ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 51 (2)
Cilt: 51  Sayı: 2 - Mart 2023
EDITÖRYAL YORUM
1.
Value of CHADS-VASc Score in Diverse Cardiovascular Conditions
Burak Turan
PMID: 36916810  doi: 10.5543/tkda.2023.51706  Sayfalar 83 - 84
Makale Özeti |Tam Metin PDF

2.
Atriyal Fibrilasyonun Antikoagülan Tedavisi İçin Kılavuzlara Uyumdaki Artış: Hala Daha İyisini Yapabiliriz
Improvement In Adherence To Guidelines For Anticoagulant Therapy Of Atrial Fibrillation: We Can Still Do Better
Ayhan Erkol
PMID: 36916813  doi: 10.5543/tkda.2023.88033  Sayfalar 85 - 87
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
3.
Atriyal fibrilasyon hastalarında gerçek yaşam antikoagülan tedavi tercihlerinin değerlendirilmesi: Çok merkezli ROTA Çalışması verileri
Real-World Evaluation of Anticoagulant Treatment Patterns in Patients with Atrial Fibrillation: Data from Multicenter ROTA Study
Umut Kocabaş, Işıl Ergin, Veysel Yavuz, Selda Murat, Ibrahim Özdemir, Ömer Genç, Cihan Altın, Haşim Tüner, Bengisu Keskin Meriç, Ali Çoner, Elif İlkay Yüce, Bedrettin Boyraz, Onur Aslan, Ahmet Dal, Taner Şen, Ersin İbişoğlu, Aslan Erdoğan, Mehmet Özgeyik, Mevlüt Demir, Ziya Gökalp Bilgel, Büşra Güvendi Şengör, Örsan Deniz Urgun, Mustafa Doğduş, Deniz Dilan Naki Tekin, Sinem Çakal, Sercan Çayırlı, Arda Güler, Dilay Karabulut, Onur Dalgıç, Osman Uzman, Bektaş Murat, Şeyda Şahin, Umut Karabulut, Tarık Kıvrak, Muharrem Said Coşgun, Ferhat Özyurtlu, Mehmet Kaplan, Emre Özçalık
PMID: 36916815  doi: 10.5543/tkda.2022.98455  Sayfalar 88 - 96
Amaç: Atriyal fibrilasyon (AF) hastalarında inme ve sistemik emboliyi önlemek için kullanılan oral antikoagülan tedaviler AF yönetiminin temel taşıdır. Bununla birlikte, AF hastalarında inme ve sistemik emboli önleme stratejilerine ilişkin ülkemize ait gerçek yaşam verisi sınırlıdır. ROTA çalışmasının amacı, AF hastalarında antikoagülan tedavi stratejilerine ilişkin gerçek yaşam verilerini verilerini elde etmektir.

Yöntemler: ROTA çalışması, 2597 AF hastasının dahil edildiği ileriye dönük, çok merkezli ve gözlemsel bir çalışmadır. Çalışma popülasyonu, Ocak 2021-Mayıs 2021 tarihleri arasında 41 kardiyoloji merkezi tarafından çalışmaya dahil edilmiştir.

Bulgular: Çalışma popülasyonunun %57,4’ü kadın ve ortanca yaşı 72 (aralık: 22-98 yaş) idi. Ortanca CHA2DS2-VASc ve HAS-BLED skorları sırasıyla 4 (aralık: 0-9) ve 1 (aralık: 0-6) idi. Hastaların %15,9’u vitamin K antagonisti (VKA) ve %79,4’ü direkt oral antikoagülan (DOAK) tedavi alıyordu. VKA alan hastalarda ortalama terapötik aralıkta geçen sure %52,9 iken, bu hastaların %76’sının terapötik aralıkta geçen zaman yüzdesi %70 ve altında idi. En sık kul-lanılan DOAK tedavileri rivaroksaban (%38,1), apiksaban (%25,5) ve edoksaban (%11,2) idi. Düşük inme riskine sahip hasta grubunda VKA ve DOAK kullanım oranı yüksek idi (%76,1). Hastaların dörtte birinden fazlası düşük doz DOAK tedavisi almaktaydı. DOAK tedavisi alan hasta grubunda, apiksaban kullanan hastalar diğer DOAK tedavilerini kullanan hastalara kıyasla daha yaşlı idi, daha yüksek CHA2DS2-VASc ve HAS-BLED skorlarına sahipti ve kreatinin klirensi değerleri daha düşüktü.

Sonuç: ROTA çalışması, AF hastalarında antikoagülan tedavi seçimleri hakkında önemli gerçek yaşam verisi sunmaktadır.
Objective: Oral anticoagulant therapy is the cornerstone of atrial fibrillation management to prevent stroke and systemic embolism. However, there is limited real-world information regarding stroke and systemic embolism prevention strategies in patients with atrial fibrillation. The aim of the ROTA study is to obtain the real-world data of anticoagulant treatment patterns in patients with atrial fibrillation.

Methods: The ROTA study is a prospective, multicenter, and observational study that included 2597 patients with atrial fibrillation. The study population was recruited from 41 cardiology outpatient clinics between January 2021 and May 2021.

Results: The median age of the study population was 72 years (range: 22-98 years) and 57.4% were female. The median CHA2DS2-VASc and HAS-BLED scores were 4 (range: 0-9) and 1 (range: 0-6), respectively. Vitamin K antagonists and direct oral anticoagulants were used in 15.9% and 79.4% of patients, respectively. The mean time in therapeutic range was 52.9% for patients receiving vitamin K antagonists, and 76% of those patients had an inadequate time in therapeutic range with <70%. The most common prescribed direct oral anticoagulants were rivaroxaban (38.1%), apixaban (25.5%), and edoxaban (11.2%). The rate of overuse of vitamin K antagonists and direct oral anticoagulants was high (76.1%) in patients with low stroke risk, and more than one-fourth of patients on direct oral anticoagulant therapy were receiving a reduced dose of direct oral anticoagulants. Among patients who were on direct oral anticoagulant treatment, patients with apixaban treatment were older, had higher CHA2DS2-VASc and HAS-BLED scores, and had lower creatinine clearance than the patients receiving other direct oral anticoagulants.

Conclusions: The ROTA study provides important real-world information about anticoagulant treatment patterns in patients with atrial fibrillation.time in therapeutic range with <70%.

4.
ST Segment Yükselmeli Miyokard Enfarktüsü Tanısı İle Primer Perkütan Koroner Girişim Uygulanan Hastalarda CHA2DS2-VASc Skorunun Kontrast İlişkili Nefropati Gelişimi Öngördürücü Değeri
Predictive Value of CHA2DS2-VASc Score in Patients with Contrast-Induced Nephropathy After Primary Percutaneous Coronary Intervention for ST-Elevated Myocardial Infarction
Esra Dönmez, Sevgi Özcan, Orhan İnce, İrfan Şahin, Ertuğrul Okuyan
PMID: 36916809  doi: 10.5543/tkda.2022.46994  Sayfalar 97 - 103
Amaç: Kontrast kaynaklı nefropati (KKN) kardiyak kateterizasyonun iyi bilinen komplikasyonlarından biridir. Hastane içi ve uzun süreli morbidite ve mortalitede artışa neden olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada, CHA2DS2-VASc skorunun ST segment yükselmeli miyokard enfarktüsü (STYME) tanısı ile birincil perkütan koroner girişim (PKG) yapılan hastalarda KKN gelişimi öngördürücüsü olup olmadığını araştırmayı ve STYME ile başvuran ve birincil PKG yapılan hastalarda KKN gelişimi ile hastane içi istenmeyen majör kardiyak olay gelişimi arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık.

Yöntemler: 2015-2019 yılları arasında merkezimize STYME tanısı ile birincil PKG yapılan tüm hastalar geriye dönük olarak dahil edildi.

Bulgular: Bu çalışmaya, toplam 572 hasta dahil edildi. Yaş [P = 0.032, β: 0.153, OR (%95 GA): 0.014-0.302], diabetes mellitus [P = 0.023, β: 0.134, OR (%95 GA): 0.017-0.217], inme öyküsü [P = 0.034, β: 0.118, OR (%95 GA): 0.017-0.436], kullanılan kontrast madde hacmi [P = 0.042, β: 0.155, OR (%95 GA): 0.109-0.462], sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu [P = 0.003, β: 0,376, OR (%95 GA): 0.214-0.517] ve CHA2DS2-VASc skoru [P = 0.001, β: 0.115, OR (%95 GA): 0.054-0.177], KKN gelişimi ile ilişkili bağımsız risk faktörleri olarak saptandı. CHA2DS2-VASc skoru için eğrinin altında kalan alan 0,809 [%95 CI: 0.760-0.857] idi. CHA2DS2-VASc skoru için 2.5'lik bir eşik değerinin KKN gelişimini %80,1 duyarlılık ve %71,4 özgüllük ile ön gördürebileceği saptandı.

Sonuç: Mevcut çalışmamız, STYME tanısı ile birincil PKG yapılan hastalarda CHA2DS2VASc skorunun KKN gelişimini belirlemede etkin bir ayırt edici güce sahiptir ve CHA2DS2VASc ≥2 değeri risk altındaki grubu göstermektedir. KKN gelişimi, daha uzun yoğun bakım kalış süresi ve hastane içi istenmeyen major kardiyak olay gelişimi ile ilişkili bulunmuştur.
Objective: Contrast-induced nephropathy (CIN) is one of the well-known complications of cardiac catheterization and related with in-hospital and long-term morbidity and mortality. We aimed to evaluate if CHA2DS2-VASc score can also be used as a surrogate for CIN development and moreover the relationship between CIN development and in-hospital major adverse cardiac events (MACE) in patients presenting with STEMI and undergoing primary PCI.

Methods: All patients presented with STEMI and underwent primary PCI between 2015-2019 in our center were included retrospectively.

Results: A total of 572 patients were included. Age [P = 0.032, β: 0.153, odds ratio (95% CI): 0.014-0.302], diabetes mellitus [(P = 0.023, β: 0.134, odds ratio (95% CI): 0.017-0.217], history of stroke [P = 0.034, β: 0.118, OR (95% CI): 0.017-0.436], volume of contrast medium [P = 0.042, β: 0.155, OR (95% CI): 0.109-0.462], left ventricular ejection fraction [P = 0.003, β: 0.376, OR (95% CI): 0.214-0.517], and CHA2DS2-VASc score [P = 0.001, β: 0.115, OR (95% CI): 0.054-0.177] were detected as independent risk factors associated with contrast-induced nephropathy development. The area under the curve for CHA2DS2-VASc score was 0.809 (95% CI: 0.760-0.857). A cut-off value of 2.5 for CHA2DS2-VASc score was associated with 80.1% sensitivity and 71.4% specificity in the prediction of contrast-induced nephropathy development.

Conclusion: Our current study showed that the CHA2DS2-VASc risk score has an effective discriminating power in determining the contrast-induced nephropathy development and a score ≥2 defines the group at risk in patients presenting with ST-elevation myocardial infarction and underwent primary percutaneous coronary intervention. Moreover, contrast-induced nephropathy development is associated with longer coronary care unit stay and major adverse cardiac events (in-hospital decompensated heart failure, cardiogenic shock, cardiac arrest, and mortality).

5.
Modifiye Glasgow Prognostik Skoru Kardiyak Resenkronizasyon Tedavisi Uygulanan Hastalarda Majör Advers Kardiyak Olayları Öngörmede Yararlı Olabilir
Modified Glasgow Prognostıc Score May Be Useful to Predict Major Adverse Cardiac Events in Heart Failure Patients Undergone Cardiac Resynchronization Treatment
Güney Erdogan, Mustafa Yenerçağ, Melisa Uçar, Onur Öztürk, Onur osman Şeker, Osman Can Yontar, Ender Özgün Çakmak, Ali Karagöz, İrfan Şahin, Uğur Arslan
PMID: 36916816  doi: 10.5543/tkda.2022.99448  Sayfalar 104 - 111
Amaç: Modifiye Glasgow prognostik skor (mGPS)’un kardiyak resenkronizasyon tedavisi ile defibrilasyon (KRT-D) hastalarında prognozu öngördüğünü gösteren herhangi bir çalışma yoktur. Amacımız KRT-D hastalarında mGPS ile ölüm ve hastaneye yatış arasındaki ilişkiyi araştırmaktı.

Yöntemler: KRT-D implantasyonu yapılan toplam 306 düşük ejeksiyon fraksiyonlu kalp yetersizliği (DEF-KY) hastası, önceki çalışmalar baz alınarak mGPS seviyelerine göre kategorik olarak
üç gruba ayrıldı. C-reaktif protein(CRP) >10 mg/L veya albümin <35 g/L olması durumlarının her biri 1 puan olarak kabul edildi ve hastalar sırasıyla 0, 1 ve 2 puan alanlar olarak gruplandırıldı. Remodelling, klinik olay ve miyokardiyal yeniden şekillenme kriterlerine göre belirlendi. Majör advers kardiyak olaylar (MACE), mortalite ve/veya kalp yetersizliğine bağlı hastane yatışı olarak kaydedildi.

Bulgular: Hastaların yaşı, New York Heart Association (NYHA) fonksiyonel sınıfı, KRT-D öncesi mGPS, sodyum seviyeleri ve sol atriyum çapı (SoAÇ); MACE izlenen grupta daha yüksekti. Çok değişkenli Cox regresyon analizinde yaş, SoAÇ ve yüksek mGPS; kalp yetersizliğine bağlı hastane yatışı/ölüm için öngördürücüler olarak tespit edildi. Ayrıca, daha düşük mGPS'li hastalarda, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunda (SVEF) iyileşme ve sol ventrikül sistol sonu hacminde (SoV-ESV) azalma olarak ifade edilen olumlu tersine sol ventrikül yeniden şekillenmesi izlendi.

Sonuç: MGPS, yaş ve SoAÇ'a ek olarak kalp yetersizliği nedeniyle hastane yatış ve ölümün öngördürücüsü olarak kullanılabilir. Bu sonuçlar, KRT-D tedavisi için hasta seçimine rehberlik edebilir ve beslenmenin önemini vurgulayabilir.
Objective: Whether modified Glasgow prognostic score predicts prognosis in patients with cardiac resynchronization therapy with defibrillation is unknown. Our aim was to investigate the association of modified Glasgow prognostic score with death and hospitalization in cardiac resynchronization therapy with defibrillation patients.

Methods: A total of 306 heart failure with reduced ejection fraction patients who underwent cardiac resynchronization therapy with defibrillation implantation were categorized into 3 groups based on their modified Glasgow prognostic score categorical levels.
C-reactive protein >10 mg/L or albumin <35 g/L was assigned 1 point each and the patients were classified into 0, 1, and 2 points, respectively. Remodeling was determined according to the clinical event and myocardial remodeling criteria. Major adverse cardiac events were defined as mortality and/or hospitalization for heart failure.

Results: Age, New York Heart Association functional class, modified Glasgow prognostic score prior to cardiac resynchronization therapy with defibrillation, sodium levels, and left atrial diameter were higher in the major adverse cardiac events(+) group. Age, left atrial diameter, and higher modified Glasgow prognostic score were found to be predictors of heart failure hospitalization/death in multivariable penalized Cox regression analysis. Besides, patients with lower modified Glasgow prognostic score showed better reverse left ventricular remodeling demonstrated by increase in left ventricle ejection fraction and decline in left ventricle end systolic volume.

Conclusion: Modified Glasgow prognostic score prior to cardiac resynchronization therapy with defibrillation can be used as a predictor of long-term heart failure hospitalization and death in addition to age and left atrial diameter. These results can guide the patient selection for cardiac resynchronization therapy with defibrillation therapy and highlight the importance of nutritional status.

6.
Femoro-popliteal Arterlerdeki Kronik Total Oklüzyon Tedavisinde İopromid Bazlı Paklitaksel Kaplı Balonun On İki Aylık Sonuçları
Twelve-Month Outcomes of a Novel Iopromide-Based Paclitaxel-Coated Balloon for the Treatment of Chronic Total Occlusion of Femoropopliteal Arteries
Halil Berkan Özpak, Cihan Aydın, Aykut Demirkıran
PMID: 36916806  doi: 10.5543/tkda.2022.25324  Sayfalar 112 - 118
Amaç: Femoro-popliteal arterlerin kronik total oklüzyonunun tedavisi için yeni bir iopromid bazlı paklitaksel kaplı balonun performansını ve sonuçlarını değerlendirmek için retrospektif bir çalışma tasarladık.

Yöntemler: Hastane görüntü kayıt sisteminden alt ekstrimite girişim işlemleri taranarak femoropopliteal kronik total oklüzyonu (<100 mm) olan hastalar çalışmaya dahil edildi. İlaç salınımlı periferik balonun genişliği ve uzunluğu, 1: 1'lik bir damar/balon oranı sağlayan ve lezyonu her iki uçta 10 mm aşacak şekilde yapılan işlemler çalışmaya alındı.

Bulgular: Toplamda 118 hasta çalışmaya alındı. Ankle-brakial indeks iyileşmesi olan hastaların oranı %89.8 saptandı. Ortalama ankle-brakial indeks başlangıçta 0.5 (0.4-0.7) ve 12 ayda 0.8 (0.7-0.9) idi (P < 0,001). Başlangıç ile 12 ay arasındaki Rutherford kategorisindeki değişiklikler istatistiksel olarak anlamlıydı (P < 0,001) ve hastaların çoğunluğunda (%77.9) bir düzeyden fazla iyileşme vardı. 12 ayda klinik odaklı hedef lezyon revaskülarizasyon oranı %13.5 (16/118) saptandı. Genel olarak, bir yıllık birincil açıklık oranı %86.4 saptandı. Majör ekstremite advers olay oranı %9.8 (16/162) saptandı. 14 hastada akut ekstremite iskemisi saptandı ve 2 hastaya amputasyon uygulandı.

Sonuç: Çalışmamız, ilaç kaplı balonların tek bir tedavi stratejisi olarak kullanımına odaklanan, randomize olmayan bir klinik çalışmadır. Kısa vadede ankle-brakial indeks iyileşmesi ve Rutherford sınıfında azalma sağlanmıştır. Çalışma sonuçlarımız revaskülarizasyon stratejisi hakkındaki bakış açımızı değiştirebilecek bilgiler sunabilir.
Objective: We designed a retrospective study to evaluate the performance and outcomes of a novel iopromide-based paclitaxel-coated balloon for the treatment of chronic total occlusion of femoropopliteal arteries.

Methods: Patients with femoropopliteal chronic total occlusion (<100 mm) on angiogram were screened from hospital management system and were included in the study. The width and length of the drug-eluting peripheral balloon was chosen to ensure a vessel/balloon ratio of 1: 1 and exceed the lesion by 10 mm on both ends (based on visual estimation).

Results: The proportion of patients with ankle-brachial index improvement was 89.8% (106 of 118). The mean ankle-brachial index was 0.5 (0.4-0.7) at baseline and 0.8 (0.7-0.9) at 12 months (P < 0.001). Changes in the Rutherford category between baseline and 12 months were statistically significant (P < 0.001), with the majority of patients (77.9%, 92/118) having ≥1 level improvement. The rate of clinically driven target lesion revasculariza-tion at 12 months was 13.5%(16/118). Overall, the 1-year primary patency rate was 86.4% (102 of 118). The major adverse limb event rate was 9.8% (16/162). Acute limb ischemia was detected in 14 patients, and amputation was performed in 2 patients.

Conclusion: Our study is a non-randomized clinical study focusing on the use of drug-eluting balloon as a single treatment strategy. There was significant clinical benefit to patients, as clearly demonstrated by the improvement in ankle-brachial index and the reduction in Rutherford class in the short term, and these results may offer clear insights on the revascularization strategy outlook of interventionalists.

7.
Miyokardiyal Mekanik Dispersiyon, Primer Perkütan Koroner Girişim Uygulanan ST Yükselmeli Miyokart Enfarktüslü Hastalarda Olumsuz Kardiyak Yeniden Şekillenmeyi Öngörür
Myocardial Mechanical Dispersion Predicts Adverse Cardiac Remodeling in Patients with ST Segment Elevation Myocardial Infarction Who Underwent Primary Percutaneous Coronary Intervention
Olga Petyunina, Mykola Kopytsya, Alla Kobets, Alexander Berezin
PMID: 36916808  doi: 10.5543/tkda.2022.31531  Sayfalar 119 - 128
Amaç: Bu çalışmanın amacı perkütan koroner girişim yapılmış, işlem sonrası TIMI (Thrombolysis in Myocardial Infarction) akımı >2 olan ST yükselmeli miyokart infarktüsü hastalarında artmış sol ventrikül mekanik dispersiyonunun (SVMD) sol ventrikül olumsuz yeniden şekillenmesinin erken belirleyicisi olup olmadığını araştırmaktı.

Yöntem: Çalışmaya TIMI akım hızı >2 olan perkütan koroner girişim yapılmış toplam 119 ST yükselmeli miyokart infarktüsü hastası prospektif olarak dahil edildi. İki boyutlu benek takibi ekokardiyografi yöntemiyle sol ventrikül global uzunlamasına strain (GLS) belirlendi. Sol ventrikül olumsuz yeniden şekillenmesini belirlemek için başlangıçta ve işlemden 1 yıl sonra SVMD belirlendi. Biyobelirteç seviyeleri başlangıçta ölçüldü. Hastaların prognozunu belirlemek için TIMI ve GRACE skorları kullanıldı.

Bulgular: LVMD’nin düşük çeyreğindeki hastalara kıyasla, yüksek çeyrekteki hastalar daha yüksek GRACE ve TIMI skoru, sol ventrikül sistol sonu hacimi, GLS, N-terminal beyin natriüretik peptid (BNP) ve daha düşük sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonuna sahipti. Çok değişkenli log
regresyon analizine göre N-terminal BNP’nin >953 pg/ml olması, GLS’nin >%-8 olması ve SVMD’nin yüksek çeyreği, olumsuz yeniden şekillenme için bağımsız öngördürücüler idi. SVMD’nin N-terminal BNP’ye eklenmesi, tüm modelin ayırt edici özelliğini iyileştirdi.

Sonuç: Sol ventrikül mekanik dispersiyonunun ölçümü, perkütan koroner girişim sonrası ST yükselmeli miyokart infarktüsü hastalarında olumsuz yeniden şekillenme riskini belirlemede yardımcı olabilir.
Objective: The aim of the study was to investigate whether increased left ventricular mechanical dispersion is an early predictor for adverse cardiac remodeling in ST-segment elevation myocardial infarction patients who had post-percutaneous coronary intervention thrombolysis
in myocardial infarction (TIMI) flow grade > 2.

Methods: A total of 119 post-percutaneous coronary intervention ST elevation myocardial infarction patients with TIMI flow grade >2 were prospectively included in the study. Left ventricular global longitudinal strain was quantified by 2-dimensional speckletracking echocardiography, and left ventricular mechanical dispersion was determined at baseline and after 1 year to assess adverse cardiac remodeling. The levels of circulating biomarkers were measured at the baseline. TIMI score and the Global Registry of Acute Coronary Events score systems were used to evaluate the prognosis of patients.

Results: Patients with high quartile versus low quartile of left ventricular mechanical dispersion exerted higher Global Registry of Acute Coronary Events and TIMI score grades, left ventricular endsystolic volume, global longitudinal strain, and levels of the N-terminal fragment of brain natriuretic peptide and lower left ventricular ejection fraction. Multivariate log regression showed that N-terminal fragment of brain natriuretic peptide > 953 pg/mL, global longitudinal strain > –8%, and high quartile of left ventricular mechanical dispersion remained independent predictors for adverse cardiac remodeling. Addition of left ventricular mechanical dispersion to the N-terminal fragment of brain natriuretic peptide improved the discriminative potency of the whole model.

Conclusion: Measurement of left ventricular mechanical dispersion might be useful in determining the risk of adverse cardiac remodeling in post-percutaneous coronary intervention ST elevation myocardial infarction patients.

8.
İskemik olmayan düşük ejeksiyon fraksiyonlu kalp yetersizliğinde yüksek duyarlılıklı troponin T'nin prognostik önemi
Prognostic Significance of High-Sensitivity Troponin T in Nonischemic Heart Failure with Reduced Ejection Fraction
Gülsüm Meral Yılmaz Öztekin, Ahmet Genç
PMID: 36916807  doi: 10.5543/tkda.2023.26900  Sayfalar 129 - 134
Amaç: Kardiyak biyobelirteçler, kalp yetersizliğinin (KY) teşhis edilmesine ve prognozunun tahmin edilmesine yardımcı olabilir. Yüksek duyarlıklı troponin T (ydTnT) iskemik KY çalışmalarında daha sık araştırılmaktadır. Ancak iskemik olmayan KY'de ydTnT ile mortalite arasındaki ilişki ve hangi değerlerin kullanılması gerektiği belirsizliğini koruyor. Bu çalışma, iskemik olmayan düşük ejeksiyon fraksiyonlu KY hastalarında (DEFKY), ydTnT'nin tüm nedenlere bağlı mortalitenin bir öngördürücüsü olup olmadığını ve hsTnT'nin eşik değerini göstermeyi amaçlamıştır.

Yöntem: Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (LVEF) ≤ %40, yaşı ≥18 olan ve ydTnT düzeyi bilinen 249 iskemik olmayan KY hastasını çalışmaya dahil ettik.

Bulgular: Hastaların %59,8'i erkek, %73,5'i NYHA I veya II ve medyan yaş 64'tü. Hastaların ydTnT değeri 18 ng/L [IQR, 10-34] idi. ydTnT'nin tüm nedenlere bağlı mortalite için eşik değeri %72,6 duyarlılık ve %69,9 özgüllük ile 21.5 ng/L idi (eğrinin altındaki alan: 0,760, %95 GA: 0,692-0,828, P < 0,001). Hastalar 21.5 ng/L ydTnT cut-off değerine göre karşılaştırıldı. 30 aylık takipte tüm nedenlere bağlı mortalite %29.3 idi. Kaplan-Meier analizine göre ydTnT < 21,5 ng/L grubunda mortalite oranı %14 iken ydTnT ≥ 21,5 ng/L grubunda mortalite oranı %50 idi (P < 0,001, log-rank testi). Bazal ydTnT, eGFR, hemoglobin, NT-proBNP, BMI ve sol atriyal çap için ayarlandığında iskemik olmayan DEFKY'de tüm nedenlere bağlı mortalite ile bağımsız olarak ilişkiliydi (HR: 1,012, %95 CI: 1,003-1,020, P = 0,005).

Sonuç: İskemik olmayan DEFKY'de daha kötü bir prognozu öngörmek için ydTnT eşik değeri 21,5 ng/L idi. ydTnT ile tüm nedenlere bağlı mortalite arasında bağımsız bir ilişki vardı.
Objective: Cardiac biomarkers can help diagnose and predict heart failure prognosis. High-sensitivity troponin T has frequently been investigated in ischemic heart failure studies. However, the relation between high-sensitivity troponin T and mortality in nonischemic heart failure and its level indicating poor prognosis remain unclear. This study aimed to show whether high-sensitivity troponin T is a predictor of all-cause mortality and the cut-off value for high-sensitivity troponin T in patients with nonischemic heart failure with reduced ejection fraction.

Methods: We included 249 nonischemic heart failure patients with left ventricular ejection fraction ≤ 40%, age ≥ 18 years, and high-sensitivity troponin T level known.

Results: Of the patients, 59.8% were male, 73.5% were New York Heart Association I or II, and the median age was 64. High-sensitivity troponin T value of the patients was 18 ng/L [inter-quartile range, 10-34]. The cut-off value of high-sensitivity troponin T for all-cause mortality was 21.5 ng/L, with 72.6% sensitivity and 69.9% specificity (area under the curve: 0.760, 95% CI: 0.692-0.828, P < 0.001). Patients were compared according to the 21.5 ng/L high-sensitivity troponin T cut-off value. At 30-month follow-up, all-cause mortality was 29.3%. According to the Kaplan–Meier analysis, the mortality rate was 14% in the high-sensitivity troponin T < 21.5 ng/L group, while the mortality rate was 50% in the high-sensitivity troponin T ≥ 21.5 ng/L group (P < 0.001, log-rank test). Baseline high-sensitivity troponin T was inde-pendently associated with all-cause mortality in nonischemic heart failure with reduced ejection fraction when adjusted for estimated glomerular filtration rate, hemoglobin, N-terminal pro-brain natriuretic peptide, body mass index, and left atrial diameter (hazard ratio: 1.012, 95% confidence interval: 1.003-1.020, P = 0.005).

Conclusion: The high-sensitivity troponin T cut-off value was 21.5 ng/L to predict a worse prognosis in nonischemic heart failure with reduced ejection fraction. There was an independent association between high-sensitivity troponin T and all-cause mortality.

DERLEME
9.
Koroner Arter Hastalığında Mitokondri İşlev Bozukluğunun Genetik Açıdan İncelenmesi: Bölüm 1
Genetic Evaluation of Mitochondria Dysfunction in Coronary Artery Disease: Part 1
Nazlı Doğan, Neslihan Çoban
PMID: 36916804  doi: 10.5543/tkda.2022.39448  Sayfalar 135 - 145
Mitokondri, başta oksijenli solunum ile enerji üretimi olmak üzere çeşitli hücresel süreçlerde önemli bir rol oynayan hücre organelidir. Kendi genomuna sahip olmasına rağmen mitokondrinin fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için gerekli olan proteinlerin tamamı mitokondriyal genom tarafından kodlanmamaktadır. Mitokondri sayısının artması, mitokondri ile ilişkili metabolik fonksiyonların yapılabilmesi ve mitokondriyal DNA’nın (mtDNA) çoğalabilmesi için nükleer genoma ihtiyaç vardır. Hücrelerde mitokondrinin işlev bozukluğu sonucunda, oksidatif metabolizmanın bir ürünü olan reaktif oksijen türlerinin (ROT) oluşması ve oksidan/antioksidan dengesinin bozulması ile oksidatif stres oluşmaktadır. Oksidatif stres koşulunda ROT, başta protein, lipit ribonükleik asit (RNA), deoksiribonükleik asit (DNA) ve mtDNA olmak üzere hücresel moleküllere zarar vermektedir. ROT’un neden olduğu moleküler değişimler mitokondri işlev kaybına neden olarak, işlevini yapamayan mitokondri sayısında artışa neden olmaktadır. Böylece mitokondrinin işlev kaybı ile oksidatif metabolizmasındaki kusurlar ROT oluşumunu artırarak mtDNA’da mutasyonların artmasına neden olmaktadır. Bu sonuçlar mitokondri biyogenezini de etkileyerek fonksiyonel mitokondri sayısının azalması sonucunda multifaktöriyel hastalıkların oluşumunu hızlandırmaktadır. Bunun yanı sıra, epigenetik düzenleyicilerden biri olan mikroRNA’lar (miRNA) mitokondriyal fonksiyonları düzenleyen nükleer ve mitokondriyal genleri düzenlemektedir. ROT ile mutasyona uğramış mtDNA, ifade düzeyi değişen nükleer genom düzenleyicileri ve miRNA’lar mitokondri işlev bozukluğu ile yaşlanma ve koroner arter hastalığının da (KAH) içinde bulunduğu çeşitli hastalıklar ile ilişkili bulunmuştur. KAH patogenezinde mitokondri fonksiyonu ile ilişkili genetik ve epigenetik değişimlerin araştırılması üzerine yapılan çalışmalar, mitokondrinin KAH’ta terapötik hedef olabileceğini göstermektedir.
Mitochondria are cell organelles that play an important role in various cellular processes, especially in aerobic respiration and energy production. Although it has its own genome, the mitochondrial genome does not encode all of the proteins necessary for the mitochondria to function. Nuclear genome is needed for increased mitochondrial number, metabolic activities associated with mitochondria, and replication of mitochondrial deoxyribonucleic acid. As a result of mitochondria dysfunction in cells, oxidative stress occurs with the formation of reactive oxygen species, a product of oxidative metabolism, and the oxidant/antioxidant imbalance. Reactive oxygen species damage cellular molecules such as proteins, ribonucleic acid, deoxyribonucleic acid, and mitochondrial deoxyribonucleic acid under the conditions of oxidative stress. Molecular changes as a result of the reactive oxygen species cause the loss of mitochondria function, resulting in an increased number of dysfunctional mitochondria. Thus, the loss of function of mitochondria and defects in oxidative metabolism increase the formation of reactive oxygen species and cause an increase in mutations in mitochondrial deoxyribonucleic acid. These results also affect mitochondrial biogenesis and accelerate the formation of multifactorial diseases as a result of the decrease in the number of functional mitochondria. In addition, microribonucleic acids, one of the epigenetic regulators, regulate nuclear and mitochondrial genes that control mitochondrial functions. Mitochondrial deoxyribonucleic acid mutated with reactive oxygen species, altered nuclear genome regulators and micro-ribonucleic acids, have been associated with various diseases mediated by mitochondrial dysfunction, including aging and coronary artery disease.

OLGU BILDIRISI
10.
Damar Morfolojisi ve Bileşenlerine Bağlı Bilgisayarlı Tomografi Kaynaklı Fraksiyonel Akım Rezervinde Paradoksal Değişiklikler
Paradoxical Computed Tomography-Derived Fractional Flow Reserve Changes Due to Vessel Morphology and Constituents
Toshimitsu Tsugu, Kaoru Tanaka, Yuji Nagatomo, Michel De Maeseneer, Johan de Mey
PMID: 36916803  doi: 10.5543/tkda.2022.02281  Sayfalar 146 - 150
Bilgisayarlı tomografi kaynaklı fraksiyonel akım rezervi koroner stenozda proksimalden distale doğru azalır. Akışkanlar dinamiği ilkelerine göre, bilgisayarlı tomografi kaynaklı fraksiyonel akım rezervinde paradoksal değişiklikler, alışılmadık bir damar morfolojisi ve yüksek itici güce sahip spesifik damar bölgeleri gerektirir. Bu nedenle, yalnızca birkaç makalede bilgisayarlı tomografi kaynaklı fraksiyonel akım rezervinde paradoksal bir artış bildirilmiştir. Bu yazıda, ciddi bir koroner stenozu olan orta sol ön inen arterde bilgisayarlı tomografi kaynaklı belirgin fraksiyonel akım rezervi elevasyonu olan bir olgu sunmaktayız. Bilgisayarlı tomografi kaynaklı fraksiyonel akım rezervi stenotik lezyonun hemen proksimalinde 0,94 idi ve maksimum darlık bölgesinde 0,65’e düştü, ancak distal segmentte 0,80’e tekrar yükseldi. Damar morfolojisinin, bilgisayarlı tomografi kaynaklı fraksiyonel akım rezervinde paradoksal değişikliklere yol açan bir basınç geri kazanım fenomenine neden olabileceğini tahmin etmekteyiz.
Computed tomography-derived fractional flow reserve decreases from the proximal to the distal with coronary stenosis. According to the principles of fluid dynamics, paradoxical computed tomography-derived fractional flow reserve changes require an unconventional vessel mor-phology and specific site of the vessels with a high driving force. Therefore, only a few articles have reported a paradoxical increase of computed tomography-derived fractional flow reserve. We present a case report of marked computed tomography-derived fractional flow reserve elevation in the middle left anterior descending artery with a severe coronary stenosis. Computed tomography-derived fractional flow reserve was 0.94 just proximal to the stenotic lesion and decreased to 0.65 at the maximum stenosis area but recovered to 0.80 in the distal segment. We speculated that the vessel morphology could have caused a pressure recovery phenomenon, resulting in paradoxical computed tomography-derived fractional flow reserve changes.

11.
Pulmoner Arteriyel Hipertansiyonunun Nadir Bir Nedeni Olarak Kemik Iliği Nakli
Bone Marrow Transplantation as a Rare Cause of Pulmonary Arterial Hypertension
Zeynep Ulutaş, Hilal Ermiş, Necip Ermiş, Ilhami Berber, Şıho Hidayet
PMID: 36916805  doi: 10.5543/tkda.2023.13944  Sayfalar 151 - 154
Kemik iliği transplantasyonundan (KİT) sonra pulmoner arteriyel hipertansiyon gelişimi nadir fakat ciddi bir komplikasyondur. Bu olgu sunumunda aplastik anemi nedeniyle KİT yapılan 22 yaşında bir kadın hastada gelişen pulmoner arteriyel hipertansiyonu sunduk. Başvuru anındaki semptomları nefes darlığı, çarpıntı ve yorgunluktu. Pulmoner hipertansiyon, sağ kalp kateterizasyonu ile pulmoner arteriyel hipertansiyon olarak sınıflandırıldı. Pulmoner arteryel hipertansiyona özgü tedavi ile hastanın laboratuvar, ekokardiyografik ve hemodinamik bulguları düzeldi. ‘Açıklanamayan’ hipoksemi veya solunum sıkıntısı olan KİT hastalarının ayırıcı tanısında pulmoner arteriyel hipertansiyon düşünülmelidir.
The development of pulmonary arterial hypertension after bone marrow transplantation (BMT) is a rare but serious complication. In this case report, we presented the development of pulmonary arterial hypertension in a 22-year-old woman who underwent BMT due to aplastic anemia. Her symptoms on admission included shortness of breath, palpitations and fatigue. Pulmonary hypertension was classified with right heart catheterization as pul monary arterial hypertension. The patient’s laboratory, echocardiographic and hemodynamic findings improved with pulmonary arterial hypertension-specific treatment. Pul monary arterial hypertension should be considered in the differ ential diagnosis of BMT patients with ‘unexplained’ hypoxemia or respiratory distress.

12.
Sağ Atriyumda Nadir Görülen Santral Nekrozlu Indeferansiye Pleomorfik Sarkom
A Rare Case of Undifferentiated Pleomorphic Sarcoma with Central Necrosis in the Right Atrium
Zorica Mladenovic, Slobodan Obradovic, Sasa Ristic, Ljubinko Djenic, Edin Begic
PMID: 36916814  doi: 10.5543/tkda.2022.97918  Sayfalar 155 - 158
Nadir tümör tipleri olan primer kardiyak tümörler, bulundukları yere bağlı olarak çeşitli klinik belirti ve semptomlarla karşımıza çıkabilir. Bu yazıda, ciddi sağ kalp yetmezliği olan 57 yaşındaki bir kadın hastayı sunmaktayız. 2D-transtorasik ve 3D-transözofageal ekokardiyografi kullanılarak yapılan incelemede, sağ atriyumda superior ve inferior vena kavadan gelen kan akışını olumsuz etkileyen büyük, oval, tümör benzeri bir oluşum saptandı. Muhtemelen nekroza bağlı olarak oluşumun orta kısmında düzensiz bir boşluğa sahip olduğu görülmüştür. Torasik çok kesitli bilgisayarlı tomografide sağ atriyumda heterojen, büyük, tümör-benzeri, merkezinde kanama bulguları olan bir kitle saptandı. Metastatik yayılma belirtisi olmamasına rağmen, tümör benzeri kitlenin kalp dışından kaynaklandığı dışlanamadı. Tümöre cerrahi rezeksiyon uygulandı. Ameliyatta lokal infiltrasyonlu santral nekroza bağlı gelişen kanama komplikasyonları gelişti. Postoperatif dönemde ciddi sistemik inflamatuar yanıt sendromu gelişti ve hasta kaybedildi. Patolojik olarak, prognozu genellikle kötü olan indiferansiye pleomorfik kardiyak sarkom teşhisi koydu. Bu tip tanılara sahip hastaların medyan sağkalımı, cerrahi rezeksiyon ve ileri adjuvan tedavi ile bile 1 yıldan azdır.
Primary cardiac tumors, which are uncommon types of tumors, can be presented with a variety of clinical signs and symptoms, depending on their location. We present a case of a 57-year-old female patient with a severe right-sided heart failure. Examination using 2-dimensional transthoracic and 3-dimensional transoesophageal echocardiography detected a large, oval, tumor-like formation within the right atrium, which compromised the blood flow from the superior and inferior vena cava. It appeared to have an irregular echo-free space in its central part, probably due to necrosis. Thoracic multislice computed tomography revealed a heterogeneous, expansive, tumor-like mass in the right atrium, with signs of bleeding in its center. Although there were no signs of metastatic dissemination, it could not be excluded that the tumor-like mass originated outside of the heart. The patient underwent surgical resection of the tumor. The surgery was accompanied with bleeding complications that developed due to the central necrosis with local infiltration. During the postoperative period, severe systemic inflammatory response syndrome developed and the patient died. Pathologists diagnosed undifferentiated pleomorphic cardiac sarcoma for which the prognosis is usually poor. The median survival of patients with this type of diagnosis is less than 1 year, even with surgical resection and further adjuvant therapy.

OLGU GÖRÜNTÜSÜ
13.
Kardiyak Tamponad ile Başvuran Dört Ardışık Gebelik Geçmişiyle Birlikte Düzeltilmemiş Fallot Tetralojisi
An Uncorrected Tetralogy of Fallot with a History of 4 Consecutive Pregnancies Presenting with Cardiac Tamponade
Cemalettin Akman, Sinem Aydın, Gamze Babür Güler, Enes Arslan, Ahmet Güner
PMID: 36916812  doi: 10.5543/tkda.2022.53563  Sayfalar 159 - 160
Makale Özeti |Tam Metin PDF | Video

EDITÖRDEN
14.
Kardiyoloji Yayınlarında Gündem ve Yorumlar
Comments on Cardiology
Ertan Ural
PMID: 36916811  doi: 10.5543/tkda.2023.24884  Sayfalar 161 - 162
Makale Özeti |Tam Metin PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi