ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 30 (9)
Volume: 30  Issue: 9 - September 2002
1.Summaries of Articles

Pages 526 - 529
Abstract |Full Text PDF

2.Comparative Study of Diltiazem, Nitroglycerin, and Sodium Nitroprusside for Controlling Hypertension Following Coronary Artery Bypass Surgery
Fevzi TORAMAN, Haluk ÖZTİRYAKİ, Hasan KARABULUT, Nazan AKSOY, Ümit ÇALIŞIRİŞÇİ, Nurgül YURTSEVEN, Ali ÖZYURT, Onur GÖKSEL, Serdar EVRENKAYA, Sevim CANİK, Sinan DAĞDELEN, Cem ALHAN
Pages 530 - 533
Hipertansiyon aorto-koroner baypas greftleme operasyonu sonrası yoğun bakımda sıkça karşılaşılan bir sorundur. Postoperatif miyokard infarktüsü ve kanama açısından son derece tehlikeli olan bu dönemin sorunsuz geçilebilmesi için günümüzde değişik farmakolojik ajanlar kullanılmaktadır. Biz bu çalışmamızda diltiazem, nitrogliserin ve sodyum nitroprussid gibi üç farklı antihipertansif ajan kullanımının hemodinami üzerine olan etkisini araştırmayı amaçladık. Bu amaçla 45 hasta randomize olarak 3 eşit gruba ayrıldı. Grup 1: 0.3mg/kg diltiazemin 5 dakikada bolus verilmesini takiben, 0.1-0.8mg/kg/saat doz aralığında infüzyon yapılan hastalardan, grup 2: 1-3µg/kg/dakika hızında nitrogliserin infüzyonu, grup 3: 1-3µg/kg/dakika hızında sodyum nitroprussid infüzyonu alan hastalardan oluşmakta idi. Tüm olguların postoperatif yoğun bakımda, antihipertansif ajan başlamadan önce bazal (T1), başladıktan 30 dakika (T2), 120 dakika (T3) ve 12 saat (T4) sonra hemodinamik ölçümleri yapıldı. Grupların kendi içlerinde ortalama arter basıncı (OAB) değişimi incelendiğinde, tüm gruplarda bazal değerlerle diğer tüm zaman dilimlerindeki giderek azalan OAB değerleri arasındaki farkın anlamlı olduğu görüldü (p<0.001). T3 döneminde kalp hızı grup 1'de 84±14 vuru/dakika, grup 2'de 98±13 vuru/dakika, grup 3'de ise 94±15 vuru/dakika bulunmuş, grup 1 ile 2 arasındaki farklılık anlamlı çıkmış (p<0.05), ayni dönemde ikili çarpan (RPP) ise grup 1'de 10975±1476, grup 2'de 13071±2476, grup 3'de 13788±2965 bulunmuş, grup 1 ile 3 arasındaki farklılık anlamlı çıkmıştır (p<0.001). T4 döneminde RPP grup 1'de 10079±1567, grup 2'de 12099±2674, grup 3'de 14416±4240 bulunmuş sadece grup 1 ile 3 arasındaki değişim anlamlı bulunmuştur (p<0.001). Çalışmamızdaki sonuçlar, her üç ajanın ilk 30 dakika içindeki hemodinamik etkinliğinin benzer olduğunu, daha sonraki dönemde ise diltiazemin nitrogliserin ve sodyum nitroprussid ile kıyaslandığında hem daha iyi bir miyokardiyal performans hem de daha etkin bir kan basıncı kontrolü sağladığı şeklindedir.
Hypertension following coronary artery bypass grafting is a common problem. Various drugs are used for the control of hypertension during this period which is known to be vulnerable for postoperative myocardial infarction and bleeding. The aim of this study was to compare the hemodynamic effects of diltiazem, nitroglycerin, and sodium nitroprusside. For this reason 45 patients were equally allocated into 3 groups. In group 1, diltiazem was administered as a 0.3mg/kg IV-bolus within 5 minutes followed by an infusion of 0.1-0.8mg/kg/hr; in group 2, nitroglycerin as a 1-3µg/kg/min infusion, and in group 3 sodium nitroprusside as a 1-3µg/kg/min infusion. Hemodynamic measurements were done before treatment (T1), and 30 min (T2), 2 hours (T3) and 12 hours (T4) thereafter. Mean arterial pressure decreased significantly within all groups (p<0.001). There were no differences between groups at T1 and T2 time points. At T3 time point heart rate was found to be 84±14, 98±13, and 94±15 beats/min in the 3 groups, respectively (group 1 vs 2; p<0.05). Rate-pressure product was 10975±1476 in group 1, 13071±2476 in group 2, 13788±2965 in group 3 (group 1 vs 3; p<0.001). At T4 time point rate pressure product was 10079±1567 in group 1, 12099±2674 in group 2 and 14416±4240 in group 3 (group 1 vs 3; p<0.001). The results of this study suggest that the hemodynamic effects of the three drugs are similar within the first 30 minutes. However, after 30 minutes, diltiazem offers a better myocardial performance and more effective control of hypertension compared to nitroglycerin and nitroprusside.

ORIJINAL ARAŞTIRMA
3.Primary Coronary Stent Implantation for Acute Myocardial Infarction in Diabetic versus Nondiabetic Patients: In-hospital and Clinical Follow-up Results
İbrahim DEMİR, Hüseyin YILMAZ, İbrahim BAŞARICI, Oktay SANCAKTAR, Necmi DEĞER
Pages 534 - 543
Amaç: Trombolitik tedavi öncesi ve trombolitik tedavi döneminde de akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren diyabetik olgularda klinik seyirin diyabetik olmayanlara göre daha kötü olduğu bilinmektedir. Primer koroner stent implante edilen AMİ olgularında diyabetin akut ve orta dönem klinik sonuçlara etkisini ve, diyabetik ve diyabetik olmayan AMİ olgularında hastane içi ve klinik takip sonuçlarını karşılaştırmak istedik. Materyel ve Metod: Kliniğimizde 1997-2001 yılları arasında primer koroner stent implante edilen 774 olgu çalışmaya alındı. Akut Mİ nedeniyle primer stent implante edilen diyabetik ( yaş 56.8 ± 11.7 yıl, %63.1'i erkek) ve diyabetik olmayan (yaş 55.9 ± 10.6 yıl, %82.6'sı erkek) hastaların anjiyografik ve klinik sonuçları karşılaştırıldı. Tüm olguların hastane içi ve klinik takip sonuçları retrospektif olarak analiz edildi. Bulgular: Diyabetik olmayan hasta (DOH) grubunda 633 (%81.8), diyabetik hasta (DH) grubunda 141 (%18.2) hasta vardı. Diyabetik hasta grubunda hipertansiyon, hiperlipidemi ve hemodinamik kararsızlık daha fazla iken DOH'da erkek cinsiyet ve sigara içiciliği daha fazla saptandı (sırasıyla p=0.001, 0.003, 0.001, 0.001, 0.001). Anjiyografik ve klinik başarı DH'de %96.4 ve %90.7 iken DOH'de %96.7 ve %95.1 bulundu (sırasıyla p=0.006, 0.04). İstenmeyen olay ve hastane içi ölüm DH'de daha yüksek bulundu (p=0.028). Bir aylık izlemde sorumlu lezyon revaskülarizasyonu DH'de %5.6 DOH'de %1.6 saptanırken major kardiyak olay sıklığı DH'de %20.6 DOH'de %7.4 saptandı (sırasıyla p=0.006, 0.003). Ortalama 7.2 ± 2.7 aylık izlemde DH'lerin %88'i DOH'lerin ise %92.9'unun yaşadığı saptandı (p=0.05). Ortalama 7.2 ± 2.7 aylık izlemde olaysız sağkalım ise DH'lerde %58.1 iken DOH'lerde %75.8 saptandı (p<0.001). Yapılan çok değişkenli regresyon analizinde yaş, diyabet, şok, hemodinamik kararsızlık ve kadın cinsiyeti major kardiyak olaylar için önemli belirleyiciler olarak saptandı. Sonuç: Primer stent implantasyonunun diyabetik ve diyabetik olmayan AMİ olgularında erken TİMİ 3 akım sağlanmasında etkili olduğu bulunmuştur. Akut Mİ'de primer stent implantasyonunun her iki grupta da mortalite üzerine olumlu etkileri vardır. Trombolitik tedavi çalışmalarının sonuçlarına bakıldığında özellikle DH'lerde primer stent implantasyonunun olumlu etkisi daha belirgindir. Bununla birlikte 1 aylık ve orta dönem takipte major kardiyak olay sıklığı diyabetik hasta grubunda daha fazladır.
Diabetic patients had poorer clinical outcomes during acute myocardial infarction (AMI) compared to nondiabetic patients in the prethrombolysis era. Less is known about the impact of diabetes on early and late clinical outcomes in patients undergoing coronary stent implantation during AMI. This study compares the in-hospital and long term clinical outcomes of AMI patients with and without diabetes. Seven-hundred seventy-four patients who underwent primary coronary stent implantation for AMI in our clinic between 1997 and 2001 were included in the study. We compared the angiographic and clinical outcomes of nondiabetic (aged 55.9 ± 10.6 years; 82.6% male) and diabetic (aged 56.8 ± 11.7 years; 63.1% male) patients treated by primary stenting for acute MI. The in-hospital results and follow-up clinical outcomes of each group were retrospectively analyzed. Results: The nondiabetic group consisted of 633 (81.8%) patients and the diabetic group of 141 patients. Diabetic patients had a higher incidence of hypertension, hyperlipidemia, and unstable hemodynamic status compared to nondiabetic patients (p=0.001, 0.003, 0.001 respectively). Smoking and male gender rates were significantly higher in nondiabetic patients (p= 0.001, and 0.001, respectively). Angiographic success rates and prominent clinical improvement rates were 96.4% and 90.7% vs 96.7% and 95.1% in diabetic and nondiabetic patients, respectively (p=NS, 0.04, respectively). Diabetic patients had a higher incidence of in-hospital deaths and overall events (p=0.028). At 1-month follow-up, diabetic patients had required more target vessel revascularization (5.6% vs. 1.6%; P = 0.006), which accounted for the majority of the major cardiac events at 1 month (20.6% vs. 7.4%; P = 0.003). At a mean follow-up of 7.2 ± 2.7 months, 92.9% of nondiabetic and 88% of diabetic patients were alive (p = 0.05). Overall survival from a major cardiac event (death, MI, target vessel revascularization) at 7.2 ± 2.7 month follow-up was 75.8% for nondiabetics and 58.1% for diabetic patients (P <001). By multivariate analysis, age, diabetes, shock, hemodynamic instability and female gender were the most important predictors for development of 1-month and late major cardiovascular events. Conclusion: Primary stenting in the setting of acute MI is effective in restoring immediate TIMI 3 coronary flow both in diabetic and nondiabetic patients. This procedure may prove tobe of benefit in reducing mortality in both groups, particularly in diabetic patients, where this benefit is more prominent compared to thrombolytic therapy. Nevertheless, major cardiovascular events at 1 month and intermediate term follow-up are more frequent in diabetic patients.

DERLEME
4.Reoperations After Arterial Switch for Transposition of the Great Arteries
Ersin EREK, Yusuf Kenan YALÇINBAŞ, Ece SALİHOĞLU, Nilüfer ÖZTÜRK, Nerime SOYBİR, Ayşe SARIOĞLU, Tayyar SARIOĞLU
Pages 544 - 548
Büyük damarların transpozisyonu (TGA) anomalisine anatomik düzeltme sağlayan arteryel switch operasyonundan (ASO) sonra hastaların çoğunda normal kardiyak fonksiyon ve normal gelişim görülür. Hastaların bir kısmı reoperasyona ihtiyaç gösterebilirler. Bu makalede, Ekim 1990 - Mart 2002 tarihleri arasında yapılmış toplam 153 ASO içerisinde, reoperasyon uygulanmış 6 hastayı inceledik. Reoperasyon nedeni 3 hastada pulmoner stenoz (PS), 3 hastada ise aort yetersizliği (AY) idi. AY nedeniyle reoperasyona alınan iki hastaya erken dönemde (1-23 gün), diğer hastalara geç dönemde (3-6 yıl) müdahale edildi. PS, koroner anomalisi olan 2 hastada ekstrakardiyak kondüit kullanılarak, bir hastada ise supraanuler perikard yama ile giderildi. AY olan hastalara mekanik protez kullanılarak aort kapak replasmanı (AVR) yapıldı. Erken dönemde reoperasyona alınan 2 hastada, neoaortik anulus yeterli genişlikte olmadığı için, Manouguian aortoplasti uygulandı. Mortalite olmadı. Acil olarak AY nedeniyle ameliyata alınan hastalardan birine 48 saat boyunca sol ventrikül asist cihazı desteği gerekti. İki hasta uzun süre solunum desteğine ihtiyaç gösterdi. Sonuç olarak, ASO sonrası PS gelişimi için, pulmoner sinüs rekonstrüksiyonun gluteraldehidle hazırlanmış perikard kullanılarak yapılması ve koroner anomali bulunması, AY gelişimi için, preoperatif pulmoner arter dilatasyonu bulunması ve iki aşamalı ASO uygulanmış olmasının birer faktör olabileceği kanısındayız. AVR gerektiren hastalarda, Manouguian aortoplastisi yardımı ile bunun başarı ile gerçekleştirilebileceğini söyleyebiliriz. Ayrıca, ASO sonrası geç dönemde gelişen PS'ların düşük bir morbidite ve mortalite ile giderilebileceği düşüncesindeyiz.
Arterial switch operation (ASO) provides anatomic correction for transposition of the great arteries (TGA). Although most patients after an ASO have normal development and cardiac function, a few require reoperation. In this study, among 153 patients who underwent ASO between October 1990 and March 2002, we analyzed 6 patients who needed reoperation after ASO operation, Reoperation was necessary due to pulmonary stenosis (PS) and aortic insufficiency (AI) in 3 patients each. Two patients with AI underwent reoperation in the early postoperative period (1-23 day), while others needed reoperation in the late follow-up period (3-6 years). PS was relieved by using extracardiac conduit in 2 patients with coronary artery anomaly and supraannular pericardial patch for the other. Neoaortic valve replacement using mechanical prosthesis was performed in patients with AI. To implant available size mechanical valve, Manouguian aortoplasty was employed in two patients who needed AVR in the early postoperative period. There was no fatality. Left-ventricular assist device was necessary for 48 hours in one of the two patients who underwent AVR in early postoperative period. Long duration of intubation was needed in two patients. Hence, we think that pulmonary sinus reconstruction with gluteraldehyde-treated autologous pericardium and coronary anomaly may be a risk factor for the development of pulmonary stenosis after ASO. Preoperative pulmonary artery dilatation and two-stage ASO may lead to neoaortic incompetence. Available size aortic valve replacement with Manouguian aortoplasty is feasible in these patients. Reoperation can be performed with low mortality and morbidity in patients with pulmonary stenosis after ASO.

5.Transcranial Ultrasonographpic Evoluation Microembolism Risk After Cardioversion for Atrial Fibrillation in Anticoagulated Patients
Ömer GÖKTEKİN, Nevzat UZUNER, Necmi ATA, Gulmira KUDAİBERDİEVA, Demet GÜCÜYENER, Gazi ÖZDEMİR, Bilgin TİMURALP
Pages 549 - 553
Amaç: Atriyal fibrilasyonu (AF) bulunan hastalara uygulanan eksternal kardioversiyon (EKV) öncesi, olası tromboemboliyi önlemek için en az 3 hafta süre oral antikoagülan (OAK) kullanımı önerilmektedir. Son yıllarda transözefajiyal ekokardiyografi (TÖE) incelemesi ile birlikte kısa dönem heparin kullanımının da tromboemboli riskini azalttığı bildirilmektedir. Yakın zamanlarda yapılan birkaç çalışmada transkraniyal Doppler (TKD) incelemesiyle EKV öncesi 3 haftalık OAK kullanan hastalarda EKV işlemine bağlı mikroemboli oluşmadığı ortaya konmuştur. Bununla beraber kısa dönem heparin tedavisi sonrası yapılan EKV'da mikroemboli oluşup oluşmadığı bilinmemektedir. Biz çalışmamızda EKV öncesi uzun süre OAK kullanan hastalarla, kısa süre heparinizasyon yapılan hastaları, TKD yaparak EKV sonrası mikroemboli riski açısından karşılaştırmayı amaçladık. Metod: Çalışmaya kronik AF'si için elektif EKV planlanan, TÖE ile intrakardiyak trombüsü olmadığı gösterilen ve transkraniyal Doppler için yeterli temporal penceresi olan 43 hasta (21 kadın, yaş ort 62±13) alındı. Hastalardan 19 tanesi AF nedeniyle INR 2-3 arası olacak şekilde efektif OAK alırken (Grup 1), 24 hastaya EKV öncesi aPTT zamanı 70-80 ms'ye uzayacak şekilde heparinizasyon yapıldı (Grup 2). Serebral mikroembolileri saptamak için kardiyoversiyonun 30 dakika öncesi ve 30 dakika sonrasına kadar 2 kanallı 2 Mhz'li bir probla temporal kemik üzerinden sağ ve sol orta serebral arterin M1 segmentinden TKD sonografisi alındı. Bulgular: EKV sonrası 33 hastada sinüs ritmi (%76) sağlanabildi. Sinüse dönenlerden 15 hasta grup 1, 18 hasta ise grup 2' ye aitti. Hiç bir hastada tromboembolik olay lehine klinik bulguya rastlanmadı Her iki gruptaki hastaların hiçbirinde EKV öncesi ve sonrası yapılan TKD' de mikroemboli saptanmadı. Sonuç: TEÖ ile trombüs varlığı dışlanan hastalarda, gerek uzun dönem OAK ile gerekse heparinle yapılan antikoagülasyon sonrası EKV, mikroemboliye neden olmamaktadır. Kısa dönem heparin tedavisiyle, EKV işlemi erkenden ve güvenle yapılarak, işlem başarısı artırılıp, sinüs ritminde kalım süresi uzatılabilir.
At least three weeks of oral anticoagulation (OA) is usually recommended for the prevention of thromboembolic events after external cardioversion (EC) in patients with atrial fibrillation (AF). In the past years, along with the use of transesophageal echocardiography (TEE), short-term heparin utilization has been shown to reduce the risk of thromboembolism. Recently, several studies on the use of transcranial Doppler (TCD) have elucidated absence of microemboli formation after EC in patients undergoing 3 weeks of OA before procedure. At the same time it is not yet known whether there is a risk of microemboli after short-term heparin infusion and EC. We aimed to compare the risks of microemboli formation after EC using TCD in patients with AF undergoing long-term oral anticoagulation and short-term heparinization before the procedure. Methods: Forty-three patients scheduled for elective EC due to chronic AF, without signs of intracardiac thrombi on TEE and with sufficient temporal window for transcranial Doppler (among them 21 women, mean age 62±13), were included into the study. While nineteen of the patients received effective OA with INR between 2-3 due to AF (Group 1), 24 patients were heparinized (aPTT=70-80ms) before EC (Group 2). Transcranial Doppler sonography of right and left cerebral arteries, accomplished using two channels 2 MHz probe through temporal bone approach, was performed 30 minutes before and 30 minutes after the EC for the detection of microemboli. Results: Sinus rhythm was attained in 33 (76%) patients after EC (15 patients in group 1, 18 patients in group 2). No clinical signs testified on thromboembolic event were observed in patients usho underwent EC. Microemboli were not recorded by TCD, performed before and after EC, in patients of both groups. Conclusion: EC is not associated with microembolism in patients anticoagulated using either long-term oral anticoagulation or heparin. Because, short-term treatment with heparin seems to be as effective as long-term OA, EC could be performed early and safely.

ORIJINAL ARAŞTIRMA
6.Efficacy and Safety of Single Lead Internal Cardioversion Technique in Patients with Atrial Fibrillation Resistance to External Cardioversion
Ömer GÖKTEKİN, Bülent GÖRENEK, Mehmet MELEK, Alpaslan BİRDANE, Yüksel ÇAVUŞOĞLU, Gumira KUDAİBEDİEVA, Ahmet ÜNALIR, Necmi ATA, Bilgin TİMURALP
Pages 554 - 557
Amaç: İnternal kardiyoversiyonun (İKV), atriyal fibrilasyonlu (AF) hastalarda sinüs ritmi sağlamak için etkili bir yöntem olduğu gösterilmiştir. Yakın zamanlarda balon uçlu kardiyoversiyon kateteri olan ve tek lead'le kardiyoversiyon yapılabilen bir sistem geliştirilmiştir. Bu çalışmanın amacı tek kateterli İKV tekniğinin permanent AF'lu hastalardaki kullanılabilirliğini ve etkinliğini değerlendirmektir. Metod: Onsekiz hasta başarısız eksternal kardiyoversiyon sonrası (11 kadın, yaş ort. 59±14) tek kateterli İKV'a alındı. İKV için ucunda balon olan distal ve proksimal ucunda şok elektrodları bulunan ve maksimum 15 J bifazik şok verebilen bir kateter kullanıldı (ALERT, EP MedSystems, Inc.). Floroskopi kılavuzluğunda distal uç sol pulmoner artere, proksimal ucu ise sağ atriyuma yerleştirildi. Bütün hastalar midazolam ile sedatize edildiler. İnternal şok impedans testi yapıldıktan sonra yeni eksternal defibrillator sistemi kullanılarak ventriküldeki elektrodla R senkronizasyonuyla distal ve proksimal uç arasında verildi. Bulgular: Ortalama 9.3±5.4 J enerji kullanılarak, 4.2±2.3 kez şok verilerek 14 hastada (%77) sinüs ritmi elde edildi. Ortalama floroskopi zamanı 4.6±2.2 dk., şok impedansı ise 61±13 W saptandı. İşlem sırasına herhangi bir komplikasyon olmadı. Sonuç: Tek lead'li balon uçlu kateterle yapılan İKV permanent AF'lu hastalarda uygulanabilir ve efektif bir tekniktir. Bu teknik İKV'nun klinik kullanımını ve yaygınlığını artırabilir.
Internal cardioversion (ICV) has been suggested as an effective method to restore sinus rhythm in patients with atrial fibrillation (AF). Recently, a new single-lead system with a balloon-tipped cardioversion catheter was introduced. The aim of this study was to assess the feasibility and efficacy of the balloon-tipped single-lead ICV technique in patients with permanent AF. Eighteen patients (11 were female, mean age 59±14 years) with permanent AF were submitted to single-lead ICV after an unsuccessful external cardioversion attempt. A new balloon-tipped single-lead catheter (ALERT, EP MedSystems, Inc.) with distal and proximal shock electrodes and biphasic shocks ? 15 J was used for ICV. The distal shock array was placed in the left pulmonary artery and the proximal one placed into the right atrial tissue under fluoroscopy guidance. All patients were mildly sedated using midazolam. Internal shocks were R-wave synchronized to the single right ventricular (RV) electrode and delivered between distal and proximal array using a new external defibrillation system after the defibrillation impedance was tested. Results: In 14 of 18 pts (%77) sinus rhythm was restored with a mean energy of 9.3±5.4 J and mean of 4.2±2.3 shocks delivered. The mean fluoroscopy time was 4.6±2.2 min and mean shock impedance was 61±13 W. No complications occurred during the procedure. Conclusion: Internal cardioversion using single-lead balloon-tipped catheter is a feasible and effective technique for permanent AF. This technique might increase and expand the clinical use of ICV in patients with permanent AF.

DERLEME
7.How to Treat Patients With Low HDL-cholesterol Levels
Neşe ÇAM, Ertan ÖKMEN
Pages 558 - 567
Yüksek düşük densiteli lipoprotein kolesterol (LDL-K) düzeylerinin düşürülmesinin uzun dönemdeki klinik yararı gösterilmiştir. Ancak statin çalışmalarında koroner olay sıklığında %30-35 oranında azalma sağlanmakla beraber tedavi ile LDL-K'si düşürülen hastaların büyük bir çoğunluğu yine de kardiyovasküler olay yaşamıştır. Dolayısı ile LDL-K'yi düşürücü tedavinin etkinliğini artırmak için tedavide farklı veya ilave hedeflerin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Koroner kalp hastalığı (KKH) riskini azaltmak için yüksek LDL-K düzeylerini düşürmenin yanı sıra düşük yüksek densiteli lipoprotein kolesterol (HDL-K) düzeylerinin yükseltilmesi uygun bir yaklaşımdır. HDL-K düşüklüğü ile KKH morbidite ve mortalitesinde artış arasındaki ilişki bir çok epidemiyolojik çalışmada gösterilmiştir. VA-HIT , KKH ve normal LDL-K düzeyi olan hastalarda düşük HDL-K düzeylerinin yükseltilmesinin KKH olay oranında anlamlı azalma sağladığını gösteren ilk büyük çalışmadır. VA-HIT sonuçlarına göre HDL-K'deki her bir mg/dl artış KKH'ye bağlı ölüm ve miyokard infarktüsü oranında %2-3 azalma sağlamıştır. Çalışma kardiyovasküler olayları azaltmada düşük HDL-K düzeylerinin yükseltilmesinin en az LDL-K düzeylerinin düşürülmesi kadar etkili olduğunu göstermiştir. Hedef LDL-K düzeylerine ulaşılan ve HDL-K'si düşük olan veya izole HDL-K düşüklüğü bulunan hastalarda HDL-K'yi yükseltmeye yönelik tedavi yaklaşımı uygulanmalıdır. Fazla kiloların verilmesi, yağdan fakir diyet yerine doymamış yağ ağırlıklı, karbonhidratdan fakir bir diyet, düzenli egzersiz, sigaranın bırakılması HDL-K'yi etkili bir şekilde arttırabilir ve ilaç tedavisine gereksinimi azaltır. Niasin ,fibratlar ve östrojen HDL-K düzeylerini yükselten farmakolojik ajanlardır. Bu derlemede HDL-K'nin önemini gösteren epidemiyolojik ve klinik çalışmalar ve HDL-K'yi yükseltmede yaşam tarzı değişikliği ve mevcut ilaçların etkinliği gözden geçirilmiştir.
The long-term clinical benefits of reducing elevated levels of low-density lipoprotein cholesterol (LDL-C) have been demonstrated. The reduction in coronary event rate in the statin trials was about 30-35%, so the majority of the patients whose LDL-C was lowered by treatment still had a cardiovascular event. To optimize the efficacy of LDL-lowering therapy different or additional therapeutic targets need to be considered. An appropriate approach is to increase high-density lipoprotein cholesterol (HDL-C) level in addition to decreasing high levels of LDL-C to reduce the risk of coronary heart disease (CHD). The association between low HDL-C and increased CHD morbidity and mortality has been demonstrated in many epidemiologic studies. The data of VA-HIT showed for the first time that raising low levels of HDL-C in patients with CHD and normal LDL-C reduces CHD event rate significantly. According to VA-HIT findings for every 1 mg/dl increase in HDL-C there was a 2-3% decrease in CHD death or MI. The data of the study suggest that elevation of low HDL-C may have an equally large impact on cardiovascular events as lowering LDL-C. Further therapy should be considered for patients who have reached target LDL-C levels and having low HDL-C or patients who have isolated low HDL-C. Life-style changes that include weight reduction, a diet low in carbohydrates moderate in unsaturated fat rather than low-fat, regular exercise, smoking cessation can effectively increase low levels of HDL-C and may reduce the need for drug therapy. Niacin, fibrates, and estrogens are pharmacological agents which increase low HDL levels effectively. In this review we focused on epidemiological and clinical studies suggesting the importance of HDL-C and overviewed the efficacy of lifestyle changes and available drugs for raising serum HDL-C levels.

OTHER ARTICLES
8.We have lost a giang organizer Prof. Dr. Cem'i Demiroğlu

Page 595
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.