ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 20 (1)
Volume: 20  Issue: 1 - January 1992
1.Summaries of Articles

Pages 4 - 7
Abstract |Full Text PDF

2.Editorial

Pages 8 - 9
Abstract |Full Text PDF

3.Investigations Prevalance of Rheumatic Heart Disease in Rural Areas of İstanbul, Turkey
Hüsniye YÜKSEL, Turhan AKINCI, Adnan YALDIRAN, Halil ÖZDEMİR, Esin ÖZTÜRK, Muzaffer ÖZTÜRK, Cem DEMİROĞLU
Pages 10 - 13
Romatizmal kalp hastalığı (RKH) prevalansını saptamak amacıyla İstanbul'un Silivri, Çatalca ve Büyükçekmece ilçelerinde kalp taraması yapıldı. Rastlantısal örnekleme metoduna göre seçilen populasyon 7 yaş ve üzerindeki 7265 kişiden oluşuyordu. Bunun 3687'si erkek, 3578'i kadındı. Her kişinin kardiyovasküler sistem muayenesi yapıldı. Ek ses, üfürüm duyulanlar ile aritmi saptananlar Enstitümüze çağrıldı. Kalp radyografisi, EKG ve ekokardiyografi gibi yardımcı laboratuar incelemeleri ile kesin tanı kondu. Taranan 7265 kişinin 15'inde RKH, 10'unda konjenital kalp hastalığı (KKH) saptandı. Buna göre RKH prevalansı 100.000 de 206 (erkek 108, kadın 307), KKH prevalansı ile 100.000 de 138 (erkek 54, kadın 224) bulundu. Ülkemizde RKH prevalansının önceki yıllara oranla belirgin bir şekilde azalmış olduğu tahmin edildi.
In order to. determine the prevalance of rheumatic heart disease (RHD), a survey was conducted in the Silivri, Çatalca, and Küçükçekmece districts of İstanbul. The randomly chosen sample consisted of 7265 people 7 years of age or older (3687 male and 3578 female). All subjects were screened by cardiac auscultation, and those having cardiac murmurs, pathological heart sounds, and arrhythmia were invited to our institute for further evaluation, and their conditions were diagnosed with the help of teleroentgenogram, ECG, and echocardiography. Of the 7265 subjects surveyed. 15 had RDH and 10 had congenital heart disease (CHD). Based on these findings the prevelance of RHD was found to be 206 in 100.000 (108 in males and 307 in females), white the prevalance of CHD was observed as 138 in 100.000 (in males 54, in females 224). These findings suggest that the prevelance of RHD has significantly diminished in the past two decades. presumably due to rises in the standart of living and of qualified medical aid.

4.Hospital Mortality, Postoperative Residual Defects and Complications of Patients with Tetralogy of Fallot After Total Correction
Selmin KARADEMİR, Süheyla ÖZKUTLU, Şencan ÖZME, Muhsin SARAÇLAR, Sema ÖZER, Arma BİLGİÇ
Pages 14 - 19
Tam düzeltme ameliyatı uygulanan Fallot tetralojili hastaların % 12-13'ünde erken ve geç postoperatif dönemlerde bazı rezidüel defekt ve komplikasyonlar görülebilmektedir. Bu nedenle Ocak 1984 - Aralık 1988 tarihleri arasında Hacettepe Üniversitesi Pediatrik Kardiyoloji Ünitesinde tanı konulan ve Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Bölümü'nde tam düzeltme ameliyatı yapılan 359 Fallot tetralojili hasta, hastane mortalitesi, erken ve geç dönemde görülen rezidüel defektler ve komplikasyonlar yönünden değerlendirilmeye alındı. Hastaların yaşları 6 ay ile 21 yıl (ort. 6.5 yıl) arasında değişmekte idi. Ameliyat sonrası erken devrede olguların % 6.9'u öldü. Periferik pulmoner darlığın hastane mortalitesinde etkili olduğu görüldü. Ameliyat sonrası erken dönemde % 25 oranında fatal olmayan komplikasyonlar tespit edildi. Bunların arasında ilk iki sırayı torakotomi gerektiren kanamalar (% 42) ve iletim bozuklukları (% 22) alıyordu. Postoperatif dönemde Pediatrik Kardiyoloji Ünitesi'nde klinik ve laboratuar olarak değerlendirilen 135 olgunun % 0.7'sinde tam atriyoventriküler blok, % 4.4'ünde sağ ventrikül çıkış yolu anevrizması, % 31.8'inde rezidüel pulmoner stenoz tespit edilmiş olup bunların % 12'sinde rezidüel pulmoner stenozun ağır olduğu görüldü. Rezidüel ventriküler septal defekt olguların % 31'inde gözlendi, bunların % 73'ü rezidüel pulmoner stenozla birlikte idi. Pulmoner yetmezlik fizik muayene ile % 59, Doppler ekokardiyografi ile % 70.8 olarak bulundu. Reopere edilen 6 hastanın (% 4.4) biri kaybedildi.
Residual intracardiac defects and complications may be seen at a rate of 12-13 percent in patients with tetralogy of Fallot who are operated for intracardiac repair at the carly and Iate postoperative periods. We studied 359 patients with tetralogy of Fallot, and evaluated for hospital mortality, early and Iate postoperative residual intracardiac defects and complications at Pediatric Cardiology Department of Hacettepe University Hospital between January 1984 - December 1988. The age of the patients ranged from 6 months to 21 years (mean 6.5 years). There were 25 early postoperative deaths (6.9 %). We observed that peripheral pulmonic stenosis affected hospital mortality. Early non-fatal complications occurred in 25 percent Bleeding requiring thoracotomy (42 %) and surgically induced arrhythmia (22 %) were frequent complications. During postoperative period. we examined 135 patients at Pediatric Cardiology Department. Among them one patient (0.7 %) had complete heart block, six patients (4.4 %) had aneurysm of right ventricular outflow tract. forty-three patients (3 1.8 %) had residual pulmonic stenosis with significant stenosis in five (12 %). Residual ventricular septal defect was found in 42 patients (31 %). thirty-one of them (23 %) had also pulmonic stenosis. Pulmonary valvular insufficiency was detected in 59 percent by physical examination and 70.8 percent by Doppler echocardiography. In our series, reoperation was performedvin 6 patients (4.4%), one of whom died.

5.Doppler Echocardiographic Evaluation of Hemodynamic Changes Following Infusion of Nitroglycerin in Cases With Patent Ductus Arteriosus and Pulmonary Hypertension
Funda ÖZTUNÇ, Sema ÖZER, Muhsin SARAÇLAR
Pages 20 - 24
Bu çalışmada sistemik seviyede pulmoner hipertansiyonu olan 6 PDA vakasında infüzyon yolu ile verilen nitrogliserinin akut hemodinamik etkileri devamlı Doppler ekokardiyografi çalışması ile araştırılmıştır. Nitrogliserin infüzyonunu takiben iki vakada Doppler ekokardiyografi ile diyastolde aortadan pulmoner artere doğru akımın belirdiği veya belirginleştiği, 3 vakada Doppler akım spektrumunda belirgin bir değişiklik saptanmadığı, bir diğer vakada ise pulmoner arterden aortaya doğru kan akımında artışın olduğu gösterilmiştir. İlaç verildikten sonra diyastolde pulmoner artere doğru olan akımda belirgin artış saptadığımız ve kateter anjiyo bulguları ile ameliyatına karar verdiğimiz 2 vakanın PDA sı başarı ile kapatılmıştır. Diğerleri ise kateter anjiyografi bulguları ile inoperable kabul edilmiştir. Bu çalışmada pulmoner hipertansiyonlu PDA vakalarında pulmoner yatağın nitrogliserine cevap verip vermeyeceği konusunun devamlı Doppler ekokardiyografi yöntemi ile değerlendirilebileceği, cevap alınan vakalarda PDA nın kapatılma şansının denenebileceği sonucuna varılmıştır.
Acute hemodynamic effects of infused nitroglycerin on six patients with PDA whose pulmonary artery pressure was at systemic level were investigated by continuous Doppler echocardiography. Following infusion of nitroglycerin an increase of the flow from the aorta to the pulmonary artery during diastole was detected in two cases by Doppler echocardiography. In the other three patients there was no significant change in the Doppler flow spectrum after infusion. However in the last patient an increase of blood flow from the pulmonary artery to the aorta was recorded. The former two cases with change of flow were operated on successfully for PDA; the others were accepted as inoperable. This study showed that Doppler technique may be useful in the evaluation of pulmonary vascular reactivity to nitroglycerin. Using this method may help decide closure of PDA.

6.Transseptal Approach For Mitral Valve Surgery
Y.Levent GÖKGÖZ, Y.Halim SONCUL, Kamil AYRANCIOĞLU, Atilla SEZGİN, Volkan SİNCİ, Ali YENER, Ali ERSÖZ
Pages 25 - 27
Mitral kapak cerrahisinde seçilmiş vakalarda kullanılan tekniklerden birisi de sağ atriotomiyle transseptal yaklaşımdır. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı'nda Nisan 1986 ile Kasım 1988 tarihleri arasında izole veya kombine mitral kapak hastalığı olan 15 hastaya transseptal yaklaşım ile müdahale edildi. Bir hasta şiddetli miyokard disfonksiyonu sonucu operasyonda öldü. Bu metodun, iletim sistemi patolojilerine neden olduğu ve yeterli cerrahi görüş alanı sağlamadığı iddia edilmesine rağmen, çalışmamızda mitral + asosiye triküspit lezyonlarında, diğer interatrial defektler varsa veya reopere olacak mitral hastalıklarında tercih edilebileceği kanısına vardık.
One of the uncommon surgical techniques used for mitral valve surgery in selected cases is transseptal exposure through a right atriotomy. In this report surgical results of fifteen patients operated with this technique with isolated or combined mitral valve disease is presented. One patient with multivalvular disease died during surgery due to severe myocardial dysfunction. Though this method has been claimed to cause conduction system disturbances and afford insufficent exposure, our limited experience suggests that this method may be preferable in mitral and associated tricuspid lesions, cases having interatrial defects or reoperated mitral lesions.

7.Percutaneous Transluminal Balloon Valvotomy With "Inoue Balloon Technique"
Tuna TEZEL, Hikmet TEZEL, Tanju ULUFER, Atilla EMRE, Özer ALPASLAN, Mustafa YAYLA
Pages 28 - 32
1990 Eylül - 1991 Mayıs tarihleri arasında merkezimizde yatan mitral darlıklı (MD) hastalardan seçilen 20 kişiye Inoue balon tekniği (IBT) ile perkütan transluminal balon valvotomi (PTBV) uygulandı. mitral kapak alanı BV den önce 0.98±0.38 cm2, sonrasında 2.05±1.25 cm2 bulundu. Kapak üzerindeki en fazla diastolik basınç farkı öncesinde 25.80±1.6 mmHg sonrasında 10.8±1.4 mmHg, ortalama basınç farkı ise öncesinde 12.0±1.4 mmHg iken BV sonrasında 4.28±0.7 mmHg bulundu. Kardiak indeks önce 2.40±0.50 L/dak/m2, sonraki ölçümlere göre de 3.20±0.48 L/dak/m2 olarak hesaplandı. Hastalar BV den 24 veya 48 saat sonra renkli Doppler ekokardiografik kontrolları yapılarak taburcu edildiler. BV öncesi ve sonraki değerler arasındaki fark istatiksel olarak ileri derecede anlamlı görüldü. İşlem sırasında ve sonrasında komplikasyona rastlanmadı.
During the period of September 1990-May 1991 percutaneous transluminal balloon valvotomy (BV) by using Inoue balloon technique (IBT) was applied to 20 subjects selected among patients admitted to our center with mitral stenosis. The mean mitral valve area was found 0.98±0.38 cm2 before BV and 2.05±1.25 cm2 after BV. Maximum pressure difference across the mitral valve averaged 25.8±1.60 and decreased to 10.8±1.40 mmHg after BV. Average pressure difference was 12.0±1.40 mmHg before BV and declined to 4.28± 0.70 mmHg after the procedure. Cardiac index was 2.40±0.50 L/min/m2 and increased to 3.20±0.48 L/ min/m2 after BV. These differences proved to be statistically significant. Echocardiographic control by color Doppler imaging 24 or 48 hours after the procedure failed to show any change in the competence of the mitral valve.

8.Latissimus Dorsi Cardiomyoplasty in Right Ventricular Failure
S.Fehmi KATIRCIOĞLU, D.Süha KÜÇÜKAKSU, Rıfat VURAN, Şükrü KÜPLÜLÜ, Ömer ÇAKIR, Fikri YAPICI, Murat KURTOĞLU, Yük.Müh.Mustafa ÖZCAN, Yaman ZORLUTUNA, Oğuz TAŞDEMİR, Kemal BAYAZIT
Pages 33 - 36
Bu deneysel çalışma, mekanik olarak sağ ventrikül yetersizliği yaratıldığında sağ ventriküle sarılan latissimus dorsi kasının sağ ventrikül fonksiyonlarını artırdığını göstermek için tasarlandı. pulmoner arter basınç ortalaması 20.25 mmHg olan (21, 19, 22, 19 mmHg) 4 köpek üzerinde çalışıldı. Mekanik olarak sağ kalp yetmezliği yaratıldıktan sonra pulmoner arter basınç ortalaması 6 mmHg'ye (7, 5, 6, 6 mmHg) düştü. Önceden çıkarılan Latissimus dorsi kası sağ ventriküle sarıldı ve Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi yapımı kas uyarıcısı ile asenkron olarak uyarıldı. En yüksek pulmoner arter değeri stimülatör 3 V ve 110 milisaniyeye ayarlandığı zaman alındı. Pulmoner arter basınç ortalaması 12 mmHg'ye (13, 11, 14, 10 mmHg) yükseldi (p<0.002).
This experimental study was carried out to see whether latissimus dorsi wrapped over the right ventricle could augment the right ventricular function if ventricular function was detoriated mechanially. Four dogs having an average pulmonary artery pressure (PAP) of 20.25 mmHg (21, 19, 22, 19 mmHg) entered this study. The average PAP fell to 6 mmHg (7, 5, 6, 6 mmHg) after creating right ventricular failure mechanically. Latissimus dorsi which had been harvested previously was wrapped over the right ventricle and was stimulated with the use of hospital-made myostimulator asynchronously. The highest PAP was obtained when the myostimulator was adjusted to 3 V and 110 msec after stimulation of the heart and latissimus dorsi. Mean P.AP rose significantly (p<0.002) to 12 mmHg (13, 11, 14, 10 mmHg).

9.Determination of the Influence of Left Ventricular Enddiastolic Pressure on Left Ventricular Filling Parameters by Pulsed Doppler Echocardiography in Patients with Coronary Artery Disease
Y.Osman YEŞİLDAĞ, Aysel ORAM, Sırrı KES, Erdem ORAM, Aydın KARAMEHMETOĞLU, Şevket UĞURLU
Pages 37 - 39
Bu çalışmada sol ventrikül diyastol sonu basıncının (LVEDP) mitral diyastolik velositeler üzerine etkisi 2 grup koroner arter hastasında incelenmiştir. Birinci grupta LVEDP > 20 mmHg olan 12 erkek hasta, 2. grupta LVEDP < 20 mmHg olan 20 erkek hasta yer almaktaydı. Tüm hastalara kalp kateterizasyonundan sonra 24 saat içinde pulsed Doppler ekokardiyografi yapılarak mitral erken (E), geç (A) diyastolik pik velositeler ve oranları ölçülmüştür. Ayrıca erken ve geç (atrial) mitral diyastolik velosite integralleri de hesaplanarak gruplar bu yönden de incelenmiş ve neticede her 2 grupta diyastolik fonksiyonlarda istatiksel fark bulunamamıştır (1. grupta E/A 0.87±0.1, 2. grupta 0.86±0.08, p>0.05). Ayrıca LVEDP ile pulsed Doppler ekokardiyografi ile hesaplanan diyastolik parametreler arasında korelasyon bulunamamıştır. Sonuç olarak koroner arter hastalarında pulsed Doppler ekokardiyografinin LVEDP'nin yüksek olup olmadığının belirlenmesinde katkısı olmadığı gösterilmiştir.
The influence of left ventricular enddiastolic pressure (L VEDP) on left ventricular filling parameters was studied in two different patient groups with coronary artery disease. The fırst group comprised 12 male patients with LVEDP > 20 mmHg, the second group 20 male patients with LVEDP < 20 mmHg. Pulsed Doppler echocardiography was done to all patients within 24 hours of cardiac catheterisation and peak early filling velocity (E), peak Iate (atrial) filling velocity (A), ratio of E/A were determined. Additionally, the area under the early filling curve (A integral) and their ratios were measured. Comparison of the two groups failed to disclose any significant difference in left ventricular filling parameters {group I E/A: 0.87±0.1, group II E/A: 0.86±0.08, p>0.05). Thus it was shown that pulsed Doppler echocardiography could not provide any contribution to determine LVEDP, whether high or not. The results of this study indicate that left ventricular filling dynamics as assessed by Doppler-derived transmitral inflow velocities are not related to left ventricular filling pressures in patients with coronary artery disease.

10.Percutaneous Transluminal Pulmonary Valvuloplasty in Children
Ümrah AYDOĞAN, Türkan ERTUĞRUL, Talat CANTEZ, Bahriye TANMAN, Rukiye EKER, Aygün DİNDAR
Pages 40 - 43
Aralık-1986 ile Eylül-1991 yılları arasında yaşları 1.5 ile 17 arasında değişen 16 hastada perkütan transluminal pulmoner valvuloplasti uygulandı. Olguların bir bölümünde saptanan foramen ovale açıklığı dışında, hiçbirinde ek kardiyak anomali yoktu. Sonuçlar retrospektif olarak değerlendirildi. Pulmoner anulus çapına uygun balonların kullanıldığı çalışmanın ilk dönemindeki (1986-88) 7 olgunun altısında zirve sistolik gradyanda anlamlı düşüş saptanmakla birlikte sonuçların genelde tatmin edici olmadığı, işlemden önce ortalama 107±40 mmHg olan valvuler gradyanın; işlemden sonra 54±20 mmHg'ya indiği görüldü (p<0.02). Altı hastanın dördünde valvuler gradyan 40 mmHg'ya indirilemedi. 1988 yılından itibaren literatürdeki gelişmeler doğrultusunda, anulus çapını % 30-40 aşan "oversize" balonlar uygulandı ve 9 olgunun yedisinde zirve pulmoner gradyanın istenen düzeylere düştüğü ve pulmoner yetersizlik oluşmadığı görüldü. İşlemden önce ortalama 87±35 mmHg olan kapak gradyanı, işlemden sonra 39±18 mmHg'ya indi (< 0.01). Diğer iki hastada infundibuler spazm geliştiği anjiyografik olarak gösterildi. Bu çalışma sonucunda "oversize" balon uygulandığı takdirde perkütan transluminal valvuloplastinin cerrahi girişime yakın düzeyde başarılı olduğu sonucuna varıldı.
Percutaneous pulmonary valvuloplasty was performed in 16 patients with congenital pulmonary valve stenosis. Balloon size used in the procedure was limited with the diameter of the pulmonary annulus during the first period of the study between 1986-1988. Although the transvalve gradient decreased significantly in all except one child, it was more than 40 mmHg in four of six patients. Oversize balloons were used for pulmonary valvuloplasty after 1988. Nine patients were treated during this period. Better results were provided with a transvalve gradient fall below 42 mmHg in all but two patients in whom right ventricular cineangiography showed infundibular spasm. These findings suggest that using oversize balloon in pulmonary valvuloplasty appears to obviate the need for surgery without major complications.

11.Detection of Residual Ischemia Soon After Myocardial Infarction by Dobutamine Stress Testing
Cengiz ÇELİKER, Rasim ENAR, Orhan GEREN, Nuran YAZICIOĞLU, Cem DEMİROĞLU
Pages 44 - 47
Akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren 52 hastada, erken dönemde rezidüel iskemiyi gösterebilmek için, IV dobutamin stres testi (DST) ve submaksimal egzersiz testi (ET) uygulandı. AMİ'lerin 26'sı anterior, 26'sı inferior lokalizasyonlu idi. Testler için 120/dk'lık kalb hızı sınır alındı ve ST segmentinde 1 mm veya daha fazla horizontal veya aşağı eğimli veya 0.08 sn'den uzun yukarı eğimli depresyon saptandığında pozitif kabul edildi. Hastaların 40'ına AMİ'den 3-6 ay sonra koroner angiografi yapıldı. Her iki test sonunda kalb hızında ve çift çarpım değerlerinde inisyallerine göre anlamlı artış saptandı. DST 21 (% 40), ET 16 (% 31) hastada pozitif bulundu. İki test arasında % 63 konkordans vardı. DST anterior ve inferior AMİ'lerde benzer oranda pozitif idi. Ondokuz tek damar hastası ile 21 iki veya üç damar hastalığı olanlar arasında DST ile anlamlı farklılık saptanmadı. DST 8 hastada anlamlı ST depresyonu, 4'ünde hipertansiyon (Sistolik kan basıncı > 200 mmHg), 5'inde, sinüzal taşikardi, 1'inde ventriküler ekstrasistol, 2'sinde göğüs ağrısı nedeniyle erken sonlandırıldı. Sonuç olarak, DST AMİ sonrası 2. haftada ciddi komplikasyon olmadan ve kolaya uygulanabilecek, rezidüel iskemiyi gösterebilme duyarlılığı yüksek olan bir testtir.
Dobutamine stress testing (DTS) and submaximal exercise testing (ET) were undertaken to induce residual ischemia in 52 patients in the second week after acute myocardial infarction (AMI). Both tests were limited by a heart rate of 120/min and were accepted positive when horizontal or down-sloping or up-sloping Ionger than 0.08 sec ST segment depression?1 mm was seen. Forty patients had undergone coronary angiopraphy 3-6 months after AMI. Heart rate and double product increased significantly during both tests. DST was positive in 21 (40 %) and ET in 16 (31 %) patients. The concordance between the two tests was 63 percent. There was no significant difference with DST in the rate of positivity between 19 patients with one-vessel disease and 21 patients with two or three-vessel disease. and also between the anterior and the inferior AMIs. DST was stopped before 20 ug/kg/min in 20 patients for the following reasons: significant ST depression in eight, systolic blood pressure > 200 mmHg in four, sinus tachycardia in five, frequent ventricular extrasystoles in one and chest pain in two. In conclusion, DST can be easily used in the second week after AMI without any serious complications. Its sensitivity to induce residual ischemia is high.

12.Review Right Ventricular Failure in Cardiac Surgery and Intensive Care Medicine
Mehmet Salih BİLAL, Osman BAYINDIR, Aydın AYTAÇ
Pages 48 - 54
Sağ ventrikül, normal koşullar altında, aktif bir pompadan çok pasif bir yapı işlevi gördüğünden, fizyolojisi sol ventriküle oranla daha az çalışılmıştır. Sağ ventrikül yetersizliği, son yıllarda, kardiyak ve kardiyopulmoner fonksiyon bozukluğu gösteren hastalarda önemli bir etken olarak nitelendirilmektedir. Sağ ve sol ventriküller seri ve mekanik olarak birbirlerine bağlı çalıştıklarından, birindeki bozulma diğerinin davranışını da etkileyecektir. Şiddetli sağ ventrikül yetersizliği gösteren hastalarda sıvı yükselmesi ve farmakolojik girişimler sınırlı bir yarar sağlayabilir. Kalp ve akciğer fonksiyonları düzelinceye kadar sağ kalp fonksiyonunu devam ettirmek için mekanik dolaşım desteği yöntemlerine ihtiyaç duyulabilir. Kardiyopulmoner bypass teknolojisindeki yeni gelişmeler ile, hem kalp cerrahisi sonrasında hem de kalp cerrahisi geçirmemiş yoğun bakım hastalarında görülen sağ ventrikül yetersizliklerinin tedavisinde önemli adımlar atılmıştır. Yazımızda, sağ ventrikülün anatomi ve fizyolojisi gözden geçirildikten sonra yeni literatürler ışığında tanı özellikleri ve tedavi yöntemleri üzerinde durulmuştur.
Under normal conditions, because the right ventricle resembles a passive conduit rather than a pump, its physiology has been studied much less extensively than that of the left ventricle. Right ventricular failure has been recently identified as an important cause of progressive deterioration in patients with cardiac or cardiopulmonary dysfunction. Because the right and the left ventrictes are coupled in serially and mechanically, a pertorbation in one ventricle will influence the behavior of the other. Volume loading and pharmacologic interventions may have a limited effect in patients with severe right ventricular failure. Mechanical circulatory assistance may be required to sustain right heart function until the heart and lungs can recover. Recent advances in the technology of cardiopulmonary bypass have produced many advantages in the treatment of right ventricular failure after cardiac surgery and in critically ill patients who have not undergone cardiac surgery. In this article, the anatomy and the physiology of the right ventricle is reviewed and recent advances in the diagnosis and the treatment of right ventricuIar failure is discussed.

13.Case Reports Critical Aortic Stenosis with Decreased Left Ventricular Systolic Function in the Pediatric Age Group
Selmin KARADEMİR, Arman BİLGİÇ, Muhsin SARAÇLAR
Pages 55 - 58
Ağır aorta darlığı sol ventrikül miyokardında kalınlaşmaya sebep olur ve obstrüksiyon ilerledikçe sol ventrikülün sistolik fonksiyonlarında artma meydana gelir. Bazen de sol ventrikül fonksiyonları azalabilir. Bu çalışmada ağır aorta darlığı bulunan ve kalp yetersizliği ile başvuran üç olguda miyokardial kalınlaşma ile birlikte sol ventrikülün dilate olduğu ve fonksiyonlarının azaldığı görüldü. Ameliyat edilen iki olgudan birine komissurotomi, diğerine kapak replasmanı yapıldı. Bu olgularda ameliyattan sonra semptomların gerilediği görüldü.
Critical aortic stenosis is associated with marked left ventricular myocardial hypertrophy. When the obstruction is hemodynamically significant, increased left ventricular systolic function occurs. Rarely. left ventricular systolic function can be decreased in childhood. In this paper, we described three children (aged 3 to 13) with severe aortic stenosis and heart failure. Each of the three patients had markedly reduced left ventricular systolic function as well as a dilated left ventricle with myocardial hypertrophy. The two cases who were operated showed clinical improvement.

14.Echocardiographic Diagnosis of Cor Triatriatum
Muhsin SARAÇLAR, Nazan ÖZBARLAS, Süheyla ÖZKUTLU, İlhan GÜNAY
Pages 59 - 61
Cor triatriatum, bütün pulmoner venlerin döküldüğü ve sol atriuma açılan aksesuar bir odacığın bulunması halidir. Aksesuar odacığı sol atriuma bağlayan açıklığın büyük olduğu durumlar ancak ileri erişkin yaşlarda belirtilerini verirken, küçük olduğu vakalarda hayatın ilk aylarında belirgin semptomlar ortaya çıkar. Bu yazıda kalp yetmezliği ve pulmoner venöz konjesyon gösteren 3 aylık bir kız çocukta, ekokardiyografik inceleme ile cor triatriatum bulunduğu saptanmış ve bu durumun tanısında M-mode, iki-boyutlu ve Doppler ekokardiyografinin yararları vurgulanmıştır. Ekokardiyografik incelemede sağ atrium, sağ ventrikül ve pulmoner arterin geniş olduğu, pulmoner venlerin açıldığı bir kesenin varlığı (aksesuar odacık), bunun küçük çaptaki sol atriumla, bir orifis yoluyla ilişkilendiği gösterilmiştir. Hemodinamik çalışma ile sol atrium basıncı ortalama 3 mmHg, pulmoner "wedge" basıncı 15 mmHg ölçülmüştür. Pulmoner arteriogramın venöz dönüş fazında pulmoner venlerin genişlediği, bunların aksesuar odacığa boşaldığı gözlenerek, ekokardiyografik bulgular desteklenmiştir. Açık kalp tekniği ile tam düzeltme ameliyatı yapılan hasta, ameliyat sonrası birinci günde kardiyovasküler kollaps tablosu ile kaybedilmiştir.
Cor triatriatum is a congenital cardiac anomaly in which all pulmonary veins return to an accessory chamber. This chamber is connected to the small left atrium through an orifice. In large communications, symptoms are manifested in Iate adulthood. However, in patients with very small orifice, they occur in early infancy. Echocardiographic evaluation with M-mode. two-dimensional and Doppler techniques of a 3-month-old girl who developed congestive heart failure and pulmonary venous congestion revealed the presence of cor triatriatum. Echocardiographically, right atrium, right ventricle and pul-monary arteries were dilated. Pulmonary veins were draining into an accessory chamber which was connected to a small left atrium via an orifice. Pulmonary wedge pressure was 15 mmHg. Radiopaque material injection into the pulmonary artery showed dilated pulmonary veins which drained into the accessory left atrial chamber. Although the surgical procedure was completed successfully, the patient died of cardiovascular collapse the next day.

15.Transcatheter Closure of Patent Ductus Arteriosus: Successful Use in Three Pediatric Patients
Ümrah AYDOĞAN, Talat CANTEZ, Mehmet MERİÇ, Aygün DİNDAR, Bahriye TANMAN, Türkan ERTUĞRUL, Rukiye EKER
Pages 62 - 64
Rashkind patent ductus arteriosus okluder sistemi İstanbul Tıp Fakültesi Pediatrik Kardiyoloji Bölümünden ductus arteriosus açıklığı tanısı (= PDA) ile takipli üç hastada transkateter yolla başarı ile uygulandı. İki hastada PDA'nın tam tıkanması gerçekleştirilirken son hastada 9.7 mm çaptaki PDA nedeniyle ancak parsiyel oklüzyon sağlandı. Bu hastada 5 ay sonra ikinci bir "köpük şemsiye" takılması planlandı. Hastalarda işleme bağlı komplikasyon gözlenmedi. Genel anestezi gerektirmeyen bu yöntemin uygun olgularda PDA oklüzyonunda tercih edilmesi gereken kolay bir uygulama olduğu sonucuna varıldı.
Three patients were treated for patent ductus arteriosus with the use of the Rashkind PDA Occluder System. Successful closure was accomplished in 2 children without any complication. Residual shunt was seen in the third patient. A second occlusion device was planned to implant 6 months later in this patient. We agree with the previously made conclusion that transcatheter closure of patent ductus arteriosus is feasible in the majority of children with PDA.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.