ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 38 (1)
Volume: 38  Issue: 1 - January 2010
ORIGINAL ARTICLE
1.Acute exacerbation impairs endothelial function in patients with chronic obstructive pulmonary disease
Beste Ozben, Emel Eryuksel, Azra Meryem Tanrikulu, Nurdan Papila-Topal, Turgay Celikel, Yelda Basaran
PMID: 20215835  Pages 1 - 7
Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığında (KOAH) akut alevlenme ataklarının brakiyal arter endotel bağımlı akıma bağlı dilatasyon (ABD) üzerine etkisi araştırılmamıştır. Bu çalışmada, KOAH hastalarında akut alevlenme sırasında endotel fonksiyonları değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya, Anthonisen ölçütlerine göre (nefes darlığı, öksürük ve balgam miktarında artış) akut alevlenme tanısı konan ardışık 30 KOAH hastası (8 kadın, 22 erkek; ort. yaş 64.2±10.9) alındı. Tüm hastalara aynı antibiyotik ve bronkodilatör tedavisi uygulandı. Endotel fonksiyonları, akut alevlenme tanısından sonraki ilk 48 saat içinde ve akut alevlenmenin tamamen geçmesinden sonra, brakiyal arter ultrasonografisi ile değerlendirildi. Akıma bağlı dilatasyon, reaktif hiperemi sırasında damar çapında en yüksek mutlak ve yüzde değişiklikleri olarak tanımlandı. Sonuçlar yaş ve cinsiyet uyumlu ve KOAH olmayan 20 kişilik kontrol grubuyla karşılaştırıldı.
Bulgular: Hasta ve kontrol grupları, yaş, cinsiyet, hipertansiyon, diyabet, hiperlipidemi, koroner arter hastalığı, kalp hızı ve kan basıncı açısından benzerdi. Akut alevlenme döneminde ölçülen ABD değerleri, iyileşme sonrasındaki değerlerden (mutlak değişim: 0.23±0.12 mm ve 0.38±0.17 mm, p<0.001; yüzde değişim: %6.44±3.99 ve %10.42±4.86, p<0.001) ve kontrol grubu değerlerinden (mutlak değişim: 0.36±0.13 mm, p=0.001; yüzde değişim: 9.77±3.83%, p=0.003) anlamlı derecede düşük bulundu. İyileşmeden sonra ABD değerleri anlamlı artış gösterdi ve kontrol grubunun değerleriyle benzer hale geldi. Akıma bağlı dilatasyondaki düzelme her iki cinsiyette de anlamlıydı.
Sonuç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığında akut alevlenme endotel fonksiyonlarını kötüleştirmektedir; bu durum kardiyovasküler morbiditede artışa neden olabilir.
Objectives: The effect of acute exacerbation of chronic obstructive pulmonary disease (COPD) on brachial artery flow-mediated dilation (FMD) has not been examined. The aim of this study was to assess the endothelial function of COPD patients during acute exacerbations.
Study design: The study included 30 consecutive patients (8 women, 22 men; mean age 64.2±10.9 years) who experienced acute exacerbation of COPD, defined according to the Anthonisen criteria (increased dyspnea, sputum, and sputum purulence). All patients received the same antibiotic and bronchodilator treatment. Endothelial function was assessed by brachial artery ultrasonography within the first 48 hours and after complete resolution of exacerbation symptoms. Flow-mediated dilation was defined as both the maximum absolute and maximum percentage changes in the vessel diameter during reactive hyperemia. The results were compared with those of 20 age-and sex-matched controls without COPD.
Results: The patient and control groups were similar in terms of age, gender, hypertension, diabetes, hyperlipidemia, coronary artery disease, heart rate, and blood pressure. Parameters of FMD during acute exacerbation were significantly lower than those obtained after recovery (absolute change: 0.23±0.12 mm vs. 0.38±0.17 mm, p<0.001; percentage change: 6.44±3.99% vs. 10.42±4.86%, p<0.001) and than those of the control group (absolute change: 0.36±0.13 mm, p=0.001; percentage change: 9.77±3.83%, p=0.003). Flow-mediated dilation increased significantly after recovery, yielding similar values to those of the controls. Improvements in FMD were significant in both sexes.
Conclusion: Acute COPD exacerbation is associated with worsening endothelial function, increasing the risk for cardiovascular morbidity.

2.The prevalence and predictors of atrial fibrillation in hemodialysis patients
Gürkan Acar, Ahmet Akçay, Ekrem Doğan, İsmet Önder Işık, Abdullah Sökmen, Gülizar Sökmen, Hayriye Sayarlıoğlu, Sedat Köroğlu, Alper Buğra Nacar, Cemal Tuncer
PMID: 20215836  Pages 8 - 13
Amaç: Bu çalışmada uzun dönem hemodiyaliz tedavisi gören hastalarda atriyal fibrilasyon sıklığı araştırıldı ve atriyal fibrilasyon için klinik ve ekokardiyografik risk faktörlerinin belirlenmesi amaçlandı.
Çalışma planı: Çalışmaya sistolik fonksiyonları bozulmamış olan ve uzun dönemdir (ort. 41.6±39.8 ay) hemodiyaliz tedavisi gören 183 hasta (93 erkek, 90 kadın; ort. yaş 52±17) alındı. Atriyal fibrilasyon varlığı elektrokardiyografi ile belirlendi ve hastalar atriyal fibrilasyon olup olmamasına göre iki gruba ayrıldı. Diyaliz uygulanmayan günlerde konvansiyonel ve doku Doppler ekokardiyografik inceleme yapıldı. İki grup klinik, laboratuvar ve ekokardiyografik veriler açısından karşılaştırıldı.
Bulgular: Yirmi dört hastada (%13.1) atriyal fibrilasyon saptandı. Atriyal fibrilasyonlu hastalar yüksek yaş (64.9±9.8 ve 49.9±16.6; p<0.001), yüksek koroner arter hastalığı sıklığı (%37.5 ve %10.7; p=0.008) ve düşük serum albümin düzeyi (3.6±0.4 ve 3.9±0.5 mgr/dl; p=0.015) açısından anlamlı farklılık gösterdi. Bu grupta ekokardiyografik verilerden sol ve sağ atriyum çapları (p<0.05), mitral ve/veya aortik kalsifikasyon sıklığı (p=0.033), sistolik pulmoner arter basıncı (38.1±6.1 ve 28.5±5.5 mmHg, p<0.001) ve E/E’ oranı (11.8±3.8 ve 8.8±4.7, p=0.008) anlamlı derecede artmış bulundu. Çokdeğişkenli lojistik regresyon analizinde, yaş (odds oranı 1.09; %95 GA 1.00-1.17; p=0.036) ve sağ atriyum çapının (odds oranı 1.19; %95 GA 1.05-1.35; p=0.008) atriyal fibrilasyon gelişimi için bağımsız etkenler olduğu görüldü.
Sonuç: Bulgularımız hemodiyaliz hastalarında yaş ve sağ atriyum çapını atriyal fibrilasyon gelişimi için bağımsız öngördürücü olarak öne çıkardı. Ayrıca, E/E’ oranı ve pulmoner arter basıncı bu hasta grubunda atriyal fibrilasyon gelişimi için yeni risk faktörleri olarak değerlendirilebilir.
Objectives: The aim of this study was to determine the prevalence of atrial fibrillation in long-term hemodialysis patients and to identify clinical and echocardiographic risk factors.
Study design: The study included 183 patients (93 males, 90 females; mean age 52±17 years) who had been on long-term hemodialysis treatment (mean 41.6±39.8 months) and had preserved systolic function. Atrial fibrillation was determined electrocardiographically and the patients were divided into two groups depending on the presence or absence of atrial fibrillation. Conventional and tissue Doppler echocardiographic examinations were performed on interdialytic days. Clinical, laboratory, and echocardiographic parameters were compared.
Results: Twenty-four patients (13.1%) had atrial fibrillation. Patients with atrial fibrillation significantly differed in terms of higher age (64.9±9.8 vs. 49.9±16.6 years; p<0.001), higher frequency of coronary artery disease (37.5% vs. 10.7%; p=0.008), and lower serum albumin level (3.6±0.4 vs. 3.9±0.5 mg/dl; p=0.015). Echocardiographic examination showed significantly increased left and right atrial diameters (p<0.05), higher incidence of mitral and/or aortic calcification (p=0.033), increased systolic pulmonary artery pressure (38.1±6.1 vs. 28.5±5.5 mmHg, p<0.001) and E/E’ ratio (11.8±3.8 vs. 8.8±4.7, p=0.008) in patients with atrial fibrillation. In multivariate logistic regression analysis, age (OR 1.09; 95% CI 1.00-1.17; p=0.036) and right atrial diameter (OR 1.19; 95% CI 1.05-1.35; p=0.008) were independent risk factors for the development of atrial fibrillation.
Conclusion: Our findings highlight age and right atrial diameter as independent predictors of atrial fibrillation in hemodialysis patients. In addition, the E/E’ ratio and pulmonary artery pressure may be considered new risk factors of atrial fibrillation in this population.

3.Aortic strain and distensibility in patients with metabolic syndrome
Yeşim Güray, Meltem Refiker, Burcu Demirkan, Ümit Güray, Ayça Boyacı, Şule Korkmaz
PMID: 20215837  Pages 14 - 19
Amaç: Metabolik sendrom (MetS) kardiyovasküler riski artıran bir durumdur. Bu çalışmada, MetS tanısı konan hastalarda ekokardiyografi ile aortik sertlik parametreleri ve bunları etkileyen faktörler araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya ATP-III ölçütlerine göre MetS tanısı konan ardışık 27 hasta (18 erkek, 9 kadın; ort. yaş 56±7.5) ve MetS bulunmayan 33 hasta (20 erkek, 13 kadın; ort. yaş 54.3±5.5) alındı. Hastaların kan basınçları, nabız basıncı, bel çevresi ve kan örneklerinde total kolesterol, HDL-kolesterol, LDL-kolesterol, trigliserit, glukoz ve yüksek duyarlıklı C-reaktif protein (hs-CRP) düzeyleri ölçüldü. M-mod ekokardiyografi ile parasternal uzun eksen görüntülerde çıkan aort sistolik ve diyastolik çapları ölçüldü ve aort sertliğinin göstergeleri olan aort gerilimi ve esneyebilirliği hesaplandı.
Bulgular: Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, MetS grubunda kan basıncı, nabız basıncı bel çevresi, trigliserit, glukoz ve hs-CRP değerleri daha yüksek, HDL-kolesterol düzeyleri düşük bulundu (p<0.05). Aort gerilimi MetS grubunda (%9.0±3.5 ve %6.3±3.8; p=0.007) daha yüksek, esneyebilirlik (2.7±1.9 cm2/dyn/103 ve 4.8±1.9 cm2/dyn/103; p=0.001) ise daha düşük idi. Aort esneyebilirliğinin yaş (r=-0.269, p=0.03), hs-CRP (r=-0.287, p=0.002), sistolik kan basıncı (r=-0.533, p<0.001), diyastolik kan basıncı (r=-0.275, p=0.03) ile ilişkili olduğu görüldü. Yaşa göre düzeltilmiş regresyon analizinde, sistolik kan basıncı (β=0.8, p<0.001), bel çevresi (β=0.5, p=0.02) ve hs-CRP’nin (β=0.6, p=0.002) aortun esneyebilirliği için bağımsız öngördürücüler olduğu saptandı.
Sonuç: Metabolik sendromlu hastalarda aort sertliği artmaktadır. İnvaziv olmayan ve kolayca ulaşılabilen bir yöntem olan transtorasik ekokardiyografi ile MetS’li hastalarda arteryel sertlik kolayca değerlendirilebilir ve risk faktörlerine yönelik tedavi ile kardiyovasküler hastalıklar ve mortalitede azalma sağlanabilir.
Objectives: Metabolic syndrome (MetS) is associated with increased risk for cardiovascular disease. We evaluated aortic stiffness and factors affecting aortic stiffness by echocardiography in patients with MetS.
Study design: The study included 27 patients (18 men, 9 women; mean age 56±7.5 years) and 33 patients (20 men, 13 women; mean age 54.3±5.5 years) with and without MetS, respectively, according to the ATP-III criteria. Blood pressure, pulse pressure, waist circumference, and levels of total cholesterol, HDL and LDL cholesterol, triglyceride, and high-sensitivity C-reactive protein (hs-CRP) were measured. Systolic and diastolic diameters of the ascending aorta were measured by M-mode echocardiography from the parasternal long-axis views, and parameters of aortic stiffness (aortic strain and distensibility) were calculated.
Results: Compared to the control group, patients with MetS had significantly higher values of blood pressure, pulse pressure, waist circumference, and higher triglyceride, glucose, and hs-CRP levels and lower HDL cholesterol level (p<0.05). In the MetS group, aortic strain (9.0±3.5% vs. 6.3±3.8%; p=0.007) was significantly increased and aortic distensibility (2.7±1.9 cm2/dyn/103 vs. 4.8±1.9 cm2/dyn/103; p=0.001) was significantly decreased. Aortic distensibility was negatively correlated with age (r=-0.269, p=0.03), hs-CRP (r=-0.287, p=0.002), systolic blood pressure (r=-0.533, p<0.001), and diastolic blood pressure (r=-0.275, p=0.03). In age-adjusted multiple regression analysis, systolic blood pressure (β=0.8, p<0.001), waist circumference (β=0.5, p=0.02), and hs-CRP (β=0.6, p=0.002) were independent predictors of aortic distensibility.
Conclusion: Aortic stiffness is increased in patients with MetS. Using a noninvasive and readily available tool, transthoracic echocardiography, arterial stiffness can easily be assessed, so that the incidence of cardiovascular diseases and associated mortality can be decreased through appropriate treatment for risk factors.

4.Evaluation of unresponsiveness to standard high-dose gamma globulin therapy in Kawasaki disease
Vedide Tavli, Murat Muhtar Yılmazer, Barış Güven, Timur Meşe, Taliha Öner, Savaş Demirpençe
PMID: 20215838  Pages 20 - 24
Amaç: Bu çalışmada, Kawasaki hastalığı (KH) tanısı konan olgularda uygulanan standart intravenöz gama globulin (İVİG) tedavisine yanıtsızlık oranı araştırıldı ve bunun koroner arter tutulumu ile ilişkisi değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya, KH tanısıyla tedavi edilen 20 hasta (13 erkek, 7 kız; ort. yaş 4.2±3.4; dağılım 9 ay-12 yıl) alındı. Başvuru anındaki hastalık süresi ortalama 7.3±2.4 gün (dağılım 5-14 gün) idi. Hastalar başvuru anında tek doz İVİG ve yüksek doz aspirin ile tedavi edildi. Bu tedavi ile 48 saat içinde ateşin veya diğer semptomların gerilememesi tedaviye yanıtsızlık olarak değerlendirildi. Tüm olgular tedavi öncesi ve sonrasında ikiboyutlu ekokardiyografi ile değerlendirildi. Ortalama takip süresi 16.5±2.8 ay (dağılım 9-24 ay) idi.
Bulgular: Tedaviye yanıtsızlık beş hastada (%25) görüldü. Bu hastalara ikinci doz İVİG uygulandı. Bu tedaviyle ateş iki hastada gerileme gösterdi; üç hastaya ise yüksek doz metilprednizolon verildi. Hem iki doz İVİG tedavisine hem de metilprednizolona yanıt alınamayan bir hastaya düşük doz oral metotreksat verildi. Beş hastada başvuru anındaki ekokardiyografide, bir hastada tedavinin yedinci gününde olmak üzere toplam altı hastada (%30) koroner arter tutulumu (4 genişleme, 2 anevrizma) saptandı. Tedaviye yanıt alınamayan beş hastanın dördünde (%80) başvuru sırasında koroner arter tutulumu vardı. Koroner arter tutulumu saptanan hastalara ortalama bir yıl sonra koroner anjiyografi yapıldı; beş hastada koroner arterler normal bulunurken, başvuru anında sol ana koroner arterde dev anevrizma saptanan ve oral metotreksat uygulanan hastada anevrizmanın devam ettiği görüldü.
Sonuç: Çalışmamızda başvuru anında koroner arter tutulumu olan KH’li olgularda tedaviye yanıtsızlık oranı belirgin olarak daha yüksek bulundu.
Objectives: We investigated the incidence of unresponsiveness to intravenous gamma globulin (IVIG) treatment in Kawasaki disease (KD) and evaluated its relation with coronary artery involvement.
Study design: The study included 20 children (13 boys, 7 girls; mean age 4.2±3.4 years; range 9 months to 12 years) with KD. The mean disease duration on admission was 7.3±2.4 days (range 5 to 14 days). Initial treatment consisted of a single dose of IVIG and high-dose of aspirin. Unresponsiveness was defined as the persistence of fever and other symptoms within the first 48 hours of treatment. All the patients were evaluated by two-dimensional echocardiography before and after treatment. The mean follow-up period was 16.5±2.8 months (range 9 to 24 months).
Results: Unresponsiveness was seen in five patients (25%), who received a subsequent dose of IVIG, which improved fever in two patients. The remaining three patients received high-dose methylprednisolone. One patient who showed no response to either IVIG or methylprednisolone was treated with low-dose oral methotrexate. Six patients (30%) had coronary artery involvement (4 dilatations, 2 aneurysms), five patients on admission echocardiography, and one patient on control echocardiography seven days after treatment. Of five unresponsive patients, four (80%) had coronary artery involvement on admission. Patients with coronary involvement underwent coronary angiography after a mean of one year. Five patients had normal coronary arteries, whereas no angiographic regression was observed in one patient who had a giant coronary artery aneurysm on admission and was treated with oral methotrexate.
Conclusion: The incidence of unresponsiveness to treatment was markedly high in KD patients who had coronary artery involvement on admission.

5.Evaluation of adult congenital heart diseases
İdris Ardıç, Mehmet Güngör Kaya, Ahmet Kasapkara, Bahadır Şarlı, Orhan Doğdu, Ali Doğan, Tuğrul İnanç, Nihat Kalay, Abdurrahman Oğuzhan
PMID: 20215839  Pages 25 - 31
Amaç: Ülkemizde erişkinlerdeki doğuştan kalp hastalıkları (DKH) üzerine yeterli çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada, kliniğimizde izlenen erişkin hastalarda DKH’lerin dağılımı ve klinik özellikleri değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya, Nisan 2006 ile Ocak 2009 tarihleri arasında kliniğimizde DKH tanısıyla izlenen ve 16 yaşından büyük 200 hasta alındı. Olgular son ACC/AHA kılavuzuna göre, basit, orta düzeyde ve ağır-karmaşık özellik taşıyan DKH olmak üzere üç grupta incelendi.
Bulgular: Hastaların 121’i kadın (%60.5), 79’u erkek (%39.5) idi. Yaş ortalaması 34.7±13.4 (dağılım 16-75), kadın/erkek oranı 1.53 bulundu. Erkeklerin yaş ortalaması 32.8±14.0 iken, kadınların yaş ortalaması 36.0±12.9 idi. Yaş grupları açısından, hastalar daha çok 20-29 (n=46, %23) ve 30-39 (n=49, %24.5) yaş gruplarında yoğunlaşmakta idi. ACC/AHA ölçütlerine göre, 145 hastada (%72.5) basit, 34 hastada (%17) orta, 21 hastada (%10.5) ağır-karmaşık DKH vardı. Yaş ortalaması hastalık ciddiyeti ilerledikçe azalma eğilimi gösterdi (sırasıyla 35.7±13.7, 33.2±12.4 ve 30.5±12.2). Erişkin hastalar içinde en sık rastlanan DKH atriyal septal defekt (n=105, %52.5) idi, bunu sırasıyla ventriküler septal defekt (n=34, %17), Ebstein anomalisi (n=7, %3.5), Eisenmenger sendromu (n=6, %3) ve beşer hastayla (%2.5) aort koarktasyonu, büyük arter transpozisyonu, foramen ovale açıklığı, pulmoner darlık ve aort kapak hastalığı izlemekteydi.
Sonuç: Bu çalışmada, erişkinlerde en sık görülen DKH tipi toplam %69.5 oranıyla atriyal septal defekt ve ventriküler septal defekt idi. Ülkemizdeki erişkin nüfusta DKH’lerin sıklığının belirlenmesi çokmerkezli çalışmalarla mümkün olacaktır.
Objectives: Data on adult congenital heart diseases (CHD) are limited in Turkey. We evaluated the types and clinical features of CHDs in adult patients followed-up in our center.
Study design: This study included 200 adult patients (age >16 years) who were diagnosed as having CHD in our clinic between April 2006 and January 2009. The patients were evaluated in three groups based on the complexity of adult CHD (simple, moderate, or great) according to the most recent ACC/AHA guidelines.
Results: There were 121 females (60.5%) and 79 males (39.5%). The mean age was 34.7±13.4 years (range 16 to 75 years) and female-to-male ratio was 1.53. The mean age was 32.8±14.0 years in males, and 36.0±12.9 in females. Nearly half of the patients were in the age groups of 20-29 years (n=46, 23%) and 30-39 years (n=49, 24.5%). According to the ACC/AHA criteria, 145 patients (72.5%) had simple CHD, 34 patients (17%) had moderate CHD, and 21 patients (10.5%) had severe-complex CHD. The mean age tended to decrease as the severity of CHD increased (35.7±13.7, 33.2±12.4, and 30.5±12.2 years, respectively). The most common adult CHD was atrial septal defect (n=105, 52.5%), followed by ventricular septal defect (n=34, 17%), Ebstein’s anomaly (n=7, 3.5%), and Eisenmenger’s syndrome (n=6, 3%). Aortic coarctation, transposition of the great vessels, patent foramen ovale, pulmonary stenosis, and aortic valve disease showed equal distribution with five patients (2.5%).
Conclusion: In our study, atrial and ventricular septal defects accounted for the majority of CHDs in adult patients (69.5%). Multicenter studies are required to determine the incidence of CHD among adult population in Turkey.

CASE REPORT
6.Successful treatment of massive pulmonary embolism in a pregnant woman, with low-dose, slow infusion of tissue plasminogen activator
Murat Biteker, Nilüfer Ekşi Duran, Mehmet Özkan
PMID: 20215840  Pages 32 - 34
Pulmoner emboli (PE) hamilelik sırasında ciddi morbidite ve mortaliteye yol açan bir durumdur. Yirmi bir yaşında bir kadın, hamileliğinin 35. haftasında göğüs ağrısı ve ilerleyici nefes darlığı yakınmalarıyla başvurdu. Solunumu dakikada 26 olan hastanın elektrokardiyografisinde sinüs taşikardisi ve spesifik olmayan ST-T değişiklikleri izlendi. Plazma D-dimer düzeyi yükselmiş bulundu (1325 ng/ml). Transtorasik ekokardiyografide, sağ ventrikül genişlemesiyle birlikte, sağ atriyumda, diyastol sırasında sağ ventriküle hareket eden, büyük ve hareketli bir trombüs görüldü. Doppler ultrasonografide, her iki alt ekstremitede akut derin femoral ven trombozu izlendi. Hastaya masif PE ve sağ kalp trombozu tanısı kondu ve düşük doz, yavaş infüzyon halinde intravenöz doku plazminojen aktivatörü (3 saatte 25 mgr) uygulandı. Trombolizden altı saat sonra yapılan ekokardiyografide sağ ventrikül boyutunda belirgin düşme ve sağ kalpteki trombüsün eridiği görüldü. Trombozla ilgili risk testlerinde faktör V homozigot mutasyonu saptandı. Hastaya gebeliğin 37. haftasında sezaryenle doğum yaptırıldı ve altı aylık takibi sırasında hiçbir komplikasyonla karşılaşılmadı.
Pulmonary embolism (PE) is an important cause of morbidity and mortality during pregnancy. A 21-year-old pregnant woman presented with chest pain and progressive shortness of breath at 35 weeks of gestation. Her respiratory rate was 26 breaths/min. Electrocardiography showed sinus tachycardia and nonspecific ST-T changes. Her plasma D-dimer level was elevated (1,325 ng/ml). Transthoracic echocardiography revealed enlargement of the right ventricle and a large, highly mobile thrombus in the right atrium moving during diastole into the right ventricle. Doppler ultrasonography of the lower extremities showed bilateral acute deep femoral vein thrombosis. Following the diagnosis of right heart thrombosis with massive PE, low-dose and prolonged infusion of tissue-type plasminogen activator (25 mg in three hours) was administered. Echocardiography performed six hours after thrombolysis showed a significant decrease in the right ventricular size and complete lysis of the thrombus in the right heart. Thrombosis risk panel studies showed factor V Leiden homozygote mutation. A live newborn was delivered by cesarean section at 37 weeks of gestation. No complications were seen during a 6-month follow-up.

7.Fever-induced precordial ST-segment elevation in a young man
Beste Ozben, Oguz Caymaz, Okan Erdogan
PMID: 20215841  Pages 35 - 37
Brugada sendromu sağ prekordiyal derivasyonlarda ST-segment yüksekliği ile kendini gösteren nadir bir durumdur. Ateş elektrokardiyografide (EKG) Brugada benzeri değişiklikler ortaya çıkarabilir. Ateş yakınması ile başvuran 26 yaşındaki erkek hastanın EKG’sinde sağ prekordiyal derivasyonlarda ST yüksekliği izlendi. Hastanın kardiyak enzimleri normal idi; ekokardiyografik incelemede duvar hareketleri normal bulundu, perikart efüzyonu bulgusu yoktu. Ateşin düşmesi üzerine Brugada benzeri EKG değişiklikleri de kayboldu. Daha önce aritmik semptom, senkop öyküsü veya EKG’de spontan tip 1 Brugada özellikleri olmaması nedeniyle hastaya elektrofizyolojik çalışma yapılmadı ve defibrilatör takılmasına gerek duyulmadı. Hasta, Brugada benzeri EKG değişikliklerine yol açabilecek ilaçlardan kaçınması ve ateşi olduğu zaman hızlı tedavi ile ateşin düşürülmesi önerilerek taburcu edildi ve bir yıllık takibinde de semptom görülmedi. Bu olguda nadir ancak önemli bir durum olarak ateşin rolü vurgulandı; çünkü, EKG değişiklikleri kolaylıkla atlanabilir ve ateş bu hastalarda ventriküler fibrilasyona neden olabilir.
Brugada syndrome is a rare condition characterized by ST-segment elevation in the right precordial leads. Fever can induce Brugada-like electrocardiographic (ECG) changes. We reported on a 26-year-old male patient with fever and ST-segment elevation in the right precordial leads. Serial cardiac markers were normal and transthoracic echocardiography showed normal wall motion and no evidence for pericardial effusion. Brugada-like ECG changes disappeared after fever resolved. Since the patient had never experienced any arrhythmic symptom, syncope, or spontaneous type 1 ECG, electrophysiological study was not performed and he was not referred for defibrillator implantation. The patient was discharged with strong recommendations to avoid certain medications responsible for Brugada-like ECG changes and to receive urgent treatment for fever. He was asymptomatic during a year follow-up. Emphasis is placed on this particularly rare, but important condition, as it may easily be misdiagnosed and fever may even precipitate ventricular fibrillation.

8.Split right coronary artery: a report of two cases
Arda Şanlı Ökmen, Ertan Ökmen
PMID: 20215842  Pages 38 - 40
Ayrık sağ koroner arter (SKA), doğuştan koroner arter anomalisi olarak SKA’nın aort kökünden iki ayrı damar halinde çıkması ya da sinüs Valsalva’dan çıktıktan hemen sonra iki ana dala ayrılması durumudur. Bu yazıda, egzersiz ile ortaya çıkan göğüs ağrısı yakınmasıyla başvuran iki olgu (59 yaşında erkek, 50 yaşında kadın) sunuldu. Her iki olgunun koroner anjiyografi ile değerlendirilmesinde ayrık SKA saptandı. İlk olguda SKA, sinüs Valsalva’dan hemen sonra iyi gelişmiş iki ana dala ayrılmaktaydı; ikinci olguda ise, birbirine komşu ostiumlardan, büyüklük bakımınden hemen hemen aynı iki ana dal çıkmaktaydı. Her iki olguda da ayrık SKA’nın dalları paralel seyretmekteydi. İki hasta, medikal tedavi programına alınarak 15 ve 11 ay süreyle sorunsuz takip edildi.
Split right coronary artery (RCA) is a congenital anomaly of the coronary arteries where either two separate arteries arise from the aortic trunk or RCA bifurcates into two major arteries immediately after its origin from the right sinus of Valsalva. We present two cases (59-year-old male, 50-year-old female) who sought treatment for exercise-induced angina pectoris. Coronary angiography revealed a split RCA in both cases. In the first case, the RCA consisted of two well-developed arteries bifurcating immediately after its origin from the sinus of Valsalva. In the second case, the RCA split from adjacent ostia into two major arteries almost identical in size. In both cases, the split RCAs had a parallel course. Both patients were scheduled to receive medical treatment and had an uneventful follow-up of 15 and 11 months, respectively.

9.Percutaneous closure of two atrial septal defects with individual septal occluder devices
Erdoğan İlkay, Sakine Fırat, Necati Dağlı, Özcan Özeke
PMID: 20215843  Pages 41 - 43
Yirmi yaşında erkek hasta çarpıntı ve nefes darlığı yakınmalarıyla başvurdu. Transtorasik ekokardiyografide atriyal şant görülmesi üzerine hasta transözofageal ekokardiyografi (TÖE) ile değerlendirildi ve 13 mm ve 15 mm boyutlarında iki adet sekundum tip atriyal septal defekt (ASD) saptandı. Hastada başka doğuştan kalp hastalığı yoktu. Sağ kalp kateterizasyonunda pulmoner arter basıncı 40 mmHg ölçüldü, Qp/Qs oranı 1.9 bulundu. Koroner anjiyografide koroner arterler normal bulundu. Hastaya genel anestezi altında ve devamlı TÖE eşliğinde elektif perkütan ASD kapama uygulandı. İki defekt arası mesafe 16 mm ölçüldü. İki adet 25 mm PTS ölçüm balon kateteri aynı anda şişirilerek en yüksek ağız boyutu 13 mm ve 15 mm olarak ölçüldü. Önce küçük defekte 15 mm’lik, sonra büyük defekte 18 mm’lik Occlutech Figulla cihaz yerleştirildi. Toplam floroskopi zamanı 25 dk, toplam işlem süresi 95 dk idi. İşlem sonrasında kaçak gözlenmedi. Hasta ertesi gün komplikasyonsuz olarak taburcu edildi.
A 20-year-old male patient presented with dyspnea and palpitation. An atrial shunt was detected on transthoracic echocardiography. Transesophageal echocardiography (TEE) showed two secundum atrial septal defects (ASD), 13 mm and 15 mm in size, respectively. There was no other congenital heart disease. During right heart catheterization, pulmonary artery pressure was 40 mmHg and the Qp/Qs ratio was 1.9. His coronary arteries were normal. The patient underwent elective percutaneous ASD closure under general anesthesia and continuous TEE monitoring. The distance between the two defects was 16 mm. Two 25-mm PTS sizing balloon catheters were simultaneously inflated, yielding maximum defect diameters of 13 mm and 15 mm. First the smaller defect, then the larger defect were closed with 15 mm and 18 mm Occlutech Figulla ASD occluders, respectively. Total fluoroscopy time was 25 min, and total procedural time was 95 min. No residual shunt was observed. The patient was discharged the next day without any complication.

10.Transient subclavian artery spasm observed during percutaneous coronary intervention for acute myocardial infarction
Özlem Karakurt, Harun Kılıç, Ramazan Akdemir
PMID: 20215844  Pages 44 - 46
Daha önce iki kez koroner baypas ameliyatı geçiren 68 yaşında erkek hasta, akut inferiyor miyokart enfarktüsü ve kardiyojenik şokla yatırıldı. Elektrokardiyografide D2, D3, aVF derivasyonlarında ST segment yükselmesi görüldü. Koroner anjiyografide, sağ koroner arterde %75 trombüslü lezyon, intermediyer arterde %90-99 daralma ve sirkumfleks arterde plak izlendi. Hastanın baypas greftlerinin açıklığını göstermeye çalışırken, distal subklavyen arterde %99 darlık izlendi. Sorumlu arter olarak sağ koroner arter düşünüldü ve sağ koroner artere doğrudan stent yerleştirildikten sonra TIMI III akım sağlandı. On gün sonra ise intermediyer artere stent yerleştirildi. Bu kez subklavyen arterde darlık izlenmedi. Subklavyen arter spazmının akut miyokart enfarktüsü sırasında geliştiği düşünüldü.
A 68-year-old man with a history of two coronary artery bypass operations was admitted with acute inferior myocardial infarction (AMI) and cardiogenic shock. The electrocardiogram showed ST-segment elevation in leads D2, D3, and aVF. Coronary angiography demonstrated a 75% thrombotic stenosis in the right coronary artery (RCA), 90-99% stenosis in the intermediate coronary artery, and plaques in the circumflex artery. While assessing the patency of bypass grafts, a 99% stenosis was noted in the distal subclavian artery. The culprit artery was deemed to be the RCA, and after direct stenting, TIMI III flow was achieved. Ten days later, stent implantation was performed for the intermediate coronary artery, at which time distal subclavian artery stenosis was not observed. Distal subclavian artery spasm was thought to occur during AMI.

11.Percutaneous treatment of Lutembacher syndrome: a case report
Aydan Ongun Özdemir, Deniz Kumbasar, İrem Dinçer, Yusuf Atmaca
PMID: 20215845  Pages 47 - 49
Lutembacher sendromu doğuştan atriyal septal defekt (ASD) ve edinsel mitral darlık (MD) birleşiminden oluşan nadir bir durumdur. Geleneksel olarak cerrahi tedavi uygulansa da, günümüzde bu sendromu oluşturan her iki hastalık da kateter yoluyla tedaviye uygundur. Bu yazıda Lutembacher sendromlu 49 yaşında bir kadın hasta sunuldu. Tedavi öncesindeki transtorasik ekokardiyografide mitral kapak alanı planimetrik olarak 1.5 cm2, en yüksek diyastolik gradiyent 17 mmHg, ortalama diyastolik gradiyent 9 mmHg ölçüldü. Hastaya balon valvotomi yapıldı ve ASD Amplatzer septal tıkayıcı cihaz ile kapatıldı. Sorunsuz taburcu edilen hastada bir hafta sonra yapılan transtorasik ekokardiyografide mitral kapak alanı planimetrik olarak 2.1 cm2, en yüksek diyastolik gradiyent 9 mmHg, ortalama diyastolik gradiyent 4 mmHg ölçüldü. Tıkayıcı cihaz ile ASD’nin tamamen kapandığı görüldü. Lutembacher sendromlu seçilmiş olgularda kateter yoluyla yapılan tedavi cerrahiye etkin bir seçenek olabilir.
Lutembacher syndrome is a rare combination of congenital atrial septal defect (ASD) and acquired mitral stenosis (MS). Although it is traditionally corrected by surgical treatment, both conditions are amenable to transcatheter treatment without the need for surgery. We present a 49-year-old woman with Lutembacher syndrome. On pretreatment transthoracic echocardiography, planimetric mitral valve area was 1.5 cm2, maximum diastolic gradient was 17 mmHg, and mean diastolic gradient was 9 mmHg. Combined percutaneous treatment was performed including balloon valvuloplasty for MS and closure of the ASD with the Amplatzer septal occluder. The patient was discharged uneventfully. Transthoracic echocardiography performed a week later showed planimetric mitral valve area as 2.1 cm2, maximum diastolic gradient as 9 mmHg, and mean diastolic gradient as 4 mmHg. Complete closure of the ASD was achieved. Transcatheter treatment may be an effective alternative to surgery in selected patients with Lutembacher syndrome.

REVIEW
12.Transradial approach in diagnostic and therapeutic interventional coronary artery procedures
Gülten Taçoy, Timur Timurkaynak
PMID: 20215846  Pages 50 - 56
Transradiyal yaklaşım ilk kez 1989 yılında tanısal koroner anjiyografi için uygulanmıştır. Ardından geliştirilerek perkütan translüminal koroner anjiyoplasti ve stentleme gibi perkütan koroner girişim işlemlerinde kullanılmaya başlanmıştır. Girişimsel koroner arter işlemlerinde radiyal arter kullanımı, kanama komplikasyonlarının az görülmesi, hasta konforu, hastanede yatış ve takip süresinin kısa olması ve sağlık personelinin iş yükünde azalma sağlaması nedeniyle tercih edilir hale gelmiştir.
Transradial access was first used in 1989 for diagnostic coronary angiography. With further improvements in the technique, it has gained wide popularity in percutaneous transluminal coronary angioplasty and percutaneous coronary interventions including stenting. When performed with appropriate indications, transradial approach is a preferable technique for coronary interventions due to lower rate of bleeding complications, increased patient comfort, shorter hospital stay and follow-up period, and decreased workload.

13.Turkey’s 2009 output of cardiovascular publications shows a four-year regression
Altan Onat
PMID: 20215847  Pages 57 - 68
Kardiyovasküler tıp alanında 2009 yılında Türkiye kaynaklı uluslararası yayınlar, Web of Knowledge’den Science Citation Index’in CD edisyonuna kaynak dergiler ve yalnızca tam metinli makale ve derlemeler dikkate alınarak değerlendirildi. Birden fazla kurumdan ya da bilim dalından çıkan ortak yayınlar için bir kesirsel kredi sistemi uygulandı. Geçen yıl CD edisyonunda taranan dergilerde kardiyovasküler tıp alanında, Türkiye’den köken alan tam metinli makale ve derleme sayısı 167 ile yaklaşık dörtte bir oranında gerilerken, dünyadaki payımız da binde 10.8’den 8.2’ye indi. Yayın üretiminin 6/7’si yine erişkin kardiyolojisinden kaynaklandı. Makalelerin yayımlandığı dergilerin ortanca etki değeri (impakt faktör) 2.18 bulundu (yarısı 1.27-3.12 etki değerli dergilerde) ve geçen yıldakine göre kabaca %17 oranında yükseldi. Üniversite tıp fakültelerimizin ilgili bölümleri üretkenlikte geri kalmaya devam etti. Yayın üretkenliğinde GATA önde farkla giden kurumumuz oldu; onu Türk Kardiyoloji Derneği, Kartal Koşuyolu Araştırma Hastanesi ile Başkent Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi tıp fakülteleri izledi.
The output of publications in cardiovascular medicine during 2009 originating from Turkey’s institutions were evaluated based on data of the Web of Knowledge. Only original articles and reviews appearing full-text in source publications of Science Citation Index CD Edition were included. A weighted credit system was used for items published jointly by multiple departments or with a noncardiological Turkish institution. Turkey’s publications declined substantially to 167 articles and reviews, with a parallel decrease in her share of world publication from 10.8 to 8.2 per mille. Six-sevenths of the output originated from adult cardiology. The median impact factor of 2.18 was higher roughly by 17% than in the previous year; half of the publications appeared in periodicals with an impact factor of 1.27 to 3.12, reflecting a consistent qualitative improvement. University medical faculties persisted to lag behind in productivity, while the Gülhane Military Medical Academy led by far, runners-up being the Turkish Society of Cardiology, Kartal Koşuyolu Research Hospital, and medical faculties of Başkent University and İstanbul University.

CASE IMAGE
14.Large left atrial myxoma causing severe pulmonary hypertension
Erkan İlhan, Erdinç Hatipsoylu, Yiğit Çanga, Numan Ali Aydemir
PMID: 20215848  Page 69
Abstract |Full Text PDF

15.Traumatic pseudoaneurysm of the right common carotid artery due to injury below the left clavicle
Bilgehan Erkut, Azman Ateş, Fatih Alper
PMID: 20215849  Page 70
Abstract |Full Text PDF

16.Two giant thrombi in the left atrium
Koksal Ceyhan, Metin Karayakalı, Fatih Koc
PMID: 20215850  Page 71
Abstract |Full Text PDF

17.Asymptomatic patent ductus arteriosus detected by multislice computed tomography
Özlem Özcan Celebi, Murat Vural, Deniz Şahin, Sinan Aydoğdu
PMID: 20215851  Page 71
Abstract |Full Text PDF

18.Giant pulmonary artery aneurysm in a patient with mixed connective tissue disease
Mahmut Akpek, İdris Ardıç, Mikail Yarlıoğlueş, Mehmet Güngör Kaya
PMID: 20215852  Page 72

LETTER TO EDITOR
19.Late detection of noncompaction of the myocardium in an adult with complete interventricular septal defect
Yusuf Sezen, Ali Yıldız
PMID: 20215853  Pages 73 - 74
Abstract |Full Text PDF

20.Myocardial noncompaction recognized following a transient ischemic attack
Sulafa Km Ali
PMID: 20215854  Pages 74 - 75
Abstract |Full Text PDF

21.Tissue Doppler evaluation of the effects of major lung resection on cardiac functions
Ziya Şimşek, Ersin Günay
PMID: 20215855  Pages 75 - 76
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
22.Answers of specialist
İzzet Erdinler, Ahmet Vural
Pages 77 - 79
Abstract |Full Text PDF

23.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 80
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.