.3, KAH ise % 16.4, % 31.3, % 11.1 ve % 12.8 sıklıkta olup, aralarında anlamlı bir fark bulunamadı. AP'lilerde KAH sıklığı da gruplar arasında anlamlı bir farklılık göstermedi. KAH'lılar tüm AH'lılarda, AS'lılarda ve kombine AS-AY'lilerde KAH'sızlara göre daha yaşlı idi (p<0.05, p<0.05, p<0.025). AP ise LVH ve AKK'sı olan AH'larda (p<0.05, p<0.005), kalsifikasyonlu AS ve kombine AS-AY'lilerde (p<0.025) ve LVH'lı AY'lilerde (p<0.05) diğerlerine göre anlamlı olarak daha sıktı. Sonuçta KAH yaşlı AH'lılarda daha sık bulunmuş ve AP etyolojisinde kapak hastalığının hemodinamik bozukluğu ile birlikte önemli rolü olabileceği kanısına varılmıştır.
Seventy-three patients with aortic valvular disease (AVD) who had all undergone cardiac catheterization and coronary angiography were studied in regard to the interrelationship between angina pectoris (AP) and coronary artery disease (CAD). The incidence of AP was 62 % in aortic stenosis (AS), 44 % in aortic regurgitation (AR), 51 % in combined AS+AR while that of CAD was 31 %, 11 % and 13 %, respectively. No significant existed between the groups. While AP was noted only in 44 % of patients without CAD, it existed in 11 of 12 patients with CAD (p<0.005). Patients with CAD were significantly (a decade) older than the others. AP was significantly higher in AVD patients with left ventircular hypertrophy (LVH) or aortic valve calcification (AVC) than those not exhibiting these complications. This observation was valid also in patients with AS or combined AS+AR with AVC as compared to those without AVC and in AR with LVH compared to those without LVH. Our findings comfirmed that in addition to the hemodynamic effects of the valvular disease, CAD is an importnt etiologic factor in AP in these patients.

9.Amrinone in the Treatment of Heart Failure: Comparison with Dopamine
Zuhal AYKAÇ, Ercüment KOPMAN, Yıldırım SEYİTHANOĞLU, Aydın ÇAĞIL
Pages 186 - 189
Bu çalışmada kalp yetersizliği olan sekiz hastada (NYHA sınıf 3-4) oksimetrik Swan-Ganz kateteri takılarak yeni bir inotropik ilaç amrinone Gosfodiesteraz III. inhibitörü) ile dopaminin hemodinamik etkilerini inceledik ve bulguları karşılaştırdık. Dopamin ortalama arter basıncı (OAB), kalp hızı (KH), pulmoner arter basıncı (PAB), pulmoner kapiler uç basıncı (PkUB), pulmoner damar direnci (PVR), kalp indeksinde (KI) anlamlı, artışlara neden olurken amrinone PAB, PkUB, sistemik damar direncinde (SVR) anlamlı düşmeye, KH, OAB, PVR'da anlamsız değişmelere yol açtı.
The hemodynamic effects of a new inotropic agent amrinone (phoshodiesterase III. İnhibitor), is compared with the hemodynamic effects of dopamine. Eight patients with cardiac failure (NYHA class 3-4) were studied with oximetric Swan-Ganz catheters. Significant rises in mean arterial pressure (MAP), heart rate (HR), pulmonary artery pressure (PAP), pulmonary capillary wedge pressure (PCWP), pulmonary vascular resistance (PVR) and cardiacc index (CD) were obtained with dopamine. However, amrinone caused significant fall in PAP, PCWP and systemic vascular resistance (SVR), while it led to no significant differences in HR, MAP and PVR.

10.Factors Affecting the Value of Planar Exercise Thallium Scintigraphy in the Diagnosis of Coronary Artery Disease
Deniz GÜZELSOY, Vedat SANSOY, İsmail EREN, Hüsniye YÜKSEL, Mustafa ÖZCAN, Cem DEMİROĞLU
Pages 190 - 194
Çalışmamızda planar egzersiz talyum sintigrafisinin (EgTS) KAH tanısı ve tedavisinin yönlendirilmesinde değerini etkileyen ƒaktörler araştırıldı. Bu amaçla EgTS ve koroner anjiografi yapılmış olan 198 olgunun sintigrafileri kantitatif analiz yapılmaksızın yeniden değerlendirildi. EgTS 64 olguda 1986, 88 olguda 1987, 46 olguda 1988 yıllarında yapılmış olup testin duyarlılığı yıllara göre sırasıyla % 92-86-95, özgüllüğü % 62-84-100 idi. Tüm olgularda duyarlılık % 90, özgüllük % 80 olup yeniden değerlendirme sonucu özgüllükde değişme olmazken duyarlılık % 94'e çıkmıştı. Yalancı pozitif EgTS'li 9 olgunun 5'inde neden, normal varyantların iyi değerlendirilememesi idi. Üçü miyokard infarktüsü geçirdiği kanıtlanmış, biri kardiomiyopatili 4 olguda ise gerçekte perfüzyon bozukluğu bulunmasına rağmen koroner arterler normaldi. Yalancı negatif olarak değerlendirilen 15 olgunun 6'sında yorum hatası, 3 olguda teknik nedenler, 2 olguda distal damar hastalığı, 1 olguda kollaterallerin yeterli oluşu sözkonusuydu. Daha yüksek risk taşıyan 2 veya 3 damar hastlarının % 42'sinde birden fazla bölgede perfüzyon defekti gösterilebilmişti. Tüm sol ön inen dal (LAD) lezyonlarının % 39'u EgTS ile saptanabildi. Bulgularımıza dayanarak biri fonksiyon diğeri anatomiyi gösteren iki yöntemin karşılaştırılmasının her zaman gerçeği yansıtmadığı, EgTS'nin hasta damar lokalizasyonunu belirlemesinde asıl etkenin, damar hastalığı derecesi veya risk altındaki miyokard segmenti miktarı olduğunu düşündük. Deneyim artışı ile planar EgTS'nin tanı değerinin arttığı yargısına varıldı.
Factors influencing the outcome of planar exercise thallium scintgraphy (ExTS) in the diagnosis and management of coronary artery disease were assessed in this study. The scans of 198 patients who had undergone coronary angiograms were reevaluated without a quantitative analysis. The test was performed in 64 patients in 1986, in 88 patients in 1987 and in 46 patients in 1988. The sensitivities were found to be 92 %, 86 % and 95 % with corresponding specificities of 62 %, 84 % and 100 % with respect to the year the test was performed. The overall sensitivity was 90 % with a specificity of 80 %. After reevaluation sensitivity increased to 94 % while the specificity did not change. The reason for false positivity in 5 of 9 patients was found to be errors in the evaluation of normal variants. In the remaining 4 patients, 3 with a proven previous myocardial infarction and 1 with cardiomyopathy, coronary arteries were normal, but the coronary perfusion was abnormal. In the 15 patients with a false negative diagnosis, the reasons were interpretation errors in 6, low image quality in 3, distal vessel disease in 2, and sufficient collateral flow in 1 patients. Perfusion defects in more than one region could be detected in 42 % of patients with two or three-vessel disease. In all patients defects were detected in 78 % of the patients with left anterior descending disease, 55 % in right coronary artery discase, and 39 % in circumflex disease. Thus we concluded that results obtained with two different methods, one displaying the "anatomy", the other reflecting the "function" are not always consistent with each other and the main factor affecting the sensivity of ExTS in detecting individual lesions in the amount o myocardium jeopardized. Experience in interpretation is of paramount importance as to the diagnostic value of exercise thallium scintigraphy.

11.Non-invasive Assessment of Effects of Isosorbide Dinitrate on Left Ventricular Diastolic Functions and Left Atrial Systolic Time Intervals in Hypertensive Patients
Ali DEMİR, Cemal LÜLECİ, Ahmet IŞIK, Emir DÖNDER, Nadi ARSLAN, Hüseyin ÇELİKER
Pages 195 - 199
Esansiyel hipertansiyonlu (HG) 50 hasta ile kontrol grubunu (KG) oluşturan 25 kişide isosorbide dinitrate (ISDN) verilmeden önce ve verildikten 20 dakika sonra sol ventrikül diastolik fonksiyonları ve sol atrial sistolik zaman intervalleri (LASTI) Doppler eko ile incelendi. Erken ve geç diastolik doluşun ortalama ve pik akım hızları (VM ve VP), atrial pik akım hızının erken diastolik pik akım hızına oranı (A/E), atrial akım volümünün transmitral akım volümüne oranı (AFV/TFV), akselerasyon ve deselerasyon averajı (E-AA ve E-DA) ile LASTI olarak; atrial ejeksiyon zamanı (AET), atrial preejeksiyon zamanı (APET) ve düzeltilmiş artial preejeksiyon zamanı (APETc) ölçüldü. ISDN'ın sol ventrikül ve sol atrium boyutlarında küçülmeye yol açarken, erken ve geç diastolik dönemdeki sol ventrikül doluşunu azalttığı ve bu etkinin IIG ile KG'nda farklı olduğu görüldü. ISDN verildikten sonra IIG'ta A/E oranı ve AFV/TVF oranı sabit kalmasına rağmen, KG'nda bu iki değer anlamlı şekilde artmıştır (p<0.05). Neticede, İSDN'ın preload'ı azalttığı, preload'daki azalışın ise erken ve geç diastolik döneme farklı şekilde yansıdığı görüldü. Bu nedenle Doppler eko ile diastolik fonksiyonlar incelenirken, preload'daki değişikliklerin dikkate alınması gerektiği kanaatine varıldı. İSDN verildikten sonra APETc ile APET/AET değerlerinde anlamlı bir değişiklik olmadığından, bu iki parametrenin sol atrial fonksiyonların incelenmesinde güvenle kullanılabileceği sonucuna varıldı.
Left ventricular diastolic functions and left atrial systolic time intervals (LASTI) were evaluated by Doppler echocardiography in 50 hypertensive (HG) and 25 normotensive subjects (CG) before and 20 minutes after isosorbide dinitrate (ISDN) was given. Mean and peak flow velocities (VM and VP) of early and late diastolic fillings, ratio of atrial peak flow velocity to early diastolic peak flow velocity (A/E) ratio of atrial flow volume to transmitral flow volume (AFV/TFV), and acceleration and deceleration averages (E-AA and E-DA) were measured. In addidion atrial ejection time (AET), atrial preejection time (APET) and corrected atrial preejection time (APETc) were measured as LASTI. While ISDN reduced left ventricle's and left atrium's dimensions, it also reduced left ventricular filling during early and late diastolic periods. This effect of ISDN was different in HG and CG. Although A/E and AFV/TFV ratios were fixed in HG before and after ISDN was given, they were increased significantly in CG (p<0.05). The decrease in preload was different in early and late diastoli periods when ISDN was given. The changes in preload should be noted carefully, when diastolic functions were measured by Doppler echocardiography. Because there were no significant changes occuring in APETc and APET/AET values after ISDN was given, these parameters may be used reliably in the evaluation of left atrial functions.

12.Vein Patch Reconstruction and Endarterectomy Combined with IMA Grafting in Left Anterior Descending Coronary Artery Lesions
Ömer BAYEZİD, Serdar ENER, Hüsnü SEZER, Mehmet BALKANAY, Ömer IŞIK, Cevat YAKUT
Pages 200 - 204
Şubat 1985-Mart 1990 tarihleri arasında 42 olguda LAD arterde uzun segment darlık ve tıkanıklıklar nedeni ile safen ven yama rekonstrüksiyonu üzerine İMA anastomozu yapılmıştır. Olguların 27'sinde kör ve açık endarterektomi işleme eklenmiştir. Rutin koroner revaskülarizasyon operasyonlarına göre inotropik ilaç ve intraaortik balon pompası (İABP) gereksinimi, peroperatif ve postoperatif miyokard infarktüsü gelişmesi şeklindeki morbidite ve mortalite anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Sonuç olarak bu tür olgular kötü sol ventrikül fonksiyonu, reoperasyon, "unstable" angina pektoris, çok damar hastalığı gibi yüksek risk özellikleri taşımaktadırlar. Mortalite ve morbidite yüksek olmakla birlikte bu tür kombine teknikler tam revaskülarizasyon sağlamak için yalnızca zorunlu durumlarda kullanılabilir. Ancak özellikle proksimal bölgede kör endarterektomiden kaçınmak gerektiği sonucuna varılmıştır. Endarterektomi yapılmakszın plaklı bölgede safen ven yama (SVY) ile yeterli lümen genişliği ve İMA kullanımı sağlanabilir. 6 olguda kontrol anjiografi yapılarak incelenmiştir. Safen ven yama rekonstrüksiyonu ile endarterektomi yapmaksızın yeterli lümen genişliği ve IMA kullanımı sağlanabileceğinden özellikle LAD arterin proksiml kısmında kör endarterektomiden kaçınmalıdır.
Between February 1985 and March 1990 IMA anastomosis was performed on saphenous vein patch reconstruction in 42 patients who had long segmental narrowings and occlusions in the LAD artery. In 27 of them open and blind endarterectomy were added to these procedures. The morbidity in terms of requirement for inotropic agents, IABP, development of perioperative myoardial infarction (14 %) and the mortality (9.5 %, 4 patients) were found significantly higher than routine coronary revascularization operations. These cases carry high risks due to poor left ventricular function, reoperation, unstable angina multivessel disease. Although the mortality and morbidity are high, such combined techniques can be used to obtain complete revascularization under certain warranted conditions. Especialls in proximal LAD, blind endarterectomy should be avoided as it is possible to obtain sufficient luminal width and use IMA by saphenous vein patch reconstruction without endarterectomy.

13.Electrocardiographic Changes in the Early and Late Periods After Percutaneous Balloon Pulmonary Valvuloplasty
Sengül ÇEHRELİ, Can ÖZER, Siber GÖKSEL, Yalçın SÖZÜTEK
Pages 205 - 208
Bu çalışmada Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Kardiyoloji Kliniği'nde yapılan 32 perkütan balon pulmoner valvüloplasti olgusunda işlem sırasında, ayrıca erken ve geç dönem sonrasında oluşan elektrokardiyografik değişiklikler değerlendirildi. İşlem sırasında 2 olguda (% 6) sinüzal bradikardi, 13 olguda (% 40) ventriküler ve supraventriküler ekstrasistoller, 4 olguda (% 12) geçici komplet sağ dal bloğu, 1 olguda (% 3) nodal taşikardi gözlendi. İşlem sonrasında 1 olguda (% 3) 2. derecede AV blok ve ardından hızlanmış idiyonodl ritm geçici olarak gelişti. İşlem öncesi 404±39 msn olan QTc süresinin valvüloplasti sonrası uzayarak 24 saatte en yüksekdeğerlere (449±34 msn, p<0.01) ulaştığını ve giderek azalıp 1 ay sonraki kontrollerde (410±20 msn, p>0.05) yaklaşık başlangıç değerlerine döndüğünü gözledik. Başlangıçta tüm olguların ortalama QRS aksı 118±30 dereceydi ve 24 olguda (% 75) sağ ventrikül hipertrofisi vardı. 6-24 ay sonraki kontrollerde (25 olgu) QRS aksı 121±29 dereceden 105±30 dereeye düştü (p<0.05). Bu 25 olgunun başlangıçta 19'unda sağ ventrikül hipertrofisi örneği vardı. Bu örnek, hastaların 4'ünde kayboldu, 10'unda geriledi, 5'inde hiç değişmedi. Sonuç olarak işlem sırasında ve sonrasında tehlikeli ya da kalıcı bir ritm ve iletim bozukluğu gözlememiş olmamıza karşın, balon kateterlerin şişirilme sırasında iletim sistemi üzerinde travmatik etkilerinin olabildiğini saptadık.
The electrocardiographic changes observed both during and after percutancous balloon pulmonary valvuloplasty procedure that had been performed in the 32 patients at the ardiology Clinic of the Yüksek İhtisas Hospital of Turkey, were evaluated. Sinus bradycardia was seen in 2 cases (6 %), ventricular and supraventricular premature contractions in 13 (40 %), transient complete right bundle branch block in 4 (12 %) and juctional tachycardia in 1 patient (3 %) during the procedure. Second degree AV block, and then an accelerated AV junctional rhythm developed in 1 patient (3 %). Morcover, it was observed that the initial QTc interval, 404±39 msec, had prolonged up to its peak value, 449±20 msec, within 24 hours after the procedure (p<0.01) and returned gradually to the initial values, 410±20 msec, one month later (p>0.05). All patients had a mean 118±30 degree of QRS axis before the procedure and right ventricular hypertrophy was noted in 24 cases (75 %). In 25 cases with a follow-up the mean QRS axis decreased from 121±29 to 105±30 degree after a period of 6-24 months (p<0.05). 19 of those patients showed the pattern of ventricular hypertrophy disappcared in 4, regressed in 10 and was unchanged in 5 patients. Though no life threatening or persistent arrhythmia was noted during or after the procedure, we noticed the manifestations of minor traumatic effects of the ballon catheters on the conduction system during inflation.

OLGU
14.Coronary Artery Fistula: Report of Two Cases
Gülşah TAYYARECİ, Duli KALANGOZ, Aydın ÇAĞIL, Uluğ SUNGU, Besim YİĞİTER, Remzi TOSUN
Pages 209 - 211
Koroner arter hastalığı ön tanısıyla tetkike alınan ve selektif anjiyografi sırasında tanı konulan iki koroner arter fistülü olgusu takdim edildi. Birinci olguda sol koroner arter ön inen dal proksimalinden ayrılan bir dalın anevrizmal genişlemeden sonra pulmoner artere fistülize olduğu görüldü. Cerrahi yöntemle fistül kapatıldı. İkinci olguda yine sol koroner arter ön inen daldan pulmoner arter fistül yanında sirkumfleks arterin birinci obtus marjinden sonraki bölümünde % 90 organik darlık saptanarak fistül ligasyonu ile birlikte sirkumfleks artere safen ven gref ile aorto-koroner by-pass uygulandı.
Two cases of coronary artery fistula which were discomered in middle-aged men during diagnostic coronary angiography are presented. In the first patient, a branch of the left anterior descending artery drained into the origin of the pulmonary artery after having exhibited ancurysmal dilatation. The artery was surgically ligated. In the second patient, the left anterior descending artery itself drained into the pulmonary artery. In addition to ligating the fistula, a bypass graft was performed for the severly narrowed middle portion of the left circumflex artery.

15.Isolated Coronary Ostial Stenosis
Cahit KOCAKAVAK, Emine KÜTÜK, Hatice ŞAŞMAZ
Pages 212 - 213
Literatürde izole koroner arter ostial darlığının çok nadir bir lezyon olduğu, özellikle menopoz öncesi kadınlarda ya da estrojen tedavisi gören erkeklerde bulunduğu bildirilmiştir. Bu yazıda, izole sol ana koroner arter ostial darlığı ve Leriche sendromu bulunan bir erkek olgu sunulmuştur. Yaptığımız araştırmada bu olgunun 1974 ile Aralık 1989 tarihleri arasında, Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Kardiyolojöi Kliniği'nde koroner anjiyografi uygulanan 9702 olgu içindeki tek sol ana koroner ostial darlığı olgusu olduğunu saptadık. Sonuç olarak bu olgu sunumu sol ana koroner arter ostial darlığının son derece nadir bir olay olduğunu, estrojen tedavisi görmeyen erkeklerde de oluşabildiğini göstermektedir.
Isolated coronary ostial stenosis is a rare lesion and occurs predominantly in premenopausal females or in males who had been taking estrogens. This case report describes a male exhibiting an isolated left main coronary artery ostial stenosis and Leriche syndrome. This case was unique among 9702 cases in whom coronary angiograms had been performed between 1974 and December 1989 at the Yüksek İhtisas Hospital in Ankara, Turkey. This case illustrates that isolated ostial stenosis of the left main coronary artery can occur in a male not having taken estrogens.

16.Total Anomalous Pulmonary Venous Connection to the Portal Venous System
Selmin KARADEMİR, Arman BİLGİÇ, Süheyla ÖZKUTLU, Funda ÖZTUNÇ
Pages 214 - 216
Ekokardiyografi ve kardiak kateterizasyon ile tanı konulan ve portal sisteme drenaj gösteren bir total anormal pulmoner venöz dönüş olgusu sunuldu. Solunum güçlüğü gösteren siyanotik hastalarda bu nadir görülen anomalinin ayırıcı tanıda düşünülmesi gerektiği vurgulandı.
In this report we described an infant with an infradiaphragmatic type of total anomalous pulmonary venous drainage. The diagnosis was confirmed with echocardiography and cardia catheterisation.

DERLEME
17.Central Nervous System Disorders and Cardiovascular Functions
Mehmet İŞLER, Emre KUMRAL
Pages 217 - 222
Santral sinir sisteminde (SS) değişik düzeylerde meydana gelen patolojik süreçler viseral fonksiyonları bu arada kardiyovasküler sistem fonksiyonlarını etkilemektedir. SSS lezyonları sinirsel ve humoral mekanizmaları etkileyerek, kan basıncı değişikliklerden akut pulmoner ödeme kadar varan komplikasyonlara neden olmaktadır. Klinik pratikte, miyokard iskemisi ve infarktüsle uyumlu EKG bulgularının ortaya çıkabilmesi ve hayatı tehdit eden aritmilerin görülmesi özellikle önem taşımaktadır. Bu nedenle, akut SSS lezyonu bulunan bir olgunun, sürekli elektrokardiografik izlem ve acil girişimlerin yapılabileceği özel ünitelerde izlenmesi gereğini vurgulamayı uygun bulur.
Central nervous system (CNS) disorders cause complications varying from blood pressure changes to acute pulmonary edema by influencing neurohumoral mechanisms. In clinical practice, it is especially important that electrocardiographic changes which is mimicking myocardial ischemia and infarction, and life threatening arrhythmias can be seen. For that reason, a patient with disorders of CNS needs to be followed in a specialised unit where continuous ECG monitoring and immediate interventions are possible.

18.Hypertension in Elderly Patients
Baki KOMSUOĞLU, Cihangir EREM, Berrin ÇETİNARSLAN, Halil KAVGACI
Pages 223 - 230
Epidemiyolojik çalışmalar yaşlı kişilerin yarısından fazlasında hipertansiyonun bulunduğunu göstermektedir. Kardiyovasküler mortalite yönünden sistolik kan basıncının diastolik kan basıncına göre daha önemli olduğu görülmektedir. Gerçi, sistolik hipertansiyonun temel etiyolojisi kesin bilinmemekte ise de birçok mekanizmaların bunda katkısı olduğu gösterilmiştir (büyük arter dolaşımının kompliyansında değişme, bororeseptör sensitivitesinde azalma, sempatik sinir sistemi uyarısına cevap artışı, böbrek ve sodyum metabolizmasındaki değişmeler, renin-anjiyolensin-aldosteron oranlarındaki değişmeler). Bu yazıda ayrıca, çeşitli antiheptansif ilaçların yaşlı hastalardaki kullanımı gözden geçirilmiştir.
According to major studies, hypertension is found in over half the population aged 65 years or over. In this age group, systolic blood pressure is at least as important as diastolic blood pressure as a predictor of cardiovascular mortality. Although the basic etiology of systolic hypertension is not clear, a number of mechanisms appear to contribute to this form of hypertension (changes in compliance of large arteries, decreased baroreceptor sensitivity, increased responsiveness to sympathetic nervous system stimuli, altered renal, sodium metabolism and reninangiotensin-aldosteron relations). In addition to the epidemiology and pathophysiology, the use of various antihypertensive agents in elderly patients is reviewed.

19.Letter to The Editor

Page 232
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.