ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 39 (8)
Volume: 39  Issue: 8 - December 2011
ORIGINAL ARTICLE
1.The prevalence of microalbuminuria and relevant cardiovascular risk factors in Turkish hypertensive patients
Ömer Kozan, Emin Evren Özcan, Oktay Sancaktar, Giray Kabakcı
PMID: 22257801  doi: 10.5543/tkda.2011.01477  Pages 635 - 645
Amaç: Mikroalbuminürinin (MAU) hipertansiyon hastalarında kardiyovasküler riskin önemli bir öngördürücüsü olduğu yolunda gittikçe artan veri bulunmaktadır. Bu çalışma, ayaktan takip edilen hipertansif hastalarda MAU sıklığının ve ilgili kardiyovasküler risk faktörlerinin tanımlanması amacıyla tasarlandı.
Çalışma planı: Dünya çapında 26 ülkeden 1750 merkezin katılımı ile yürütülen çokuluslu i-SEARCH çalışmasının Türkiye kolunu temsil eden gözlemsel, kesitsel ve çokmerkezli bu çalışmaya Türkiye’den toplam 1926 hipertansiyon hastası alındı. Yalancı pozitif MAU testine yol açacak nedenlere sahip hastalar çalışmaya alınmadı. Mikroalbuminüri sıklığı “dipstick” testi ile belirlendi; ayrıca, çalışma grubunda eşlik eden hastalıklar, kullanılan ilaçlar ve kardiyovasküler risk faktörleri soruşturuldu.
Bulgular: Mikroalbuminüri sıklığı %64.7 bulunurken, cinsiyete göre farklılık gözlenmedi. Hastaların büyük çoğunluğunda (%82.5) kontrolsüz hipertansiyon, %35.6’sında dislipidemi, %35.5’inde tip 2 ağırlıklı olmak üzere diyabet saptandı. Hastaların yaklaşık üçte birinde (%26.4) kardiyovasküler risk ile ilişkili komorbidite, %20.3’ünde koroner arter hastalığı (KAH) vardı. Hastaların tamamına yakınında (%96.8), hipertansiyona ek olarak bir veya daha çok sayıda kardiyovasküler risk faktörü (miyokart enfarktüsü veya KAH için aile öyküsü, diyabet, dislipidemi, fiziksel egzersiz eksikliği ve sigara içme) bulunmaktaydı. Koroner arter hastalığı varlığında daha yüksek MAU değerlerine doğru bir eğilim gözlendi.
Sonuç: Mikroalbuminüri testleri, hipertansiyon hastalarında gelişebilecek olan kardiyovasküler morbidite ve mortaliteyi değerlendirmede rutin olarak kullanılabilecek tarama ve izleme aracıdır.
Objectives: A growing body of data illustrates the importance of microalbuminuria (MAU) as a strong predictor of cardiovascular risk in the hypertensive population. The present study was designed to define the prevalence of MAU and associated cardiovascular risk factors among Turkish hypertensive outpatients.
Study design: Representing the Turkish arm of the multinational i-SEARCH study involving 1,750 sites in 26 countries around the world, a total of 1,926 hypertensive patients from different centers were included in this observational and cross-sectional survey study. Patients with reasons for a false-positive MAU test were excluded. The prevalence of MAU was assessed using a dipstick test, and patients were inquired about comorbidities, comedication, and known cardiovascular risk factors.
Results: The overall prevalence of MAU was 64.7% and there was no difference between genders. Most of the patients (82.5%) had uncontrolled hypertension, 35.6% had dyslipidemia, and 35.5% had diabetes, predominantly type 2. Almost one-third of the patients (26.4%) had at least one cardiovascular-related comorbidity, with 20.3% having documented coronary artery disease (CAD). Almost all patients (96.8%) had one or more risk factors for cardiovascular disease in addition to hypertension, including family history of myocardial infarction or CAD, diabetes, dyslipidemia, lack of physical exercise, and smoking. A trend towards higher MAU values in the presence of CAD was determined.
Conclusion: Microalbuminuria tests should be routinely used as a screening and monitoring tool for the assessment of subsequent cardiovascular morbidity and mortality among hypertensive patients.

2.Can comprehensive echocardiographic evaluation provide an advantage to predict anthracycline-induced cardiomyopathy?
Doğan Erdoğan, Habil Yücel, Emine Güçhan Alanoğlu, Bayram Ali Uysal, Murat Koçer, Mehmet Özaydın, Abdullah Doğan
PMID: 22257802  doi: 10.5543/tkda.2011.01700  Pages 646 - 653
Amaç: Antrasiklin içeren kemoterapinin kardiyotoksisite gelişimi açısından yüksek risk oluşturduğu olguların belirlenmesi için henüz güçlü belirteçler ortaya konmamıştır. Bu çalışmada antrasikline bağlı kardiyomiyopati gelişmesinde kapsamlı ekokardiyografik incelemenin öngördürücü rolü değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya, ileriye dönük bir tasarımla, antrasiklin içeren antineoplastik tedavi uygulanan 39 hasta (9 erkek, 30 kadın; ort. yaş 53.7±11.5) alındı. Hastalara, antrasiklinle kemoterapi öncesinde ve altı aylık takip sonunda, doku Doppler görüntüleme ve koroner akım rezervi de dahil kapsamlı ekokardiyografik inceleme yapıldı.
Bulgular: İzlem süresi içinde sekiz hastada (%20.5) kardiyomiyopati gelişti. Altıncı ayda sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu etkilenmemiş olan hastalarla karşılaştırıldığında, kardiyomiyopati gelişen grupta tedavi öncesi sol ventrikül sistolik çapı, mitral E/A, E dalgası yavaşlama zamanı, Sm, Em, Em/Am oranı, Sm-Em süresi ve Tei indeksi anlamlı farklılık gösterdi. Tekdeğişkenli lojistik regresyon analizinde sadece Sm (OR 0.40, p=0.002) ve Tei indeksi (OR 3.24, p=0.02) kardiyotoksisite gelişimi üzerine anlamlı etki gösterdi. Çokdeğişkenli lineer regresyon analizinde de sadece bu iki değişken antrasiklin kardiyotoksisitesinin bağımsız öngördürücüleri olarak bulundu. Alıcı işletim karakteristiği analizinde, kardiyomiyopati gelişimini öngörmede sınır değer Sm için 8 cm/sn, Tei indeksi için 0.38 bulundu.
Sonuç: Çalışmamızın bulguları, antrasikline bağlı kardiyomiyopati gelişmesi açısından yüksek riskli olguların belirlenmesinde Sm ve miyokart performans indeksinin (Tei indeksi) anlamlı bağımsız değişkenler olduğunu gösterdi.
Objectives: No definite markers have been established to identify patients in whom anthracycline-containing chemotherapy may represent a high risk for the development of cardiotoxicity. We aimed to evaluate the predictive value of comprehensive echocardiography in anthracycline-induced cardiomyopathy.
Study design: In a prospective design, the study included 39 patients (9 males, 30 females; mean age 53.7±11.5 years) who received antineoplastic therapy including anthracycline. Comprehensive echocardiographic examination including tissue Doppler imaging and coronary flow reserve was performed before treatment with anthracycline and at the end of a six-month follow-up.
Results: Eight patients (20.5%) developed cardiomyopathy during the follow-up period. Compared to patients with unaffected left ventricular ejection fraction at 6 months, patients with cardiomyopathy exhibited significant differences in baseline left ventricular systolic diameter, mitral E/A, E-wave deceleration time, Sm, Em, Em/Am ratio, Sm-Em duration, and the Tei index. In univariate logistic regression analysis, only Sm (OR 0.40, p=0.002) and the Tei index (OR 3.24, p=0.02) were significant variables for the development of cardiotoxicity. These two were also the only independent predictors of anthracycline cardiotoxicity in multivariate linear regression analysis. Receiver operating characteristic curve analysis yielded a cut-off value of 8 cm/sec for Sm and 0.38 for the Tei index to predict cardiomyopathy.
Conclusion: Our findings suggest that Sm and myocardial performance index (the Tei index) are significant independent markers to identify patients at high risk for the development of anthracycline-induced cardiomyopathy.

3.Thymosin beta4 levels after successful primary percutaneous coronary intervention for acute myocardial infarction
Asuman Biçer Yeşilay, Özlem Karakurt, Ramazan Akdemir, Gönül Erden, Harun Kılıç, Sadık Açıkel, Betül Karasu, Münevver Sarı, Mustafa Balcı, Murat Aksoy
PMID: 22257803  doi: 10.5543/tkda.2011.01751  Pages 654 - 660
Amaç: Timozin beta4’ün (Tβ4) hasarlı dokuların iyileşmesinde ve akut koroner sendromlarda kardiyomiyositlerin canlı kalmasında önemli rol oynadığı gösterilmiştir. Bu çalışmada, ST yükselmeli akut kalp krizi (STYKK) ile başvuran hastalarda başarılı primer perkütan koroner girişim (PKG) öncesi ve sonrasındaki endojen Tβ4 düzeyleri değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya STYKK nedeniyle başarılı primer PKG uygulanan 24 ardışık hasta (7 kadın, 17 erkek; ort. yaş 55.0±10.9) ve kontrol grubu olarak, anjiyografide koroner arterleri normal bulunan, yaş ve cinsiyet uyumlu 24 sağlıklı kişi (13 kadın, 11 erkek; ort. yaş 57.5±11.7) alındı. Timozin β4 düzeylerinin belirlenmesi için, STYKK grubunda başarılı PKG öncesinde ve 48 saat sonrasında, kontrol grubunda ise koroner anjiyografiden hemen sonra kan örnekleri alındı.
Bulgular: Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, STYKK grubunda başvurudaki yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol (46.2±8.9 ve 34.2±7.2 mgr/dl, p<0.001) ve Tβ4 (2.9±1.5 ve 1.5±1.0 µgr/ml, p<0.001) düzeyleri anlamlı derecede düşük, beyaz kan hücresi sayısı anlamlı derecede yüksek (7.6±2.2 ve 11.4±3.0 103/μl, p<0.001) idi. Başarılı PKG’den 48 saat sonra ortalama Tβ4 düzeyi anlamlı artış (2.3±0.8 µgr/ml, p<0.001) göstererek kontrol grubuyla benzer düzeye yükseldi (p=0.068). Serum Tβ4 düzeyi ile beyaz kan hücresi sayısı arasında anlamlı negatif ilişki gözlendi (r=-0.347, p=0.016).
Sonuç: Başarılı primer PKG sonrasında STYKK’li hastalarda serum Tβ4 düzeylerinde görülen anlamlı artış göz önüne alındığında, halen kullanılmakta olan birçok belirtece ek olarak, Tβ4 reperfüzyon başarısının değerlendirilmesinde yeni bir gösterge olabilir.
Objectives: Thymosin beta4 (Tβ4) has been shown to have an important role in healing of damaged tissues and promoting cardiomyocyte survival in acute coronary syndromes. We evaluated endogenous Tβ4 levels in patients presenting with ST-elevation acute myocardial infarction (STEMI) before and after successful primary percutaneous coronary intervention (PCI).
Study design: The study included 24 consecutive patients (7 females, 17 males; mean age 55.0±10.9 years) who underwent successful primary PCI for STEMI and 24 age- and sex-matched healthy controls (13 females, 11 males; mean age 57.5±11.7 years) with angiographically normal coronary arteries. To determine Tβ4 levels, blood samples were obtained from STEMI patients on admission and 48 hours after successful PCI, and from controls immediately after coronary angiography.
Results: Compared to controls, baseline levels of high-density lipoprotein cholesterol (46.2±8.9 vs. 34.2±7.2 mg/dl, p<0.001) and Tβ4 (2.9±1.5 vs. 1.5±1.0 µg/ml, p<0.001) were significantly lower, and white blood cell counts (7.6±2.2 vs. 11.4±3.0 103/μl, p<0.001) were significantly higher in the STEMI group. After 48 hours of PCI, the mean Tβ4 level increased significantly to 2.3±0.8 µg/ml (p<0.001) and became similar to that of the control group (p=0.068). There was a significant negative correlation between serum Tβ4 and white blood cell count (r=-0.347, p=0.016).
Conclusion: Considering the significant increase in serum Tβ4 levels following successful primary PCI in patients with STEMI, Tβ4 may prove to be a new marker in the assessment of reperfusion success in addition to those used currently.

4.Percutaneous revascularization of total or subtotal left main occlusion in the setting of acute myocardial infarction
Kanber Öcal Karabay, Bayram Bagirtan, Oktay Sancaktar
PMID: 22257804  doi: 10.5543/tkda.2011.01666  Pages 661 - 667
Amaç: Bu çalışmada, akut miyokart enfarktüsü (AME) tablosunda total ya da subtotal sol ana koroner tıkanıklığına (SAKT) uygulanan perkütan koroner girişimin (PKG) etkinliği, SAKT’nin klinik özellikleri, tedavi sonuçları ve prognostik belirteçleri değerlendirildi.
Çalışma planı: 2008 Mart ile Haziran 2010 tarihleri arasında, total ya da subtotal trombotik SAKT’li sekiz AME hastasına PKG uygulandı. Tümü erkek olan hastalarda ortalama yaş 55.5 (dağılım 25-75) idi. Değerlendirmede önemli kardiyak olaylar (her türlü nedenden ölüm, ölümle sonuçlanmayan miyokart enfarktüsü ve hedef lezyon revaskülarizasyonu) birincil sonlanım noktası olarak kabul edildi.
Bulgular: Beş hasta akut ön duvar miyokart enfarktüsü, üç hasta ise ST yükselmesiz miyokart enfarktüsü tanıları ile yatırılmıştı. Yedi hasta akut kardiyojenik şok içindeydi. Ortalama semptom süresi 195 dk (dağılım 15 dk-10 sa) idi. Altı hastada predilatasyon, iki hastada postdilatasyon uygulandı. Altı hastada tek stentle “cross-over” tekniği kullanılırken, bir hastada “kissing” stent tekniği kullanıldı. Ölüm üç hastada (%37.5) gelişti. Biri stent yerleştirme öncesinde olmak üzere, iki hasta kateterizasyon laboratuvarında kaybedildi. Bir hasta ise, işlemden altı gün sonra subakut stent trombozundan öldü. Ortalama 79 haftalık izlem döneminde (dağılım 27-152 hafta), iki hasta tekrarlayan darlık nedeniyle baypas olurken, geri kalan hastalarda herhangi bir kardiyak olay gözlenmedi.
Sonuç: Perkütan koroner revaskülarizasyon AME ile kendini gösteren SAKT’de uygulanabilir etkili bir tedavi stratejisidir ve taburcu edilebilen hastalara iyi bir orta dönem prognozu sağlar.
Objectives: We evaluated the effect of percutaneous coronary intervention (PCI) for total or subtotal left main coronary occlusion (LMCO) in the setting of acute myocardial infarction (AMI), together with clinical features, outcome, and prognostic determinants.
Study design: Between March 2008 and June 2010, PCI was performed for total or subtotal thrombotic LMCO in eight patients with AMI. All the patients were males with a mean age of 55.5 years (range 25 to 75 years). The primary endpoints were the occurrence of major adverse cardiac events including death from any cause, nonfatal myocardial infarction, and target lesion revascularization.
Results: Five patients were admitted with anterior AMI and three patients with non-ST elevation AMI. Seven patients were in cardiogenic shock. The mean symptom duration was 195 min (range 15 min to 10 hr). Predilatation was performed in six patients, and postdilatation was performed in two patients. Six patients received a single stent with the cross-over technique and the simultaneous kissing stent technique was used in one patient. Mortality occurred in three patients (37.5%). Two deaths developed in the catheterization laboratory, one before stent implantation. One patient died six days after the procedure due to subacute stent thrombosis. After a mean follow-up of 79 weeks (range 27 to 152 weeks), two patients underwent elective bypass surgery because of restenosis, while the rest of the patients remained free of any cardiac event.
Conclusion: Percutaneous coronary intervention in patients with LMCO complicated by AMI is feasible and effective, and offers a good mid-term outcome for hospital survivors.

5.Percutaneous Closure of Left Atrial Appendage: A New Option for the Prevention of Thromboembolic Stroke
Ali Oto, Kudret Aytemir, Sercan Okutucu, Ergün Barış Kaya, Levent Şahiner, Cingiz Sabanov, Banu Evranos
PMID: 22257805  doi: 10.5543/tkda.2011.01727  Pages 668 - 674
Amaç: Perkütan yolla sol atriyal apandisin (SAA) kapatılması atriyal fibrilasyonlu (AF) hastalarda, özellikle de oral antikoagülasyon tedavisine kontrendikasyonu olanlarda, tromboembolik inmenin önlenmesinde önemli bir tedavi seçeneğidir. Bu çalışmada, SAA’nın perkütan yolla, WATCHMAN SAA sistemiyle kapatıldığı (ilk deneyimlerimiz) olgularda kısa dönem sonuçlar değerlendirildi.
Çalışma planı: Kapak dışı nedenli AF olan, kardiyoembolik inme gelişmesi açısından yüksek riskli (ort. CHADS2 skoru 2.6±1.2, ort. CHA2DS2-VASc skoru 4.0±1.5) ve oral antikoagülasyon tedavisi için kontrendikasyon bulunan 11 hastaya (8 erkek, 3 kadın; ort. yaş 68.4±7.0) WATCHMAN SAA sistemiyle perkütan SAA kapatma uygulandı. İşlemler genel anestezi altında, floroskopi ve transözofageal ekokardiyografi (TÖE) kılavuzluğunda yapıldı. Hastalar klinik olarak (45. gün ve 6. ayda) ve TÖE (45. günde) ile değerlendirildi.
Bulgular: Tüm hastalarda (%100) SAA başarılı şekilde kapatıldı. Ortalama işlem süresi 58.6±8.1 dk, ortalama floroskopi süresi 19.1±5.2 dk idi. Transözofageal ekokardiyografi ile ortalama SAA ostiyum çapı 20.4±3.8 mm ölçüldü. Yerleştirilen cihazların ortalama boyutu 24.6±3.8 mm idi. İşlem sonrası hastanede yatış süresi ortalama 1.7±0.9 gündü. Kontrol TÖE’de SAA’nın cihazla ilişkili trombüs oluşmadan kapandığı gözlendi. İki hastada (%18.2) cihaz çevresinde hafif kaçak (<3 mm) vardı. İzlem süresince (ortanca 90 gün, çeyreklerarası aralık 60-185 gün) hiçbir hastada önemli istenmeyen olay izlenmedi.
Sonuç: WATCHMAN SAA sistemi ile perkütan SAA kapatılmasındaki ilk deneyimlerimiz bu yöntemin güvenli ve uygulanabilir, kısa dönem sonuçlarının olumlu olduğunu göstermektedir.
Objectives: Percutaneous left atrial appendage (LAA) closure is an important therapeutic option for prevention of thromboembolic stroke in patients with atrial fibrillation (AF), especially when contraindications exist for oral anticoagulation. We aimed to evaluate our short-term results of LAA closure (initial experience) using the WATCHMAN LAA system.
Study design: Eleven patients (8 men, 3 women; mean age 68.4±7.0 years) with nonvalvular AF, a high risk for cardioembolic stroke (mean CHADS2 score 2.6±1.2, mean CHA2DS2-VASc score 4.0±1.5), and contraindications to oral anticoagulation underwent percutaneous LAA closure using the WATCHMAN LAA system. All the procedures were performed under general anesthesia and fluoroscopy and transesophageal echocardiography (TEE) guidance. The patients were evaluated clinically (at 45 days and 6 months) and by TEE (at 45 days).
Results: The LAA was successfully occluded in all the patients (100%). The mean procedural and fluoroscopy times were 58.6±8.1 and 19.1±5.2 minutes, respectively. The mean diameter of the LAA ostium was measured as 20.4±3.8 mm by TEE. The mean device size was 24.6±3.8 mm. The mean hospital stay was 1.7±0.9 days. Follow-up TEE showed closure of all LAA orifices without device-related thrombus formation. Two patients (18.2%) had minimal peri-device leaks (<3 mm). None of the patients experienced major adverse events during a median follow-up of 90 days (interquartile range 60-185 days).
Conclusion: Our initial experience suggests that percutaneous LAA closure with the WATCHMAN LAA system is safe and feasible, with favorable short-term clinical outcomes.

6.A retrospective analysis of our paclitaxel-eluting stent (Genius TAXCOR I) implantations and follow-up results
Giray Kabakçı, Uğur Canpolat, Ahmet Hakan Ateş, Hikmet Yorgun, Hamza Sunman, Ergün Barış Kaya, Muhammed Dural, Kudret Aytemir, Lale Tokgözoğlu, Ali Oto
PMID: 22257806  doi: 10.5543/tkda.2011.01318  Pages 675 - 682
Koroner stentlerin kullanılmasıyla koroner arter hastalığı tedavisinde balon anjiyoplasti başarısı artmış olmasına rağmen, girişimden sonra yeniden darlık riski stentlerin etkinliğini kısıtlamaya devam etmektedir. Bu konuda en umut verici olan ve klinik kullanılabilirlik kazanan yöntem ilaç salınımlı stentler olmuştur.[1] Çıplak metal stentlerle %20-30 olarak bildirilen yeniden darlık oranı İSS’ler ile %5’lere kadar indirilebilmektedir.[2,3] Paklitaksel salınımlı stentler kullanımda olan İSS’lerin bir altgrubunu oluşturmaktadır. Paklitaksel, mikrotübül fonksiyonlarını inhibe ederek mitoz ve ekstraselüler sekresyonu etkilemekte, dolayısıyla birçok düzeyde darlığın tekrarlaması sürecini engellemektedir.[4-6] Çıplak metal stentlerle karşılaştırıldığında, sirolimus veya paklitaksel salınımlı stent kullanımının anjiyografik yeniden darlık ve yeniden revaskülarizasyon sıklığını belirgin şekilde azalttığı çok sayıda randomize çalışma ile kanıtlanmıştır.[7-9]
Bu çalışmada, kliniğimizde koroner arter lezyonlarına paklitaksel salınımlı stent (Genius TAXCOR I, EuroCor GmbH, Almanya) yerleştirilen hastaların klinik ve/veya anjiyografik izlemlerindeki kısa ve uzun dönem sonuçlar değerlendirildi.
Objectives: We evaluated our paclitaxel-eluting stent (Genius TAXCOR I) implantations and follow-up results in patients with coronary artery disease.
Study design: The study included 101 patients (75 men, 26 women; mean age 60±10 years) who underwent elective paclitaxel-eluting stent deployment for de novo native coronary artery lesions. Sixteen patients received two stents. Lesion types were as follows: type A (23.9%), type B1 (29.1%), type B2 (32.5%), and type C (14.5%). Twelve lesions (10.3%) exhibited mild tortuosity, 32 (27.4%) had mild calcification, 12 had (10.3%) an angulation of more than 45 degrees, while eight (7.7%) had thrombus. Following stent implantation, the patients were examined at 1, 6, and 12 months, and annually thereafter. The mean follow-up period was 48.9±5.7 months (range 35 to 60 months).
Results: Stent implantation was successful in all the patients. The mean diameter stenosis was 82.8±9.9%, the mean stent diameter was 3.1±0.6 mm, and the mean stent length was 16.0±5.2 mm. During the follow-up period, 46 patients (45.5%) required coronary angiography, of which eight (17.4%) received target vessel revascularization, and four (8.7%) received target lesion revascularization. One patient (1.0%) died from sudden cardiac death.
Conclusion: The clinical and angiographic follow-up results of this study involving relatively low- and intermediate-risk patients indicate that the use of the Genius TAXCOR I stents is effective and beneficial for the prevention of stent thrombosis and restenosis.

CASE REPORT
7.Pacemakers do not always tell the truth: diagnosis of ventricular tachycardia for supraventricular tachycardia on pacemaker telemetry
Fatih Bayrak, Carlo de Asmundis, Chierchia Gian-Battista, Pedro Brugada
PMID: 22257807  doi: 10.5543/tkda.2011.01687  Pages 683 - 685
Kalp pili telemetrisi kalp ritmi hakkında, cihazda kullanılan algoritmaya bağımlı yorumları yansıtır. Bu verilerin yararlı olabilmesi için, her bir algoritmaya ait kısıtlılıkların ve bu algoritmanın uyarma ve algılama parametreleriyle ilişkilerinin bilinmesi gerekir. Bu yazıda, kalp pili Holter kayıtlarının sürekli olmayan supraventriküler taşikardi epizotları göstermesine rağmen, kalp pili tarafından durumun yanlışlıkla ventrikül taşikardisi olarak tanımlandığı bir olgu sunuldu.
Pacemaker telemetry reflects algorithm-dependent interpretations about the cardiac rhythm. For these data to be useful, it is necessary to recognize the limitations of each algorithm and its interactions with pacing and sensing parameters. We report on a case in which pacemaker Holter recording showed several episodes of nonsustained supraventricular tachycardia which were erroneously classified as ventricular tachycardia.

8.A hidden cause of hemoptysis: coronary artery-to-pulmonary parenchyma fistula
Şeref Kul, Yiğit Çanga, Tolga Sinan Güvenç, Sinan Şahin
PMID: 22257808  doi: 10.5543/tkda.2011.01693  Pages 686 - 689
Altmış yaşında erkek hasta, yıllardır varlığını sürdüren kronik kanlı balgam çıkarma ve altı aydır var olan göğüs ağrısı yakınmalarıyla başvurdu. Fizik muayenede, sol sternal kenarda II/IV şiddetinde sürekli üfürüm duyuldu. Elektrokardiyografide normal sinüs ritmi ve lateral derivasyonlarda spesifik olmayan ST-T değişiklikleri, ekokardiyografide hafif sol ventrikül hipertrofisi izlendi. Egzersiz testi, anginal semptomlar ve lateral ST çökmesi ortaya çıkması üzerine sonlandırıldı. Hastane izlemi sırasında hastanın birkaç kez kanlı balgam çıkardığı görüldü; ancak, göğüs bilgisayarlı tomografisinde bu durumu açıklayacak bir neden bulunamadı. Koroner anjiyografide sol ön inen arterde kritik bir lezyon ve büyük, kıvrımlı sağ koroner arterin proksimalinden köken alan ve sol akciğer parenkimine boşalan fistül kanalı saptandı. Sol ön inen arterdeki kritik lezyona stent yerleştirildi ve başka bir seansta fistüle perkütan koil embolizasyonu uygulandı. İşlemden sonra yapılan koroner anjiyografide fistülün tam tıkandığı ve kaçak olmadığı izlendi. Altı aylık izlem sırasında hastanın göğüs ağrısı ve kanlı balgam çıkarma yakınmaları bir daha görülmedi.
A 60-year-old man presented with complaints of chronic hemoptysis present for many years and a six-month history of chest pain. Physical examination showed a grade II/VI continuous murmur at the left sternal border. Electrocardiography showed normal sinus rhythm and nonspecific ST-T changes in lateral leads. Echocardiography showed mild left ventricular hypertrophy. Exercise test was discontinued because of anginal symptoms and occurrence of lateral ST depression. Hemoptysis was observed a few times during hospitalization. Computed tomography of the thorax showed no abnormality to explain hemoptysis. Coronary angiography revealed a critical lesion in the left anterior descending artery and a large, tortuous right coronary artery with a fistulization tract originating from its proximal region and draining into the left lung parenchyma. The lesion in the left anterior descending artery was stented and percutaneous coil embolization of the fistula was performed in another session. Coronary angiography showed complete occlusion of the fistula and no residual shunting. In the six-month period after the procedure, the patient was free of symptoms of angina and hemoptysis.

9.A rare cause of severe mitral regurgitation: mitral valve aneurysm
Ahmet Güler, Suzan Hatipoglu, Can Yücel Karabay, Cevat Kırma
PMID: 22257809  doi: 10.5543/tkda.2011.01671  Pages 690 - 692
Mitral kapağı anevrizmasının yırtılması akut mitral yetersizliğinin nadir bir nedenidir ve enfektif endokarditle ilişkili olmayan kapak anevrizmalarının gelişmesi ve yırtılmaları sıra dışı bir durumdur. Seksen yaşında erkek hasta, akut başlangıçlı ve ilerleyici nefes darlığı yakınmasıyla yatırıldı. Göğüs ağrısı, çarpıntı veya ateş öyküsü olmayan hastanın laboratuvar incelemelerinde enfeksiyonu akla getiren bir bulgu yoktu. Transtorasik ekokardiyografide, mitral septal yaprakçıkta, sistolde sol atriyuma doğru uzanan bir anevrizma görüldü. Renkli akım Doppler incelemesinde ise ileri derecede mitral yetersizliği izlendi. Aort yetersizliğine ya da kapak yapılarında romatizmal tutuluma rastlanmadı. Triküspit kaçağı jetinden hesaplanan pulmoner arter sistolik basıncı 50 mmHg idi. Transözofageal ekokardiyografi incelemesinde, mitral kapağın atriyal yüzeyinde, sakküler, ince duvarlı ve sistolde genişleyen bir anevrizma ve mitral yaprakçığın anevrizmatik segmenti üzerinde küçük doku defekti görüldü. Bağ dokusu hastalığı bulgusu yoktu. Hasta cerrahiye sevk edilerek, septal yaprakçıktaki anevrizmatik ve yırtık parçalar temizlendi ve anüloplasti halkası yerleştirildi. Mitral kapak dokusunun histopatolojik inceleme sonucu spesifik olmayan dejeneratif değişiklikler olarak bildirildi. Ameliyat sonrası dönemi sorunsuz geçiren hasta beşinci günde taburcu edildi.
Perforation of a mitral valve aneurysm is a rare cause of acute mitral regurgitation, and valvular aneurysm formation and its rupture without infectious involvement are unusual. An 80-year-old man was admitted with acute onset and progressive dyspnea. He had no history of chest pain, palpitation, or fever. Laboratory findings did not suggest any signs of infection. Transthoracic echocardiography revealed an aneurysm of the mitral septal leaflet protruding into the left atrium during systole and color-flow Doppler ultrasonography showed severe mitral regurgitation. There was no aortic regurgitation nor evidence for rheumatic involvement of the valvular structures. Pulmonary artery systolic pressure estimated from the tricuspid regurgitation jet was 50 mmHg. Transesophageal echocardiography showed a saccular, thin-walled, mitral valve aneurysm on the atrial surface, expanding during systole and a small tissue defect on the aneurysmatic segment of the mitral leaflet. There were no signs of connective tissue disease. The patient was submitted to surgery. The aneurysmatic and perforated parts on the septal leaflet were resected and an annuloplasty ring was placed. The histopathological examination of the mitral valve tissue showed nonspecific degenerative changes. The postoperative period was uneventful and the patient was discharged on the fifth postoperative day.

10.Supra-His complete atrioventricular block in a patient with subclinical hyperthyroidism
Basri Amasyalı, Cem Barcin, Ayhan Kılıç
PMID: 22257810  doi: 10.5543/tkda.2011.01574  Pages 693 - 696
Subklinik hipertiroidi, klinik bulguların silik olması nedeniyle tanısı zor olan bir klinik durumdur; şüphelenilip hormon düzeylerine bakılmadığı taktirde tanı kolayca atlanabilmektedir. Atriyoventriküler (AV) tam blok gibi ileti kusurları nadiren de olsa hipertiroidi olgularında görülebilmekle birlikte, subklinik hipertiroidi ile olan birlikteliği daha önce hiç bildirilmemiştir. Bu yazıda, sistemik ve kardiyovasküler bir hastalığı ya da AV iletimi etkileyebilecek herhangi bir ilaç kullanma öyküsü olmayan ve kliniğimize presenkop ve dar QRS kompleks AV tam blok ile başvuran 50 yaşında kadın hasta sunuldu. Tiroit fonksiyon testlerinde subklinik hipertiroidi saptanan hastada yapılan elektrofizyolojik çalışmada AV tam blok yerinin supra-His düzeyde olduğu görüldü. Antitiroit (propiltiourasil) tedavisine başlandıktan sonra hastanın ritmi tedavinin üçüncü gününde ikinci derece AV bloka, dördüncü gününde ise normal sinüs ritmine döndü.
Subclinical hyperthyroidism is a difficult entity to diagnose because of silent clinical features and it may be easily underdiagnosed unless it is suspected and thyroid hormone levels are examined. Although atrioventricular (AV) conduction abnormalities such as complete heart block may occasionally be seen in hyperthyroidism, its association with subclinical hyperthyroidism has not been reported previously. We report on a 50-year-old female patient who did not have any systemic or cardiovascular disease or history of drug use that could affect AV conduction and presented with presyncope and complete heart block with narrow QRS complexes. Thyroid function tests showed subclinical hyperthyroidism and an electrophysiological study showed the supra-His level as the site of complete AV block. After initiation of antithyroid treatment (propylthiouracil), the patient’s rhythm improved to second-degree AV block on the third day and returned to normal sinus rhythm on the fourth day.

11.Pneumopericardium after pericardiocentesis
Filiz Özerkan, Murat Bilgin, M. Şefa Öktem, M. Beyazıt Balkan
PMID: 22257811  doi: 10.5543/tkda.2011.01699  Pages 697 - 700
Pnömoperikardiyum, perikart boşluğu içinde hava bulunmasıdır. Bu yazıda perikardiyosentez sonrası pnömoperikardiyum gelişen 61 yaşında kaşektik bir kadın hasta sunuldu. Halsizlik ve nefes darlığı yakınmalarıyla başvuran hastanın akciğer grafisinde kardiyotorasik oranda artış, ekokardiyografik incelemede belirgin perikart efüzyonu görüldü. Perikardiyosentez ile toplam 860 ml hemorajik görünümlü perikart sıvısı boşaltıldı. Birinci hafta sonunda kateter çekildikten sonra kontrol akciğer grafisinde perikart boşluğunda hava-sıvı seviyesi görüldü, ekokardiyografide azalmış perikart efüzyonu içinde yoğun hava kabarcıkları izlendi. Hemodinamisi stabil olduğundan hastanın tıbbi tedavi ile izlenmesine karar verildi. Perikart boşluğundaki hava miktarı azalmasına karşın efüzyon miktarında belirgin artış olması üzerine hastaya beş gün sonra tekrar perikardiyosentez yapıldı. Hastada herhangi bir etyolojik faktör bulunamamış olması nedeniyle bağ dokusu hastalığı düşünülerek tedavisine kortikosteroit eklendi. Kortikosteroit tedavisi ile akciğer grafisi ve ekokardiyografik izlemde perikart efüzyonunda hızlı gerileme görüldü. Hasta steroit tedavisi ile taburcu edildi.
Pneumopericardium is defined by the presence of air in the pericardial sac. We present a 61-year-old cachectic woman who developed pneumopericardium after pericardiocentesis. She presented with complaints of fatigue and shortness of breath. The chest X-ray showed an increased cardiothoracic ratio, and echocardiographic examination showed a marked pericardial effusion. Pericardiocentesis was performed and a total of 860 ml hemorrhagic pericardial fluid was aspirated. At the end of the first week after removal of the catheter, control chest radiography showed air-fluid levels in the pericardial cavity, and echocardiography revealed dense air bubbles in the decreased pericardial effusion. As the patient was hemodynamically stable, she was monitored on medical treatment. However, five days later, pericardiocentesis was repeated due to a significant increase in the pericardial effusion despite decreased amount of air. As no etiologic factor could be elicited, a connective tissue disease was considered and a corticosteroid was added to her treatment, which resulted in a rapid decline in the pericardial effusion on follow-up chest radiography and echocardiography. She was discharged on steroid therapy.

12.Giant coronary artery aneurysm in a patient with rheumatoid arthritis
Erden Gülcü, Enis Sağlam, Elif Gülcü, Hasan Ali Gümrükçüoğlu, Mehmet Yunus Emiroğlu
PMID: 22257812  doi: 10.5543/tkda.2011.00926  Pages 701 - 703
Elli iki yaşında, 12 yıldır romatoit artriti olan erkek hasta şiddetli göğüs ağrısı ile başvurdu. Hastanın elektrokardiyografisi akut inferiyor miyokart enfarktüsü ile uyumlu idi. Transtorasik ekokardiyografide, sol ventrikül çapları normalden geniş ve inferolateral duvar hipokinetikti. Primer perkütan girişim için yapılan koroner anjiyografide 15-16 mm genişliğindeki sağ koroner arterde büyük trombüs ile tam tıkanıklık saptandı. Sağ koroner arterin boyutlarına uygun stent temin edilemediğinden ve trombüs yükü fazla olduğundan, medikal tedaviye karar verilerek doku plazminojen aktivatörü infüzyonuna başlandı. Bu tedavi ile hastanın göğüs ağrısı azaldı. Yatışın beşinci gününde yapılan koroner anjiyografide, sağ koroner arterde TIMI 3 akımın sağlanmış olduğu görüldü. Uzun dönem tedavi için standart iskemik kalp hastalığı tedavisine INR düzeyi 2.5-3 olacak şekilde varfarin eklendi. Literatürde, romatoit artrite, hastamızda görülen ölçüde yaygın anevrizmatik genişlemenin eşlik ettiği bir olguya rastlamadık.
A 52-year-old men with rheumatoid arthritis of 12-year history presented with severe chest pain. The electrocardiogram was consistent with acute inferior myocardial infarction. Transthoracic echocardiography showed increased left ventricular dimensions and hypokinesia in the inferolateral wall. Coronary angiography performed for percutaneous coronary intervention showed aneurysmatic dilatation (15-16 mm) and total occlusion of the right coronary artery by a large thrombus. As there was no stent available for dilated right coronary artery and due to the large thrombus burden, medical therapy was decided and tissue plasminogen activator infusion was started. The patient’s chest pain progressively decreased. Coronary angiography performed on the fifth day of admission showed TIMI 3 flow in the right coronary artery. Warfarin was added to standard anti-ischemic treatment with a target INR of 2.5-3.0. Our literature search yielded no reported case of such aneurysmatic dilatation associated with rheumatoid arthritis.

REVIEW
13.Almanac 2011: acute coronary syndromes. The national society journals present selected research that has driven recent advances in clinical cardiology
Charles J. Knight, Adam D. Timmis
PMID: 22257813  Pages 704 - 716
Abstract |Full Text PDF

14.Almanac 2011: cardiac arrhythmias and pacing. The national society journals present selected research that has driven recent advances in clinical cardiology
Reginald Liew
PMID: 22257814  Pages 717 - 732
Abstract |Full Text PDF

HOW TO?
15.Suggestions on how to do (Echocardiography)How to evaluate the function of the prosthetic valve in the aortic position?
Mehmet Özkan, Sabahattin Gündüz
PMID: 22257815  doi: 10.5543/tkda.2011.01845  Pages 733 - 736
Abstract |Full Text PDF

CASE IMAGE
16.Acute myocardial infarction due to a large coronary aneurysm in Behçet’s disease
Ali Dogan, Ahmet Celik, Serap Dogan, İbrahim Özdogru
PMID: 22257816  doi: 10.5543/tkda.2011.01639  Page 737
Abstract |Full Text PDF

17.Angina resulting from coronary-subclavian steal syndrome
Ertugrul Okuyan, Süleyman Sezai Yıldız, Berk Özkaynak, Mustafa Hakan Dinçkal
PMID: 22257817  doi: 10.5543/tkda.2011.01672  Page 738
Abstract |Full Text PDF

18.Three-dimensional imaging of a huge right atrial leiomyosarcoma
Enbiya Aksakal, Eftal Murat Bakırcı, Mecit Kantarcı, Serdar Sevimli
PMID: 22257818  doi: 10.5543/tkda.2011.01684  Page 739
Abstract |Full Text PDF

19.Symptomatic isolated giant hydatid cyst in the posterolateral region of the left ventricle
Enbiya Aksakal, Hüsnü Değirmenci, Eftal Murat Bakırcı, Serdar Sevimli
PMID: 22257819  doi: 10.5543/tkda.2011.01683  Page 740
Abstract |Full Text PDF

20.Giant interatrial septal aneurysm in a case with paroxysmal atrial fibrillation
Servet Altay, Nurten Sayar, Hatice Betül Erer, Mehmet Eren
PMID: 22257820  doi: 10.5543/tkda.2011.01665  Page 741
Abstract |Full Text PDF

LETTER TO EDITOR
21.Spontaneous right coronary artery dissection possibly associated with clonidine transdermal patch
Hossein Sanaei zadeh, Mehmet Çilingiroğlu
PMID: 22257821  Pages 742 - 743
This is a letter to Editor and no need for abstract

22.Dislodgement of a sirolimus-eluting stent in the circumflex artery and its successful deployment with a small-balloon technique
İbrahim Halil Kurt, Tunay Şentürk
PMID: 22257822  Pages 743 - 744
editöre mektu
Balonundan sıyrılan sirolimus kaplı stentin düşük profilli balon kateter
yardımıyla başarılı bir şekilde yerleştirilmesip
letter to the editor-Dislodgement of a sirolimus-eluting stent in the circumflex artery
and its successful deployment with a small-balloon technique

23.Letter to the Editor
Rifat Eralp Ulusoy
PMID: 22257823  Pages 745 - 746
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
24.Answers of specialist
Ahmet Vural, Bülent Özin
Pages 747 - 748
Abstract |Full Text PDF

25.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 749
Abstract |Full Text PDF

26.

Pages 751 - 755
Abstract |Full Text PDF

27.

Pages 756 - 760
Abstract |Full Text PDF

28.

Pages 761 - 772
Abstract |Full Text PDF

29.

Pages 773 - 786
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.