ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 39 (2)
Volume: 39  Issue: 2 - March 2011
ORIGINAL ARTICLE
1.Evaluation of left ventricular regional systolic functions in patients with coronary artery disease by two-dimensional strain imaging: a velocity vector imaging study)
Yelda Tayyareci, Özlem Yıldırımtürk, Selen Yurdakul, Vedat Aytekin, İc. Cemşid Demiroğlu, Saide Aytekin
PMID: 21430414  doi: 10.5543/tkda.2011.01065  Pages 93 - 104
Amaç: Bu çalışmada, koroner arter hastalığında (KAH) sol ventrikül (SV) bölgesel sistolik fonksiyonları yeni bir gerilim (strain) görüntüleme yöntemi olan hız vektör görüntüleme (HVG) ile değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya KAH tanısı konan 69 hasta (51 erkek, 18 kadın; ort. yaş 59.2±10.3) ve 30 sağlıklı gönüllü (22 erkek, 8 kadın; ort. yaş 58.1±13.8) alındı. Hastaların 33’ünde geçirilmiş miyokart enfarktüsü (ME) vardı. Tüm hastalarda, Amerikan Kalp Birliği’nin 16 segment modeli kullanılarak SV bölgesel duvar hareketleri (akinetik, hipokinetik ve normokinetik) belirlendi. Ayrıca, HVG yöntemi kullanılarak, SV’ye ait tüm segmentlerin zirve sistolik gerilimi (strain), gerilim hızı (SRs) ve segmenterejeksiyon fraksiyonları (SEF) hesaplandı.
Bulgular: Ortalama zirve gerilim, SRs ve SEF değerleri ME geçirmiş hastalarda, ME olmayan hastalara ve kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük bulundu (p=0.0001). Çokdamar hastalığı varlığında da, zirve gerilim (p=0.04), SRs (p=0.02) ve SEF (p=0.0001) değerleri düşük bulundu. Subtotal/total darlık (≥%99) ile ilişkili miyokart segmentlerinde de zirve gerilim (p=0.02), SRs (p=0.001) ve SEF (p=0.0001) değerleri daha az darlıkla ilişkili olan segmentlerden düşüktü. Segmenter analizde, boylamasına deformasyonun en fazla akinetiksegmentlerde olduğu (p=0.0001), hipokinetik ve normokinetiksegmentler arasında da deformasyon açısından anlamlı fark olduğu görüldü (gerilim için p=0.01, SRs ve SEF için p=0.0001). Ayrıca, normokinetiksegmentlerdeki deformasyon, kontrol grubundaki normal segmentlere göre daha fazla idi (gerilim için p=0.02, SRs ve SEF için p=0.0001).
Sonuç: Hız vektör görüntüleme ile yapılan bölgesel deformasyon analizleriyle, SV bölgesel sistolik fonksiyonları nicel olarak değerlendirilebilir; bu yöntem, duvar hareket bozukluklarının belirlenmesinde standart ekokardiyografiden daha güvenilir bir inceleme sağlayabilir.
Objectives: The aim of the study was to assess left ventricular (LV) regional systolic functions in coronary artery disease (CAD) using a novel strain imaging method, namely, velocity vector imaging (VVI).
Study design: The study included 69 patients (51 men, 18 women; mean age 52.9±10.3 years) with CAD and 30 healthy volunteers (22 men, 8 women; mean age 58.1±13.8 years). Thirty-three patients had previous myocardial infarction (MI). In all the patients, LV wall motions were analyzed as akinetic, hypokinetic, or normokinetic using the 16-segment model of the American Heart Association. In addition, LV peak systolic strain, strain rate (SRs), and segmental ejection fraction (SEF) of all the segments were calculated by using VVI.
Results: Patients with MI had significantly lower mean peak systolic strain, SRs, and SEF compared to patients without MI and controls (p=0.0001). The presence of multivessel disease was accompanied by significantly decreased peak systolic strain (p=0.04), SRs (p=0.02), and SEF (p=0.0001). Myocardial segments affected by subtotal/total occlusion (≥99%) had lower peak systolic strain (p=0.02), SRs (p=0.001), and SEF (p=0.0001) values compared to segments with less severe occlusion. In segmental analysis, longitudinal deformation was most significant in akinetic segments (p=0.0001), but hypokinetic and normokinetic segments also differed significantly with respect to deformation (for strain, p=0.01; for SRs and SEF, p=0.0001). Moreover, deformation in the normokinetic segments was more significant than normal segments of the controls (for strain, p=0.02; for SRs and SEF, p=0.0001).
Conclusion: Velocity vector imaging allows regional deformation analysis for quantitative assessment of regional LV systolic functions; this technique may be more reliable than conventional echocardiography in determining wall motion abnormalities.

2.Correlation between the AHCPR (Agency For Health Care Policy and Research) risk stratification and angiographic morphology in non-ST-segment elevation acute coronary syndrome
Ahmet Yıldız, Uğur Coşkun, Kadriye Orta Kılıçkesmez, Murat Başkurt, Cem Bostan, Alev Arat Özkan, Barış Ökçün, Tevfik Gürmen, Seçkin Pehlivanoğlu, Rasim Enar
PMID: 21430415  doi: 10.5543/tkda.2011.00910  Pages 105 - 113
Amaç: Akut koroner sendromlu (AKS) hastalarda risk sınıflaması tedavinin seçimi açısından önemlidir. Bu çalışmada ST yükselmesizAKS’li hastalarda Amerikan Sağlık Politikaları ve Araştırmaları Dairesi (AgencyforHealthCarePolicyandResearch-AHCPR) risk sınıflaması ile anjiyografik morfoloji arasındaki ilişki araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya, ileriye dönük olarak, ST yükselmesiz AKS tanısı konan 163 hasta alındı. Tüm hastalara AHCPR risk değerlendirmesi yapıldı ve koroner anjiyografi yapıldı. AHCPR risk değerlendirme sistemine göre hastalar, düşük (n=25, ort. yaş 55±10), orta (n=55, ort. yaş 58±10) ve yüksek (n=83, ort. yaş 61±11) risk gruplarına ayrıldı.
Bulgular: Gruplar arasında cinsiyet, yaş ve koroner kalp hastalığı risk faktörleri açısından anlamlı fark yoktu (p>0.05). Lezyon morfolojisi açısından yüksek riskli grubun, düşük+orta riskli grupla karşılaştırılmasında, yüksek riskli grupta kompleks lezyon (%31.9 ve %4.0, p=0.001), tam tıkanıklık (%23.2 ve %0, p=0.001) ve intrakoronertrombüs (%13 ve %2, p=0.02) sıklıkları anlamlı derecede fazla bulundu. Tek değişkenli analizde, kompleks lezyon, tam tıkanıklık, intrakoronertrombüs ve TIMI < III. akım olması yüksek riskle anlamlı ilişki gösterdi. Çokdeğişikenli analizde ise, kompleks lezyon (p=0.005) ve TIMI < III akım (p=0.02) varlığı yüksek risk ile anlamlı ilişki gösterdi.
Sonuç: Bulgularımız, AHCPR risk sınıflamasına göre yüksek risk grubunda değerlendirilen ST yükselmesizAKS’li hastalarda yüksek riskli koroner morfoloji sıklığının da arttığını göstermiştir.
Objectives: Risk stratification in acute coronary syndromes is an important diagnostic tool guiding future therapy. We evaluated the correlation between the AHCPR (Agency for Health Care Policy and Research) risk classification and angiographic morphology in patients with non-ST-segment elevation acute coronary syndrome (NSTE-ACS).
Study design: A total of 163 patients hospitalized with the diagnosis of NSTE-ACS were prospectively enrolled. All the patients underwent AHCPR risk analysis followed by coronary angiography. Based on the AHCPR system, the patients were classified as low (n=25, mean age 55±10 years), intermediate (n=55, mean age 58±10 years), and high (n=83, mean age 61±11 years) risk groups.
Results: The three groups were similar with regard to gender, age, and coronary heart disease risk factors (p>0.05). Comparison of the high-risk group with intermediate+low-risk group with regard to lesion morphology showed significantly higher rates of complex lesions (31.9% vs. 4.0%, p=0.001), total occlusion (23.2% vs. 0%, p=0.001), and intracoronary thrombosis (13% vs. 2%, p=0.02) in the high-risk group. In univariate analysis, high risk was significantly associated with the presence of complex lesion, total occlusion, intracoronary thrombosis, and TIMI flow < III. Of these, only the presence of complex lesion (p=0.005) and TIMI flow
Conclusion: Our findings show that the incidence of high-risk coronary morphology is increased in NSTE-ACS patients having a high-risk profile according to the AHCPR classification.

3.Primary angioplasty in women with ST-elevation myocardial infarction: in-hospital and long-term clinical results
Erkan Ayhan, Hüseyin Uyarel, Mehmet Ergelen, Gökhan Çiçek, Emre Akkaya, Zeki Günaydın, Turgay Işık, Damirbek Osmonov, Ayça Türer, Ceyhan Türkkan, Mehmet Bozbay, Ahmet Narin
PMID: 21430416  doi: 10.5543/tkda.2011.01244  Pages 114 - 121
Amaç: Bu çalışmada, ST yükselmeli miyokart enfarktüsü (STYME) tanısıyla primeranjiyoplasti uygulanan kadın hastalarda hastaneiçi ve uzun dönem klinik sonuçlar, erkek grubuyla karşılaştırmalı olarak değerlendirildi.
Çalışma planı: Ekim 2003-Mart 2008 tarihleri arasında hastanemizde primeranjiyoplasti uygulanan STYME’li 2644 hasta (2188 erkek, 456 kadın) geriye dönük olarak incelendi. Kadın hastaların demografik ve klinik özellikleri, primeranjiyoplasti sonuçları, hastaneiçi ve ortalama 25 aylık takip sonuçları erkek hastalarla karşılaştırıldı.
Bulgular: Kadınlarda hipertansiyon, diabetesmellitus, anemi, şok ve böbrek yetersizliği daha yüksek oranda görülürken, erkeklerde sigara içiciliği daha fazla idi (p<0.05). Ortalama yaş kadın grubunda daha yüksek bulundu (63.9±11.7 ve 55.2±11.3, p<0.001). Kadınlarda glukoz, ortalama trombosit hacmi ve trombosit değerleri daha yüksek, hemoglobin ve hematokrit değerleri daha düşük idi (p<0.05). Çokdamar hastalığı, işlem başarısızlığı oranları kadınlarda daha yüksek, ağrı-balon süresi daha uzun idi (p<0.05). Kardiyovasküler nedenli ölüm 148 hastada (%5.6) görüldü ve kadın grubunda daha yüksek idi (%9.4 ve %4.8, p<0.001). Hastaneiçi olaylar açısından, kadınlarda ölüm, önemli kardiyak olay, inme, kardiyojenik şok ve önemli kanama oranları daha yüksekti (p<0.05). Uzun dönem takipte de kadınlarda ölüm erkeklere göre daha yüksek oranda görüldü (%10 ve %4.5, p<0.001). Çokdeğişkenli analizde, kadın cinsiyetin mortaliteyi bağımsız olarak artırdığı saptandı (odds oranı=1.75, %95 GA 1.02-2.99; p<0.04 ile).
Sonuç: Primeranjiyoplasti uygulanan STYME’li kadın hastalar daha yüksek risk profiline sahiptir ve hastaneiçi ve takipte klinik sonuçları daha olumsuzdur. Bu nedenle kadınların daha agresif tedavi edilmeleri gerekmektedir.
Objectives: We evaluated in-hospital and long-term clinical results of female patients following primary angioplasty for ST-elevation myocardial infarction (STEMI), in comparison with male patients.
Study design: We reviewed 2,644 patients (2,188 males, 456 females) who underwent primary angioplasty for STEMI between October 2003 and March 2008. Data on female patients concerning demographic and clinical characteristics, primary angioplasty results, in-hospital and 25-month follow-up results were compared with those of male patients.
Results: Hypertension, diabetes mellitus, anemia, shock, and renal failure were more common in female patients, while smoking was more frequent in males (p<0.05). The mean age was higher in female patients (63.9±11.7 vs. 55.2±11.3, p<0.001). Females also presented with higher values of glucose, mean platelet volume, and platelet count, and lower hemoglobin and hematocrit values (p<0.05). The frequencies of multivessel disease and procedure failure were significantly higher, and pain-to-balloon time was significantly longer in females (p<0.05). Mortality associated with cardiovascular causes occurred in 148 patients (5.6%), being significantly higher in females (9.4% vs. 4.8%, p<0.001). In-hospital mortality, major cardiac events, stroke, cardiogenic shock, and major bleeding were more frequent in women (p<0.05). Long-term mortality rate was also significantly higher in females (10% vs. 4.5%, p<0.001). Multivariate analysis showed female gender as one of the independent predictors of mortality (odds ratio=1.75, 95% CI 1.02-2.99; p<0.04).
Conclusion: Female patients with STEMI undergoing primary angioplasty have a higher risk profile and poorer in-hospital and follow-up clinical results. Therefore, female patients should be treated more aggressively.

4.Increased serum gamma-glutamyltransferase activity in patients with metabolic syndrome
Hüseyin Bozbaş, Aylin Yıldırır, Emir Karaçağlar, Özlem Demir, Taner Ulus, Serpil Eroğlu, Alp Aydınalp, Bülent Özin, Haldun Müderrisoğlu
PMID: 21430417  doi: 10.5543/tkda.2011.01205  Pages 122 - 128
Amaç: Giderek artan veriler serum gama-glutamiltransferaz (GGT) düzeyinin aterosklerotikkardiyovasküler hastalık için gerçek bir belirteç olduğunu ve prognostik değer taşıdığını göstermektedir. Bu çalışmada metabolik sendromu (MetS) olan hastalarda GGT düzeyinin incelenmesi amaçlandı.
Çalışma planı: Kardiyoloji polikliniğine başvuran 232 hasta (117 MetS, 115 kontrol; ort. yaş 60.4) çalışmaya alındı. Metabolik sendrom tanısı ATP III ölçütlerine göre kondu. Hasta ve kontrol grubunun GGT dahil karaciğer fonksiyon testleri sonuçları ve C-reaktif protein (CRP) düzeyleri karşılaştırıldı.
Bulgular: İki grup yaş, cinsiyet, sigara içme ve ailede koroner arter hastalığı öyküsü açısından benzerdi (p>0.05). Hipertansiyon ve hiperlipidemi sıklığı MetS grubunda daha yüksek idi. Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, MetS olan hastalarda serum GGT [medyan 21, çeyreklerarası aralık (16-33) ve 19 (14-26) U/l; p=0.008] ve C-reaktif protein [6.2 (3.6-9.4) ve 5.0 (3.1-7.0) U/l; p=0.044] düzeyleri anlamlı derecede yüksek saptandı. Yüksek GGT aktivitesi (>40 U/l) MetS grubunda %14.5 oranında, kontrol grubunda %4.4 oranında görüldü (p=0.012). Serum GGT düzeyi şu parametrelerle anlamlı ilişki gösterdi: MetS (r=0.24, p=0.001), CRP (r=0.20, p=0.003), trigliserit (r=0.18, p=0.006), HDL-kolesterol (r=-0.19, p=0.004), aspartataminotransferaz (r=0.15, p=0.02), alaninaminotransferaz (r=0.32, p=0.001) ve alkalin fosfataz (r=0.16, p=0.01). Çokdeğişkenli regresyon analizinde bu anlamlılık sadece MetS (β=-0.25, p=0.03), HDL-kolesterol (β=-0.18, p=0.03) ve alkalin fosfataz (β=0.17, p=0.01) için vardı.
Sonuç: Bulgularımız MetS olan hastalarda serum GGT ve CRP düzeylerinin yüksek olduğunu göstermektedir. Artmış GGT düzeyi MetS’li olgularda artmış oksidatif stresin ve erken aterosklerozun bir belirteci olabilir.
Objectives: Accumulating data indicate that serum gamma-glutamyltransferase (GGT) activity represents a true marker of atherosclerotic cardiovascular disease and has prognostic importance. In this study, we sought to evaluate serum GGT activity in patients with metabolic syndrome (MetS).
Study design: We enrolled 232 patients (mean age 60.4 years) from our outpatient cardiology clinic, 117 with and 115 without MetS (control group) as defined by the ATP-III criteria. The results of serum liver function tests including serum GGT and C-reactive protein (CRP) levels were compared between the two groups.
Results: The two groups were similar with regard to age, sex, smoking, and family history of coronary artery disease (p>0.05). The prevalences of hypertension and dyslipidemia were significantly higher in patients with MetS. Compared with controls, patients with MetS had significantly higher serum GGT [(median 21, interquartile range (16-33) vs. 19 (14-26) U/l; p=0.008] and C-reactive protein levels [6.2 (3.6-9.4) vs. 5.0 (3.1-7.0) U/l; p=0.044]. A high GGT activity (>40 U/l) was determined in 14.5% of the patients with MetS and in 4.4% of the control subjects (p=0.012). Serum GGT level showed significant correlations with MetS (r=0.24, p=0.001), CRP (r=0.20, p=0.003), triglyceride (r=0.18, p=0.006), HDL cholesterol (r=-0.19, p=0.004), aspartate aminotransferase (r=0.15, p=0.02), alanine aminotransferase (r=0.32, p=0.001), and alkaline phosphatase (r=0.16, p=0.01). This significant association continued only for MetS (β=-0.25, p=0.03), HDL cholesterol (β=-0.18, p=0.03), and alkaline phosphatase (β=0.17, p=0.01) in multivariate regression analysis.
Conclusion: Our findings suggest that patients with MetS have higher serum GGT and CRP levels compared with controls. This increased GGT level might be a marker of increased oxidative stress and premature atherosclerosis.

5.Evaluation of ventricular functions using tissue Doppler echocardiography in patients with subclinical hypothyroidism
Fatma Alibaz Öner, Selen Yurdakul, Ender Öner, Mustafa Kemal Arslantaş, Murat Usta, Mecdi Ergüney
PMID: 21430418  doi: 10.5543/tkda.2011.01282  Pages 129 - 136
Amaç: Subklinikhipotiroidi (SH) olan hastalarda sağ ve sol ventrikül fonksiyonları doku Doppler ekokardiyografi ile değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmada, SH tanısı yeni konmuş 27 hasta (24 kadın, 3 erkek; ort. yaş 35.4±11.4) ve yaş ve cinsiyet uyumlu 22 sağlıklı birey (20 kadın, 2 erkek; ort. yaş 34.8±8.6) konvansiyonel ve doku Doppler ekokardiyografi ile incelendi. Subklinikhipotiroidi, normal serbest T3 ve T4 düzeyleri yanında serum tirotropin (TSH) düzeyinin yüksekliği olarak tanımlandı. Doku Doppler ile incelenen parametreler şunlardı: sistolik akımlardan izovolümik miyokart hızlanması (IVA), izovolümikkontraksiyon sırasındaki zirve miyokart hızı (IVV), ejeksiyon fazı sırasındaki zirve sistolik hız (S); diyastolik parametrelerden erken (E’) ve geç (A’) diyastolik zirve akımlar, E’/A’ ve E/E’ oranları ve miyokart performans indeksi.
Bulgular: Sağlıklı kişilerle karşılaştırıldığında, SH’li grupta sol ventrikülde ciddi derecede diyastolik fonksiyon bozukluğunu gösteren veriler elde edildi: yüksek mitral A hızı (p=0.022) ve E/E’ oranı (p=0.017); düşük E/A oranı (p=0.021) ve E’ hızı (p=0.019). Bu grupta anlamlı derecede düşük IVV (p=0.004) ve IVA (p<0.001), artmış izovolümik kasılma zamanı (p=0.012) ise sol ventriküldesubkliniksistolik fonksiyon bozukluğuna işaret ediyordu. Sağ ventriküle ait sistolik fonksiyon parametreleri kontrol grubuyla benzer bulunurken, diyastolik fonksiyon bozukluğu, düşük E/A oranı (p=0.014) and E’ hızı (p=0.028) ve artmış izovolümik gevşeme zamanı (p=0.003) ile kendini gösterdi. Miyokart performans indeksi her iki ventrikülde de kontrol grubuna göre artmış bulundu (p<0.05).
Sonuç: Bulgularımız, SH’de her iki ventrikülünsistolik ve diyastolik fonksiyonlarında bozulma olduğunu göstermektedir.
Objectives: We evaluated right (RV) and left (LV) ventricle functions by tissue Doppler imaging (TDI) in patients with subclinical hypothyroidism (SH).
Study design: Twenty-seven patients (24 women, 3 men; mean age 35.4±11.4 years) with newly diagnosed SH and 22 age- and sex-matched healthy subjects (20 women, 2 men; mean age 34.8±8.6 years) were evaluated by standard echocardiography and TDI. The diagnosis of SH was based on increased serum thyrotropin (TSH) level in the presence of normal free T3 and free T4 levels. The following TDI-derived parameters were measured: isovolumic myocardial acceleration (IVA), peak myocardial velocity during isovolumic contraction (IVV), peak systolic velocity during ejection period (S), and diastolic indices including peak early (E’) and late (A’) diastolic velocities, E’/A’ and E/E’ ratios, and myocardial performance index.
Results: Compared to healthy controls, patients with SH had higher LV mitral A velocity (p=0.022), lower E/A ratio (p=0.021), lower E’ velocity (p=0.019), and higher E/E’ ratio (p=0.017), suggesting significant LV diastolic dysfunction. The patient group also had lower IVV (p=0.004) and IVA (p<0.001), and higher isovolumic contraction time (p=0.012), suggesting LV subclinical systolic dysfunction. For RV parameters, decreased E/A ratio (p=0.014) and E’ velocity (p=0.028) and increased isovolumic relaxation time (p=0.003) in SH patients were consistent with RV diastolic dysfunction, whereas parameters of RV systolic function were similar in the two groups. Myocardial performance indices of both ventricles were also significantly higher in the patient group (p<0.05).
Conclusion: Our data suggest that SH is associated with biventricular systolic and diastolic dysfunction.

6.Acute results of percutaneous mitral balloon valvuloplasty
Şule Korkmaz, Tolga Aksu, Hatice Sasmaz, Ayse Colak, Mehmet Birhan Yılmaz, Yesim Guray, Umit Guray, Burcu Demirkan
PMID: 21430419  doi: 10.5543/tkda.2011.01375  Pages 137 - 142
Amaç: Bu çalışmada, hemodinamik olarak önemli mitral darlığın (MD) tedavisinde uygulanan perkütan mitral balon valvüloplastinin (PMBV) akut klinik, ekokardiyografik ve hemodinamik sonuçları ve uzun dönem olaysız sağkalımı değerlendirildi.
Çalışma planı: Orta ya da ciddi MD nedeniyle PMBV uygulanan 577 hasta (454 kadın, 123 erkek; ort. yaş 38±11) geriye dönük olarak değerlendirildi. Akut işlem başarısı, işlem sonrası mitral kapak alanının (MKA) >1.5 cm2 olması ve evre 3-4 mitral yetersizlik (MY) olmaması olarak kabul edildi. İşlemden en az bir yıl sonra (ort. 54 ay) telefon ile ulaşılabilen 489 hasta olaysız sağkalım (ölüm, yeniden PMBV ve mitral kapak değişimi olmaması) açısından sorgulandı.
Bulgular: Akut başarı yönünden, PMBV 547 hastada (%94.8) başarılı, 30 hastada (%5.2) başarısız bulundu. Ekokardiyografik ve hemodinamik parametreler açısından, başarısız işlem grubunda işlem öncesi MKA anlamlı derecede düşük (p=0.0001), orta-ciddi derecede triküspit yetersizliği sıklığı yüksek (p=0.031) bulundu. Ortalama Wilkins skoru anlamlı farklılık göstermedi (p>0.05). Başarısızlık nedenleri, 20 hastada (%66.7) yetersiz kapak açılması (MKA <1.5 cm2), 10 hastada (%33.3) evre 3-4 MY gelişmesi idi. İşlem sonrası hastaneiçi takipte ölüm, kardiyak tamponat ya da serebrovasküler olay izlenmedi. Akut komplikasyonlar olarak, 51 hastada (%8.8) iyatrojenikatriyalseptaldefekt, dört hastada (%0.7) kasık hematomu gelişti. Uzun dönem takipte, dört hastanın öldüğü, 21 hastaya cerrahi, altı hastaya yeniden PMBV uygulandığı öğrenildi.
Sonuç: Bulgularımız PMBV’ninMD’de etkin ve güvenilir bir tedavi seçeneği olduğunu ve işlem öncesi MKA ve triküspit yetersizliğinin akut başarısızlık ile ilişkili olduğunu göstermektedir.
Objectives: We aimed to analyze acute clinical, echocardiographic, and hemodynamic results and long-term event-free survival of percutaneous mitral balloon valvuloplasty (PMBV) in the treatment of hemodynamically significant mitral stenosis (MS).
Study design: We retrospectively reviewed 577 patients (454 females, 123 males; mean age 38±11 years) who underwent PMBV for moderate or severe MS. Acute procedural success was defined as the achievement of mitral valve area (MVA) >1.5 cm2 and absence of grade 3-4 mitral regurgitation. In addition, 489 patients were interrogated by phone calls for event-free survival (death, redo PMBV, mitral valve replacement) after at least one year (mean 54 months) of the procedure.
Results: The procedure was successful in 547 patients (94.8%) and unsuccessful in 30 patients (5.2%). Among baseline echocardiographic and hemodynamic parameters, MVA was significantly lower (p=0.0001) and moderate/severe tricuspid regurgitation was significantly more common (p=0.031) in patients with failure. The mean Wilkins scores were similar in the two groups (p>0.05). Failure was related to suboptimal valve opening (MVA <1.5 cm2) in 20 patients (66.7%), and grade 3-4 mitral regurgitation in 10 patients (33.3%). There were no in-hospital death, cardiac tamponade, or cerebrovascular accident. Acute complications included iatrogenic atrial septal defect (n=51, 8.8%) and groin hematoma (n=4, 0.7%). Inquiry for long-term outcomes showed that four patients had died, while 21 patients and six patients had undergone mitral valve replacement and redo PMBV, respectively.
Conclusion: Our data suggest that PMBV is a safe and effective treatment option in MS and preprocedural MVA and tricuspid regurgitation are associated with acute failure of the procedure.

CASE REPORT
7.Degeneration of atrioventricular nodal reentrant tachycardia into polymorphic ventricular tachycardia
Nusret Açıkgöz, Ayhan Kılıç, Bekim Jata, Sedat Köse
PMID: 21430420  doi: 10.5543/tkda.2011.01032  Pages 143 - 146
Atriyoventrikülernodal yeniden girişli taşikardi en sık görülen paroksismal supraventriküler taşikardidir. Genellikle iyi seyir gösteren bu aritminin tedavisi radyofrekans kateter ablasyonuyla başarılı ve güvenli bir şekilde yapılmaktadır. Bu yazıda, AVNRT ataklarının zaman zaman polimorfik ventrikül taşikardisine dönüştüğü 38 yaşında bir kadın hasta sunuldu. Çarpıntı yakınmasıyla başvuran hastanın elektrokardiyogramı normal sinüs ritmindeydi ve düzeltilmiş QT süresi normaldi. Holter incelemesinde, gece başlayan ve 90 dakika devam eden, hızı 220 atım/dk olan dar QRS’li taşikardi ve bu taşikardi sırasında iki kez oluşan polimorfik VT saptandı. Yapılan elektrofizyolojik çalışmada AVNRT doğrulandı ve RF kateter ablasyonuyla başarılı şekilde tedavi edildi. Hastanın sekiz aylık klinik takibinde herhangi bir yakınması olmadı, tekrarlanan Holter incelemesinde herhangi bir aritmiye rastlanmadı.
Atrioventricular nodal reentrant tachycardia (AVNRT) is the most common form of paroxysmal supraventricular tachycardia and is usually treated successfully by radiofrequency catheter ablation. We report on a 38-year-old woman whose AVNRT attacks occasionally degenerated into polymorphic ventricular tachycardia (VT). The patient presented with a complaint of palpitations. The electrocardiogram was in sinus rhythm with a normal corrected QT interval. During Holter monitoring, narrow QRS complex tachycardia with a heart rate of 220 beats/min was noted at nighttime, that lasted for 90 minutes, during which two episodes of polymorphic VT were also seen. The diagnosis of AVNRT was confirmed on an electrophysiologic study and AVNRT was successfully treated by radiofrequency catheter ablation. The patient had no complaint during a follow-up of eight months, with no signs of arrhythmia on repeat Holter monitoring.

8.Stent implantation into a totally occluded Blalock-Taussig shunt
Selman Vefa Yıldırım
PMID: 21430421  doi: 10.5543/tkda.2011.00987  Pages 147 - 149
Sistemik-pulmoner şantlara veya duktus arteriyozusa stent takılması nispeten yeni ve sık yapılmayan bir girişimdir. Fallot tetralojisi tanısıyla modifiye Blalock-Taussig şantı yapılmış olan 22 aylık bir erkek çocukta, ciddi siyanoz nedeniyle yapılan ekokardiyografik incelemede şantın tam kapalı olduğu görüldü. Balon anjiyoplasti ile açılan şantın akut tromboz ile hemen yeniden tıkanması üzerine, stent yerleştirilerek şantın tam açılması sağlandı. Başlangıçta %32 olan oksijen doygunluğu işlem sonrasında %92’ye yükseldi. Hasta aspirin tedavisiyle taburcu edildi.
Stent implantation into a ductusarteriosus or systemic-pulmonary shunt is a relatively new but infrequent approach for palliation. A 22-month-old boy with a modified Blalock-Taussig shunt for tetralogy of Fallot was admitted with severe cyanosis. Echocardiographic examination showed complete occlusion of the shunt. Initial balloon angioplasty resulted in reocclusion of the shunt by acute thrombosis. Finally, recanalization was achieved by stent implantation. Oxygen saturation of the patient increased from 32% to 92% following stenting. He was discharged on aspirin therapy.

9.Simultaneous transcatheter treatment of perimembranous ventricular septal defect and secundum atrial septal defect in an adult: first application in Turkey
Hasan Arı, Selma Arı, Vedat Koca, Tahsin Bozat
PMID: 21430422  doi: 10.5543/tkda.2011.01053  Pages 150 - 153
Yirmi iki yaşında bir kadın hastada saptanan perimembranöz ventriküler septal defekt (7 mm) ve ostium sekundum atriyal septal defekt (8.9 mm) iki transkateter kapama sistemi ile eşzamanlı olarak tedavi edildi. Perkütan kapama işlemi intravenöz midazolam anestezisi altında, floroskopi ve transözofageal ekokardiyografi kontrolünde yapıldı. Önce 9 mm Amplatzer membranöz septal defekt cihazı ile perimembranöz ventriküler septal defekt, sonra 11 mm Amplatzer atriyal septal defekt cihazı ile sekundum atriyal septal defekt kapatıldı. İşlemle ilgili herhangi bir komplikasyon gelişmedi ve hasta bir gün sonra klopidogrel tedavisi ile taburcu edildi.
A perimembranous ventricular septal defect (7 mm) and an ostium secundum atrial septal defect (8.9 mm) detected in a 22-year-old woman were simultaneously treated with the use of two transcatheteroccluder systems. The procedure was performed under intravenous midazolam anesthesia and fluoroscopic and echocardiographic (transesophageal) control. First, the perimembranous ventricular septal defect was closed using a 9-mm Amplatzer membranous septaloccluder, then the secundum atrial septal defect was closed using an 11-mm Amplatzer atrial septaloccluder. No procedure-related complication occurred and the patient was discharged the next day on clopidogrel treatment.

10.Ventricular tachycardia caused by a left ventricular aneurysm in a patient with previous surgery for ventricular septal defect
Osman Can Yontar, Amir Abdel-wahab, Alim Erdem, İzzet Tandoğan
PMID: 21430423  doi: 10.5543/tkda.2011.01051  Pages 154 - 158
Özellikle sol ventriküldeki mural anevrizmalar yaşamı tehdit eden aritmi gelişimi açısından yüksek risk taşırlar. Bu yazıda, sol ventrikül inferobazal kısmından gelişmiş bir anevrizmanın ventrikül taşikardisine yol açtığı bir olgu sunuldu. Yirmi beş yaşında erkek hasta, yaklaşık iki saat önce başlayan çarpıntı atağı, nefes darlığı ve baş dönmesi yakınmalarıyla başvurdu. Elektrokardiyografide geniş QRS taşikardi izlendi ve kan basıncı 80/40 mmHg ölçüldü. Hastanın durumunun ağırlaşması ve monitörde ventrikül taşikardisi izlenmesi üzerine kardiyoversiyon uygulandı ve sinüs ritmine dönüş sağlandı. Yatış süresince stabil olan hastanın elektrokardiyogramı sinüs ritmindeydi, sağ dal bloku ve inferiyor derivasyonlarda küçük Q dalgaları izlendi. Öyküsünden hastanın sekiz yıl önce ventriküler septal defekt için kapatma ameliyatı geçirdiği ve aynı anda saptanan ventrikül anevrizmasına yönelik girişim yapılmadığı öğrenildi. Ekokardiyografide sol ventrikül inferobazal segmentinden posteriyor duvara kadar uzanan diskinetik bir segment izlendi. Koroner anjiyografide koroner arterler normal bulundu; ventrikülografide anevrizma görüntülendi. Hastaya elektrofizyolojik çalışma önerildi; ancak, hasta hiçbir tedaviyi istemedi. On sekiz aylık takibinde hastada başka bir olay meydana gelmedi.
Ventricular mural aneurysms especially in the left ventricle represent an increased risk for life-threatening arrhythmias. We present a case of ventricular tachycardia originating from an inferobasal left ventricular aneurysm. A 25-year-old male patient presented with complaints of palpitation, breathlessness, and dizziness of two-hour onset. The electrocardiogram showed wide-QRS tachycardia at which time his blood pressure was 80/40 mmHg. The patient suddenly developed collapse and ventricular tachycardia was diagnosed on the monitor, and he returned to sinus rhythm following successful cardioversion. He remained stable during hospitalization. The electrocardiogram was in sinus rhythm with right bundle branch block and small Q waves in inferior leads. He had an eight-year history of surgery for ventricular septal defect closure, during which a ventricular aneurysm was detected but left untreated. Echocardiographic examination showed a dyskinetic aneurysmal region extending from the inferobasal segment to the posterior wall of the left ventricle. Coronary arteries were normal on angiography, and ventriculography confirmed the aneurysm. Electrophysiologic study was recommended, but the patient refused any treatment. He remained asymptomatic during 18 months of follow-up.

11.Concealed Brugada syndrome that became apparent incidentally during atrial fibrillation therapy
Ömer Yiğiner, Fethi Kılıçaslan, Alptuğ Tokatlı, Zafer Işılak
PMID: 21430424  doi: 10.5543/tkda.2011.01131  Pages 159 - 162
Otuz bir yaşında erkek hasta akut atriyal fibrilasyon ile acil servise yatırıldı. Hastaya diltiazem infüzyonu sonrasında, medikal kardiyoversiyon için oral, tek doz, 600 mgr propafenon verildi. Yaklaşık dört saat sonra sinüs ritmi sağlandı. Başvuru EKG’si yeniden değerlendirildiğinde, atriyal fibrilasyon yanı sıra sağ dal bloku ve V1-2 derivasyonlarında semersırtı tarzında yaklaşık 2 mm’lik ST yükselmesi bulunduğu görüldü. Tip 2 Brugada paterni olarak değerlendirilen bu durumun, propafenon sonrasında, tip 1 Brugada paterni olarak kabul edilen 2 mm’nin üzerinde kemerli ST yükselmesine dönüştüğü izlendi. Propafenonun etkisi geçtikten sonra EKG’de tekrar tip 2 Brugada paterni vardı. Ailesinde erken yaşta ani kardiyak ölüm öyküsü de olan hastaya elektrofizyolojik çalışma uygulandı. Ventriküler taşikardi uyarısı sırasında ventrikül aritmisi gelişmemesi üzerine hasta yakın takibe alındı.
A 31-year-old male patient was admitted to the emergency department with acute atrial fibrillation. After diltiazem infusion, a single oral dose of 600 mg propafenone was given to the patient for medical cardioversion. Approximately four hours later, sinus rhythym was restored. Re-evaluation of the admission ECG revealed right bundle branch block and saddleback-type ST-segment elevation of about 2 mm in V1-2 leads. Following propafenone, this type 2 Brugada ECG pattern turned to the coved type 1 Brugada pattern with ST elevation of more than 2 mm. After disappearance of propafenone effect, the ECG pattern turned to the type 2 Brugada pattern. Considering that the patient also had a family history of sudden cardiac death, electrophysiological study was conducted. During ventricular tachycardia stimulation, no ventricular arrhythmia was observed, thus the patient was scheduled to a close follow-up program

12.Left atrial myxoma with severe neovascularization: role of preoperative coronary angiography
Hakan Hasdemir, Ahmet T Alper, Yücesin Arslan, İzzet Erdinler
PMID: 21430425  doi: 10.5543/tkda.2011.01284  Pages 163 - 165
Kardiyak miksomalar oldukça vasküler tümörlerdir ve bu damarlanmanın koroner anjiyografi ile değerlendirilmesi konusunda tam bir uzlaşı yoktur. Altmış dört yaşında erkek hasta, efor dispnesi, halsizlik, eklem ağrıları, kilo kaybı, aralıklı ateş yükselmesi ve çarpıntı yakınmalarıyla başvurdu. Hastaya 18 ay önce sol ön inen artere koroner stent uygulanmıştı. Ekokardiyografik incelemede, sol atriyumda, hareketli, düzgün sınırlı bir kitle izlendi. Miksoma öntanısıyla yapılan koroner anjiyografide kitlenin sağ koroner arter proksimalinden çıkan damarlar ile beslendiği görüldü. Hastanın önceki girişim sırasındaki koroner anjiyografisi tekrar incelendi ve aynı kitlenin var olduğu, RCA’dan beslendiği, fakat boyutlarının çok daha küçük olduğu görüldü. Yaklaşık 5.5x1x0.5 cm boyutlarında olan kitle ameliyatla çıkarıldı ve tümörü besleyen RCA’dan çıkan büyük dalların ligasyonu yapıldı. Ameliyat sonrası histopatolojik incelemede miksoma tanısı doğrulandı. Hastanın 20 aylık takibi sırasında semptomları tekrarlamadı, ekokardiyografik incelemelerde de herhangi bir patoloji saptanmadı.
Cardiac myxomas are highly vascular tumors and there is no consensus on the use of coronary angiography to assess their vascularity. A 64-year-old male patient presented with complaints of exertional dyspnea, fatigue, arthralgia, weight loss, intermittent high fever, and palpitation. He had an 18-month history of stent implantation for the left anterior descending coronary artery. Echocardiography showed a mobile mass in the left atrium with regular contours. Coronary angiography was performed with the initial diagnosis of myxoma and vascular supply of the tumor by the proximal branches of the right coronary artery was visualized. Re-evaluation of previous angiograms of the patient showed existence of the same mass, in significantly smaller size, and supply from the RCA. The mass which was 5.5x1x0.5 cm in size was removed by surgical resection and the branches of the RCA supplying the tumor were ligated. Histopathologic examination confirmed the diagnosis. During 20 months of follow-up, the patient was asymptomatic and echocardiographic examinations were normal.

13.Evaluation of epidemiologic data, concomitant cardiovascular risk factors, treatment strategies and the current atrial fibrillation registry: RealiseAF
Erdem Diker
PMID: 21430426  doi: 10.5543/tkda.2011.01425  Pages 166 - 175
Koordinasyonsuz atriyal aktivasyon ve buna bağlı atriyal mekanik işlev kaybı ile karakterize, supraventriküler bir aritmi olan atriyal fibrilasyon, yaşla artan bir demografik eğilim göstermesi bağlamında gerek hastalar, gerekse sağlık sistemi harcamaları açısından önemli bir halk sağlığı sorunudur. Atriyal fibrilasyonun elektrofizyolojik mekanizmaları, antiaritmik/antikoagülan ilaçlarla ve ilaç dışı yöntemlerle tedavisi konusunda gerçekleştirilen randomize çalışmalar, hastalığın doğası ve tedavisi hakkındaki bilgi ve anlayışın gelişmesini sağlamış ve AF’nin tedavisinde potansiyel olarak heyecan uyandıran yeni seçenekler sunmuşlardır. Atriyalfibrilasyonun epidemiyolojisi ve doğal seyrinin anlaşılması, gelecekte hastalığın toplum üzerindeki etkisini azaltmaya yönelik yeni tedavi stratejilerinin belirlenmesi ve adil kaynak dağıtımının sağlanması bakımından oldukça önemlidir. Bu derlemede, AF’nin sıklık ve gelişim, eşlik eden kardiyovasküler risk faktörleri, tedavi stratejileri bakımından değerlendirilmesi ve tedavide klinik uygulamada karşılaşılan güncel sorunların gözden geçirilmesi amaçlandı.
As a supraventricular arrhythmia characterized by uncoordinated atrial activation and consequent loss of atrial mechanical function, atrial fibrillation has been considered to be a significant public health problem with its age-dependent demographic trend for both patients and health care system. Randomized trials on electrophysiological mechanisms, treatment with antiarrhyhtmic/anticoagulant drugs and non-pharmacological treatment have provided considerable insight into the nature and treatment of the disease leading to novel promising therapeutic options in the management of patients with AF. Comprehension of the epidemiology and natural course of AF seems to be crucial in developing new treatment strategies to limit burden of the disease on the population and also for fair distribution of resources. The aim of this review was to evaluate AF in terms of its incidence, prevalence, concomitant cardiovascular risk factors, and treatment strategies with special emphasis on current real-life challenges in disease management.

CASE IMAGE
14.Left circumflex artery originating from the pulmonary artery in an adult
Hekim Karapınar, Hasan Ali Gümrükçüoğlu, Müntecep Aşker, Ömer Göktekin
PMID: 21430427  doi: 10.5543/tkda.2011.01246  Page 176
Abstract |Full Text PDF

15.A rare coexistence: Left coronary arteries arising from a double right coronary artery
Haci Çiftçi, Gökmen Bellur, Vatan Kavak, Gülten Taçoy
PMID: 21430428  doi: 10.5543/tkda.2011.01279  Page 177
Abstract |Full Text PDF

16.Pseudo-infarct pattern on the electrocardiogram
Osman Can Yontar
PMID: 21430429  doi: 10.5543/tkda.2011.01287  Page 178
Abstract |Full Text PDF

17.A rare coexistence: giant floating aortic thrombus and pulmonary embolism in a patient with pancreatic cancer
Mehmet Kayrak, Enes Elvin Gül, Serter Gümüş, Yasemin Coşkun Yavuz, Kurtuluş Özdemir
PMID: 21430430  doi: 10.5543/tkda.2011.01264  Page 179
Abstract |Full Text PDF

18.A rare coronary artery anomaly: right coronary artery arising from the left anterior descending artery
Özlem Özcan Çelebi, Savaş Çelebi, Erdem Diker
PMID: 21430431  doi: 10.5543/tkda.2011.01222  Page 180
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
19.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 181
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.