ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 41 (1)
Volume: 41  Issue: 1 - January 2013
EDITORIAL
1.Editorial

Page I

ORIGINAL ARTICLE
2.The Turkish registry of heart valve disease
Recep Demirbağ, Leyla Elif Sade, Mustafa Aydın, Abdi Bozkurt, Esmeray Acartürk
PMID: 23518931  doi: 10.5543/tkda.2013.71430  Pages 1 - 10
Amaç: Ülkemizde kalp kapak hastalıkları (KKH) sık görülmesine karşın, bu konuda herhangi bir epidemiyolojik veri bulunmamaktadır. Bu çalışmada, Türkiye’deki KKH’de klinik, laboratuvar bulguları ve önerilen tedavi yöntemlerinin araştırılması amaçlandı. Çalışma planı: Çalışma ileriye dönük olarak, 42 merkezde yapıldı. Haziran 2009-Haziran 2011 arasında bu merkezlere başvuran, daha önce KKH’ye yönelik girişimde bulunulmuş olgular, doğal kapak hastalığı ve/veya endokardit tanısı konulan hastalar çalışmaya alındı. Bulgular: Toplam 1300 hastaya ait veriler kaydedildi. Hastaların yaş ortalaması 57±18 yıl, kadın/erkek oranı 1.5 idi. KKH’nin %84’i doğal kapak, %15’i önceden girişim yapılan ve %1’i de endokarditli olgulardan oluşmaktaydı. En sık görülen doğal KKH mitral yetersizliği (%43) olup bunu çoklu kapak hastalığı (%32) izlemekteydi. Tüm hastalarda romatizmal (%46), aort darlığında ise dejeneratif (%86) etyoloji öne çıkmaktaydı. Yaşla birlikte aort darlığı görülme sıklığının arttığı, mitral darlığının ise azaldığı saptandı. En sık görülen belirti nefes darlığı (%73) idi. Kapak hastalarında tedavi seçimi yapılırken en sık kullanılan yöntemin klinik ve ekokardiyografik değerlendirme (%54) olduğu görüldü. Mitral darlığında perkütan mitral balon valvüloplasti (%76), diğer kapak hastalıklarında ise mekanik protez kapak uygulaması (%74) yeğlenen tedavi yöntemiydi. Sonuç: Türkiye’de kapak hastalıklarının en sık nedeni romatizmal ateştir. Mitral yetersizliği ve çoklu kapak tutulumu en sık görülen kapak hastalıklarıdır. Perkütan balon valvüloplasti ve kapak değişimi en sık başvurulan tedavi yöntemleridir.
Objectives: Valvular heart diseases (VHD) occur frequently in Turkey. However, epidemiological studies of VHD have not been completed until now. The aim of this study is to identify the VHD type, clinical, laboratory characteristics, and treatment methods among VHD patients in Turkey. Study design: The study was conducted prospectively between June 2009 and June 2011 at 42 centers, and included patients with native VHDs, infective endocarditis, and/or previous valve interventions. Results: All medical data from 1300 patients were recorded. Mean age was 57±18 years and the female/male ratio was 1.5. VHD was native in 84% of patients, 15% had previous interventions, and 1% had infective endocarditis. Among the native VHDs, mitral regurgitation was the most frequent lesion (43%), followed by multiple VHDs (32%). Degenerative etiology (86%) was more frequent in aortic VHD, and rheumatic origin was the main cause in all VHDs. While the prevalence of aortic stenosis increased with age, mitral stenosis decreased with patient age. The most frequent symptom was shortness of breath (73%). Clinical and echocardiographic examinations (54%) were mostly used as diagnostic techniques for determining treatment course. Percutaneous mitral balloon valvuloplasty (PMBV) was performed in 76% of the patients with mitral stenosis and mechanical prosthetic valve replacement was performed in 74% of the patients with other lesions. Conclusion: This study showed that the main cause of VHD is rheumatic fever. Mitral regurgitation and multiple valvular lesions are the most frequent VHDs in Turkey. PMBV and mechanical prosthetic valve replacement are the preferred treatment methods for VHD.

3.Editorial: Valvular heart disease epidemiology: a Turkish perspective
Necla Özer
PMID: 23518932  doi: 10.5543/tkda.2013.91112  Pages 11 - 13
Abstract |Full Text PDF

4.Association between mean platelet volume and severity of disease in patients with obstructive sleep apnea syndrome without risk factors for cardiovascular disease
Mustafa Serkan Karakaş, Refik Emre Altekin, Ahmet Oğuz Baktır, Murathan Küçük, Aykut Çilli, Selim Yalçınkaya
PMID: 23518933  doi: 10.5543/tkda.2013.42948  Pages 14 - 20
Amaç: Tıkayıcı uyku apnesi sendromu (TUAS) kalp-damar hastalığı morbidite ve mortalitesinde artışa neden olmaktadır. Aterotromboz patofizyolojisinde trombosit aktivasyonu ve agregasyonu önemli rol oynamaktadır. Trombosit aktivasyonunun göstergesi olan ortalama trombosit hacmi (OTH) aterotromboz için yeni tanımlanan risk faktörlerinden birisidir. Bu çalışmada TUAS ile OTH arasındaki olası ilişkiyi araştırdık. Çalışma planı: Çalışmaya yaş, cinsiyet ve beden kütle indeksleri açısından benzer olan 30 hafif, 32 orta dereceli ve 31 ciddi dereceli TUAS’lı hasta ile 31 olgulu sağlıklı kontrol grubu alındı. OTH değerleri ölçüldü. Bulgular: Ciddi TUAS grubunda OTH düzeyi kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu (8.6±1.1 ve 7.8±0.7 fl, p=0.03). Hafif ve orta dereceli TUAS’lı hastalar ile kontrol grubu arasında (7.8±0.7 ve 8.3±1.2 fl, p=0.2; 7.8±0.7 ve 8.4±1.3 fl, p=0.08) ve hafif, orta ve ciddi dereceli OSAS’lı hastaların kendi arasında (8.3±1.2 ve 8.4±1.3 ve 8.6±1.1 fl, p=0.9) OTH düzeyleri yönünden anlamlı farklılık saptanmadı. Apne hipopne indeksi (r=0.347, p≤0.001), en düşük oksijen satürasyonu (r=-0.224, p=0.03) ve oksijen satürasyonunun %90’ın altında olduğu zaman dilimi ile OTH arasında korelasyon görüldü (r=0.240, p=0.02). Sonuç: Çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlar TUAS’lı hastalarda trombosit aktivasyonunun ve aterotrombotiz riskinin arttığını göstermektedir.
Objectives: Obstructive sleep apnea syndrome (OSAS) is associated with increased cardiovascular morbidity and mortality. Platelet activation and aggregation are central processes in the pathophysiology of atherothrombosis. Mean platelet volume (MPV), a determinant of platelet activation, is a newly-emerging risk factor for atherothrombosis. Therefore, we have investigated the possible association between OSAS and MPV. Study design: We selected 30 mild, 32 moderate, and 31 severe OSAS patients and 31 healthy control subjects matched for age, sex, and body mass index. MPV was measured using an automated blood cell counter. Results: The MPV levels were significantly higher in the severe OSA group than in the control group (8.6±1.1 vs. 7.8±0.7 fl, p=0.03). There were no significant differences in respect to MPV between controls and patients with mild and moderate OSA (7.8±0.7 vs. 8.3±1.2 fl, p=0.2; 7.8±0.7 vs. 8.4±1.3 fl, p=0.08) and between patients with mild, moderate, and severe OSA (8.3±1.2 vs. 8.4±1.3 vs. 8.6±1.1 fl, p=0.9). Significant correlations were seen between MPV and apneahypopnea index (r=0.347, p≤0.001), minimal oxygen saturation (r=-0.224, p=0.03), and the percentage of recording time spent at a oxygen saturation less than 90% (r=0.240, p=0.02). Conclusion: Our results suggest that OSAS patients tend to have relatively increased platelet activation andatherothrombotic risk.

5.Nephrotoxicity of iodixanol versus iopamidol in patients with acute coronary syndrome
Mehmet Gül, Burak Turan, Murat Uğur, Ayça Türer, Uğur Fındıkçıoğlu, Mehmet Ergelen, Hüseyin Uyarel
PMID: 23518934  doi: 10.5543/tkda.2013.81504  Pages 21 - 27
Amaç: İzo-ozmolar bir kontrast ajan olan iyodiksanol ozmolaritesi düşük kontrast ajanlara göre daha az oranda kontrasta bağlı akut böbrek hasarı ile ilişkili olabilir. Bu çalışmada iyodiksanol ile ozmolaritesi düşük bir kontrast ajan olan iyopamidolün akut koroner sendromlu (AKS) hastalarda nefrotoksik etkilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışma planı: Üçüncü basamak bir kardiyovasküler merkeze ST yükselmesiz miyokart enfaktüsü ile başvuran hastalardan, erken koroner anjiyografi yapılan ardışık 275 hasta (ortalama yaş 58±11 yıl, %79 erkek) çalışmaya alındı. Koroner anjiyografi için kontrast ajan olarak 230 hastada iyopamidol ve 45 hastada iyodiksanol kullanıldı. İşlem sonrası 72 saat içinde en yüksek kreatinin değeri, kreatinin değerinde mutlak değişiklik, kreatinin değerinde değişiklik yüzdesi ve kontrast maddenin indüklediği nefropati gelişimi açısından iki ajan karşılaştırıldı. Bulgular: Anjiyografi öncesi temel demografik ve klinik özellikler her iki gruptaki hastalarda benzerdi. Gruplar arasında işlem öncesi kreatinin değerleri (iyopamidol 1.10±0.54 mg/dl, iyodiksanol 1.09±0.24 mg/dl, p=0.680), glomerüler filtrasyon hızları (GFH) (iyopamidol 89±35 ml/dk/1.73 m2, iyodiksanol 89±26 ml/dk/1.73 m2, p=0.934) ve kullanılan kontrast madde miktarı (iyopamidol 180±80 ml ve iyodiksanol 166±73 ml, p=0.226) açısından fark yoktu. İşlem sonrası kreatinin değerlerinde mutlak (iyopamidol 0.136±0.346 mg/dl, iyodiksanol 0.072±0.070 mg/dl, p=0.118) ve yüzde (iyopamidol %12.1±29.6, iyodiksanol %6.8±6.9, p=0.075) değişimler iyopamidol ve iyodiksanol için istatiksel farklılık göstermedi. Kontrast maddenin indüklediği nefropati iyopamidol grubunda %10 (%95 güven aralığı [GA] %6-14), iyodiksanol grubunda %2.2 (%95 GA %-2-7) bulundu (p=0.144). Sonuç: Akut koroner sendrom ile yatırılan hasta grubunda iyodiksanolün koroner anjiyografi sonrası böbrek fonksiyonları üzerine etki açısından iyopamidole üstünlüğü görülmemiştir.
Objectives: The iso-osmolar contrast agent iodixanol may be associated with fewer contrast-induced acute kidney injuries when compared with low-osmolar contrast agents. The aim of this study is to compare iodixanol and iopamidol in patients with acute coronary syndrome (ACS) who are currently undergoing coronary angiography. Study design: Two hundred and seventy five consecutive patients who presented to a tertiary cardiovascular center with acute non-ST elevation myocardial infarction and underwent coronary angiography as a part of an early invasive strategy were included in the study (mean age 58±11 years, 79% male). Study participants were administered either iodixanol (n=45) or iopamidol (n=230) and the groups were compared for the highest creatinine levels, the absolute and percent change in creatinine levels, and for the development of contrast induced nephropathy within 72 hours of the procedure. Results: Baseline demographic and clinical characteristics of the patients were similar between the two groups. There were no differences in the preprocedural serum creatinine (iopamidol 1.10±0.54 mg/dl, iodixanol 1.09±0.24 mg/dl, p=0.680), glomerular filtration rate (iopamidol 89±35 ml/dk/1.73 m2, iodixanol 89±26 ml/dk/1.73 m2, p=0.934), or contrast volume used during the procedure (iopamidol 180±80 ml vs. iodixanol 166±73 ml, p=0.226) between the groups. The absolute change in serum creatinine after the procedure (iopamidol 0.136±0.346 mg/dl, iodixanol 0.072±0.070 mg/dl, p=0.118) and the percent change in serum creatinine after the procedure (iopamidol 12.1±29.6%, iodixanol 6.8±6.9%, p=0.075) were not statistically significant between the two groups. Contrast induced nephropathy developed 10% (95% confidence interval [CI] 6–14%) in iopamidol group whereas it was 2.2% (95% CI -2-7%) in iodixanol group (p=0.144). Conclusion: Iodixanol was not superior to iopamidol regarding contrast induced acute kidney injury after coronary angiography in an unselected general patient population with ACS.

6.Editorial: Contrast-induced nephropathy
Sinan Aydoğdu
PMID: 23518935  doi: 10.5543/tkda.2013.46588  Pages 28 - 30

7.Clinical and echocardiographic follow-up in pregnant patients with valvular heart disease
Hasan Ali Gümrükçüoğlu, Ayşe Güler, Dolunay Odabaşı, Hakkı Şimşek, Musa Şahin, Serkan Akdağ, Hekim Karapınar, Aytaç Akyol, Yılmaz Güneş, Mustafa Tuncer
PMID: 23518936  doi: 10.5543/tkda.2013.03295  Pages 31 - 37
Amaç: Gebelikle ilişkili kardiyovasküler değişiklikler kalp hastalığı olan kadınlarda belirgin hemodinamik yüke neden olarak ölüm ve sakatlığa yol açabilir. Bu çalışmanın amacı kalp kapak hastalığı (KKH) bulunan gebeleri klinik ve ekokardiyografik olarak takip etmektir. Çalışma planı: Ocak 2004 ile Ocak 2011 tarihleri arasında kurumumuzda tedavi gören gebelerden KKH olanların tıpsal kayıtları geriye dönük olarak tarandı. Demografik özellikler, gebelik sırasında geçirilen kardiyak girişim hikâyesi, akciğer ödemi, anne veya çocuğa ait ölüm bilgileri, hastane bilgi işlem, kardiyoloji ve doğum kliniklerinin kayıtlarından toplandı. Ekokardiyografik inceleme başvuru anında, üçüncü trimesterde ve doğumdan bir ay sonra yapıldı. Çalışmamızda, gebelik sırasında anne veya bebek ölümü, akciğer ödemi, kardiyak girişim ve sezeryan sonlanım noktası olarak alındı. Bulgular: Kapak hastalığı olan 884 gebe değerlendirildi. Ölüm, akciğer ödemi, kalp kapağına yönelik girişim gibi kötü klinik sonuçlar ciddi KKH olan gurupta daha sık görüldü. Hafif- orta KKH olan gurupta bu kötü klinik sonuçlar ile karşılaşılmadı (sırasıyla, n=49, %5.5 ve n=0, %0, p<0.001). Ciddi KKH olan gebelerde ölüm, akciğer ödemi ve kalp kapağına yönelik girişim gibi klinik sonuçlar kapak darlığı olanlarda kapak yetersizliği olanlara göre daha sık görüldü [sırasıyla, ölüm 4 (%0.45) ve 0 (%0); akciğer ödemi 15 (%1.7) ve 13 (%1.5); kalp kapağına yönelik girişim 11 (%1.2) ve 6 (%0.7)]. Sonuç: Kalp kapak hastalığı anne ve çocuk için ölüm ve sakat kalma ile ilişkilidir. Ciddi KKH olan gebelerin, gebelik süresince hayatı tehdit eden komplikasyonlarla karşılaşma ihtimali yüksektir.
Objectives: Pregnancy associated cardiovascular changes may result in a significant hemodynamic burden and can lead to morbidity and even mortality in women with cardiac disease. The present study aimed to evaluate clinical and echocardiographic follow-up in pregnant patients with valvular heart disease (VHD). Study design: The medical records of pregnant patients diagnosed with VHD from January 2004 to January 2011 were screened. Demographic characteristics including history of cardiac intervention performed during pregnancy, pulmonary edema, and maternal and fetal mortality, and cesarean section (C/S) history were collected from the hospital database and clinical records of the cardiology and obstetrics departments. The echocardiographic examination was carried out at presentation, 3rd trimester, and 1 month after delivery. The outcomes evaluated were cardiac intervention, pulmonary edema, and both fetal and maternal mortality during pregnancy and C/S. Results: We evaluated the outcomes of 884 pregnant patients with VHD. Adverse clinical outcomes including death, pulmonary edema, and valvular interventions were frequent among patients with severe VHD, whereas no adverse clinical outcome was observed in patients with mild-moderate VHD (n=49, 5.5% vs. n=0, 0%, p<0.001). In patients with severe VHD, clinical outcomes were frequent among patients with valve stenosis, but lower among patients with regurgitation [death 4 (0.45%) vs. 0 (0%); pulmonary edema (15 (1.7%) vs. 13 (1.5%); valvular intervention 11 (1.2%) vs. 6 (0.7%); respectively). Conclusion: Valvular heart disease is associated with fetal/ maternal morbidity and mortality. Pregnant with severe VHD constitute a high-risk group in which life-threatening complications are likely to occur in the course of pregnancy.

8.Heart-type fatty acid binding protein level in familial Mediterranean fever
Özlem Karakurt Arıtürk, Kemal Üreten, Münevver Sarı, Nuray Yazıhan, Evin Yılmaz, İmge Ergüder
PMID: 23518937  doi: 10.5543/tkda.2013.10179  Pages 38 - 44
Amaç: Ailevi Akdeniz ateşi (AAA) tekrarlayan poliserozite bağlı ataklarla kendini gösteren otozomal çekinik bir hastalık olup en sık görülen dönemsel sendromdur. Kalp tipi yağ asidi bağlayıcı protein (KYABP) kalp kası hücresi sitoplazmasındaki yağ asitlerinin taşınmasında görevli hücre içi bir molekül olup kalp kası hasarının hızlı bir belirtecidir. AAA devamlı yangısal aktivite ile seyreden özyangısal bir hastalık olduğundan ve bazı romatizmal hastalıklarda yangı damar sertliği gelişimi ve ilerlemesinde önemli rol oynadığından, AAA hastalarında serum KYABP ve malondialdehit (MDA) düzeylerini ölçerek damar sertliğinin belirteçlerini araştırmayı amaçladık.
Çalışma planı: Ailevi Akdeniz ateşli kırk hasta ve yirmi sağlıklı gönüllü çalışma topluluğunu oluşturmak için seçildi. AAA tanısı Tel-Hashomer belirteçlerine göre konuldu. İlişkiyi araştırmak için serum KYABP ve MDA düzeyleri ölçüldü.
Bulgular: Ailevi Akdeniz ateşli hastalarda ortalama KYABP düzeyleri normal bireylere göre anlamlı olarak daha yüksekti (4.89±0.83 ve 3.06±2.13 ng/ml, p<0.01). AAA’lı hastalarda ortalama trombosit hacmi de normal bireylere göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu (8.87±0.99 ve 8.22±0.45 fl, p=0.04). Gruplar arasında serum MDA düzeyleri farksızdı (1.08±0.66 ve 1.08±0.33 nmol/ml, p=0.99). AAA’lı hastalarda akut atak sırasında ve ataksız dönemlerde KYABP ve MDA düzeyleri yönünden de fark bulunmadı.
Sonuç: Ailevi Akdeniz ateşli hastalarda saptanan KYABP düzeyindeki artış bu hastalardaki oksidatif stres durumundan bağımsız olarak, AAA’de artmış damar sertliği yatkınlığına işaret ediyor olabilir.
Objectives: Familial Mediterranean fever (FMF) is an autosomal recessive disorder and the most frequent periodic syndrome characterized by recurrent attacks of polyserositis. Heart-type fatty acid-binding protein (h-FABP) is an intracellular molecule engaged in the transport of fatty acids through the myocardial cytoplasm and a rapid marker of myocardial injury. FMF is an autoinflammatory disease characterized by ongoing inflammatory activity. Inflammation also plays an important role in the development and progression of atherosclerosis in some rheumatic diseases. We aimed to investigate markers of atherosclerosis in patients with FMF by the measurement of serum h-FABP and malondialdehyde levels (MDA).
Study design: Forty consecutive patients with FMF and twenty healthy volunteers were selected to participate in the study. The diagnosis of FMF was based on Tel-Hashomer criteria. Serum h-FABP and MDA levels were determined to examine the association.
Results: The mean h-FABP level in FMF patients was significantly higher than the normal population (4.89±0.83 vs. 3.06±2.13 ng/ml, p<0.01). The mean platelet volume was significantly higher in FMF patients than in the normal group (8.87±0.99 vs. 8.22±0.45 fl, p=0.04). Serum MDA levels were the same between the groups (1.08±0.66 vs. 1.08 ± 0.33 nmol/ ml, p=0.99). h-FABP and MDA levels were the same in FMF patients with an acute attack and during an attack free period.
Conclusion: Our results show that h-FABP increases in patients with FMF. Higher h-FABP levels may lead to increased atherosclerotic propensity in FMF, independent of the oxidative stress status of these patients.

9.Mean platelet volume and the extent of coronary atherosclerosis in patients with stable coronary artery disease
Adnan Karan, Yeşim Güray, Ümit Güray, Burcu Demirkan, Ramazan Astan, Erkan Baysal, Ayşe Çolak, Fatih Mehmet Uçar, Ahmet İşleyen, Selçuk Kanat, Şule Korkmaz
PMID: 23518938  doi: 10.5543/tkda.2013.26235  Pages 45 - 50
Amaç: Bu çalışmanın amacı, kararlı anjina nedeniyle koroner anjiyografi yapılmış hastalarda ortalama trombosit hacmi (OTH) ile koroner arter hastalığının (KAH) varlığı ve yaygınlığı arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir.
Çalışma planı: Çalışmaya 540 ardışık hasta (350 erkek, 190 kadın, ortalama yaş: 59.6±11.4) alındı. Hastalar, KAH varlığı ve yaygınlığına göre dört gruba ayrıldı (Grup 1 önemli KAH olmayan, Grup 2 tek damar hastalığı, Grup 3 iki damar hastalığı, Grup 4 ise üç damar hastalığı olanlar). Ayrıca, her hastanın koroner anjiyografisinde Gensini skorları hesaplandı.
Bulgular: Grup 1’de 159, Grup 2’de 169, Grup 3’te 110, Grup 4’te ise 102 hasta vardı. Beklendiği gibi, gruplar arasında ortalama yaş, cinsiyet, hipertansiyon, diabetes mellitus, hiperlipidemi, sigara içimi ve aile öyküsünü içeren risk faktörleri açısından önemli farklılıklar olduğu görüldü. Diğer taraftan, trombosit sayısı ve OTH değerlerinde (sırasıyla, Grup 1 için 8.5±0.1 fl, Grup 2 için 8.5±1.2 fl, Grup 3 için 8.6±0.9 fl, grup 4 için 8.6±0.9 fl) gruplar arasında anlamlı bir farklılık bulunmadı. Gensini skorunun yaş, plazma ürik asit düzeyi, beyaz küre sayısı, hemoglobin, açlık kan şekeri, yüksek dansiteli lipoprotoein düzeyi ile önemli ölçüde korelasyon gösterdiği saptandı. Buna karşın, OTH ve Gensini skoru arasında bir ilişki gösterilemedi.
Sonuç: Kararlı anjinası olan koroner arter hastalarında OTH ve koroner ateroskleroz arasındaki ilişkiyi değerlendiren geniş çaplı araştırmalardan biri olan bu çalışmada, OTH ile koroner atreosklerozun varlığı ve yaygınlığı arasında bir ilişkinin olmadığı saptandı.
Objectives: The aim of this study was to assess the relationship between mean platelet volume (MPV) and the presence and extent of coronary artery disease (CAD) in patients who underwent coronary angiography for stable chest pain.
Study design: A total of 540 patients (350 male, 190 female; mean age: 59.6±11.4 years) were consecutively included in the study. The patients were divided into four groups according to the presence and extent of their CAD as follows: Group 1 - patients with no significant CAD, group 2 - one vessel disease, group 3 - two vessel diseases, and group 4 - three vessel disease. Also, the Gensini score of each coronary angiogram was calculated.
Results: There were 159 patients in group 1, 169 in group 2, 110 in group 3, and 102 in group 4. As expected, we found significant differences among the groups regarding mean age and other coronary risk factors including gender, hypertension, diabetes mellitus, hyperlipidemia, smoking, and family history of ischemic heart disease. However, there were no significant differences among the groups regarding platelet counts and MPV values (8.5±0.1 fl, 8.5±1.2 fl, 8.6±0.9 fl and 8.6±0.9 fl, MPV values of groups 1-4, respectively). Although the Gensini score was found to be significantly correlated with age, plasma uric acid level, white blood cell count, hemoglobin level, fasting blood glucose, and high density lipoprotein level, no significant association was detected between MPV and Gensini score values.
Conclusion: This study is one of the largest studies assessing the relationship between MPV and the extent of coronary atherosclerosis in patients with stable CAD to date. However, we found no association between MPV and the presence and extent of coronary atherosclerosis.

CASE REPORT
10.Rupture of a pacemaker lead during the course of infective endocarditis
Çağdaş Akgüllü, Ufuk Eryılmaz, Tünay Kurtoğlu, Ebru Özpelit
PMID: 23518939  doi: 10.5543/tkda.2013.92972  Pages 51 - 54
Yedi yıl önce sinüs sendromu ve tekrarlayan senkop atakları nedeni ile VDDR kalp pili yerleştirilmiş olan bir hasta kliniğimize son birkaç gündür devam eden ateş yüksekliği, nefes darlığı ve çarpıntı yakınmalarıyla başvurdu. Pnömoniden şüphelenilerek toraksın bilgisayarlı tomografisi yapılan hastada akciğer parankiminde yaygın infiltrasyon ve pulmoner emboli ile uyumlu bulgular saptandı. Transtorasik ekokardiyografide sağ atriyum içerisinde, kopmuş kalp pili elektroduna ait olduğu anlaşılan, ileri derecede hareketli yapı saptandı. Sağ ventrikül içerisindeki diğer elektrot parçasının etrafında pıhtı ve/veya vejetasyon ile uyumlu görünüm saptandı. Bu yazıda, pulmoner emboli ve pnömoninin eşlik ettiği, enfektif endokardit komplikasyonu olarak gelişen kalıcı kalp pili elektrodunun tamamıyla kırıldığı bir hasta sunuldu. Kırılmanın altında yatan mekanizma olarak sağ ventrikül içerisindeki yumuşak dokuda sıkışma (tuzaklanma) öne sürülmektedir. Ne yazık ki bu nadir ve hayatı tehdit eden tablo, cihazın ve parçalarının cerrahi olarak çıkarılmasını takiben hastanın ölümüne yol açmıştır.
A 23-year-old male who had a VDDR pacemaker implanted seven years ago due to sick sinus syndrome and recurrent syncope episodes was admitted with symptoms of dyspnea, fever, and tachycardia, which were present for a few days. He was suspected to be suffering from pneumonia and underwent computed tomography scanning of the thorax, which revealed widespread infiltration in the lung parenchyma and pulmonary emboli. Transthoracic echocardiography revealed an extremely mobile echogenic structure in the right atrium, which was determined to be the free portion of a ruptured pacemaker lead. There was an overlying thrombus and/or vegetation-like organized soft tissue within the right ventricle around the lead component. In this article, the rupture of a permanent pacemaker lead, which complicated the course of infective endocarditis associated with pulmonary embolism and pneumonia is reported. We hypothesize that the underlying mechanism for the rupture is soft tissue entrapment within the right ventricle. Unfortunately, this rare and life-threatening situation led to the death of our patient after the surgical removal of the device and its components.

11.Bardet-Biedl syndrome and subaortic membrane: co-occurrence of two rare conditions
Osman Ziya Arık, Kamuran Tekin, Caner Türkoğlu, Murat Çaylı
PMID: 23518940  doi: 10.5543/tkda.2013.45228  Pages 55 - 58
Bardet-Biedl sendromu (BBS) birden fazla morfolojik bozukluk içeren ve nadir görülen otozomal resesif bir hastalıktır. Klinik tanı merkezi obezite, polidaktili, rod-cone distrofisi, öğrenme bozuklukları, hipogonadizm (erkelerde) ve böbrek bozuklukları ile konur. Kalp tutulumu ise nadir bir durumdur. Bu yazıda, çarpıntı ve giderek artan nefes darlığı yakınması ile başvuran BBS ve subaortik membran tanısı konmuş 28 yaşında erkek hasta sunuldu. Bu olguda olduğu gibi, BBS’li hastaların ekokardiyografik değerlendirmesi kardiyak anormalliklerin değerlendirilmesi için büyük önem taşımaktadır.
Bardet-Biedl Syndrome (BBS) is a rare autosomal recessive disorder with multiple morphological abnormalities. Clinical diagnosis is based on the presence of central obesity, polydactyly, rod-cone dystrophy, varying degrees of learning disability, hypogonadism (in men) and renal abnormalities. Cardiac involvement is a rare condition. We present a 28-year-old male with complaints of progressive dyspnea and palpitation diagnosed as BBS and subaortic discrete membrane. Careful echocardiographic evaluation of patients with BBS, such as in this case report, may allow us to discover novel cardiac abnormalities in this patient population.

12.Percutaneous treatment of a ruptured sinus Valsalva aneurysm with double orifices
Emre Refik Altekin, Hüseyin Yılmaz, Murathan Küçük, İbrahim Demir
PMID: 23518941  doi: 10.5543/tkda.2013.58812  Pages 59 - 63
Sinüs Valsalva anevrizması (SVA) yırtılıp kalp boşluklarına açılarak, aort ile diğer kalp boşlukları arasında anormal bağlantılara neden olabilir. Sağ atriyum ve/veya sağ ventrikül SVA yırtılmanın en sık açıldığı boşluklardır. Otuz yaşındaki erkek hasta nefes darlığı şikayeti ile kardiyoloji polikliniğine başvurdu. Fizik muayenesinde sternumun sağ kenarında 5. interkostal aralıkta titreşim (tril) ve aort odağından başlayıp sternum sağ kenarı boyunca duyulan, boyuna ve sırta da yayılan sistolik-diyastolik üfürüm saptandı. Ekokardiyografik ve invaziv incelemelerde sağ sinüs Valsalvadan sağ ventriküle geçişe neden olan iki defekt görüldü. Sol-sağ şant oranı 3,8 olarak hesaplanırken, defektlerin anatomik yerleşimleri ve boyutları perkütan kapamaya uygun bulundu. İki ayrı seansda Amplatzer Duct Occluder I cihazı kullanılarak defektler kapatıldı. Yırtılmış SVA’nın klasik tedavisi cerrahi onarım olmasına rağmen, uygun olgularda perkütan kapama cihazları alternatif ve güvenilir bir yöntem olarak kullanılabilir.
An aneurysm of the sinus of Valsalva (SVA) may rupture into the cardiac cavities and cause abnormal connections between these cavities and the aorta. The right atrium and/or right ventricle are the cavities into which the SVA is most commonly observed to rupture. A 30-year-old patient presented to our cardiology clinic with the complaint of dyspnea. His physical examination revealed a thrill localized in the 5th intercostal space on the right edge of the sternum and systolicdiastolic murmur beginning from the aortic focus and spreading to the neck and back along the right edge of the sternum. The echocardiographic and invasive examinations revealed two defects leading to a passage from the right sinus Valsalva to the right ventricle. While the left-to-right shunt ratio was calculated as 3.8, the anatomic locations and dimensions of the defects were found to be eligible for percutaneous closure. Using the Amplatzer Duct Occluder I device, the defects were closed in two sessions. Although the classical treatment method of ruptured SVA is surgical repair, percutaneous closure devices may be used as a reliable alternative method in suitable patients.

13.Recurrent pacemaker lead thrombosis in a patient with gene polymorphism: a rare case treated with thrombolytic therapy
S. Selim Ayhan, Serkan Öztürk, Mehmet Fatih Özlü, Selma Düzenli
PMID: 23518942  doi: 10.5543/tkda.2013.03266  Pages 64 - 67
Pacemaker (PM) ile ilişkili trombüs, PM implantasyonun nadir görülen komplikasyonlarından biridir. Bu yazıda, kalp yetersizliği ve atriyum fibrilasyonu tanılarıyla takip edilen ve antikoagülan tedavi altındayken tekrarlayan PM elektrodu trombüsü gelişen 58 yaşında erkek hasta sunuldu. Nefes darlığı ve çarpıntı şikayeti ile hastaneye kabul edilen hastanın ekokardiyografisinde genişlemiş ve kasılması azalmış sol ventrikül (EF %20) ile normal sınırlarda sağ ventrikül görüldü. Ayrıca PM elektroduna tutunan sağ atriyum trombüsü saptandı. Transözefajiyal ekokardiyografi incelemesinde, sağ atriyumda PM elektroduna tutunan büyük ve hareketli trombüs gösterildi. Hasta, trombolitik ajan ile başarılı olarak tedavi edildi. Genetik testlerde hastanın heterozigot metilentetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) taşıyıcısı olduğu saptandı.
Pacemaker (PM)-related thrombosis is an infrequent complication of pacing. We present the case of a 58-year-old man with heart failure and atrial fibrillation who had recurrent episodes of PM lead thrombosis while undergoing anticoagulation therapy. The patient was admitted to the hospital with complaints of dyspnea and palpitation. Echocardiography revealed normal right ventricular dimensions and an enlarged left ventricle with poor contractility and an ejection fraction of 20%. Transesophageal echocardiography demonstrated a large, mobile thrombus in the right atrium that was attached to the PM lead. The patient was successfully treated with a thrombolytic agent. Genetic tests revealed that the patient was a heterozygous carrier of the methylenetetrahydrofolate reductase (MTHFR) gene mutation.

14.A case of double coronary perforations and tamponade during left main percutaneous coronary intervention and treatment with stenting and autotransfusion
Gökhan Alıcı, Birol Özkan, Ali Metin Esen
PMID: 23518943  doi: 10.5543/tkda.2013.43503  Pages 68 - 71
Koroner perforasyonu perkütan koroner girişimlerinin nadir görülen bir komplikasyonudur. Hepatosellüler karsinom tanısı konan 60 yaşında erkek hasta giderek şiddeti artan anjina atakları ile hastanemize başvurdu. Koroner anjiyografide sol ana koroner arter (LMCA) distal bölümünde ciddi darlık gözlendi. LMCA’dan sol ön inen artere (LAD) uzanan stent (4.0x18 mm) yerleştirildikten sonra koroner anjiyografide LAD’nin proksimal kesiminde perforasyon ve sirkumfleks arter (Cx) ostiyumunda %60 darlığa neden olan plak kayması görüldü. LAD’nin proksimal kesimine politetrafloroetilen (PTFE) kaplı stent yerleştirilerek yırtık kapatıldı. Devam eden göğüs ağrısı ve iskemik elektrokardiyografik değişiklikler nedeni ile Cx’e de 3.5×18 mm koroner stent yerleştirildi. Ne yazık ki, Cx’te başka bir perforasyon oluştu. PTFE kaplı stent esnek olmadığından dolayı önceki LMCA-LAD stentinin içinden geçirilerek Cx’e ilerletilemedi. Bu nedenle başka bir koroner stent (3.5x18 mm) Cx’e başarı ile yerleştirildi. Koroner anjiyografide yırtılmanın tam olarak kapanmış olduğu görüldü. Ancak ekokardiyografide sağ kalp boşluklarına bası yapan geniş perikardiyal sıvı birikimi saptandı. Hemodinamik durumu stabilize etmek için ototransfüzyon uygulandı. Bir hafta sonraki koroner anjiyografide kontrastın damar dışına sızması gözlenmedi. Bu olgu bildirisinde LAD ve Cx arterlerin ikisinin birden perforasyonu ile ilaç kaplı ve konvansiyonel stentler birlikte kullanılarak ototransfüzyonla başarılı tedavisi sunuldu.
Coronary perforation is a rare complication of percutaneous coronary intervention. A 60-year-old male patient with a diagnosis of hepatocellular carcinoma was admitted to our hospital with crescendo anginal attacks. Coronary angiogram revealed significant stenosis in distal left main coronary artery (LMCA). After implanting a 4.0×18 mm coronary stent from LMCA to left anterior descending artery (LAD), coronary angiography showed a perforation in the proximal part of the LAD and a plaque shift to the osteum of circumflex artery (Cx), causing 60% stenosis. Rupture was sealed by implantation of a polytetrafluoroethylene (PTFE) coated stent in proximal LAD. Due to ongoing chest pain and electrocardiographic ischemic changes, a 3.5×18 mm coronary stent was implanted in Cx. Unfortunately, another perforation occurred in Cx. The PTFE coated stent was not flexible enough to advance from the former LMCA to LAD stent to the Cx artery, and another 3.5×18 mm coronary stent was deployed in Cx artery successfully. Although control angiography showed complete sealing of the rupture, echocardiography showed a large pericardial effusion compressing the right side of the heart. Autotransfusion was done to stabilize the hemodynamic status. One-week later, coronary angiography did not show any contrast agent extravasation. In this case, we present double coronary perforations of the LAD and Cx arteries, and successful treatment with both covered and conventional stents and autotransfusion.

15.Cardiac resynchronization treatment in a patient with hypertrophic cardiomyopathy after heart transplantation
Ahmet Vural, Gökhan Ertaş, Ayşen Ağaçdiken
PMID: 23518944  doi: 10.5543/tkda.2013.32855  Pages 72 - 74
Hipertrofik kardiyomiyopati (HKP) farklı klinik tablolarla ortaya çıkabilir. Tıpsal tedaviye dirençli son dönem kalp hastalıklarının tedavisinde kardiyak transplantasyon altın standart tedavi yöntemi olmaya devam etmektedir. Bu yazıda, kardiyak transplantasyon sonrası başarılı kardiyak resenkronizasyon tedavisi uygulanmış HKP’li 27 yaşında bir kadın hasta sunuldu. Hastada standart kalp pili endikasyonu vardı. Ancak önceki çalışmalarda kalp yetersizliğinde kalp pili ile sağ ventrikül apeksinden uyarı yapmanın olumsuz klinik sonuçlara yol açtığı bildirilmiştir. Bu nedenle kalp transplantasyonu sonrası standart kalp pili endikasyonu bulunan hastalarda kardiyak resenkronizasyon tedavisi de olgu sunumuyla birlikte tartışıldı.
Hypertrophic cardiomyopathy (HCM) is characterized by heterogeneous clinical expression. Cardiac transplantation continues to be the gold standard for the treatment of end-stage cardiac diseases refractory to medical therapy. We presented a 27-year-old female patient with HCM who underwent successful cardiac resynchronization therapy after cardiac transplantation. Our patient had an indication for standard pacing. However, previous reports have shown that right ventricular apical pacing might lead to adverse clinical outcomes in patients with heart failure. We have discussed cardiac resynchronization therapy after heart transplantation in patients with standard pacing indications.

REVIEW
16.Neurocardiogenic syncope and associated conditions: insight into autonomic nervous system dysfunction
Antoine Kossaify, Kamal Kallab
PMID: 23518945  doi: 10.5543/tkda.2013.44420  Pages 75 - 83
Nörokardiyojenik senkopun mekanizması hala tam olarak aydınlatılamamasına ragmen otonom sinir sistemi işlev bozukluğu ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Bu yazıda nörokardiyojenik senkop patogenezinde otonom sinir sisteminin rolünü destekleyen en göze çarpıcı konuları araştırırken, temelinde otonom sinir sistemi bozukluğunun olduğu bilinen komorbid durumları da gözden geçidik. Bu amaçla otonom sinir sisteminin patogenezdeki rolü ve klinik çıkarımları üzerine odaklanarak migren, ortostatik hipotansiyon, postüral ortostatik taşikardi sendromu, endotel işlev bozukluğu, kronik yorgunluk sendromu ve karotis sinüs hipersensitivitesi tartışıldı. Tilt testi sırasında ortaya çıkabilen senkop öncesi kalp atımlarında hızlanma ve/veya instabilite ve senkop öncesi instabil solunum gibi durumlar da aynı perspektif içinde tartışıldı.
Neurocardiogenic syncope is known to be associated with autonomic nervous system dysfunction, although the mechanism has not been entirely elucidated. In this study, we sought to highlight the pathogenic role of the autonomic nervous system in neurocardiogenic syncope and to review the associated co-morbidities known to have a dysautonomic basis. Herein we discuss migraine, orthostatic hypotension, postural orthostatic tachycardia syndrome, endothelial dysfunction, chronic fatigue syndrome, and carotid sinus hypersensitivity with a focus on the pathogenic role of the autonomic nervous system and any consecutive clinical implications. Other conditions, such as pre-syncopal heart rate acceleration and/or instability and pre-syncopal breathing instability, which occur during a tilt test, are discussed in the same perspective.

HOW TO?
17.Occlusion of pseudoaneurysm
Ali Harman, Fatih Boyvat
PMID: 23518946  doi: 10.5543/tkda.2013.65881  Pages 84 - 86
Abstract |Full Text PDF

CASE IMAGE
18.Abnormal draining of the great cardiac vein into the superior vena cava
Mehmet İncedayı, Zafer Işılak, Ali Kemal Sivrioğlu, Ersin Öztürk
PMID: 23518947  doi: 10.5543/tkda.2013.35929  Page 87
Abstract |Full Text PDF

19.Huge interatrial septal aneurysm associated with a multiple atrial septal defect evaluated by transesophageal echocardiography
Sait Demirkol, Şevket Balta, Murat Ünlü, Zekeriya Arslan
PMID: 23518948  doi: 10.5543/tkda.2013.73838  Page 88
Abstract |Full Text PDF

20.A healthy right lobe of the liver mimicking a paracardiac mass: a case of idiopathic right diaphragm paralysis
Osman Turak, Fırat Özcan, Ahmet İşleyen, Sinan Aydoğdu
PMID: 23518949  doi: 10.5543/tkda.2013.48902  Page 89
Abstract |Full Text PDF

21.Two adjacent pericardial mesothelial cysts mimicking a hydatid cyst
Esra Gucuk İpek, Ülkü Yazıcı, Hasan Yılmaztürk
PMID: 23518950  doi: 10.5543/tkda.2013.86234  Page 90
Abstract |Full Text PDF

22.Pulsus paradoxus due to left ventricular collapse with localized pericardial effusion
Ali Çoner, Elif Sade, Atilla Sezgin, Haldun Müderrisoğlu
PMID: 23518951  doi: 10.5543/tkda.2013.24294  Page 91
Abstract |Full Text PDF

LETTER TO EDITOR
23.Letter to the editor: Reshaping the left Judkins catheter for a right coronary angiogram in the anomalous aortic origin of the right coronary: killing two birds with one left Judkins
Zekeriya Küçükdurmaz, İbrahim Gül, Hekim Karapınar, Ulaş Türker
Page 92
N / A
N / A

24.Letter to the Editor: Assessment of left ventricular volume and functions of patiens with compensated and decompensated heart failure by real-time three-dimensional echocardiography
Mustafa Kılıçkap, Timuçin Altın
Pages 93 - 94
"Editöre metkup" niteliğindeki bu yazı “Kompanse ve dekompanse kalp yetersizliği olan hastaların sol ventrikül hacim ve işlevlerinin gerçek zamanlı üç boyutlu ekokardiyografi ile değerlendirilmesi” başlıklı makale ile ilgili var olduğunu düşündüğümüz bazı metodolojik problemleri belirtmek amacıyla yazıldı.
This letter to the editor was written in order to underline some methodological problems that we thought to be present in the article entitled "Assesment of Left Ventricular Volume and Functions by Real-time three-dimensional echocardiography in patients with compansated and decompansated heart failure".

OTHER ARTICLES
25.Answers of Specialist

Pages 95 - 96
Abstract |Full Text PDF

26.Comments on Cardiology Publications
Ertan Ural
Page 97
Abstract |Full Text PDF

27.Thanks to Reviewers

Page 98
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.